Eğitim

Teokrasi ve Laiklik – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Teokrasi ve Laiklik – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Teokrasi ve Laiklik kimin eseri? Teokrasi ve Laiklik kitabının yazarı kimdir? Teokrasi ve Laiklik konusu ve anafikri nedir? Teokrasi ve Laiklik kitabı ne konu alıyor? Teokrasi ve Laiklik PDF indirme linki var mı? Teokrasi ve Laiklik kitabının yazarı Niyazi Berkes kimdir? İşte Teokrasi ve Laiklik kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Niyazi Berkes

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750836213

Sayfa Sayısı: 268


Teokrasi ve Laiklik Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Değer ölçüleri olmayan hiçbir cemiyet yoktur; sadece bazı değerler dönemin gereklerine nazaran değişeceğine, zaman içinde katılaşma, kireçleşme eğilimi gösterirler. Bu, bizlere üç şeyi anlatır; toplumun insanları içinde birbirine oldukca yapışık bir birlik vardır; kişiler değişmez kurallara uyarak yaşamayı oldukca rahat ve kolay bulurlar; toplumları, yaşlanan kişilerin damarlarının sertleşmesi benzer biçimde katılaşmıştır. Kişiler bu şekilde bir durumu oldukca beğenirler. Ancak değişme zorunluklarının sillesini yemeyen cemiyet da yoktur. Zamanın yumrukları altında bazı kişiler, alışık oldukları ölçüleri bırakmaya, bazılarını gizli saklı ya da açıkça çiğnemeye; bazıları da ya dışardan yeni kurallar almaya, ya da kendileri yeni kurallar geliştirmeye başlarlar. Bunu yapanların iç hayatındaysa çatışmalar adım atar, bunun da sayısız görüntüleri vardır.

Bir toplumda en yüksek sayılan değerler, bilhassa bu şekilde zamanlarda, dinsel değerler kılığına girmeye de eğilimlidirler. Din, geleneğin son olarak sığınağı, son olarak müdafa kalesidir. Aslında toplumun eski yaşayışının kökeninden gelen birçok alışkanlıklar, kolaylıkla din gereğiymiş benzer biçimde bir kalite kazanırlar. İşte bunun içindir ki, çağdaşlaşma sözcüğünün aslı, “laikleşme” sözcüğünün söylemek istediği benzer biçimde toplumu, bu dinselleşme hummasının yakasından kurtarma işiymiş benzer biçimde gözüküyor ve burada “laicisme” ile “secularism” terimlerinin anlamları, ayrı sözcük kökenlerinden geldiği halde, birbirlerine uyuyor.


Teokrasi ve Laiklik Alıntıları – Sözleri

  • Genel kanının tersine, Müslüman toplumların hiçbirinin siyasal kurumları İslamlıktan kaynaklanmış değildir.
  • Değişme sorunları tartışıldığı zamanlarda anane, din kılığına bürünme eğilimi gösterir.
  • Ortaçağ da kılı kırk yaran ilahiyatçılar, insanoğlunu “inanç” insanı yapmanın oldukca güç bir iş bulunduğunu sanırlardı. İnsan için inanmak kadar kolay, düşünmek kadar güç şey yok.
    Bu yüzdendir ki, bugünün insanı ne ortaçağ insanı benzer biçimde inanç insanıdır, ne de çağdaş son zamanların istediği, Aydınlık Çağ’ın çağırdığı us, düşün ve bilim insanıdır.
  • Hristiyan dünyasından ayrılıp Müslümanlığa ve Osmanlı hizmetine giren Müteferrika, dönemin padişahının direktifiyle ilk basımevini açma iznini şeyhülislamın fetvasıyla yalnız din dışı yazıları yayımlama koşuluna bağlı olarak elde etmiş olduğu süre, din alanı haricinde başka bir bilim ve düşün alanının bulunmuş olduğu simgelenmiş oluyordu. Bu şekilde bir izin verirken, dinin en üst görevlisi olan kişinin ne denli tarihsel önemi olan bir karar verdiğinin bilincinde olup olmadığını bilmiyoruz. Bu fetvası ile Türk geleneğinde bilim ve teknik alanlarının naturel olarak din dışı sayıldığını, bu dünyasal alanı kendi otoritesi haricinde saydığını bildirmekle şeyhülislam, bir ihtimal farkına varmadan, bir taraftan en eski Türk geleneğine dönerken öte taraftan en yeni Türk laiklik görüşüne giden yolu başlatmış oluyordu.
  • Cahil de olsa, halkın hiç olmazsa sağduyusu dediğimiz bir şeyi vardır. Bizde eğitim, okumuşu yalnız cahilleştirmekle kalmaz, sağduyusunu da yok eder; ve onu bu haliyle bilgisiz dediğimiz halkın başına geçirir.
  • Büyük adam önderliğinin aslolan anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin derhal hiçbirini Atatürk buluş etmemiştir. Hepsi ondan ilkin düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin asla sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en mukaddes saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık problemi üstüne “gordiyon” kılıcını indirirse. Bugün bu şekilde bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz.
  • Dünyanın bugünkü siyasal, diplomatik, militer, giderek bilimsel vakalarıyla ilgili duyduklarımızın içinde o denli oldukca yalan oranı vardır ki bunun bilincine varan kişinin gazete okuması, radyo dinlemesi, TV seyretmesi bile bir işkence olur. İnsan bayağı manyak oluyor bu yalan dünyası içinde. Bunun bilincinde olmayanlara ne mutlu. Bir çok süre bilgisiz (bilgisiz) kişilerin rahatlığına imrenirim.
  • İslamlık da baştan masal, efsaneleşmiş ve yalanla muharebeye girmiş olması durumunda, onların etkilerinden gene de uzak kalamamıştır. Şundan dolayı dinlerin kendi yapılarında her dönemdeki yalanların içeri sızmasını kolaylaştıran aralıklar bulunur.
  • Bu sözcük, tapınma işlerine bakanlar (Klerikoslar) haricinde kalan kişiler (Laikoslar) ayırımından dünyaya gelmiştir.
  • Kemal Atatürk, İslam bilimleri denen bilgilerden, ulema, tarikat, medrese geleneğinden uzak, onları gericilik aracı, cahillik, hurafatçılık taşıyıcısı sayan bir gelenekten geldiği için, siyasal ve politik alanlardaki laikleşme akımında İslamlık geleneğini taşıyanlar için, uluslaşma ve Batılılaşma mevzusunda onlara bir yer tanıyan şahıs olmamıştır. Din alanındaki en üstün devrimci eylemi saltanat, hilafetle şeriat hukukunu kaldırmak olmuştur. Ulema örgütleri, medreseler, tarikat ve zaviyeler kapatılarak mülkleri bir devlet örgütü olan Vakıflar yönetimine verilmiştir.


Teokrasi ve Laiklik İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Osmanlı İmparatorluğu ve Ortodoks Kilisesi
‘Anadolu’da Türk siyasal varlığı başladığı sıralarda, Bizans Kilisesi mühim bir çöküş periyodu yaşıyordu. Bizans Ortodoks Kilisesi, Roma Katolik Kilisesi’nden değişik olarak akıbetini Bizans Devleti’ninkine bağladığından, devlete yönelen saldırıları kendine yönelen saldırılar olarak görüyordu. Kiliseye tepki göstermek, devlete karşı çıkmak; devlete tepki göstermek, kiliseye karşı çıkmak demekti. Bunlardan birincisine, Roma Kilisesi’nin Katolik Hristiyan devletlerini Bizans’a saldırtmasını, ikincisine ise, Bizans’ın baskıcı yönetimi altında ezilen Anadolu ve Balkan halklarını Kilise aleyhine kışkırtıp Türkler’in Bizans’a ilerlemesini kolaylaştırmasını örnek gösterebiliriz.
Bizans’ın ve kilisesinin en tehlikeli dış düşmanı, Ortodoks Kilisesi’nin büyük rakibi olan Katolik Kilisesi’ydi. Devleti dev aynasında gören papazların tesiri, Bizans Devleti’nin kendisini dünyada biricik Hristiyan Devleti olarak algılamasına yol açmıştı. Bizans Avrupa’nın minik büyük hükümdarlıklarını meşru saymaz, ‘Frenk’ söylediği Katolik Avrupa’lılardan nefret ederdi.
Bizans’ın daha da tehlikeli bir iç düşmanı vardı: Ilkin Anadolu’da süregelen, sonrasında da Balkanlar’a bulaşan Hristiyan Heresi hareketleri. Selçuk kudreti kendini Anadolu’da hissettirmeye başladığı süre, nerede ise tüm Anadolu Hristiyanlığı çözülme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Biroldukca yerlerde Heretik Hristiyanlar, Türkleri papazların temsil etmiş olduğu Bizans’a karşı seve seve tercih etme durumundaydı. Bunlar, saf Müslüman Türkleri kendilerine daha yakın buluyorlardı. Halk kitleleri papazların ekonomik soygunculuğundan, karanlık teolojilerinden yaka silker durumdaydı.
Osmanlıların ilk kuvvetlendiği bölge Ankara, Konya, Eskikent yörelerinde Hristiyanlarla Müslümanlar birbirine karışmış bir haldeydi. Balkanlar’da ise Ortodoks Hristiyanlığı büsbütün çökmüş bir haldeydi. Burası çoktan beri Roma Kilisesi’nin Bizans Kilisesi aleyhindeki propagandalarının tesiri altında Bizans Kilisesi’yle bağlarını koparmıştı. İki kilisenin papazları birbirleri aleyhine halkı o denli tedirgin etmişlerdi ki, halkın, bilhassa köylünün her iki tarafa da itimatı kalmamıştı. Birbir çok, Müslümanlarla bir arada yaşamayı ya da Müslüman olmayı yeğliyorlardı.
Türkler Bizans’ın din devlet karmaşasına karşı koyarak, Anadolu ve Balkanlar’a yeni bir devlet rejimi getirmişlerdi. Bundan en oldukca yararlanan Ortodoks Kilisesi olmuştur. Rum Ortodoks Kilisesi genel bir çöküntü halindeyken, Osmanlı yönetimi onu, Roma Hristiyanlığı’nın elinde yok olmaktan kurtarmıştı. Ortodoks Kilisesi aslına bakarsan bir devlete bağlı olarak yaşamaya alışıktı. Fatih İstanbul’u aldıktan sonrasında, Ortodoks Kilisesi din adamının elinde evrensel (oikumenik) patriklik asasını tutuşturduğunda papazlar kim bilir ne oldukca sevinmişlerdi.Türklerin getirmiş olduğu yeni rejimin, Ortodoks Kilisesi’ni Hristiyanlık dünyasında düşmüş olduğu aşağılık durumdan kurtaracağını, hatta ona gelecekte yeni bir güçlenme ve gelişme periyodu açacağını da sezenler olmuştu.
Yok olmaktan kurtulan Ortodoks Hristiyanlığı’na Türk rejimi, önceleri haiz olmadığı iki yeni yetki kazandırdı: a) Ortodoks Kilisesi’ne devletten ayrı bir dinsel otonomi verildi, b) İstanbul Patrikliği’ne, Papalığa karşıt olarak, tüm Ortodoks kiliselerinin üstünde ‘oikumenik’ mevki tanındı. Eğer bugün dünyada, kendini evrensel Roma Papalığı’na eşit gören bir Ortodoks Patrikliği var ise bunu Türk rejimine borçludur.
Osmanlılar, ondan sonra altından oldukca işler çıkacak olan bir iş daha yaptılar. Yönetimleri altındaki tüm Ortodoks Hristiyanları, hangi kavimden olduklarına bakmaksızın, Rum ‘Romaoi’ Milleti diye bir ulusal kategori sayarak, hepsini evrensel (oikumenik) patrikliğin hukuksal gücü altına soktular. Daha sonrasında bir adım daha atarak, yer yer Ortodoks cemaatin piskoposlarına ‘Milletbaşı’ niteliği verdiler. Zamanla bunlar bir teokrasi devletini andırmaya başladılar. Seneler sonraki Yunan milliyetçiği bu teokrasilerin rahminden çıkmıştır.’ (BÜLENT K)


Teokrasi ve Laiklik PDF indirme linki var mı?


Niyazi Berkes – Teokrasi ve Laiklik kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Teokrasi ve Laiklik PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Niyazi Berkes Kimdir?

1908’de Kıbrıs’ta hayata merhaba dedi. 1927’de İstanbul Lisesi’ni bitirdikten sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Kısmı’nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi görmüş oldu. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara’da Türk Ocağı Kütüphanesi’nde ve Türk Eğitim Derneği’nin kurduğu tecrübe etme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış oldu. 1934’te üniversitenin tekrardan yapılanması esnasında Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Kısmı’nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonrasında ABD’ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Kısmı’nde çalıştı. 1939’da Türkiye’ye döndükten sonrasında Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve süregelen Berkes, 1945’e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üstüne gelişen vakalar sonucunda 1952’de yurtdışına gitti. Kanada’da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde ilkin konuk profesör olarak vazife meydana getiren Berkes, 1956’da aslî profesör oldu. 1958-1959 içinde bu görevinin yanısıra Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonrasında İngiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da öldü.


Niyazi Berkes Kitapları – Eserleri

  • Türkiye’de Çağdaşlaşma
  • Türk Düşününde Batı Sorunu
  • Atatürk Ve Devrimler
  • Unutulan Seneler
  • Teokrasi ve Laiklik
  • Türkiye İktisat Tarihi
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz
  • Felsefe ve Toplumbilim Yazıları
  • 200 Senedir Neden Bocalıyoruz
  • Asya Mektupları
  • Türkiye’de Çağdaşlaşma
  • Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2
  • İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi 1. Cilt
  • Patrikhane ve Ekümeniklik


Niyazi Berkes Alıntıları – Sözleri

  • Okumuşların Avrupa’ya gitmesinden hükümet son
    derecede kuşkulanır, onlara geçişlik vermezdi. Buna karşın şu yada bu yollardan birçok aydın memleket dışına çıkabilmişti.Çeşitli gösterim organlarında ve toplantılarda yavaş
    yavaş üç grup belirmeye başladı. Bunların birinin başlangıcında bulunan Ahmet Rıza, Fransa’da ziraat öğrenim etmiş, dönüşünde Tarım Bakanlığı’nda vazife alarak bu
    bakanlığın hiçbir iş yapmadığını görmüş köylünün bilgisizlik yüzünden verimsiz olduğuna hükmederek ve
    köylünün sadece okulla kalkınacağına inandığından
    Eğitim Bakanlığı’na geçmiş, orada da bir iş olmadığı­nı görünce, Avrupa’ya gitmişti. Ilkin Abdülhamid’i
    devirmek, anayasayı yürürlüğe koymak, sonrasında da köylüyü okutmak lazımdı. (İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Katolik nüfusu ile Protestan nüfusu içinde şaşıran Rum kilisesi Osmanlı Devleti’nin eteklerinde yapışıyor ara sıra bu dinlere karşı ortodoksluğun himayesini elde eden kararlar koparıyordu. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • XVIII. yüzyıla doğru ve bu yüzyılda bunların dört tanesi bilhassa oldukca önemliydi: silahtarlar, mirahorlar, bostancıbaşılar, kapıcıbaşılar. Oldukça mütevazı unvanlar değil mi? Birincileri padişahların silahlarına bakan, ikincileri padişahın ahırlarını temizleyen, üçüncüleri bahçe ve bostanlarına bakan, dördüncüleri de kapı bekçileri sanacağımız gelir. Halbuki gerçekte bunlar oldukca kuvvetli, oldukca azametli, oldukca varlıklı ve oldukca korkulacak adamlardır. Bilhassa bu dört tanesi sarayı, yalnız halkı değil boy boy vezirleri bile titretecek güçte bir yer haline getiren adamlar olmuşlardır. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye’nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, modern uygarlı­ğa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz senelik bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdı­ğı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalı­şının verdiği acının eseridir. (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Bugün meydana getirilen araştırmalardan öğreniyoruz ki gerçek niçin insanı güldürecek özellikte.
    Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı!
    Her şey onun keyfine nazaran.
    Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf’un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı’nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi. (Unutulan Seneler)
  • Çin imparatoru olan Kubilay Han 1281 senesinde Japonya’yı zaptetmek için çok önemli bir armada hazırlamış. Bunun hikâyesini Kyoto’yu ziyaretim esnasında öğrendim. Kubilay Han 1275-1279 içinde Japonlardan haraç istiyor. Reddedilince, efsaneye nazaran 4000 (tarihçilere nazaran sadece 350) vapur ve gene efsaneye nazaran 150000 (tarihçilere nazaran 100000) askerlere hazırladığı donanma yelken açıyor. Kıyılara kadar geliniyor, hatta bir iki yerde çıkarma da yapılıyor. Tüm Japonya korku içinde. Fakat Kami (Tanrı) onlara acıyor. Görülmedik bir tayfun gönderiyor. Kubilay Han’ın birliği paramparça oluyor. Japonların meşhur “Kamikaze” sözcüğü o zamandan kalma. “Tanrısal Fırtına” demek. Son Pasifik harbinde düşman üzerine dalma hücumu yaparak ölümü göze alan pilotlara verilen ad buradan gelme. (Asya Mektupları)
  • Naziliğe yataklık eden öteki bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların tesiri altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye’ye Atatürk’ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi çevresinde toplaştıklarını Hatıralar’ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini bulunduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Minik Yalı’da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa’nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa’dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan’da görmüş olduğu başka subaylar da çağrılıymış. “Bu toplantı esnasında bahçeye adam sokulmadı” söylediğine nazaran, sadece kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulmuş olduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek “Turan Devleti” problemi, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız hovardalık serüvenlerini mi konuşmuşlardı?
    Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef’ten oldukca Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Bilhassa iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonrasında gazetelerde cenk durumunu özetleyen yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca
    Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha
    mühim. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üstüne data edineceğiz. İçerdeki emekleri ise en oldukca Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür.
    Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı
    dergisiydi. Derginin başlangıcında görünüşte bu şekilde şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun’un, sonraları Milli Şef’in partisine alındığını, Meclis’te onun başta gelen şakşakçısı bulunduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta oldukca kez CHP yerine “Milli Şef’in partisi” deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften ilkin ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için). (Unutulan Seneler)
  • Protestanlar, Türklerin gittikleri yerlerde dinlere özgürlük verdiklerini görerek bir devletin tuttuğu tek bir resmi dinle tüm halkı zorla sokması siyasetini kötülüyorlar din ve devlet ayrımı rejimini istiyorlardı. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Eskiden kalmış Türk aydınlarının Milli Kurtuluş Savaşı’ndan bir şey öğrenmemiş olması insanı şaşkınlıklar içinde bırakacak seviyede olmuştur. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2)
  • Büyük adam önderliğinin aslolan anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin derhal hiçbirini Atatürk buluş etmemiştir. Hepsi ondan ilkin düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin asla sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en mukaddes saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık problemi üstüne “gordiyon” kılıcını indirirse. Bugün bu şekilde bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz. (Teokrasi ve Laiklik)
  • Merkantilist devletlerin siyaseti yalnız dış ticareti teşkilatlandırmakla kalmiyordu. Mühim olan şey, elde edilmiş servetlerin, İspanya ve Osmanlılarda yapıldığı benzer biçimde heba edilmemesi, ekonomik verimliliği olacak işlere yatırılmasıdır. Bu gelişmelerin bir ihtimal en önemlisi yeni bir tüccar tipinin ortaya çıkmasıdır. Yeni tecim o zamana kadar âdet olan tecim loncalarıyla başarılamazdı. Sermayeleri bir araya getiren ortak hisseli firmalar bundan hayata merhaba dedi. Yeni ticari girişimlerin büyük ana paraya ihtiyacı vardı. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Merkantilizm: üllkenin refahini, haiz olduğu altın ve gümüş benzer biçimde kıymetli madenlere bağlayan, ülkedeki kıymetli maden yataklarının işletilmesine ehemmiyet veren ve ihracı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan ekonomi öğretisi. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Bu “bilgisiz ve dejenere ulusa yardım değil, cenk lâyıktır.” (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • Abdülhamit rejiminin efsaneye ve yalana dayanan ideolojisi göz önündeki gerçeklerin rağmına, kahramanca bir inatçılıkla otuz üç yıl sürdü; Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında sıkıştırıla sıkıştırıla teneke benzer biçimde kupkuru, ipince bir hale getirildi. Türk toplumunu bu hale getirdikten başka düşün yaşamını da kuruttu; üstelik Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da adamakıllı dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı. Üçünün de Türk toplumunun kalkınmasına yetersizliğini, ona hiçbir faydası olmadığını kanıtlama etti. (Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1)
  • Hazine sıkıntısını gidermek için son olarak deva olarak başvurulan bu yoldan, sikkelerden çalınan değerlerle hazineye gelir sağlanıyorsa da bu, gerçekte halkın geçim sıkıntısını artıran, cemiyet ekonomisini daha da baltalayan bir tutumdu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • bugün çoğumuza nazaran Batılılaşmış olmak
    Batının tüketim ekonomisinin kapışıcısı olmak, hatta çöplenicisi
    olmaktır. Bundan değişik ve buna üstün bir görüşün
    Tanzimat’ta ortaya çıkmış olmasının sebebi, sanıma nazaran
    bir taraftan Avrupa uygarlığının hemen hemen bugünkü kadar, kişinin
    (bilhassa hanım kişilerin) başını döndürecek, ağzının
    suyunu akıtacak çeşitte ve bollukta tüketim eşyası uygarlığı
    haline gelmemiş olması; öte taraftan da, onu görenlerin
    çoğunda hemen hemen bu eşyaya karşı iştahların kabarmamış
    olmasıdır. Gelen tüketim eşyası da (1830 yıllarında bile
    makarnadan ayakkabıya kadar oldukca şey gelmeye başladı)
    hemen hemen daha bizde el ile de olsa yapılabilecek şeylerdi.
    Gerçi tüketim eşyasının hayatta, bilhassa dış görünüşlerde
    tesirleri belli olacak hale gelmişti. Ahmet Vefik Paşa
    benzer biçimde aklı azca oldukca ekonomiye yatık birinin yerli malı kullanma
    gayretleri bir antikalık şeklinde kaldı. Daha o zamandan,
    Batı tesiri altında kalmış halklar içinde en oldukca
    Türkler dış görünüşte en oldukca değişmeye başladılar; bilhassa
    kılık-giyim, sakal-bıyık “devrimleri” dönem dönem
    tekrarlanmıştır. Halbuki, Japon, Rus, Hint toplumlarına
    tesir, bu derecede olmadı yada buna fırsat vermediler.
    Bugün çatal bile ne Hint toplumuna, ne de Japon toplumuna
    iyice girip yerleşememiştir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)
  • Vaktiyle, Lausanne konferansında çetin didişmelerden sonrasında anlaşmaya varıldığında, avuca giren kuşu kaçırmış olmanın hıncıyla İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon şöyleki demiş: ” Davayı kazandınız, size istediklerinizi derhal hepsini bahşettik. Fakat unutmayınız ki bigün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi umarsızlık içine koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce, hatta memurlarınızın maaşlarını veremez hale erişince gene bizlere gelecek ve Paris’ten Londra’dan yardım isteyeceksiniz. İşte o süre, şimdi elde etmekle iftihar ettiğiniz hakların çoğunu birer birer yeniden elinizden alacağız. ” (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, “eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?” dersiniz naturel olarak. (Unutulan Seneler)
  • Adil olmayan bir fiil, bir toplumun tüm kişileri tarafınca desteklense ve yürütülse bile, gene de hakkaniyet değildir; o gene bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafınca uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • Batılılaşma
    işini toplumda hiçbir değişiklik yapma yapmadan çarşıya gidip
    eve öte beri alır benzer biçimde Avrupa’dan uygarlık malı almak,
    en komiğinden Hamdullah Suphi benzer biçimde Suriye hacıağaları
    tarzında nargile ve ibriklerle çevrili sedirlerde Türk harsı
    oyunu oynamak, en ağırından da, Türk toplumunu Alman
    yada Amerikan medeniyetinin petrol kumpanyalarına ve
    ana para konsorsiyumlarına ihale etmek anlamına gelir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş