Türk Düşününde Batı Sorunu – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türk Düşününde Batı Sorunu – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Türk Düşününde Batı Sorunu kimin eseri? Türk Düşününde Batı Sorunu kitabının yazarı kimdir? Türk Düşününde Batı Sorunu konusu ve anafikri nedir? Türk Düşününde Batı Sorunu kitabı ne konu alıyor? Türk Düşününde Batı Sorunu PDF indirme linki var mı? Türk Düşününde Batı Sorunu kitabının yazarı Niyazi Berkes kimdir? İşte Türk Düşününde Batı Sorunu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…
Kitap Künyesi
Yazar: Niyazi Berkes
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750833939
Sayfa Sayısı: 276
Türk Düşününde Batı Sorunu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
“Türkiye’nin bugün karşılaştığı sorunlar, Birinci Cihan Savaşından sonra kesin olarak gerçekleştirmeyi göze aldığı toplum ve uygarlık devriminin tamamlanma¬dan kalması yüzünden, İkinci Cihan Savaşı sonrasında gelişen gerici güçlerin ya¬rattığı sonuçlardır. Bu sorunların niteliğini kavramak için bu devrimin geçmişini, onu durduran güçlerin neler olduğunu anlamak gerekir. (…)
Bunun için bu yazıların amacı, Türk evriminin tam bir tarihini yazmak değil, bu gelişimin ana sorunlarını yakalamak, bunların çözümlenmesi için yapılan giri¬şimleri etkisizleştiren koşulları tanımlamaktır.”
Niyazi Berkes’in 1960’lı yıllarda Yön dergisinde çıkan ve sonradan İki Yüzyıldır Neden Bocalıyoruz? (1964) ve Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler (1965) adıyla kitaplaşan yazıları büyük yankı uyandırmıştı. Berkes’in birbirini bütünler özellikte bulunduğunu düşünerek bir araya getirmiş olduğu bu iki kitabından oluşan Türk Dü¬şününde Batı Sorunu, Türkiye’de artçı tesirleri günümüze kadar ulaşan siyasal ve düşünsel krizleri daha iyi yorumlamak için bir rehber durumunda
Türk Düşününde Batı Sorunu Alıntıları – Sözleri
- Alışkanlıklar insanları her şeye karşı yabanileştirir.
- Kalkınmanın yolu coşku ve kin değil, data ve çağdaş cesarettir.
- Alışkanlıklar insanları her şeye karşı yabanileştirir.
- Kemalizm: “sınıflar var; fakat ulusal kalkınma, sınıfları birbirine zıt mevzilere koyarak değil, hepsini ulusal bağımsızlık ve ilerleme amacında elbirliği haline getirmekle olacak” söylediği vakit bu sözü, nalıncı keseri şeklinde yalnız tek tarafa yontmamak gerekir.
- Bağımsız bir devlet altında millet olma bizliğinden yoksun her müslüman toplumu Batı’nın ya uydusu olmuş, ya da tüm onun esiri haline gelmiştir.
- Mithat Paşanın amacı İngiliz-Fransız-Rus elbirliğiyle isteneceği malum ıslahat isteklerini(şimdi artık ıslahat düzeltim anlamına değil, imparatorluğun tasfiyesi anlamına geliyordu) önlemek için onlardan ilkin hareket etmek, Türk olmayan unsurlara ve bölgelerin yönetimine geniş yetkiler vererek bir çeşit imparatorluk uluslar topluluğu yaratmaktı.
- Türkiye’nin modernleşmesine kendi anlamlarında yardım elde etmiş olan Batı devletleri ise Türkiye’ye militer ve politik anlamda muhtaç olmadıkları dönem erişince Türkiye’nin gelişmesine karşı yardım değil, ilgi bile göstermezler. Bu dönemlerde başka çıkarlar gerektirmişse, Türk aleyhtarlığı yaptıkları bile oldukça görülen bir şeydir. Gerçekte Türkiye Batılaşma cenginde hiçbir Batı devletinden bu davaya yarar hiçbir yardım görmemiştir. Yardım görmüşse bu, Türkiye’nin batılılaşmasına değil, o Batılı devletin ulusal çıkarına yaramıştır. Bunu bizlere en iyi gösteren şey, Türkiye’nin batılılaşmada en oldukça başarı gösterdiği zamanların Batı dostu olmadığı zamanlara rastlamasıdır.
- Bizde batıcılıkla anlaşılan şey Türk evrimini modern uygarlığa uygun yönde geliştirmektir. Halbuki Avrupa’da ve Amerika’da batılılaşma ve batıcılık; Batı diplomasisine uyma anlamına gelir. Bu yüzden onlara nazaran Kemalist dönem Batı aleyhtarlığı, Menderes periyodu Batıcılık zamanıdır! Batı diplomasisinden bağımsız olan bir batıcılık, Batı dilinde, Batı düşmanı fena bir ulusçuluk anlama gelir.
- Türkçülük akımının pozitif yönde hizmeti, Osmanlı aydınlarının kafasındaki dincilik, Batıcılık ve bilhassa Osmanlıcılık düşüncelerini sarsması ve hatta yıkması; bunun dil, tarih, kültür ve çağdaşlaşma ile ilgili taraflarında Türk düşününde mühim değişimler açması oldu. Tarih açısından Türkçülüğün ilerici yanı budur.
Türk Düşününde Batı Sorunu İncelemesi – Kişisel Yorumlar
kitabından;
“batı uygarlığında okumayazma, “aman okuryazar olalım da bizlere batı uygarlığı densin” diye gerçekleştirilmiş bir şey değildir. ortaçağlı toplumlarda halkın okumayazmalı olması değil, olmaması düzgüsel bir şeydir. bu uygarlıktan çıkıp modern iktisat uygarlığına giren toplumlarda okuryazarlık önüne geçilemez bir netice olur; ekonomik ve teknolojik yaşamına yeni unsurlar giren köylü okumayazma öğrenmekte asla sakınca görmez. fakat durgun ve kapalı bir köy toplumu içinde, sadece kendine kafi gelecek üretimi, karısını ya da karılarını, çocuklarını, eşeğini ya da öküzünü seferber edip zar-zor meydana getiren köylü için çağıl eğitimin uygulanabileceğini sanmak, bu köylerin yaşamından tümden habersiz olmayı gerektirir. eğitim alanındaki başarısızlıklara umar olarak çıkan köy enstitüleri programı (ki kendi içinde başlı başına başarıya ulaşmış ve bütünlü bir kalkınma planı ile neler yapılabileceğini göstermiştir) uygulanınca bunun eski “maarifçilik” tipinden ayrı, toplumsal yapı üstüne tesir meydana getirecek bir iş olduğu görüldüğünden tüm gericilik güçlerinin kıyameti koparması, kemalizmin yalnız bir kesimde olsun gerçekleştirilmesini bile istemediklerini gösterir.”..
Hoş bir yaratı… (…gece…)
Doğuya giden bir gemide batıya koşan insanoğlu olmak…: Güzel İnsanlar Merhaba !!
Kardeşim !!
Biz doğulu muyuz? Batı dünyasının bir üyesi miyiz?
Lale Devrinden beri yanıtını aradığımız ve daha da bulamayacağımız bir yanıtsız sual.
Niyazi Berkes; Türkiye’de Çağdaşlaşma adlı hacimli kitabından derhal sonrasında bu kitabını okudum.
Önceki kitabında tartışılan mevzular burada devam ediyor.
Doğu, Batı, Osmanlıcılık, Batıcılık, İslamcılık, Türkçülük, Kemalizm şeklinde bugünde tartışılan kavramlar zamanı dönemleri de dikkate alınarak detaylı şekilde ele alınmış.
Tanzimat Süreci, Meşrutiyet periyodu ve Kemalist dönemde Türk aydınında hangi mahalleden olursa olsun batılılaşmaya karşı aklında ne var bunlar iyi mi anlatılmış detaylı bir halde anlatılmış.
Niyazi Berkes; Tarih bilimsel ile bilimsel nitelikli anlamda ilgi duyan insanların okuyabileceği bir yazar bulunduğunu ifade edeyim.
Kitap, bazı mevzularda kendini yine ediyor hissini alıyorsunuz. Berkes, kitabı 1960 darbe sonrası yazmış olduğundan Menderes ve periyodu ile ilgili eleştirilerde dozu birazcık kaçırılmış olduğu oluyor.
Bu kitabı okurken sakallı Celal’i anmamak tamamlanmamış olurdu ne demişti Üstad; “Türkiye durmaksızın doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak Batı’ya gittiklerini sanırlar.”
Batı-Doğu mevzusunda ilgili olan için okunacak bir yaratı..
İyi Okumalar şimdiden… (Nihat Çelik)
Türk Düşününde Batı Sorunu PDF indirme linki var mı?
Niyazi Berkes – Türk Düşününde Batı Sorunu kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Türk Düşününde Batı Sorunu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Niyazi Berkes Kimdir?
1908’de Kıbrıs’ta hayata merhaba dedi. 1927’de İstanbul Lisesi’ni bitirdikten sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Kısmı’nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi görmüş oldu. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara’da Türk Ocağı Kütüphanesi’nde ve Türk Eğitim Derneği’nin kurduğu tecrübe etme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış oldu. 1934’te üniversitenin tekrardan yapılanması esnasında Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Kısmı’nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonrasında ABD’ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Kısmı’nde çalıştı. 1939’da Türkiye’ye döndükten sonrasında Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve başlamış olan Berkes, 1945’e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üstüne gelişen vakalar sonucunda 1952’de yurtdışına gitti. Kanada’da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde ilkin konuk profesör olarak vazife meydana getiren Berkes, 1956’da aslî profesör oldu. 1958-1959 içinde bu görevinin yanısıra Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonrasında İngiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da öldü.
Niyazi Berkes Kitapları – Eserleri
- Türkiye’de Çağdaşlaşma
- Türk Düşününde Batı Sorunu
- Atatürk Ve Devrimler
- Unutulan Seneler
- Teokrasi ve Laiklik
- Türkiye İktisat Tarihi
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
- İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz
- Felsefe ve Toplumbilim Yazıları
- 200 Senedir Neden Bocalıyoruz
- Asya Mektupları
- Türkiye’de Çağdaşlaşma
- Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2
- İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm
- Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
- 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi 1. Cilt
- Patrikhane ve Ekümeniklik
Niyazi Berkes Alıntıları – Sözleri
- Okumuşların Avrupa’ya gitmesinden hükümet son
derecede kuşkulanır, onlara geçişlik vermezdi. Buna karşın şu yada bu yollardan birçok aydın memleket dışına çıkabilmişti.Çeşitli gösterim organlarında ve toplantılarda yavaş
yavaş üç grup belirmeye başladı. Bunların birinin başlangıcında bulunan Ahmet Rıza, Fransa’da ziraat eğitim etmiş, dönüşünde Tarım Bakanlığı’nda vazife alarak bu
bakanlığın hiçbir iş yapmadığını görmüş köylünün bilgisizlik yüzünden verimsiz olduğuna hükmederek ve
köylünün sadece okulla kalkınacağına inandığından
Eğitim Bakanlığı’na geçmiş, orada da bir iş olmadığını görünce, Avrupa’ya gitmişti. Ilkin Abdülhamid’i
devirmek, anayasayı yürürlüğe koymak, sonrasında da köylüyü okutmak lazımdı. (İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz) - Katolik nüfusu ile Protestan nüfusu içinde şaşıran Rum kilisesi Osmanlı Devleti’nin eteklerinde yapışıyor ara sıra bu dinlere karşı ortodoksluğun himayesini elde eden kararlar koparıyordu. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- XVIII. yüzyıla doğru ve bu yüzyılda bunların dört tanesi bilhassa oldukça önemliydi: silahtarlar, mirahorlar, bostancıbaşılar, kapıcıbaşılar. Fazlaca mütevazı unvanlar değil mi? Birincileri padişahların silahlarına bakan, ikincileri padişahın ahırlarını temizleyen, üçüncüleri bahçe ve bostanlarına bakan, dördüncüleri de kapı bekçileri sanacağımız gelir. Halbuki gerçekte bunlar oldukça kuvvetli, oldukça azametli, oldukça varlıklı ve oldukça korkulacak adamlardır. Bilhassa bu dört tanesi sarayı, yalnız halkı değil boy boy vezirleri bile titretecek güçte bir yer haline getiren adamlar olmuşlardır. (Türkiye İktisat Tarihi)
- Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye’nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, modern uygarlığa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz senelik bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdığı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalışının verdiği acının eseridir. (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
- Bugün meydana getirilen araştırmalardan öğreniyoruz ki gerçek niçin insanı güldürecek özellikte.
Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı!
Her şey onun keyfine nazaran.
Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf’un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı’nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi. (Unutulan Seneler) - Çin imparatoru olan Kubilay Han 1281 senesinde Japonya’yı zaptetmek için çok büyük bir armada hazırlamış. Bunun hikâyesini Kyoto’yu ziyaretim esnasında öğrendim. Kubilay Han 1275-1279 içinde Japonlardan haraç istiyor. Reddedilince, efsaneye nazaran 4000 (tarihçilere nazaran sadece 350) vapur ve gene efsaneye nazaran 150000 (tarihçilere nazaran 100000) askerlere hazırladığı donanma yelken açıyor. Kıyılara kadar geliniyor, hatta bir iki yerde çıkarma da yapılıyor. Tüm Japonya korku içinde. Fakat Kami (Tanrı) onlara acıyor. Görülmedik bir tayfun gönderiyor. Kubilay Han’ın birliği paramparça oluyor. Japonların meşhur “Kamikaze” sözcüğü o zamandan kalma. “Tanrısal Fırtına” demek. Son Pasifik cenginde düşman üzerine dalma hücumu yaparak ölümü göze alan pilotlara verilen ad buradan gelme. (Asya Mektupları)
- Naziliğe yataklık eden öteki bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların tesiri altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye’ye Atatürk’ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi çevresinde toplaştıklarını Hatıralar’ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini bulunduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Minik Yalı’da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa’nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa’dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan’da görmüş olduğu başka subaylar da çağrılıymış. “Bu toplantı esnasında bahçeye adam sokulmadı” söylediğine nazaran, sadece kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulmuş olduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek “Turan Devleti” problemi, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız hovardalık serüvenlerini mi konuşmuşlardı?
Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef’ten oldukça Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Bilhassa iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonrasında gazetelerde harp durumunu özetleyen yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca
Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha
mühim. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üstüne data edineceğiz. İçerdeki emekleri ise en oldukça Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür.
Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı
dergisiydi. Derginin başlangıcında görünüşte bu şekilde şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun’un, sonraları Milli Şef’in partisine alındığını, Meclis’te onun başta gelen şakşakçısı bulunduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta oldukça kez CHP yerine “Milli Şef’in partisi” deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften ilkin ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için). (Unutulan Seneler) - Protestanlar, Türklerin gittikleri yerlerde dinlere özgürlük verdiklerini görerek bir devletin tuttuğu tek bir resmi dinle tüm halkı zorla sokması siyasetini kötülüyorlar din ve devlet ayrımı rejimini istiyorlardı. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- Eskiden kalmış Türk aydınlarının Milli Kurtuluş Savaşı’ndan bir şey öğrenmemiş olması insanı şaşkınlıklar içinde bırakacak seviyede olmuştur. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2)
- Büyük adam önderliğinin aslolan anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin derhal hiçbirini Atatürk buluş etmemiştir. Hepsi ondan ilkin düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin asla sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en mukaddes saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık problemi üstüne “gordiyon” kılıcını indirirse. Bugün bu şekilde bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz. (Teokrasi ve Laiklik)
- Merkantilist devletlerin siyaseti yalnız dış ticareti teşkilatlandırmakla kalmiyordu. Mühim olan şey, elde edilmiş servetlerin, İspanya ve Osmanlılarda yapıldığı şeklinde heba edilmemesi, ekonomik verimliliği olacak işlere yatırılmasıdır. Bu gelişmelerin bir ihtimal en önemlisi yeni bir tüccar tipinin ortaya çıkmasıdır. Yeni tecim o zamana kadar âdet olan tecim loncalarıyla başarılamazdı. Sermayeleri bir araya getiren ortak hisseli firmalar bundan hayata merhaba dedi. Yeni ticari girişimlerin büyük ana paraya ihtiyacı vardı. (Türkiye İktisat Tarihi)
- Merkantilizm: üllkenin refahini, haiz olduğu altın ve gümüş şeklinde kıymetli madenlere bağlayan, ülkedeki kıymetli maden yataklarının işletilmesine ehemmiyet veren ve ihracı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan ekonomi öğretisi. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
- Bu “bilgisiz ve dejenere ulusa yardım değil, harp lâyıktır.” (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
- Abdülhamit rejiminin efsaneye ve yalana dayanan ideolojisi göz önündeki gerçeklerin rağmına, kahramanca bir inatçılıkla otuz üç yıl sürdü; Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında sıkıştırıla sıkıştırıla teneke şeklinde kupkuru, ipince bir hale getirildi. Türk toplumunu bu hale getirdikten başka düşün yaşamını da kuruttu; üstelik Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da adamakıllı dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı. Üçünün de Türk toplumunun kalkınmasına yetersizliğini, ona hiçbir faydası olmadığını kanıtlama etti. (Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1)
- Hazine sıkıntısını gidermek için son olarak umar olarak başvurulan bu yoldan, sikkelerden çalınan değerlerle hazineye gelir sağlanıyorsa da bu, gerçekte halkın geçim sıkıntısını artıran, cemiyet ekonomisini daha da baltalayan bir tutumdu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
- bugün çoğumuza nazaran Batılılaşmış olmak
Batının tüketim ekonomisinin kapışıcısı olmak, hatta çöplenicisi
olmaktır. Bundan değişik ve buna üstün bir görüşün
Tanzimat’ta ortaya çıkmış olmasının sebebi, sanıma nazaran
bir taraftan Avrupa uygarlığının hemen hemen bugünkü kadar, kişinin
(bilhassa hanım kişilerin) başını döndürecek, ağzının
suyunu akıtacak çeşitte ve bollukta tüketim eşyası uygarlığı
haline gelmemiş olması; öte taraftan da, onu görenlerin
çoğunda hemen hemen bu eşyaya karşı iştahların kabarmamış
olmasıdır. Gelen tüketim eşyası da (1830 yıllarında bile
makarnadan ayakkabıya kadar oldukça şey gelmeye başladı)
hemen hemen daha bizde el ile de olsa yapılabilecek şeylerdi.
Gerçi tüketim eşyasının hayatta, bilhassa dış görünüşlerde
tesirleri belli olacak hale gelmişti. Ahmet Vefik Paşa
şeklinde aklı azca oldukça ekonomiye yatık birinin yerli malı kullanma
gayretleri bir antikalık şeklinde kaldı. Daha o zamandan,
Batı tesiri altında kalmış halklar içinde en oldukça
Türkler dış görünüşte en oldukça değişmeye başladılar; bilhassa
kılık-giyim, sakal-bıyık “devrimleri” dönem dönem
tekrarlanmıştır. Halbuki, Japon, Rus, Hint toplumlarına
tesir, bu derecede olmadı yada buna fırsat vermediler.
Bugün çatal bile ne Hint toplumuna, ne de Japon toplumuna
iyice girip yerleşememiştir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler) - Vaktiyle, Lausanne konferansında çetin didişmelerden sonrasında anlaşmaya varıldığında, avuca giren kuşu kaçırmış olmanın hıncıyla İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon şu şekilde demiş: ” Davayı kazandınız, size istediklerinizi derhal hepsini bahşettik. Fakat unutmayınız ki bigün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi umarsızlık içine koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce, hatta memurlarınızın maaşlarını veremez hale erişince gene bizlere gelecek ve Paris’ten Londra’dan yardım isteyeceksiniz. İşte o vakit, şimdi elde etmekle iftihar ettiğiniz hakların çoğunu birer birer yine elinizden alacağız. ” (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
- Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, “eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?” dersiniz naturel olarak. (Unutulan Seneler)
- Adil olmayan bir fiil, bir toplumun tüm kişileri tarafınca desteklense ve yürütülse bile, gene de hakkaniyet değildir; o gene bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafınca uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
- Batılılaşma
işini toplumda hiçbir değişiklik yapma yapmadan çarşıya gidip
eve öte beri alır şeklinde Avrupa’dan uygarlık malı almak,
en komiğinden Hamdullah Suphi şeklinde Suriye hacıağaları
tarzında nargile ve ibriklerle çevrili sedirlerde Türk harsı
oyunu oynamak, en ağırından da, Türk toplumunu Alman
yada Amerikan medeniyetinin petrol kumpanyalarına ve
ana para konsorsiyumlarına ihale etmek anlama gelir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)
Yorum Ekle
[
YORUMLAR
YORUM YAZ!