Genel

Geçmişten bugüne şairler ve şiirleri

gecmisten bugune sairler ve siirleri 623cf54f47dc6
19. Yüzyıldan Günümüze Türk Şairleri ve Şiirleri

TANZİMAT

Tanzimat; düzenlemeler, yeğlemeler,ıslahat anlamına gelir, “tanzim”sözcüğünün çoğuludur. Tanzim ise Arapça “nazm”dan gelir. Sıraya koyma, dizme, sıralama, ıslah etme, manzum ya da düz yazı olarak yazmak anlamındadır. Divan şiirinde zihinsel bir varlık gösteren duyumlar, Tanzimatla fikirleşir. Bu dönemdeki Türk şiirine manzun nesir de denilebilir. Tanzimat şiirini divan şiirinden ayıran en önemli ayrılığı, toplumcu özeeliğinde aramalıdır. Divan şiiri bireyci ama Tanzimat şiiri toplumsaldır.
Tanzimat şiirinde aşırı bir özcülük vardır. Tanzimat şiiri, halka, halk diline eğilir. Tanzimattan bugüne değin Türk şiiri, yeni bir dünya görüşü, yeni bir hayat anlayışı, yeni bir kompozisyon peşindedir.
Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa söz sanatlarından uzak, söz oyunlarundan arınmış bir şiir getirirler. Namık Kemal; yüzyıllar boyu devem edegelen insanın güçsüzlüğü görüşüne karşı gelir; insanın bir kahraman olduğu görüşünü savunur. Bu inancı Hamit daha ileri götürür; kainat karşısında iyimserlik, hayranlık duygularıyla dolar. Günlük yaşantıdan doğan gözlemler, Tanzimat şiirine girer.

HÜRRİYET KASİDESİ

Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten

Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten

Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten

Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır
Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten

Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten

Hemen bir feyz-i baki terk eder bir zevk-i faniye
Hayatın kadrini âli bilenler hüsn-i şöhretten

Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler
Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten

Cihanda kendini her ferdden alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten

Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten

Durup ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millette
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten

Eder tedvir-i alem bir mekînin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten

Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za’f u betaetten

Değildir şîr-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasib- erbab-ı himmetten

Ziya dûr ise evc-i rif’atinden iztırâridir
hicâb etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten

………………………… ……………….. Şiirimiz de bun katılmak zorunda kalmıştır. Yeni bir insan anlayışı şiirimizi etkilemiş; şairler kudretlerini uluslarından almak zorunda kalmışlardır. Türk şiirinin bu dönemine; Batı Uygarlığındaki Türk Şiiiri de denilmektedir. Batı uygarlığı ile ulusal benliğe dönüşümüzü yansıtan bu dönem, XIX. yüzyılın ortalarından günümüze kadar gelir.
Yeni şiirin en belirli özelliği, gerçeğin, yaşamtının dili oluşudur. Şiirimize konuşma dilini getiren Şinasi ile Türk şiirinin söz oyunlarından kurtuluş hareketi başlar. Namık Kemal siyasete, Abdülhak Hamit felsefeye giderler. Türk şiirinde duygusal bir deyiş yaratanlar Abdülhak Hamit’le Recaizade Ekrem’dir. Muallim Naci, şiirimizin özünü neoklasisizme götürmek ister. Yeniyi arayan eskiyi aşmak zorundadır.
Şiirimizin vezin, nazım aşamalarını bilmeyen, yeni şiirimizin neler getirdiğini anlayamazlar.
Yeni Türk Şiiri, nazmın şiir olmayacağı görüşündedir. Türk Şiiri, Tanzimat’tan günümüze doğru geldikçe soyuttan somuta varır. Muhtevanın zenginliği, şekil mükemmelliğinden üstün tutulur. Tanzimat’la başlayan edebiyatımızda biçim, dil, ülkü bakımlarından yepyeni bir anlayış görülür. Bu anlayışın kaynağı, Fransız Edebiyatı’dır. Tanzimat’tan sonra Divan şiirinin üslupçuluğu yıkılır. Şiirin konusu genişler; doğa, felsefe, iç ve dış yapı olanakları gelişir, fakat beklenen şiir yaratılamaz.
Edebiyatımıza Batılı anlatışla ilk nazım yeniliklerini getiren, bu yenilikleri Sahra, Makber adlı yapıtlarında ortaya koyan şairimiz Abdülhak Hamit’tir. Hamit’ten sonra özle birlikte şiirimizin biçimi de yenileşir. Divan şiirini yıkanların, yeni şiiri kurmaya çalışanların öncülerindendir Hamit. O; Türkçe, Farsça, Arapça, Fransızca sözcükler içerisinde yaşadığı için şiirileri bu dört dilin etkilerini gösterir. Tanzimat şiirinde yeni bir şiir dilinin kurucusu sayılır.
Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa eski biçim içerisinde yeni bir öz; mazmunlu deyişler yerine konuşma diline giden bir Türkçe koyarlar. Fakat onların bu çalışmaları bugünkü nazım anlayışımızdan çok uzak, Divan Şiiri özelliklerinden dışarı çıkacak bir nitelikta değildir. Halk Şiiri’mizden söyleyiş içtenliği, Divan Şiiri’mizden dizeler disiplini, Batı’dan kişinin günlük dramını almamız gerekli görülür.

YENİ ŞAİR

Tanzimat şiiri; Divan Şiiri’nin dünyaya bakış açısını değiştirir. Halkı ezen iktidara kafa tutma, doğa sevgisi, yüce ülküler peşinde koşma, topluma sımsıkı bağlanma, sırtı halka ve kanuoyuna dayama, şüpheci ve faydacı bir çabanın savaşını verir.
Tanzimat şairi; bireycilikten toplumculuğa, saraycılıktan halkçılığa doğru gider. Karanlığa, baskıya geriliğe, halkı ezenlere karşı savaş açar. Cunhuriyet şiirinin temeli Tanzimat’la atılır.
Tanzimat şiiri; biçimle öz yönünden, yeni önleyişlerin olanaklarıyla zorlanır. Gazel, kaside, murabba, kıt’a, tekrib-i bent gibi divan, nazın şekillerinin içerisine, o zamana kadar görülmeyen hürriyet, vatan sevgisi, adalet, millet, terakki, tabiat, teknik, fen, ilim, materyalist fizik ötesi düşünceler girer.

EDEBİYAT-I CEDİDE ŞİİRİ

Edebiyat-ı Cedide, dil yabancı sözcüklerle dolu olmasına rağmen, bu şiirler bizde, Batı şiir anlatışına en uygun bir görüşle yazılmışlardır. Şiirimizin beyit beyit kurulma aşamasından ayrılışı Edebiyat-ı Cedide şiiriyle başlar.
Edebiyat-ı Cedide şiirinde Divan Şiiri’nin yerini Fransız şiir özellikleri alır; günlük, basit olaylar konu olur. Avrupa nazım biçimleri denenir, şiir düzyazıya yaklaştırılır, uyakların kulak için olduğu saptanır.
Edebiyat-ı Cedide’den sonraki şiirimizde anjambman vardır. Anjambman; ulantı; bir mısrada anlam tamamlanmadığı zaman onu tamamlayacak kelimelerin diğer mısralara bırakılmasıdır. Cenab’a göre şiir:”kelimelerde yapılmış bir resim”dir. Onları biçim ve üslup titizliği, daha sonra geniş halk yığınlarının anlayabileceği bir nitelik lazanır. Tanzimat şiiri olsun, Servet-i Fünun şiiri olsun; Divan Şiiri ile Batı şiirinin bileşkesinden doğmuştur denilebilir. Özellikle Tanzimat şiirinin özünde Batı biçiminde Divan; Edebiyat-ı Cedide şiirinin biçim ve özünde ise Batı şiir niteliklarini bulmamız ise buradan gelmektedir. Tevfik Fikret’in “Şukufe-i Yar” şiiri verilebilir.

ŞUKUFE-İ YAR
Bir gonca durur kadid ü muber
Bir defter-i sanihat içinde
Binlerce emel, heves beraber

Reng-i siyah-i mehat içinde
Sessiz sessiz geçer hayatı
Bir velvele-i nikat içinde

Anlar mı aceb o dürrehatı
Coştukça sahayıf-ı eserden
Aşkın bana hoştur iltifatı
Bir goncada böyle saf-u ruşen.
Tevfik Fikret

SERVET-İ FÜNUN

Servet-i Fünun şiirini yaratan Tevfik Fikret’tir. Türk şiirinde insan bilim, fen, teknik servisi Tevfik Fikret’ten sonra gelişir.
Tanzimat’tan sonraki şiirimizde bizi öz benliğimizden uzaklaştıran bir batılaşma görülür. Bu bilinçsiz Batı uygarlığı, bize öz benliğimizi duyuran Yahya Kemal’e kadar süregelir. Tanzimat şiirindeki yalınlık, fikirle yüklü üslup; Servet-i Fünun‘da mecazlara, benzetmelere, istiareye yerini bırakır. Servet-i Fünun şairleri, genellikle gerçeklerden kaçan derin bir melankolik kötümserlikle yüklü bir ruh hali gösterirler. Servet-i Fünuncular üslubu yaratırken çoğunlıkla duyguyu çıkış kaynağı olarak alırlar. Dil, bu kaynaktan doğar.
Haluk’un İnancı

Bir yaratıcı güç var, ulu ve akpak,
kutsal ve yüce, ona vicdanla inandım.

Yeryüzü vatanım, insansoyu milletimdir benim,
ancak böyle düşünenin insan olacağına inandım.

Şeytan da biziz cin de, ne şeytan ne melek var;
dünya dönecek cennete insanla, inandım.

Yaradılışta evrim hep var, hep olmuş, hep olacak,
ben buna Tevrat’la, İncil’le, Kuran’la inandım.

Tekmil insanlar kardeşi birbirinin… Bir hayal bu!
Olsun, ben o hayale de bin canla inandım.

İnsan eti yenmez; oh, dedim içimden, ne iyi,
bir an için dedelerimi unuttum da, inandım.

Kan şiddeti besler, şiddet kanı; bu düşmanlık
kan ateşidir, sönmeyecek kanla, inandım.

Elbet şu mezar hayatı zifiri karanlığın ardından
aydınlık bir kıyamet günü gelecek, buna imanla inandım.

Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde
yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.

Karanlıklar sönecek, yanacak hakkın ışığı,
patlayan bir volkan gibi bir anda, inandım.

Kollar ve boyunlar çözülüp, bağlanacak bir bir
yumruklar şangırdayan zincirlerle, inandım.

Bir gün yapacak fen şu kara toprağı altın,
bilim gücüyle olacak ne olacaksa… İnandım.
Tevfik Fikret

FECR-İ ATİ ŞİİRİ

Fecr-i Ati şiiri ile Servet-i Fünün şiiri temelde birleşirler. Ölçüleri aruz, nazım biçimleri çoğunlukla serbest müstezattır. Fransız sembolizmini daha ileri götürürler. Fecr-i Ati’ciler; toplumla, gerçekle ilgisiz, sanat için sanat yaparak, özü belirsiz duygularla örülü bir şiirin peşindedirler. Kaynakları Fransız sembolizmidir.
Fecr-i Ati’ciler; 1909’da yayımladıkları bildiriyle ortaya çıktılar. Muhakkak ki bu şiirin en büyük, en ünlü temsilcisi Ahmet Haşim’dir ve kendisi XX. yüzyıl Türk şiirinde başlı başına bir isimdir. Bu şiirde yoğun bir hayal kudreti, zengim bir müzikalite, prizmalardan geçmiş gibi zevkli bir gözlem dünyası görülür.

Merdiven

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…

Sular sarardı… yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Ahmet HAŞİM

MİLLİ ŞİİR

XX. Meşrutiyet’in milliyetçilik hareketleriyle başlayan şiirimiz “milli şiir” adını alır. Bu şiir akımı, Cumhuriyet dönemine değin sürer. Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Emin Yurdakul, Faruk Nafız Çamlıbel bu dönemin en tanınmış şairleridir.

ŞAİRLER DERNEĞİ

Şairler Derneği; 1917’de kurulur. Mehmet Emin Yurdakul’un 1897 Yunan Savaşı üzerine yayınladığı “Türkçe Şiirler” kitabında aruz yerine hece ölçüsünün kullanılması esin kaynağı olur. Mehmet Emin Yurdakul’la Ziya Gökalp’in başarılı izleyicileri olurlar.

HECENİN BEŞ ŞAİRİ

Faruk Nafız Çamlıbel, Enis Behiş Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy ve Yusuf Ziya Ortaç’tan kurulu topluluğun edebiyat tarihimizdeki adı “Beş Hececiler”dir. Bu şairler, 1911’de Selanik’te “Genç Kalemler”le başlayan ulusal eebiyet akımının ilkelerine bağlı olarak, halk şiirimizin özelliklerinden, yerli kaynaklarımızdan yararlanarak, şiirimizin aruzdan heceye geçişinde buyuk rol oynarlar. Konuşma ve yazı dilini birleştirdiler. Hece ölçüsünün sesini gizleyerek, iç ahenge yöneldiler.

Ahmet Hamdi Tanpınar: sembolizm havası içinde soyut şiirin ve psikolojik roman, hikaye türlerinin ustasıdır.
Cahit Sıtkı Tarancı : Yaşamanın ve aşkın güzelliğini, ölümün üstünlüğünü vurguladı
Eserleri: Şiir:Otuz Beş Yaş , Düşten Güzel , Sonrası.

YEDİ MEŞALECİLER

1928’de Yedi Meşale adlı bir kitapta yedi sanatçı birleşti. Hissedilir bir değişiklik yapamadılar. Bunlar: Siyavuşgil , V. M. Kocatürk , Kenan Hulusi , Muammer Lütfi
Ziya Osman Saba :Yedi Meşalecilerin şiire en sadık olanıdır. Çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, kadere boyun eğiş gibi temaları işlemiştir.

1940 SONRASI TÜRK ŞİİRİ

  • Garipçiler (I. Yeniler)
    2 Yeni Gelenekçi Şiir
    3 II. Yeniler
    4.Toplumcular
    5 Yeni İslamcılar
    6.Son Yeniler
  • GARİPÇİLER

    Yeni şiir (Garipçi şiir) bir bakıma yıkıcı ve alaycı olarak görülür; çünkü buna öncülük eden şairler iki önemli savaş arasında yetişmiş, dünyada ve yurtta ciddi değişimler görmüşler ve yaşamışlardır. Bu dönemin en büyük özelliği bu akımın bütün eskilerden ayrılarak hayata bakış tarzını değiştirmiş; düşünceyi ve felsefeyi şiir dışı tutmak istemiştir. 1940’tan sonra aydınlara ve “mutlu azınlığa” hitap edilen şiiri bırakıp büyük halk kitlelerine seslenme hevesi başlamıştır. Bu akımla daha çok tabiat, hayat ve insanlar konu alınmıştır. Aşk, salata, hürriyet, sokak satıcısı, rakı şişesi gibi tema örnekleri verilebilir. Genel olarak çocukluk, ölüm, aşk, günlük yaşamdan kareler gibi örnekler verilebilir. Kafiyesizdir. Onlarca bunun gerekçesi kafiye ikinci satırın akılda kalması için ilkel bir yöntemdir. Gelişen insanın ve edebiyatın içinde kafiye olmamalıdır.
    b. Ad aktarmaları, mecaz sanatı gereksizdir. Yazılan bütün Garip akımı şiirlerinde görebiliriz ki oldukça sade bir dil kullanılıştır. Hatta günlük dile bayağı yakındır.
    c. Şiir söz söyleme sanatıdır. Sade basit ve yalındır.
    d. Hece ve aruz ölçüsü yoktur.
    e. Duygulardan çok akla dayanır.

    En büyük temsilcilerinden biri Orhan Veli’dir. Bu yüzden Behçet Necatigil’den tutarak Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Hüsrev Hatemi, ikinci yenilerden Turgut Uyar divan edebiyatına yönelmişlerdir. Garip’ten başlayarak alaya almaya çalıştıkları Yahya Kemal, Ahmet Haşim ve görmezlikten geldikleri Necip Fazıl, A. Hamdi Tanpınar, A. Muhip Dranas gözlerinde büyümeye başlamıştır. Yeni Gelenekçiler’i üç ana bölüme ayırabiliriz:
    1.Hisarcılar
    2. Epik (Hamasi) söyleyenler
    3. Özcü (Saf şiirci, purist) şairler

    MAVİ AKIM
    Attila İlhan’ın Mavi isimli bir dergiyle başlattığı bir akımdır. Mavi ya da Maviciler adıyla tanınan toplumcu gerçekçi şiir akımını başlattı. Şiire yeni bir ses düzeni, taşkın, coşkulu bir anlatım ve kendisine özgü bir duyarlılık getirdi. Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum şiir kitaplarındaki şiirleriyle genç şair kuşağını etkiledi. Yasak Sevişmek, Elde Var Hüzün kitaplarındaki şiirlerinde divan şiiri ve şarkılardan da yararlandı. İlk iki romanı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez’den sonraki romanlarında tarihsel konulara ağırlık vermeye başladı. Gazete yazarlığını sürdürüyor. Senaryolarını yazdığı önemli filmler: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar.

    Pia
    ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın
    ellerini bir tutsam ölsem
    böyle uzak seslenmese
    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    otelleri bomboş bulmasam
    içlenip buzlu bir kadeh gibi
    buğulanıp buğulanıp durmasam
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    çocuklar pia’yı görseler
    bana haber salsalar bilsem
    içimi büsbütün yıldız basar
    bir hançer gibi çıkıp giderdim

    ben bir şehre geldiğim vakit
    o başka bir şehre gitmese
    singapur yolunda demeseler
    bana bunu yapmasalar yorgunum
    üstelik parasızım pasaportsuzum
    ne olur sabaha karşı rıhtımda
    seslendiğini duysam pia’nın
    sırtında yoksul bir yağmurluk
    çocuk gözleri büyük büyük
    üşümüş ürpermiş soluk
    ellerini tutabilsem pia’nın
    ölsem eksiksiz ölürdüm
    Attila İlhan

    II. Biçim özellikleri bir hayli değişim görür. Orhan Veli’den sonraki nazım şekli kafiye, vezin anlayışları kaybolmuş gibiydi. Ayrıca bu dönemde Divan şiirine ait gazel, rubai gibi nazım biçimleri Behçet Necatigil, Attila İlhan gibi şairler tarafından tekrar kullanılmaya başlandı. Bu akımdaki şarlerin savunduğu ortalk düşünce biçimden değil özden hareket edilmesi gerektiğidir. 1955 şiirini önceki bütün şiirlerden dilce ve mısra kuruluşunca kısacası üslupca ayıran değişmeler vardır. Soyut, kapalı, bol mecazlı simgeci bir anlatım
    b. İç müzik önemlidir ve biçim iç müziğe göre şekillenir.

    1980’Lİ YILLARIN ŞİİRİ

    1950 VE 55’te doğan şairlerin ortaya koydukları aklıcılığı ve toplumculuğu benimseyen dönemdir. Tuğrul Tanyol, Ataol Behramoğlu, Murathan Mungan en önemli temsilcileridir.

    Bıçak

    Yere düşürülen bir bıçak sesi
    Kristali tuzla buz olmuş gözlerinin
    biliyorum ay kanatıyor
    ne zaman sussak geceyi
    Kendini benim yerime koy
    Oğul öksüzü babalar yerine
    Susmayalım. Ölülerim uyuyor kalbimde
    Murathan Mungan

    TOPLUMCULAR
    Aslında toplumcu terimi, bir akımı, bir doktrini savunmanın ve toplumlara modaya uygun, gündelik, tek taraflı çözümler sunmanın çok ötesinde geniş bir şiir tarzını isimlendirmetedir. Marksist olarak da görülen bu akım sosyalizmin etkilerini taşır. Nazım Hikmet’le başlayıp Tek Parti döneminde, komünistlere yapılan baskılar devam ettikçe etkilerini belirginleştiren bu akım 1960- 70- 80 yılları boyunca solcu çevrelerde ilgi görerek devam etmiştir. Nazım hikmetle gelen bu akımda Nazım hikmet ilk defa serbest ölçülü şiiri yazmıştır.

    Çankırı Hapishanesinden Mektuplar I

    Saat dört,
    yoksun.
    Saat beş,
    yok.
    Altı, yedi,
    ertesi gün,
    daha ertesi
    ve belki
    kim bilir…

    Hapisane avlusunda
    bir bahçemiz vardı.
    Sıcak bir duvar dibinde
    on beş adım kadardı.

    Gelirdin,
    yan yana otururduk,
    kırmızı ve kocaman
    muşamba torban
    dizlerinde…

    Kelleci Memed’i hatırlıyor musun?
    Sübyan koğuşundan.
    Başı dört köşe,
    bacakları kısa ve kalın
    ve elleri ayaklarından büyük.
    Kovanından bal çaldığı adamın
    taşla ezmiş kafasını.
    “Hanım abla” derdi sana.
    Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
    tepemizde, yukarda,
    güneşe yakın,
    bir konserve kutusunun içinde…

    Bir Cumartesi gününü,
    hapisane çeşmesiyle ıslanan
    bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
    Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
    aklında mı :
    “Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
    kim bilir nerde kalır ölümüz…?”

    O kadar resmini yaptım senin
    bana birini bırakmadın.
    Bende yalnız bir fotoğrafın var :
    bir başka bahçede
    çok rahat
    çok bahtiyar
    yem verip tavuklara
    gülüyorsun.

    Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
    fakat pek âlâ gülebildik
    ve bahtiyar olmadık değil.
    Nasıl haberler aldık
    en güzel hürriyete dair,
    nasıl dinledik ayak seslerini
    yaklaşan müjdelerin,
    ne güzel şeyler konuştuk
    hapisane bahçesinde…
    Nazım Hikmet Ran

    Alacakaranlık

    Dayan bakalım,
    Dağları delen Ferhat!
    Dizboyu çamurdasın.
    Bütün gün parkta uyuyan insanların,
    Resmini çizen Ömer,
    Aslan Ömer!
    Haklısın…

    Yaprağın yeşili,
    Vay anam vay!
    İçimi dağlar göğün mavisi.
    Dayan bakalım,
    Dağları delen Ferhat!
    Vakit alacakaranlıktır şimdi.
    Fethi Giray

    YENİ İSLAMCI AKIM
    Üslup, tarz, biçim ve temaları ile İslamcı şiirin daima “çok kapalıya- hatta anlamsıza” kaçan şiirleri nedeniyle II. İslamcılık akımlarında en önemli temsilci Necip Fazıl Kısakürektir. Cahit Zarifoğlu, Erdem Beyazıt da bu akımın öncülerindendir. Daha önceki islamcılık akımlarından farklı olarak temel olan düşüncelerden biri biri şudur. “ Özgürlük, başıboşluk değil tam tersine ruhun disipline kavuşması sonucunda elde edilen varoluş yüceliğidir. Bu da en yüksek düzeyine insanın Allah’a doğru yönelmesi Allah önünde kendi benliğini unutması ile mümkündür.” Sezai Karakoç, yeni şiirin (ikinci yeni) batı şiirinin ötelerinden geçip, Mevlana’ya, Nesimi’ye, Fuzuli’ye yönelerek “Yeni İslami Akım’ın oluşmasında büyük rol oynamıştır. Özellikle gazetenin ve diğer iletişim araçlarının bulunması etkili olmuştur.
    Bu dönemin en bilindik isimlerinden Aşık Veysel,(1893- 1973) Kağızmanlı Hıfzı,(1893-1918) Aşık Efkari(1900-1980 ) örnek verilebilir.

    Bilmem Hayal Miydi Yoksa Düş Müydü

    Bilmem hayal miydi yoksa düş müydü
    Gönül arzusunu buldu bu gece
    Yalın kılıç mıydı bir ateş miydi
    İçerim köz ile doldu bu gece

    Bilemedim gece ile gündüzü
    Seçemedim güneş ile yıldızı
    Mestane gözleri mestetti bizi
    Aklımı başımdan aldı bu gece

    Mah yüzüne bakma ile doyulmaz
    Sıra sıra benleri var sayılmaz
    Aşk meyinden içen aşık ayılmaz
    Bilemedim bana noldu bu gece?

    Durmaz yanar gerçeklerin çerağı?
    Yakın olur ehl-i aşkın ırağı
    Gölköy oldu VEYSEL’lerin durağı
    Hayali karşıma geldi bu gece
    Aşık Veysel Şatıroğlu

    Kaynakça
    1.“Türk şiiri Tarihi” Gıyasettin Aytaş
    2.“DİVAN EDEBİYATI VE ÖZELLİKLERİ” Tolgahan Şan
    http://www.osmanlimedeniyeti.com/mak…ellikleri.html
    3. “ Çağdaş Türk Edebiyatı Cumhuriyet Dönemi” Şükran Kurdakul Basım yeri, tarihi ve basım evi Broy, Yayınları Mart 1987

    Geçmişten Günümüze Kütahyalı ŞairLer-Aşıklar

    AHMET DAİ : 14. yüzyıl şair ve bilginlerindendir. Germiyan asıllı olup Çelebi Mehmet ve II. Murat dönemlerinde yaşamıştır.Çok verimli bir şair ve yazar olan Ahmet Dai’nin eserlerinden bazıları : Türkçe Divan. Farsça Divan, Cenkname, camasbname, Ukudül Cevahir, Vasiyeti Nusirevan Tercümesi, Müteyebat, Teskiretül Evliya Tercümesi, Mansurname, Esrarname’dir.

    AHMEDİ (Tacuddin İbrahim) : 344- 1413 arasında yaşamış Germiyan şair ve bilgindir.Umur bin Savcı Medresesi’nde şehzadelere felsefe, tıp ve tarih dersleri vermiştir. Sekiz bin mısralı Ahmedi Divanı, Germiyan beyi Süleymanşah adına başlayıp arkasına Osmanlı tarihi eklenerek Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman’a takdim edilen İskendernamesi Cemsid-i Hurşid ve Mirkad-ı Edep adlı eserleri bilinmektedir.

    Ahmedi,15. yüzyılın en güçlü divan şairlerindendir.

    İskendername’den;

    “Bir gece düşte görür kim seh felek
    Uçuluben yire iner bir melek
    Kılıç Allah’ın dürür çekgil bunu,
    Ol kişiye kim kıla düşman seni
    Yürü sultanlarla eyle cengü-harp
    Kim senündür uçtanuca Şark-ü Garp”

    AHMET VASFİ : 183 1876 arasında yaşmıştır. Arapça Farsça ve Fransızca bilen şairin 202 parça gazel, koşma, methiye ve destandan oluşan divanı vardır.

    ARİFİ : 1780 -1870 arasında yaşamıştır. Firaki, Nevi, Esrari gibi 18. yüzyıl şairleriyle sık sık karşılaştığı muamma denen manzum bilmececeleriyle ünlendiği bilinen halk ozanlarımızdandır. Zekası ve sesinin güzelliğiyle çağdaşları arasında farklı bir yer edinmiştir. 11 koşma, 16 gazel, 3 mersiye, 4 müseddes ve 1 muhammesten oluşan bir divançesi mevcuttur. Divan oluşturacak çoklukta şiirleri 1.yüzyıl şairlerindendir.

    “Ol peri adli hüsnünde hür şeklin gösterir.
    Dide-i çeşm-i latifi nur şeklin gösterir
    Bu sır kim bakın ayine-i endamı var
    Bir mücessem nurdur billur şeklin gösterir

    AZMİ MUSTAFA EFENDİ : (1667-1747) Saray Çavuşluğu görevindeyken Limni’de tanıştığı Halveti Şeyhi Mehmet Niyazi Mısri’nin hizmetine girmiş Merdivenköy Bektaşi Tekkesi Şeyhi olmuştur. Güçlü bir şair olan Azbi’nin el yazması divanının “Nasihatneme” bölümünde:

    “Sana yerden gökten büyük nasihat
    Gördüğün ört, görmediğin söyleme
    Erenlerden, pirden budur emanet,
    Gördüğünü ört, görmediğin söyleme

    Yalancıyla hem dem olma ziyandır.
    Yalan söylenenin ilmi noksandır.
    Erkanı evliya şahı merdandır
    Gördüğün ört görmediğin söyleme

    ASKERİ :Asıl adı Gülap oğlu Muhammet olan Askeri pirdarı Niyazı Mısri ile dolayısıyla 1620-1700 yılları arasında yaşadığı kabul edilmektedir. Farsça ve Türkçe şiirleri vardır, ölümü de doğumu gibi kesin bilinmemekte 1396 ve 1492 gibi iki tarih verilmektedir. Kütahya Mevlevihanesi bitişiğindeki Ergun Türbesinde gömülüdür.

    CELAL SITKI GÜRLER : (1905-1949) Öğretmen şair ve yazarlarımızdandır. Çocuk şiir ve romanları yazmıştır. İlkokul Alfabesi, Mehmetçiğin Kıratı , Porsuk, Sakaryanın Küçük Gönüllüsü Dağlar Çocuk şiirleri adlı eserleri vardır

    CELALETTİN ERGUN ÇELEBİ : Mevlana’nın dördüncü göbek torunu olup, Mevlevi Şeyhi ve şairdir. Postnişinliğini yaptığı Kütahya Mevlevihanesi’nin Erguniye adıyla anılan bitişik türbesinde gömülüdür.

    CEMALİ GERMAYANİ : (Şeyhoğlu) Asıl adı Beyazit’tir. Ünlü divan şairi Şeyhi’nin yeğeni ve çağdaşıdır. Dai ve Ahmedi ile aynı dönemlerde yaşamıştır. Dayısı Şeyhi’nin Hüsrev ve Şirin adlı eserini tamamlanmış, Farahname’sini sundu. Yıldırım tarafından ödüllendirilmiştir. Miftahül Fereç, Ethem ve Hüma, Yusuf ile Züleyha öteki eserleridir.

    DELİ ŞÜKRÜ : (Aşık) I. Selim ve II. Mahmut dönemlerinde yaşamış olan şairin, Bektaşi olduğu ve şiirlerinde duru bir Türkçe kullandığı bilinmektedir. Elde şiirlerinden başka bilgi ve belge yoktur.

    “Nefsine sabreden panzehir yerse,
    Erer menziline bulur cenneti.
    Başına vurana eyvallah derse,
    Dünyada gam değil çekse zahmeti

    FATMA HANIM : Mevlana’nın torunlarındandır. Niyaz makamında bir manzumesi vardır. 1710’da ölmüş Kütahya Mevlevihanesi bitişiğinde Hazer Dinar Mescidi iken Erguniye Türbesi’ne dönüşen yere gömülmüştür.

    FİRAKİ ABDURRAHMAN ÇELEBİ : Evliya Çelebi ile amcazade olan şair, 1542’de Kütahya Valiliğine atanan Kanuni’nin oğullarından şehzade Bayezit’e uzun bir kaside sunmuştur. 1580’de ölmüş, Saray Camii avlusuna gömülmüştür.

    GAYBİ (Sunullah) : (1630-1694) Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet Beşiri’nin torunudur. Tasavvuf ehlidir. Taassup ve cehaletle mücadele etmiş, pürüzsüz bir Türkçe kullanmıştır. Gaybi Divanı, Sohbetname, Biatname, Ruhul Hakika, Akaidname, Makasıdı Ayniye ve Hüda Rabbim başlıca eserleridir.

    Gaybi Divanından :

    “Gönül meyhanesinde aşk şarabın
    De-ma-dem içmeyen aşık değildir
    Burakı aşk ile varlık hicabın
    De-ma-dem geçmeyen aşık değildir.

    KARA FAZIL : Asıl adı Mehmet ali’dir. Reisül Küttap iken 1563’te Kütahya’da ölmüştür. Nahilistan, Hümayi Hümayun ve Hammer tarafından Almancaya çevrilen Gülü Bülbül adlı manzum eseri vardır.

    KAMİLİ (AŞIK HASAN DEDE) : (1841-916) Okuma yazması olmadığından şiirleri ağızdan ağza dolaşarak gelmiştir. Açgözlü, Çocuk ve Garip adlı destanları bilinmektedir.Açgözlü Destanından:

    “Aşık Hasan der ki, çok işlerim,
    Tavuk dolmasını arar dişlerim
    Kavurma ile cenge başlarım
    Yahni benim ile imtihan olsun.”

    KÜNHİ ABDURRAHİM DEDE : (1796-1831) Şair, bestekar ve kudümzen olan Künhi, Anber Feşan makamını bulmuştur.

    NASIR ABDULBAKİ DEDE : III. Selim’in bestelerini notaya almış ve yayınlamıştır. Acembuselik, İsfehan, Şevkitarap ayinleri ünlüdür. Menakıbı Arif’in Tercümesi, Şerhi Şahidi öteki eserleridir.1820’de ölmüş, neyzenbaşılığını ve şeyhliğini yaptığı Yenikapı Mevlevihanesi bitişiğine gömülmüştür.

    ÖMER (AŞIK) :19.yüzyıl saz şairlerindendir. Pesendi’nin yanında adı geçmekte olan şairin koşma ve destanları vardır.

    PESENDİ (HACI ALİ DEDE) 1813-1913) Ünlü halk ozanı Arifi’nin yetiştirmesidir. Pesendi hattat, mutaf ve çiftçi olarak tanınan bir şairdir. Deyişleri, destan ve şiirleri çok sevilmekte ve bugünde söylenmektedir.

    “Aşık sen aşıklık davası etme
    Sabret ne gelirse acizlik etme

    SAHİP MUSTAFA DEDE : Konya Dergahında neyzen ve semazen olarak hizmet etmiş, Kütahya Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. Şair ve yazar Sahip Mustafa Dede’nin Safine-i Mevleviye adlı bir kitabı ve mürettip divanı vardır.

    ŞEYHİ (HEKİM YUSUF SİNAN ): 14. yüzyılın başlarında yaşamış, II. Yakup döneminde Germiyan sarayında bulunmuştur. Germiyan Beyi Süleymanşah eğitimini üstlenmiş İran’a göndermiştir. İran’dan göz hekimi olarak dönmüş, Germiyan Beyi II. Yakup, Osmanlı Padişahları Çelebi Mehmet ve II. Murat’ın özel hekimi olmuştur. Şeyhi, iyi bir hekim olduğu kadar da usta bir şairdir. Divan edebiyatımızın ilk hiciv örneklerinden Harname’si çok zarif ve ünlüdür. Divanı Şeyhi, Dürrul Akaid, Tıbbi Risalesi, Habname, Hüsrevi Şirin öteki eserleridir. Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı 20 yi geçmez. Tezkirelerin sınırlı ifade kalıplarına sıkışmış olarak birbirine benzer cümlelerle tanıtılan, birçoğunun eserleri dahi elimize ulaşmış olmayan bu şairler hakkında yeteri kadar araştırmaların yapılmış olmasını zaten bekleyemeyiz. Tanzimat sonrasında sayılarında artış görülen kadın şairler üzerinde ise münferit ve ciddi birkaç çalışmanın varlığına rağmen; kadın şairlerimizi başlangıçtan itibaren ele alarak ortaya gerçek bir panorama çıkaracak sistemli bir çalışmanın henüz yapılmadığı üzücü bir gerçektir.
    Divan edebiyatı ve bunun Tanzimat yılları içindeki uzantısı, yani XV. yüzyıllar arası, kadın şair kronolojisinin ilk bölümünü teşkil eder. Zaman bakımından uzun fakat kadın şair sayısı bakımından az bir niceliğe sahiptir. Tanzimat hamlesinin getirileri ile biçimlenen ve Cumhuriyete (1923) veya daha doğrusu harf inkılâbına (1928) kadar süren bölümü ise kadın şair sayısı bakımından artış göstermektedir.
    Bütün dönemler gözden geçirildiğinde geleneksel dönemde yetişen kadın şairler arasında bazı ortak özellikler dikkat çeker:
    Çoğu İstanbul, Trabzon (Fıtnat, Saniye, Mahşah) ve Amasya (Zeynep, Mihri, Hubbî) gibi bölgelerde yetişmiştir. Vali, kadı, kazasker, şeyhülislâm veya paşa kızıdırlar. Bir başka deyişle hepsi “Babasının kızıdırlar. II. Mahmud’un kızı Adile Sultan Osmanlı hanedanının Divan tertip etmiş yegâne kadın şairidir. Zeynep bir kadı’nın kızı, Mihri bir şairin. Sıtkı ve Leyla kazasker, Fitnat şeyhülislâm, Münire sadrazam kızı olarak gelirler dünyaya. Trabzonlu Fitnat’ın babası vali, Leyla Saz’ın babası hekimbaşıdır. Nigar Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye birer paşa kızıdırlar, Makbule Leman’ın babası V. Bazılarının  ilk hocaları babalarıdır. Daha az sayıda olmak üzere ağabey ve eş ikliminden bilgi edindikleri de görülür. Bu eğitim genellikle dinî bilgiler ile Arapça ve Farsça çevresinde genişletilen edebî bir program takip eder. Daha sonra yenileşme adına Fransızca eğitim önem kazanır.
    Geleneksel dönemde kadın şairlerin bir kısmının ehl-i tarik olduğu dikkat çeker. Bir kısmı Mevlevî (Leyla), Kadirî (Sırrı) veya Nakşî (Adile Sultan)’dirler. Aynı anda birden fazla tarike intisabı bulunanlarla da karşılaşılır (Şeref, Mahşah). Kimi hiç evlenmemiş (Mihri, Nakıye), kimi boşanmış ve tekrar evlenmiş ya da evlenmemiş (Leyla, Trabzonlu Fitnat), kimi de kendilerini mutlu etmeyen bir evliliği sürdürmüşlerdir (Fitnat). Şiir onlar için bir bakıma mutsuzluklarının hem sebebi, hem neticesi olan bir hitap alanı oluşturmuştur.
    Bir kısmı güzel sanatların birkaç dalına aynı anda ilgi göstermiş, şairliğin yanı sıra musikişinas ya da bestekâr (Leyla, Zeynep, Mahşah) ve hattat (Ani, Feride, Trabzonlu Fitnat) olarak da isim yapmıştır.
    Ancak söyledikleri şiir, kısmen Mihri hariç tutulursa, bir kadın kalbinde mevcut bulunabilecek duyguların ifadesi olmaktan ziyade dönem edebiyatının klişeleşmiş mazmunlarıyla terennüm edilen bir erkek kalbinin yansımalarını verir. Toplumun ayıp saydığı konuları, kelimeleri tam anlamıyla şiirlerinde yansıtamamıştır. Rağbet ettikleri şiir türünün daha ziyade gazeller, en çok da nazireler olduğu düşünülürse, Geleneksel dönemde kadın şairlerin, erkek duyarlığı etrafında klişeleşen bir edebiyatın ağırlığı altında varlık gösteremedikleri fark edilir.
    Bir toplumda kadın şairlerin varlığı, o toplumun ilerleme ve uygarlık düzeyinin göstergesidir.
    Kadın, erkek toplumunun içinde ezilmiş, ev işlerine mahkûm edilmişti. Bazı insanlar kadın şiir yazdırandır, yazan değil şeklinde ki mecazi ifadeler i kullanmaktadırlar.
    O Dönemlerde kadın şair olmak yadırganan bir olaydı. Ve sadece sosyal statüsü olan kadınlar şiir yazabiliyordu.
    Pek az insanın okur-yazar olduğu bir dönemde, klasik şiirin üretildiği ve sunulduğu yer, doğal ki, imparatorluğun yüksek sınıfına mensup insanların çevresiydi. Ve bu kadınlar da, Bektaşi geleneği içinde varlık gösteren kadın ozanlar dışında, hep bu yüksek sınıfın mensubu kadınlardı. Bu nedenle kadın şairler toplumsal baskıyı göze alamamış, susmuşlardır. Yazdıkları şiirler çoğunlukla kendi duygularını yansıtmamış adeta kiralık bir kalp kullanılmış.  Kadın duygularını anlatmaktan çekinmişlerdir.  Aşk, sevgi, vuslat, hasret gibi kelimeler kullanmaktan kaçınılarak adeta erkek kalbinin yansımalarını vermiştir.
    Erkekler tarafından kurulduğunu vurguladığımız ve öğretileni yansıtma temelinde, erkek söylemi, erkek düşünce tarzı, inançları ve arzularıyla inşa edilmiş Osmanlı şiir geleneği içinde bir kadın, şiir yazmaya nasıl cesaret edebilirdi?
    O dönemde yazılan temalarla, yaygın sözcük ve kalıpların gücüyle ilerlemiş, klişeleri kullanmış, egemen metafor ve söylem biçiminin dışına çıkamamıştır. Kadın şairin edebi kimliği cinsiyetinin önüne geçememiştir.  Oysa Edebiyatın kadını erkeği olmaz. Edebiyat edebiyattır. Dönem, dönem yazılan ve içinde şairlere ait biyografi ve bilgilerin yer aldığı, Tezkirat-ı Şuara’larda kadın şair adına ya çok az rastlanır, ya da hiç rastlanmaz.  Bu şairlerin hiç biri,  yerleşik kalıpların değişen parçalarından biri olamamıştır
    Günümüz kadın şairler bu konuda çok rahatlar. İstedikleri şiiri istediği şekilde yazabiliyorlar. Kelimeleri şiire nakış gibi işleyip bütün duyguları şiirlerde anlatabiliyorlar. Şiir yazan Bayan şairleri sıkıntıya koyan tek konu ekonomik durumlarıdır. Bilginin Teknolojinin en gelişmiş ve yoğun kullanıldığı bir dönemde şiir yazmak ta kolaylaşmıştır.  Bu dönemde eğitim seviyesi yükselmiş, Çalışan kadın oranında artış görülmüştür. Artık kadınlarımız kendilerini çevreleyen çemberden kurtularak idareci, siyaset, sanat, eğitim, sağlık, sanayi, ticaret alanlarında büyük başarılara imza atmıştır.  Verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya gösterilen teşvik kadınların sanat dalında varlık göstermesinde etkili olmuştur. Çoğu kadın şairde hiç evlenmemiştir. Toplumdan önce aileleri, arkadaşları tarafından anlaşılamamaktan da şikâyetçilerdir.  Bu nedenle hala şiir yazdığını ailesinde saklayan kadınlarda vardır. Yazdıkları şiirleri sandıklarında gizlediklerini anlatanlarda vardır. Yöresel olarak hala kendi haklarını bilmeyen veya kullanamayan kadınlarımızda bulunmaktadır.
    Toplumun katı kuralları karşısında bu kadınlarımız ezilmekte, ezilmeye de devam etmektedir. Çoğu kadın şairlerimiz de erkek şairler gibi diğer edebiyat dallarında da başarı göstermiştir. Ben inanıyorum ki fırsat verildiği sürece kadınlarımız çok daha güzel yerlere geleceklerdir.  Haftaya padişah şairler konusunu anlatmaya çalışacağım. Sağlıklı günler dileğiyle.

    .

    İlgili Makaleler

    Başa dön tuşu
    toptan çakmak
    Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş