Opera nedir opera hakkında ayrıntılı bilgi
Opera, baştan sona bestelenmiş, sololu, korolu, orkestralı sahne oyunu. Oyuncuların her şeyi şarkıyla anlattığı oyunun metnine ” libretto” denir. Oyun süresinin çoğunu sözlü bölümler oluşturur. Sözler, konunun akışına göre belli başlı şu müzik türleri içinde bestelenir: Arya bir kişinin duygu ve düşüncelerini yansıtır. Resıtatif kişilerin sözlerini konuşurcasına bir şarkıyla söyledikleri bölümdür.
Koro ise oyundaki kamu vicdanının sesini ortaya koyar. Bunların dışında oyun başlarken genellikle bir giriş parçasına ( uvertür) ve oyun içinde yer yer orkestra bölümleri ya da geçitleri gibi çalgısal bölümlere yer verilir. Bazı operalarda bale sahneleri de bulunur. Operalarda bütün bu müzik tür ye biçimleri genellikle ayn parçalar olarak arka arkaya gelir. Ama bazılarında (örn. Kökeni ortaçağın dinsel oyunlarına (örn. pasyon), Rönesans’ın düğün, şenlik ve festival gibi kültürel etkinliklerine ve 16. yüzyılın ikinci yansında ortaya çıkan oyunlu madrigallere dayanır, Oyunlu madrigal, bir prologla belirli bir konuyu ele alan beş sesli madrigallerin sahnede oynanmadan yalnızca seslendirilmesiydi; o dönemlerde ortaya çıkan resitatifin ve stile rappresentativo denen, sahnede daha anlatımlı ve oynayarak söyleme anlayışının uygulanması operanın doğmasına neden oldu.
Paris’te XIV. Louis’nin sarayında Jean-Baptiste Lully’nin yapıtlan bu yeni sanatın gelişmesine yol açarken Viyana sarayında da Pietro Antonio Cesti’nin İtalyan operaları sahneleniyordu.. Daha sınırlı bir gelişmenin görüldüğü İngiltere’de ise Henry Purcell bir kız okulunda sahnelenmek üzere yazdığı Dido and Aeneas’ıyla. (Dido ve Aineias) bir opera başyapıtı ortaya koymayı başardı. yüzyıl ortalanna rastladı; önce İtalyan tarzını alarak incelten, daha sonra İngilizce sözlü operalar yazan George Frideric Handel, Alessandro Scarlatti’nin resitatif ve aryalara yer veren üslubundan büyük ölçüde etkilenmişti.
Aryalarda bir karakter duygulannı uzun uzun dile getirirken olay duruyordu. Bu dönemde başşarkıcının önemi arttı; erkek rollerinin çoğunu söyleyen kastratolara özel ilgi gösterildi. Aynı dönemde Fransa’da Jean-Philippe Rameau operayı farklı çizgilerde geliştirdi; jest kullanımına, daha esnek bir forma, uzun baleara oyunları gibi sahne gösterilerine ağırlık verdi.
Yaklaşık aynı tarihlerde görece hafif, günlük konulara değinen komik opera türü de belirmeye başladı. Orfeo ea Eurydice, Armide ve Alceste’nin yanında İphigeneia’yı konu alan iki operasını da bu yeni anlayışla yazdı. Idomeneo, re de Oete’sıyla (Girit Kralı İdomeneus) benzer bir tarzı benimseyen Wolfgang Amadeus Mozart sonraki üç başyapıtında önceki operaların özelliklerini komik opera ile kaynaştırmayı başardı; Le Nozze di Figaro ( Figaro’nun Düğünü), Don Giovanni ve Cosi fan tutte adlı bu yapıtlarında toplulukların önemini artırdı ve finallerde senfonik bir yapı kullandı. Onlardan etkilenen Ludvig van Beethoven opera tarihinde benzersiz kalan Fidelio’ya yazdı. Bu arada Domenico Cimarosa’nın matrimonio segreto’su (Gizli Evlilik), Gioacchino Rossini’nin barbiere di Siviglia ( Sevil Berberi) ye La Cenerentola ( Külkedisi) gibi bir dizi başanlı komik operasına esin kaynağı oldu. Rossini’nin sonraki operalannın ağırbaşlı ve romantik üslubu ise Giacomo Meyerbeer’in daha da görkemli üslubuna yol açtı.
Fransa’da Daniel-François-Esprit Auber’in yapıtlarının çok tutulduğu kısa bir dönemin ardından Charles Gounod, Ambroise Thomas, Georges Bizet ve Jules Massenet yapıtlarında görkemli opera (grand opira) ile opira-comiaue’i ustaca kaynaştırdılar. Rusya’da Mihail İvanoviç Glinka’nın yeni ufuklar açan yapıtları, Çaykovski ile Modest Mussorgski’nin birbirinden çok farklı operalarının hazırlayıcısı oldu. Çekoslovakya’da Bedfich Smetana’nın yurt sevgisiyle dolu yapıtlarını Antonin Dvo-! fâk in lirik operaları izledi. 20. yüzyılda LeoS Janâöek’in gerçekçi yapıtları giderek artan bir ilgi gördü. Macaristan’da Bola Bartök’un Dük Mavi Sakalın Şatosu ve İspanya’da Manuel de Falla’nın La vida breve’si (Kısa Yaşam) hep ülkelerinin halk müziklerinden yararlanarak bestelenmiş yapıtlardı. Almanya’da Richard Strauss Salome ve Elektra’sında müzik dramın amaçlarına uydu; daha sonra bunların epik niteliklerini aynı ölçüde başarılı komedilerinde (örn.Ader Rosenkavalier) yumuşattı. Fransa’da Claude Debussy’nin Pellias et Milisande’ı diyalogların müziklendiği çok ilginç bir yaratı olarak özel önem kazandı. Maurice Ravel tek perdelik iki büyüleyici parça yazdı. Arnold Schoenberg’in Moses und Aronı, Alban Berg’in Wozzeck ile LU/M’SU, İgor Stravinski’nin The Rake’s Progress’i (Ahlaksızın İlerlemesi), Kurt Weill’ın yergili oyunları ve Benjamin Britten’ın Peter Grimes’ı başarılı modern yapıtlar arasında yer aldı.
.