Eğitim

Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kimin eseri? Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabının yazarı kimdir? Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar konusu ve anafikri nedir? Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabı ne konu alıyor? Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar PDF indirme linki var mı? Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabının yazarı Yusuf Akçura kimdir? İşte Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Yusuf Akçura

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9786051553849

Sayfa Sayısı: 256


Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

20. yüzyıl Türk düşünce yaşamının en üretken kalemlerinden Yusuf Akçura; Muasır Avrupa’da SIyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabında yalnızca Avrupa’nın değil, tüm dünyanın seyrini değiştiren düşünce akımlarını ve o düşünce akımlarının “millet”, “özgürlük”, “müsavat” [eşitlik], “hakkaniyet”, “emek” benzer biçimde o efsunlu kavramlarını incelem ediyor. Yusuf Akçura; Türk tarihinin kim bilir en muhataralı, en sancılı döneminden kısaca “imparatorluk”tan “millet-devlet”e geçilen yolda, en küçük bir ürkü emaresi göstermeden, Türk düşünce ve cemiyet yaşamını derinden etkileyen siyasal ve toplumsal fikirleri, ilk ortaya çıktıkları andan o güne kadarki mevcut durumlarına varıncaya dek tartışıyor. Akçura, asla kuşku yok ki, yeni yüzyılın “kitle” yüzyılı olacağını erken müşahede etmiş ve “kitle”leri harekete geçiren büyük düşünce akımlarını mercek altına alarak, bunların yeni Türk devletinin varlığını sürdürmesinde ne benzer biçimde katkıları olabileceğini tahlil etmiştir.

(Tanıtım Bülteninden)

 


Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar Alıntıları – Sözleri

  • Mağduriyet ve mazlûmiyet, elem ve ızdıraplar devamlı bir kurtuluş arar; mağdur ve mazlumlar devamlı bir kurtarıcı bekler ve onun geleceği ümidiyle teselli bularak yaşar. Dinlerin çoğunda bir kurtarıcıyı bekleyiş bulunur.
  • Lâkin millet nedir? Millet denildiği vakit ne anlaşılmalıdır? Bu nokta üstüne Avrupa’da iki mektep (mezhep) vücuda geldi. Mektebin birisine gore millet bir devlete dâhil olmak isteyen insanoğlu toplamıdır. O hâlde bir memleketin ahâlisi kendi vicdânî arzularıyla hangi millete mensup olacaklarına karar verirse o milletten olur. Demek oluyor ki millet, üyelerinin irâdesiyle mevcuttur. Diğer mektep iddia eder ki millet irâde meselesinden hâriç olarak ırklardan organik bir surette organize olmuştur. Aynı ırkın fertleri irâdeleri eğer olmazsa bile birleştirilmelidir. İrâdî millet teorisi bilhassa Fransızlarındır. Irk teorisinin taraftarları bilhassa Almanya’da ve Rusya’da çoktur.
  • Weitling’e gore, yeni insanlık cemiyeti, bir ihtilâlden dünyaya gelecektir. Zulüm ve sefâletten sorun ve ızdırabın son derecesine düşen amele, ayaklanarak, mevcut cemiyeti alt üst edecek; ve o sırada, ya’ni ihtilâl ve hercümerc (kargaşa) esnâsında, bir büyük adam zuhûr ederek, tam komünizm kuruluncaya kadar vakaları diktatörce idâre edecektir. Weitling, bu büyük adama “Yeni Mesih” namını veriyor. Bu yeni Mesih, birinci Mesih’in (Hz. İsa) tâlimâtını tamâmen yerine getirip tamamlamadan iktidar hâkimiyetini (ya’ni yeni tâbir ile diktatörlüğü) elinden bırakmayacaktır. Weitling de, Fransız hayâlci sosyalistleri benzer biçimde, ilkel Hıristiyanlığı, baskı altında kalmış sınıflarının komünizm oluşturmak gâyesiyle ettikleri bir ayaklanma ve ihtilâl şeklinde anlıyordu; ve kendisi, tekrardan o şekilde bir kıyam ve ihtilâl oluşturmak istiyordu. Bu maksatla iki ünlü kitabını yazmıştır: Günahkâr Fakirin İncili ve Hürriyetle Ahengin Garantisi. Bu iki kitap, okuyanlarında fazlaca derin te’sirler bırakmıştır.
  • Şiîlik, Araplardan ziyâde İranlıların ruh ve zekâsıyla ortaya çıkmıştır. Şiîlik bir bakıma, İran’ın Arabistan’a karşı îtiraz ve ayaklanması anlama gelir: Tamâmen Arap ve Kureyşî olan tâcir-aristokrat Benî Ümeyye (Emevîler) aleyhine, Arap olmaktan ziyâde Müslüman olan Benî Hâşimî (Abbasîler), âl-i Abâ’yı (Ehl-i Beyt’de denebilir.) tutan ve bu suretle Hâşimî ve Alevî (Ali’ci anlamında) kıyam ve ihtilâllerine en fazlaca katılanlar İranlılardır.
  • Karl Marx’a yalnız bir toplumcu okulunun başı demek kafi değildir. Tüm dünyâda mevcut sosyalistlerin büyük çoğunluğu, onun uzaktan yada yakından öğrencileridir. Diğer toplumcu mektepleri, Marksizmin yanı başlangıcında fazlaca minik ve ehemmiyetsizdir.
  • Marx’ın istikbâle dâir tüm iddiası şudur: Târihi geçmişin tetkikinden çıkarılan kanunlara bakılırsa, mevcut cemiyetin evrimi, onun harâb olmasıyla neticelenecektir. Ve bu harâbiyet, “kendi kendini tahrip etmek” sûretinde olacaktır. İpek böceğinin şekil değiştirmelerinde, sonraki biçim, önceki şekli iyi mi yok ederek ortaya çıkıyorsa, insanlık cemiyeti dâhi, komünist bir toplum hâline dönüşerek, burclu (burjuva) cemiyetini tahrip etmiş olacaktır.
  • Louis Blanc’ın nazarında iktisâdî fenâlıkların cümlesi, rekâbetten meydana gelmektedir: Amelenin sefâleti, ahlâkî düşüşü, cinâyetlerin çoğalması, fuhuşun yaygınlaşması, sanâyideki krizler, milletler arasındaki çekişmeler ve muharebeler, hepsi, hepsi rekâbetin sonuçlarındandır. Rekâbet, insanoğlunun imhâsına dâvetiye çıkaran sakat bir usüldür; hattâ rekâbet, burcluların (ya’ni burjuvazinin) bile fakirleşmesine ve sonunda harap olmasına sebep olacaktır. Bundan dolayı toplumsal yapıyı rekâbete değil, iştirakçilikte (ortakçılık, komünizm) toplanmak, dayanışmak îcap eder.
  • Buna karşın komünizm hakimiyeti, İran’da 30 yıl kadar devam etmiştir. Fakat en nihayet Kisra Kubad’ın ve mezhebin başı mazdak’in ve 400.000 taraftarının katliyle sonuçlanan büyük bir çarpışmadan sonrasında, kişisel iyelik taraftarları galip gelebilmişlerdir.


Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Bir Türk münevverinin bakış açısından 1920’lerin düşünce alemi: Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler Ve Fikri Cereyanlar: büyük Türk düşünce adamı ve siyasetçi Yusuf Akçura’nın 1923 senesinde yazdığı kitaptır.
Kitaptan ilkin Yusuf Akçura’nın hayatından anlatmak isterim.
2 Aralık 1876’da Kırım Türklerinden aristokrat bir aileye mensup olarak hayata merhaba dedi. Babasının ölümü üstüne Annesiyle İstanbul’a göç ettiler. Harbiye Mektebinde öğrenciyken Türkçülük hareketlerine katılmaktan dolayı askerlikle ilişiği kesildi ve Fizan’a sürüldü. Sürgünden kaçıp Fransa’da Siyasal bilgiler okuluna devam etti ve “Osmanlı saltanatı kurumları zamanı üstüne tecrübe etme” adlı teziyle okuldan üçüncü olarak mezun oldu. Yurda dönmesi yasak olduğundan amcasının yanına Kazan’a gitti. Oradayken yayımlandığı vakit büyük bir tesir yaratan sonrasında da Türkçülük akımının kilometre taşlarından sayılan “üç biçim-ı politika” adlı makalesini yayımladı. 2. Meşrutiyetin ilanına kadar Rusya’daki Türklerin etken siyasete iştirak etmesi mücadelesini verdi. 1908’de Rusya’daki durumun belirsizleşmesi ve Osmanlı’da 2. Meşrutiyetin ilanı üstüne İstanbul’a döndü. 1912’de Türk Ocağı’nın kuruluşunda etken rol aldı. 1918’de Rusya’daki Türk esirlerin kurtarılması için Hilal-i Ahmer Cemiyeti temsilcisi olarak Rusya’ya gitti.
Yurda döndükten sonrasında ulusal mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçti. 1923 senesinde İstanbul milletvekili seçildi, 1931 senesinde Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda rol aldı ve bir sonraki yıl kurumun başına getirildi. 1. Türk Tarih Kongresini yönetti. 11 Mart 1935 günü kalp krizi geçirerek hayata veda etti.
Bu büyük Türk düşünce ve politika adamı “Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler Ve Fikri Cereyanlar” adlı eserinde o dönem Avrupa’sında etkili olan Milliyetçilik, Liberalizm, Eşitlikçilik ve Sosyalizm’i tarihsel köklerine inerek, mühim düşünce adamlarından alıntılar yaparak, objektif ve akıcı bir anlatımla tahlil etmiştir. 1923 senesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin de kurulduğunu bildiğimiz suretiyle genç cumhuriyetin kılavuz metinlerinden birisini okuduğum kanısındayım. Yusuf Akçura o devrin ötesinde gerçek bir Türk aydınıydı ve Atatürk’ün düşünce dünyasında, cumhuriyetin temellendirilmesinde Ziya Gökalp benzer biçimde Mehmet Emin Yurdakul benzer biçimde son aşama etkili bir isimdi. Dürüst olmak gerekirse bu eserin genç cumhuriyete iyi mi bir etkide bulunmuş olduğu hakkında bir araştırma yapmadım sadece gene de bu kitap o devrin savaştan yeni çıkmış Türkiye’sinde yazılmış ve politika üstüne yol gösterici bir kılavuz kitap niteliğindedir ve seneler içindeki devrimlere baktığımızda Yusuf Akçura’nın fikirlerinin de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda etkili olduğu fikrim kuvvet kazanmaktadır. Kitap her ne 1923 senesinde de yazılmış olsa içindeki kimi problemler ve çözüm önerileri halen güncelliğini korumaktadır. Siyasete ve siyasal tarihe ilgi okurlar için giriş seviyesi bir kitap olarak kesinlikle önerebileceğim bir kitaptır. Ötüken Neşriyatın kitabın günümüz Türkçesiyle olan basımını ve orijinal metnini aynı baskıda toplaması da bence takdire şayan bir harekettir. Bu kitabı siyasete giriş yapmak isteyen Türkçülüğün bu büyük düşünce adamını daha tanımak isteyen her insana şiddetle öneriyorum. Hoşça kalınca kitapla kalınca dostlar. (HAGY)

Yusuf Akçura’nın şahsen bir şâheserini daha okumaya muvaffak olduk. Bu kitap bilhassa Fransız ihtilâli sonrasında oluşan fikirlerin ve akımların bir özeti mâhiyetindedir. İşlenen mevzular milliyet, özgürlük, eşitlik ve sosyalizmdir. Bilhassa sosyalizm bol miktarda işlenmiş olup 3 kısma ayrılmıştır. Müellif sosyalizmin ilk, orta ve yeni çağlardaki benzeri hareketleri de işlemiştir hattâ İslâm dünyâsında da sosyalizm tezâhürleri ile ilgili epey kıymetli bilgilere sâhip bir yapıt kaleme almıştır dersek hatâ etmeyiz. Tüm bu akımların olumlu ve menfî yönleri “özetlemek gerekirse” ele alınıp okura da gene “özetlemek gerekirse” verilmeye çalışılmıştır. Konular ile ilgili olanlar için ileri okuma kaynakları elbet gereklidir. Burda amaç bu fikrî akımları tanımak ve tanıtmaktır. Sosyalizm hakkında oldukça informasyon verilmiş ve bu doktrinin hatâ ve sevapları da incelem ve tahlil edilmiştir ki okuyucu zâten anlayarak okursa kendisi de bu incelem ve tahlil ister istemez dâhil olacaktır. Keyifli okumalar. (Basatbeg)


Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar PDF indirme linki var mı?


Yusuf Akçura – Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yusuf Akçura Kimdir?

Yusuf Akçora, Kazanlı Yusuf Akçora (Tatarca: Yosıf Aqçura; d. 2 Aralık 1879[1] Ulyanovsk, Simbir – ö. 11 Mart 1935 İstanbul), Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar yazar ve politika adamı.

Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. TBMM’de 2, 3 ve 4. dönem İstanbul milletvekili, 5. dönemde 1935’te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 senesinde yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.

Akçora’nın Türkçü fikir tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün emek harcama arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.

Yusuf Akçora’nın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asya’daki Türk Devletleri’nin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla tekrardan güncellik kazanmıştır.


Yusuf Akçura Kitapları – Eserleri

  • Üç Tarzı Siyaset
  • Türkçülüğün Tarihi
  • Suriye ve Filistin Mektupları
  • Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri
  • Siyaset ve İktisat
  • Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar
  • Doğu Meselesine Dair
  • Türk Devriminin Programı
  • Hatıralarım
  • Cengiz Han
  • Darülhilafet Mektupları
  • Türk Yılı 1928
  • Tarih-i Siyasi
  • Damolla Âlimcan el-Barudî
  • Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi
  • Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi
  • Aydınlara Düşen Vazife
  • Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret yılları
  • Yeni Türk Devletlerinin Öncüleri
  • Türk Cermen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri


Yusuf Akçura Alıntıları – Sözleri

  • XIX. çağ iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:
    1. – Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance de­dikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayılmış olduğu vakit, medeniyetçe Hıristiyan Garba müte­fevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı müslüman topluluğunun başka dillerle konuşup başka mezheplere doğal olarak bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;
    2. – Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler düzen edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini art­tırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri;
    3. – Rönesansın, Reformasiyonun, denizaşırı kıt’alara ya­yılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran bellibaşlı hareketlerin Avrupa hıristiyan halkında husule getirmiş olduğu fikri ve bilimsel intibah ile servet artmasından neş’et eden maddi ve içsel tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hususile Osmalı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan yoksun kalması;
    4. – Büyük devletlerin cümlesi benzer biçimde çeşitli dinlere, mezheplere inanan, çeşitli dillerle konuşan birçok kavim
    lere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, içsel tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olama­ması;
    5. – İmparatorluğun fazlaca geniş sahaya yayılmış bulun­ması, merkezi kuvvetin tüm memleketlere kat’i bir denetim yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran olanak haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;
    6. – Türklerde doğal bir haslet olan salgın ve tevessü ar­zusunu, görkem ve azamet emelini doyum ve gittikçe geniş­liyen memleketin mu’dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. sonu gelmiyen harplere girişilmesi;
    7. – Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zafa uğ­rattıktan başka, barış devirlerinde yönetim ve intizamın bozul­masına bir sebep teşkil etmesi;
    8. – XVII. çağ ortalarından sonrasında, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük harcamaları mucip olması;
    9. – XVII. çağ sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve barış inisiyativi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti ha­sıl olan orduların, edilmek lazımgelen harplerin derhal asla­
    bir varidat temin etmeksizin sadece devletin askeri ve iktı­sadi membalarını fazlaca daraltmağa sebep olması;
    10. – XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harp­lerile, Devletin önemli varidat temin eden ve ahalisinin
    ekserisi hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çık­makla birlikte, devletin kudret, nüfuz, onur ve sultasının da
    fazlaca rahnedar olması;
    11. — Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mah­mut 1. devrinde vazih ve kat’i bir biçim alan Kapitülasyonlar,
    Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının fazlaca zarar görmelerini bais olduğu benzer biçimde, Doğu sularında Fransız
    sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi;
    12. – Kapitülasyonlarla gayri müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi
    devletlerin tesirlerile, çeşitli mezheplere mensup hıristiyan tebaasının hükumet tarafınca idaresinde bazı müşküla­tın yüz göstermesi;
    15. – Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat gören ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla özgür tefsire başlıyarak, Osmanlı tebaası hıristi­yanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;
    14. – Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve kayra olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie emek harcaması ve hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mez­hepten olursa olsun, cümlesi üstüne pek geniş olan sultası ile de iktifa etmiyerek, adli, yönetimsel ve hatta siyasal hususlarda da­ha geniş iddialara kalkışması;
    15. – Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, fazlaca kere Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde önemli mevkiler tutarak, bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları;
    16. – Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktısaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heye­tinde husule gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei
    hükumette iktısadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimal­lerin neticesi olarak, hükumetle ahali içinde imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek da­hili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı
    camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fili hareketlere bile kalkışmaları;
    17. – Osmanlı devletinin siyasal, adli ve yönetimsel teşkilatının esaslarından kabul edilen İslam şeriatinin vakit ve mekana
    gore terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve
    içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması;
    18. – Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna mu­ğayir hazzı hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irti­
    kap ve irtişanın meydan alması;
    19. – Şeriat esaslarına gore tanzim olunan mektep ve med­reselerin, XVII. asırdan itibaren garpta açınma eden özgür ulumu benimsiyemediğinden dolayı, müslüman Osmanlıların uygar tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunmuş olduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması;
    20. – Garpte Rönesanstan sonrasında, üniversiteler, kısaca med­reseler mütemadi terakki ve açınma ettikten ve dini alakalar dan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ek olarak ih­tisas mektepleri, örneğin barbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek yapım ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memle­ketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. çağ sonlarına kadar
    bu şekilde teşebbüslerin derhal asla vaki olmaması;
    21. – Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezeb­züplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hü­kümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın doğal bir neticesi olmak suretiyle cehil ve taassubun hakim mevkie geç­mesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebile­cek bir kuvvete malik olması;
    22. – XVIII. asırda buğu kuvvetinin ve buharlı makineler, imalinin garpte keşfolunarak XIX. çağ başlarından itiba­ren Oarpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkulu bir iktısadi tefevvuk kazanması; nihayet garpte büyük endüstri sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın minik ana para ve endüstri seviyesinden yükselemiye­rek, ana para ve endüstri sahasında, kısaca siyasal ve içtimai yaşamın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten fazlaca geriye kalması. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
  • Emperyalistlerin “ Doğu meselesi” adını verdikleri sorun , O’na ( Yusuf Akçura’ya) gore, Mazlumlar Dünyasından bakılmış olduğu vakit “ Batı Meselesi” idi. (Türk Devriminin Programı)
  • Cengiz, Türklerin en güzîde bir sıfatı olan tab’-ı selîme [doğru/sağlam karaktere], kavrayışlı nazara kemâlen mâliktir. (Cengiz Han)
  • Kadîm ve köhne bir uygarlık sâhibi olan İranîler gürültülü cenkten çekilip fikrî uğraşılarla ve malî ve ticarî işlerle meşgul oluyorlar, Sâmî asıllı Araplar ise akıllara şaşkınlık veren ilk genişlemeleri ile kazandıkları servet ve refahtan zevkyâb olmayı harb ve darb ile iştigale tercih ediyorlardı. Sanatı askerlik olan Türk’e ulaşınca, o, dövüşten asla bıkmıyordu. (Doğu Meselesine Dair)
  • Arap genci ile benim İslâm’ı algılamamız içinde fazlaca büyük bir fark vardır.
    O, İslam’ı, Yahudilik benzer biçimde ulusal bir din olarak düşünmekte, bense umumi, cihanşümul (beşerî) bir din olarak anlıyorum.
    Arap da İslâm’ın tüm insanlığa yayılmasını fazlaca istiyor; sadece, bununla birlikte “ Araplık da Yayılsın!…” diyor; “ Müslüman olan hepimiz Arap olsun, tüm İslâm dünyası bir Arap imparatorluğuna bağlansın “ diyor. (Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi)
  • ‘’Hanımlar, Efendiler!
    İçinde yaşadığımız büyük zamanı devreyi kişiliğinde cisimleştiren Büyük Adam’ın komut ve kumandası altında birleşen harp erleri, Türk milletinin yaşamını muhafaza içgüdüsünü dahiyane yönetim ederek, şahidi olduğumuz askeri zaferleri temin ettiler. O Büyük insanın etrafına toplanan tam şuurlu, açık kanaatli aydınlar da, gene milletin yaşamını muhafaza içgüdüsüne dayanarak modern Türk devletini kurabilirler. Türk aydınlarının bugünkü vazifesi, işte bu çok önemli işe el birliğiyle, dağılmaksızın sarılmak ve yan çizmelere kapılmaksızın birlik halinde çalışmaktır.’’ (Aydınlara Düşen Vazife)
  • Driyo diyor ki:
    “16. çağ Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi’nden Ganj’a, Bengale Körfezi’ne, cenubi Rusya isteplerinden, Türkistan’dan Arabistan ve Sahra kumluklarına kadar çeşitli Türk kabileleri kendilerine Garp İmparatorluğu’ndan da, Makedonya İmparatorluğu’ndan da vasi bir İmparatorluk kurdular.” (Doğu Meselesine Dair)
  • Öncesinden beri Suriye halkının ahlâkının fena bulunduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar lüzumlu bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu mevzuda şu şekilde yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza haiz olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, düzmece olmadığına dikkat edin… Ve başka şeyler yazmakta. (Suriye ve Filistin Mektupları)
  • Türklerin büyük çoğunluğu geçmişlerini unutmuşlardır. Bu nedenledir ki, her şeyden ilkin bir ulusal şuur uyandırmak ve yaratmak gerekecektir. (Üç Tarzı Siyaset)
  • Bugün de olduğu suretiyle, minik evlatları evlerinden büyükçe bir şahıs refakatinde mektebe götürüp getirmek, medresede aynı yaşlarındaki evlatların istirahat ve oyunlarına, birbirlerine olan davranışlarına dikkat ve nezaret etmek, nihayet ders sonunda evlerine iletip teslim etmek benzer biçimde nizamlar doğal o zamanlar asla yoktu. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
  • İnsan, gerçek kitap olan doğa ve eşyayı okuyup ondan bilimsel keşfedebilmeli; yazıya, söze bağlanıp tutsak kalmamalı, özetlemek gerekirse her kişinin ideali bizzat kaşif olmak, insaniyete yararlı bir düşünce yada şey buluş etmek olmalıdır. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
  • yaşam aslına bakarsan zindan değil mi!.. (Hatıralarım)
  • “Muharebelerde taraflar birbirine asla acımaz; muharebeye aşure dağıtmak için gidilmez.” (Cengiz Han)
  • Seccadeyle alnım arası yazılan tüm dilekçeler yanıtsız kaldı. (Hatıralarım)
  • Karadeniz ve Kafkas dağlarının şimalinde, ya direkt doğruya saltanat merkezinden yönetim olunan veya Osmanlı sultanlığına tâbi Kırım Hanlığı ülkesinden sayılan kıt’alar, XVIII. asrın sonlarına değin vaziyetlerini muhafaza ettiler. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
  • Her yaşam,sadece öteki hayatları bitirmekle sadece devam edebilir.İşte bu “tenazû-ı bekâ”,”cidal-i yaşam” benzer biçimde çeşitli suretlerle lisanımıza geçen “Struggle for life” kanun-ı azîm-i doğal olarak’yyesidir. (Doğu Meselesine Dair)
  • İnsan aslına bakarsan neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
  • İnsan aslına bakarsan neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
  • “Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat vakit bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru bulunduğunu elbet tasdîk edecektir.” (Türkçülüğün Tarihi)
  • Darbe-i devlet, bir devlette mevcut kuvvetlerden birisinin, meselâ: hükümdârın, ya da millet meclisinin (yâhut ordunun ve sâir) yasanın kendisine verdiği hukukun dışına çıkıp, bir harekette olmasına denir. (Darülhilafet Mektupları)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş