Suriye ve Filistin Mektupları – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Suriye ve Filistin Mektupları – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Suriye ve Filistin Mektupları kimin eseri? Suriye ve Filistin Mektupları kitabının yazarı kimdir? Suriye ve Filistin Mektupları konusu ve anafikri nedir? Suriye ve Filistin Mektupları kitabı ne konu alıyor? Suriye ve Filistin Mektupları PDF indirme linki var mı? Suriye ve Filistin Mektupları kitabının yazarı Yusuf Akçura kimdir? İşte Suriye ve Filistin Mektupları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…
Kitap Künyesi
Yazar: Yusuf Akçura
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9786051553962
Sayfa Sayısı: 208
Suriye ve Filistin Mektupları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yusuf Akçura, 1913’te Suriye ve Filistin’i gezdikten sonrasında Hicaz’a giderek hacı olmuştur. Akçura’nın 1913’te çıkmış olduğu Hicaz yolculuğundan Orenburg’daki Vakit gazetesine gönderilmiş olduğu mektuplar, Nisan ve Ekim ayları arasındaki çeşitli sayılarda neşredilmiştir. Türk düşünce yaşamının önde gelen şahsiyetlerinden Yusuf Akçura’nın Kazan Muhbiri, Ahbar, Vakit, Tercüman gazetelerinde ve Şura dergisinde oldukça sayıda makalesi neşredilmiş, sadece bu mecmua ve gazetelerin nüshaları Türkiye’deki kütüphanelerde bulunmadığından, Akçura’nın bu yazıları şimdiye kadar araştırmacılar tarafınca görülememişti. Yüz senedir hâlâ gündemde olan Suriye ve Filistin’in âdeta 1913’teki fotoğrafını çeken bu yazılar, dikkatli bir gözle okunmayı hak ediyor, zira Akçura’nın o gün dile getirdikleri, bugün bu coğrafyada yaşananları daha iyi anlamamız için büyük bir ehemmiyet arz ediyor. Suriye ve Filistin Mektupları, coğrafyayı vatan kılacak unsurların neler olduğuna temas etmesi bakımından da Yusuf Akçura’nın tüm eserleri içinde müstesna bir yerde duruyor.
Suriye ve Filistin Mektupları Alıntıları – Sözleri
- Biz Türkler çoğunlukla günlük yaşam sürmekte olan halkız, maziyi de istikbali de asla aklımıza getirmiyoruz. İstikbali düşünmemek maziyi unutturur; maziyi unutma istikbali hatırdan çıkarmaktır.
- ‘Türk memleketini, Türk akçesini sevmiyorsunuz, lâkin kendiniz her taraftan buraya geliyorsunuz, iyi mi olsa da buraya yerleşmeye çalışıyorsunuz, keyfinize gelmiyorsa, sizi buraya çağıran yok.”
- İslâm milliyete bağlı değildir.
- YUSUF AKÇURA vatanımızda kim bilir hakkında minimum araştırma meydana getirilen aydınlardan biridir. Şimdiye kadar onun hakkında yazılanların bibliyografyası bir sayfayı geçmez ve bir çok da birbirinin tekrarıdır. Solcular milliyetçi olduğundan, sağcılar sebepsiz yere sevmez, İslamcılar asla hazzetmez ve Niyazi Berkes’in tabiriyle unutulur gider.
- Niye yalnız siyasetle uğraşıyorsunuz? Niçin birazcık daha ciddi, yararlı şeyler yazmıyorsunuz? Halkınıza bu siyasal kavga ve dalaşmadan yarar nedir?
- Yahûdilerin fakirliğini, yardımsızlığını, zayıflığını anlattıktan sonrasında, Arapların medeniyete hizmette bulunamayacaklarını, bu bölgeleri bayındır edemeyeceklerini, onlardan umumî menfaatlere katkıda bulunma hissinin hâlâ doğmadığını, fakat çoğunun şahsî menfaatleri için çalışmakta olduklarını söyledi. Araplar ile Yahûdiler, İbrahim peygamberin birbiriyle anlaşamayan iki hanımından doğan bu iki kavim, binlerce yıldan beri kavga ediyorlar. Yahûdiler, Arapları küçümsemek için İsmail’in köleden dünyaya geldiğini iddia etmişler. Araplar da iyi öç almışlar, meselâ bir dönemde onları tüm Arabistan’dan kovup çıkarmışlar. Şimdi artık Yahûdiler Avrupa medeniyetinden aldıkları silahlarla Arapları yenmeyi hesaplıyorlar.
[27.06.1913] - Halkı unutmuşa benziyorsunuz, yalnız yönetimsel ıslahattan oldukça netice alabilir misiniz?
- Büyümesine hazırlanan toprak olmasa, fitne tohumu serpildiği yerde kuruyup ya da çürüyüp biter.
- Evvelde beri Suriye halkının ahlâkının fena bulunduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar lüzumlu bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu mevzuda şu şekilde yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza haiz olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, düzmece olmadığına dikkat edin… Ve başka şeyler yazmakta.
- Islahattan oldukça şeyler bekleyen genç Araplar, meşrutiyetten oldukça şey bekleyen Genç Türklere benziyorlar
Suriye ve Filistin Mektupları İncelemesi – Kişisel Yorumlar
Dine,güzel sanatlar temelli perspektif yazarda;
müslümanlardan yüksek beklenti içine girmek gerektiği algısı oluşturmuş.Türkçülük ile yola çıktığını düşünüyor fakat bence bizlere ve bizlerin yapmış olduğu her işe karşı bir önyargısı var..
Hep negatif, hep kibirli…
Neden kişilerin suçunu dinlerine ve ırklarına atalım ki… (selenkasema)
”
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adlı eserinde, «Memleketi alan kılıç ile almıştır, memleketi tutan kalem ile tutmuştur.» diyordu.
İşbu kitapta kılıç ile alınan memleketin kalem ile iyi mi tutulamadığı görmüş olacaksınız.
”
KitapSuuru (Ali Dayıcık)
*İBRET ALINMAYAN TARİH TEKERRÜR EDER*: Yusuf Akçura 1913 yılının Suriye ve Filistin’ini objektif bir halde, dönemin siyasal olaylarının gelişimini de dikkate alarak Orenburg’daki Vakit gazetesine gönderilmiş olduğu mektuplar vasıtasıyla bizlere sunmuş. Genel olarak bakınca Yusuf Akçura ideolojik görüşlerini bir tarafa bırakarak bizlere o devrin bir panoramasını anlatmış. Bazı mühim noktalar üstünde durmakta yarar var.
1) O dönemde Osmanlı Devleti’nin yönetimindeki aksaklıkların toplumsal hayata yansımalarını görebiliyoruz. Devlet memurlarının ahlaksızlıkları ve umursamazlıkları, artan yolsuzluklar, devletin vatan haline gelememesi ve bu durumun yarattığı ikilemleri oldukça net bir halde görüyoruz.
2) Birinci maddede yer edinen sorunlardan istifade edip tabir-i cazise özerklik(otonomi) kuran, günümüzde sık sık kullanılan bir tabirle devlet içinde yeni bir devlet oluşturmuş bazı guruplar var. Oportinüst bir yaklaşımla kendi devletlerini kurmaları ve çoğu zaman Müslümanların bu gurupları kendilerinden üstün görmeleri ve bunun sonucunda kurtuluşu ya da çağdaş medeniyetler seviyesine çıkmanın yolunun bu grupların daha da nüfuzu hale gelmelerinde görmeleri. Aslında haksız da sayılmazlar. Devletin yetersizlikleri ortada. Acaba liberalliğin fazlası zararı dokunan mı?
3) Yukarıda bahsettiğim olayların günümüzde Ortadoğuda yaşanmış olan olayların temellerini oluşturması tarihten öğrenek alınmadığının bir göstergesi. 1913 senesinde Fransızların, Yahudilerin o bölgede nüfuz sahibi olmaları günümüzde yaşanmış olan vakaları kaçınılmaz hale getirmiş.
Genel olarak bakınca şu söz tüm bu vakaları oldukça net bir halde özetleyebilir. YEMEYENİN MALINI YERLER. Ve doğal ki öğrenek alınmayan tarih tekerrürden ibaret kalır.
Son olarak bu kitabı kütüphaneme eklememe vesile olan
KitapSuuru ailesine ve yazar/i26456 beye teşekkür ederim. Tarihten öğrenek almak ve tekerrür eden zamanı, nesne olarak değil dönüştüren bir özne olarak değiştirebilmek umuduyla. (Fazıl KURT)
Suriye ve Filistin Mektupları PDF indirme linki var mı?
Yusuf Akçura – Suriye ve Filistin Mektupları kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Suriye ve Filistin Mektupları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yusuf Akçura Kimdir?
Yusuf Akçora, Kazanlı Yusuf Akçora (Tatarca: Yosıf Aqçura; d. 2 Aralık 1879[1] Ulyanovsk, Simbir – ö. 11 Mart 1935 İstanbul), Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar yazar ve politika adamı.
Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. TBMM’de 2, 3 ve 4. dönem İstanbul milletvekili, 5. dönemde 1935’te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 senesinde yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.
Akçora’nın Türkçü fikir tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün emek harcama arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.
Yusuf Akçora’nın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asya’daki Türk Devletleri’nin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla tekrardan güncellik kazanmıştır.
Yusuf Akçura Kitapları – Eserleri
- Üç Tarzı Siyaset
- Türkçülüğün Tarihi
- Suriye ve Filistin Mektupları
- Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri
- Siyaset ve İktisat
- Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar
- Doğu Meselesine Dair
- Türk Devriminin Programı
- Hatıralarım
- Cengiz Han
- Darülhilafet Mektupları
- Türk Yılı 1928
- Tarih-i Siyasi
- Damolla Âlimcan el-Barudî
- Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi
- Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi
- Aydınlara Düşen Vazife
- Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret yılları
- Yeni Türk Devletlerinin Öncüleri
- Türk Cermen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri
Yusuf Akçura Alıntıları – Sözleri
- XIX. çağ iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:
1. – Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance dedikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayılmış olduğu süre, medeniyetçe Hıristiyan Garba mütefevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı müslüman topluluğunun başka dillerle konuşup başka mezheplere doğal olarak bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;
2. – Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler düzenleme edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini arttırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri;
3. – Rönesansın, Reformasiyonun, denizaşırı kıt’alara yayılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran bellibaşlı hareketlerin Avrupa hıristiyan halkında husule getirmiş olduğu fikri ve bilimsel intibah ile servet artmasından neş’et eden maddi ve tinsel tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hususile Osmalı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan yoksun kalması;
4. – Büyük devletlerin cümlesi şeklinde çeşitli dinlere, mezheplere inanan, çeşitli dillerle konuşan birçok kavim
lere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, tinsel tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olamaması;
5. – İmparatorluğun oldukça geniş sahaya yayılmış bulunması, merkezi kuvvetin tüm memleketlere kat’i bir denetim yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran olanak haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;
6. – Türklerde doğal bir haslet olan salgın ve tevessü arzusunu, görkem ve azamet emelini doyum ve gittikçe genişliyen memleketin mu’dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. sonu gelmiyen harplere girişilmesi;
7. – Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zafa uğrattıktan başka, barış devirlerinde yönetim ve intizamın bozulmasına bir sebep teşkil etmesi;
8. – XVII. çağ ortalarından sonrasında, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük harcamaları mucip olması;
9. – XVII. çağ sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve barış inisiyativi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti hasıl olan orduların, edilmek lazımgelen harplerin derhal asla
bir varidat temin etmeksizin sadece devletin askeri ve iktısadi membalarını oldukça daraltmağa sebep olması;
10. – XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harplerile, Devletin önemli varidat temin eden ve ahalisinin
ekserisi hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çıkmakla birlikte, devletin kudret, nüfuz, onur ve sultasının da
oldukça rahnedar olması;
11. — Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mahmut 1. devrinde vazih ve kat’i bir biçim alan Kapitülasyonlar,
Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının oldukça zarar görmelerini bais olduğu şeklinde, Doğu sularında Fransız
sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi;
12. – Kapitülasyonlarla gayri müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi
devletlerin tesirlerile, çeşitli mezheplere mensup hıristiyan tebaasının hükumet tarafınca idaresinde bazı müşkülatın yüz göstermesi;
15. – Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat kabul eden ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla özgür tefsire başlıyarak, Osmanlı tebaası hıristiyanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;
14. – Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve kayra olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie emek vermesi ve hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mezhepten olursa olsun, cümlesi üstüne pek geniş olan sultası ile de iktifa etmiyerek, adli, yönetimsel ve hatta siyasal hususlarda daha geniş iddialara kalkışması;
15. – Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, oldukça kez Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde önemli mevkiler tutarak, bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları;
16. – Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktısaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heyetinde husule gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei
hükumette iktısadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimallerin neticesi olarak, hükumetle ahali içinde imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek dahili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı
camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fili hareketlere bile kalkışmaları;
17. – Osmanlı devletinin siyasal, adli ve yönetimsel teşkilatının esaslarından önde gelen İslam şeriatinin süre ve mekana
bakılırsa terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve
içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması;
18. – Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna muğayir tadı hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irti
kap ve irtişanın meydan alması;
19. – Şeriat esaslarına bakılırsa tanzim olunan mektep ve medreselerin, XVII. asırdan itibaren garpta gelişim eden özgür ulumu benimsiyemediğinden dolayı, müslüman Osmanlıların çağdaş tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunmuş olduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması;
20. – Garpte Rönesanstan sonrasında, üniversiteler, doğrusu medreseler mütemadi terakki ve gelişim ettikten ve dini alakalar dan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ek olarak ihtisas mektepleri, örneğin barbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek yapım ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memleketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. çağ sonlarına kadar
bu şekilde teşebbüslerin derhal asla vaki olmaması;
21. – Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezebzüplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hükümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın doğal bir neticesi olmak suretiyle cehil ve taassubun hakim mevkie geçmesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebilecek bir kuvvete malik olması;
22. – XVIII. asırda buğu kuvvetinin ve buharlı makineler, imalinin garpte keşfolunarak XIX. çağ başlarından itibaren Oarpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkulu bir iktısadi tefevvuk kazanması; nihayet garpte büyük endüstri sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın ufak ana para ve endüstri seviyesinden yükselemiyerek, ana para ve endüstri sahasında, doğrusu siyasal ve içtimai yaşamın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten oldukça geriye kalması. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri) - Emperyalistlerin “ Doğu meselesi” adını verdikleri sorun , O’na ( Yusuf Akçura’ya) bakılırsa, Mazlumlar Dünyasından bakılmış olduğu süre “ Batı Meselesi” idi. (Türk Devriminin Programı)
- Cengiz, Türklerin en güzîde bir sıfatı olan tab’-ı selîme [doğru/sağlam karaktere], kavrayışlı nazara kemâlen mâliktir. (Cengiz Han)
- Kadîm ve köhne bir uygarlık sâhibi olan İranîler gürültülü cenkten çekilip fikrî uğraşılarla ve malî ve ticarî işlerle meşgul oluyorlar, Sâmî asıllı Araplar ise akıllara şaşkınlık veren ilk genişlemeleri ile kazandıkları servet ve refahtan zevkyâb olmayı harb ve darb ile iştigale tercih ediyorlardı. Sanatı askerlik olan Türk’e erişince, o, dövüşten asla bıkmıyordu. (Doğu Meselesine Dair)
- Arap genci ile benim İslâm’ı algılamamız içinde oldukça büyük bir fark vardır.
O, İslam’ı, Yahudilik şeklinde ulusal bir din olarak düşünmekte, bense umumi, cihanşümul (beşerî) bir din olarak anlıyorum.
Arap da İslâm’ın tüm insanlığa yayılmasını oldukça istiyor; sadece, hem de “ Araplık da Yayılsın!…” diyor; “ Müslüman olan hepimiz Arap olsun, tüm İslâm dünyası bir Arap imparatorluğuna bağlansın “ diyor. (Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi) - ‘’Hanımlar, Efendiler!
İçinde yaşadığımız büyük zamanı devreyi kişiliğinde cisimleştiren Büyük Adam’ın komut ve kumandası altında birleşen harp erleri, Türk milletinin yaşamını muhafaza içgüdüsünü dahiyane yönetim ederek, şahidi olduğumuz askeri zaferleri temin ettiler. O Büyük insanın etrafına toplanan tam şuurlu, açık kanaatli aydınlar da, gene milletin yaşamını muhafaza içgüdüsüne dayanarak uygar Türk devletini kurabilirler. Türk aydınlarının bugünkü vazifesi, işte bu çok önemli işe el birliğiyle, dağılmaksızın sarılmak ve yan çizmelere kapılmaksızın birlik halinde çalışmaktır.’’ (Aydınlara Düşen Vazife) - Driyo diyor ki:
“16. çağ Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi’nden Ganj’a, Bengale Körfezi’ne, cenubi Rusya isteplerinden, Türkistan’dan Arabistan ve Sahra kumluklarına kadar çeşitli Türk kabileleri kendilerine Garp İmparatorluğu’ndan da, Makedonya İmparatorluğu’ndan da vasi bir İmparatorluk kurdular.” (Doğu Meselesine Dair) - Evvelde beri Suriye halkının ahlâkının fena bulunduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar lüzumlu bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu mevzuda şu şekilde yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza haiz olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, düzmece olmadığına dikkat edin… Ve başka şeyler yazmakta. (Suriye ve Filistin Mektupları)
- Türklerin büyük çoğunluğu geçmişlerini unutmuşlardır. Bu nedenledir ki, her şeyden ilkin bir ulusal şuur uyandırmak ve yaratmak gerekecektir. (Üç Tarzı Siyaset)
- Bugün de olduğu suretiyle, ufak evlatları evlerinden büyükçe bir şahıs refakatinde mektebe götürüp getirmek, medresede aynı yaşlarındaki evlatların istirahat ve oyunlarına, birbirlerine olan davranışlarına dikkat ve nezaret etmek, nihayet ders sonunda evlerine iletip teslim etmek şeklinde nizamlar doğal o zamanlar asla yoktu. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- İnsan, gerçek kitap olan doğa ve eşyayı okuyup ondan bilimsel keşfedebilmeli; yazıya, söze bağlanıp tutsak kalmamalı, özetlemek gerekirse her kişinin ideali bizzat kaşif olmak, insaniyete yararlı bir düşünce yada şey buluş etmek olmalıdır. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- yaşam aslına bakarsan zindan değil mi!.. (Hatıralarım)
- “Muharebelerde taraflar birbirine asla acımaz; muharebeye aşure dağıtmak için gidilmez.” (Cengiz Han)
- Seccadeyle alnım arası yazılan tüm dilekçeler yanıtsız kaldı. (Hatıralarım)
- Karadeniz ve Kafkas dağlarının şimalinde, ya direkt doğruya saltanat merkezinden yönetim olunan veya Osmanlı sultanlığına tâbi Kırım Hanlığı ülkesinden sayılan kıt’alar, XVIII. asrın sonlarına değin vaziyetlerini muhafaza ettiler. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
- Her yaşam,sadece öteki hayatları bitirmekle sadece devam edebilir.İşte bu “tenazû-ı bekâ”,”cidal-i yaşam” şeklinde çeşitli suretlerle lisanımıza geçen “Struggle for life” kanun-ı azîm-i doğal olarak’yyesidir. (Doğu Meselesine Dair)
- İnsan aslına bakarsan neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- İnsan aslına bakarsan neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- “Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat süre bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru bulunduğunu normal olarak tasdîk edecektir.” (Türkçülüğün Tarihi)
- Darbe-i devlet, bir devlette mevcut kuvvetlerden birisinin, meselâ: hükümdârın, ya da millet meclisinin (yâhut ordunun ve sâir) yasanın kendisine verdiği hukukun dışına çıkıp, bir harekette olmasına denir. (Darülhilafet Mektupları)
Yorum Ekle
[
YORUMLAR
YORUM YAZ!