Eğitim

İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar – Bahriye Üçok Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar – Bahriye Üçok Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kimin eseri? İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kitabının yazarı kimdir? İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar konusu ve anafikri nedir? İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kitabı ne konu alıyor? İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar PDF indirme linki var mı? İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kitabının yazarı Bahriye Üçok kimdir? İşte İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Bahriye Üçok

Yayın Evi: Bilge Kültür Sanat

İSBN: 9786055506551

Sayfa Sayısı: 256


İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İslâm toplumunda kadının durumu birçok yazar tarafınca yanlış anlaşılmış ve Müslüman kadının tarih süresince adamın esiri olduğu yada kafes arkasında mahpus yaşamı yaşamış olduğu tezi ileri sürülmüştür. Serbestçe tecim yapması, malları üstünde istediği şeklinde tasarrufta bulunması hatta Divân-ı Mezâlim başkanlığı şeklinde kadılıktan üstün bir vazifeyi görmesi görmezden gelinmiştir.

Binlerce yıl erkekler tarafınca ikinci planda görülen ve eşitlik haklarıyla özgürlükleri tanınan bayanlar, dünyanın derhal her ülkesinde devlet yönetiminde perde arkasında kalmış olarak etkili olmuşlar ya da tahtı ele geçirerek politika sahnesinde tarihe yazılacak cesaret, hakkaniyet, politik kabiliyet örnekleri vermişlerdir.

Bu kitapta da görüldüğü şeklinde, dünyanın her yanında yaşayan bayanlar, kimi zaman politika sahnesinin kapılarını açık bularak kimi zaman de bu kapıları zorlayarak, bir çok vakit tarihçilerin görmezden gelemeyecekleri başarı göstermiş roller oynamışlardır. 

Hemen derhal tüm meslek kapılarının hanıma açık tutulduğu İslâmiyet’te hükümdarlığa giden yolun bayanlara kapalı olmadığının anlatıldığı bu eserde Seyyide Hatun, İnanç Hatun, Şecerüddür, Türkân Hatun, Bibi Türkân, Süyün-Bike şeklinde birçok hanım hükümdarın başarı göstermiş yönetiminden örneklerle karşılaşacaksınız.

(Tanıtım Bülteninden)


İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar Alıntıları – Sözleri

  • İlim, fıkıh, edebiyat şeklinde düşünsel alanlarda birçok başarılar elde etmiş olan Müslüman bayanlar, fiilen politika sahnesinde rol almaktan geri kalmamışlardır. Burada politika sahnesinde rol alma dediğimiz vakit kastettiğimiz mana ,bayanların büyük devlet memuru, vali ,naibe ve nihayet hükümdar olmalarıdır.
  • Ben her ne kadar şarap içmeye tövbe ettiysem de ey servi boylu sen de şarap vermeye tövbe etmedin ya!
  • İslâmiyetten ilkin kadının bazı durumlarda, bilhassa İkti­sadî bakımdan haiz olduğu şahsiyet ise, İslâm’dan sonrasında büs­tüm genişletilerek geliştirilmiştir, Böylece İslâm’ın yükselme devirlerinde görülen üstün kültür hayatında hanım da kendine düşen yeri rahatça ve kolaylıkla doldurmuş, Müslüman büyük edip, fakîh, âlim, şâir adamların yanında, bayanlar da yer almışlardır. Birkaç örnek vermiş olmak için İslâm tarihindeki şu kadınlardan özetlemek gerekirse anlatmak yerinde olur inancındayız :
    726/1326’da Şeyha-i Saliha Ummü Muhammed Ayşe binti Muhammed. . . Harranî ve Şeyha-i Saliha Zeyneb binti Kemalüddîn Ahmet bin Abdurrahim… Mukaddesî adlı iki hanım müderrise Şam’da İbni Battuta’ya icazet vermişlerdir. Allâme Vecihüddîn Hanbel’in torunu olan Ümmü Abdullah bint ül-Kadî Şemsüddîn ise muhaddise olarak büyük bir şöhret yapmış, Mısır’a dâvet edilmiş orada Emir Seyfüddîn Argun ile Kadî Kerimüddîn el-Kebîr kendisinden hadîs eğitim etmişlerdir. 624/1324’de dünyaya gelen olup 717/1317-8’de ölmüş olan sitt ül-Vüzera Ümmü Abdullah ‘ek olarak Z’ehebî, Kadî Fahrüddîn el-Mısri, Şeyh Salahüddîn el-Âdî ve daha birçok tanın­mış kimseler ders almışlardır.
    Şuhde binti ibni Nasr Ahmed adlı bir karı da ünlü ho­caları dinlemiş, icazet aldıktan sonrasında, Bağdat’ta Saray Camii meydanındaki evinde, büyük bir kalabalık tarafınca dinlenen derslerini vermeye adım atmıştır. Kendisine Fahrünnisâ adında olan Şuhde 90 yaşlarında 574/1178-9’da ölmüştür. Derslerinde tutul­muş notlardan meydana gelen bir kitabın kendisinde bulun­duğunu von Kremer anlatmaktadır. Abdülvahhab bin Ömer bin Kesîr’in kızı, ünlü şeyhlerden icazet aldıktan sonrasında, mu­haddise olarak Hicrî IX. Yüzyıl başlarında ün salmış ve kendisine Sitt ül-Kuzat unvanı verilmiştir. Zaten Hadîs ilminin daha başlangıcmda bayanların büyük rolleri olduğu görülmektedir. Nitekim Hazreti Muhammed’in bilhassa üç karısı Hadîslerin yayılması ve öğrenilmesinde büyük âmil olmuşlardır. Bunların içinde de Hazreti Ayşe ilk üç Halife zamanında güç durum­larda hukukî fikri alınan ve ister hukukî, ister dinî alanda olsun kararları büyük saygınlık gören bir şahsiyet olmuştur.
    Şeyh Takîyüddîn Vâsıtî’nin kızı da icazet aldıktan sonrasında Şam civarındaki mescidinde devlet hakkında ders vermiş. Tahya ibni Adem’in Kitâb ül-Harâc’ını anlatmış ve kendisine Sitt ül-Fukaha adı ve­rilmiş ve 726/1326’da 92 yaşlarında ölmüştür.
    Şam’da yaşamış Sitt ül-Ülema denilen bir vaize hanım vardır ki, güzel konuşmasından dolayı kendisine ek olarak bülbül lâkabı takılmış ve öldüğü vakit mahşerî bir karı kalabalığı onun son yolculuğu töreninde bulunmuştur.
    Asıl adı Vecihiyye binti Müeddeb olup Zeyn üd-Dar adıyla tanınmış bulunan bir karı da fazileti ve fıkıh bilgisindeki de­rinliği ile şöhret yapmıştır. Zehebî’nin hocaları içinde Şam ve Baalbek’de Hadis okutmuş olan bir karı da ayrıca zikre kıymet ki, adı Zeynep bint Amr’dır. 460/1067-8’de Bağdat’da ölmüş olan Hadicet üş-Şahcâniyye ise vaazları ile ün salmıştır.
    Endülüs edipleri içinde işbiliyye emiri Mutemed ibni İbâd’ın kızı Besîne büyük bir mevki elde etmiştir. Gene Endü­lüs’te Ziyad isminde bir zatın kızı olan Hamdûne, yaşamış olduğu yüz­ senenin şiir üstadı sayılmış, birçok ünlü şairler bunun şiirlerini yansılamak etmişler, hattâ kendilerine maletmeğe kalkışmışlardır.
    Abbasîler zamanında IV. Hicrî yüzyılda Bağdat’ta verdiği vaazlarla şöhret bulmuş olan Hamde binti Vâsık, Bab ül-Meratib’de oturur ve hususi vaiz toplantıları düzenleme ederdi. Hamde, Ebubekir Ahmed bin Ali’den Hadîs, İbni Sem’anî’den ise hem Hadîs hem fıkıh okumuştu.
    Kadınların îslâm memleketlerinde, yukarıda görüldüğü şeklinde, kolayca şairlik, vâizlik, ediplik, fıkıhçılık ve hadîsçilik alan­larında yükselmelerine karşılık, fıkhın tatbikatı demek olan Ka­dılık mesleğine girip giremiyecekleri münakaşa konusu olmuştur. El-Mâverdî’yç. nazaran kadıların adam ve ergin olmaları koşul ise de, Ebu Hanife bayanların tanıklıklarının kabul edilmiş olduğu dâ­valarda, kadılık da yapabileceklerini söylemiş, Ebu Cerir Taberî ise bayanların her dâvada kadılık yapabileceklerini kabul etmiştir. Şimdiye kadar direkt doğruya ve sürekli olarak kadı­lık yapmış bir karı hemen hemen tesbit etmemiş olmamıza karşın, kadılıktan daha da mühim sayılabilecek Divan-i Mezalim baş­kanlığında bulunan bir karı mevcuttur ; Abbasî Halifesi Muk­tedir zamanında imparatorluğun tüm işlerini anası yönetim et­mekteydi, O, başmabeyincisi durumunda olan Sümeyl isminde bir hanımı şikâyet dilekçelerini ve iddiaları kabul edip dinlemeğe işgören etmişti. Gerçekten de bu kadının, her cuma günü Halife Muktedir’‘in annesinin Bağdat’ta Rusâfa mahallesinde yaptırmış olduğu türbede, sağında ve solunda fakîhler, kadılar ve devlet ricali olduğu hâlde duruşmalar düzenleme etmiş olduğu ve derhal sorun­lerin haledilerek kararların da kendisi tarafınca imzalandığı bilinmektedir.
  • Ben ağzında hoş nağmeler icra eden bir bülbüle malikim, bana nispetle öteki şiir söyleyenlerin ağızlarında karga vardır.
  • Senin elinden gizlice bana ulaşan elmadan ebedî yaşamın kokusunu duyuyorum. Senin elin ve avcundan bana dostluk hâtırası geldiği için duyduğum luktan gönlüm nar şeklinde açılır.
  • Semsüddîn îltutmuş’un hükümdarlık için en iktidarlı olan oğlu Nâsirüddîn Mahmud, Bengal valisi iken, ölmüştü. Diğer oğullarından hiçbirisi kızı Raziyye Hatun şeklinde akıllı değildi. Âdil, halkı seven ve hükümdarca tavırlara haiz bulun­duğunu sezdiği kızı Raziyye’yi, iltutmuş 1232’de Gvalyor kale­sini alıp Delhi’ye döndüğü vakit, vezir ve emirlerinden birka­çını çağırtarak saltanat tahtı için veliahd tâyin ettiğini haber verdi. Bu iş için bir kararname hazırlamasını da Tac ül-Mülk Mahmud’a emretti. Boylece, bizim bildiğimiz, müslüman ka­dın hükümdarlardan yalnız Sultan Raziyye, tahta çıkmanın üç yolundan “ Ahid” , yâni başta bulunan hükümdarın evvelde tâ­yini yöntemiyle hükümdarlığa aday gösterilmiştir.
    Bu kararname hazırlanırken, sultanla teması olan, bazı nüfuzlu devlet memurları ondan, rüşde ermiş oğulları du­rurken, kızı Raziye’yi Müslüman Hind Sultanlığı’nın başına veliahd yapmaktaki sebebin ne işe yaradığını sordular. Hükümdarın bu husustaki kararının ve hazırlatmakta olduğu kararnamenin kendilerine pek uygun görünmediğini açıkladılar. Sultan İltutmuş onlara, oğullarının içki ve gençlik eğlenceleriyle zaman geçirdiklerini, bunların hiçbirinin memleket işlerini yönetim edemiyeceklerini, fakat ileride, Raziyye hükümdar olunca, onu veliahd tâyinindeki isabetin iyice anlaşılacağını söylemiş oldu.
  • Ben senin adını işitmediğim ve yüzünü görmediğim halde gözüm şeklinde seni severim.
  • İspanya’dan Endonezya’ya kadar üç kıta üstünde yayılmış bulunan Müslüman devletlerde taht sahibi olan ilk hanım Delhi Müslüman Türk Devleti’nin sultanı Raziye Hatun’dur.
  • İspanya’dan Endonezya’ya kadar üç kıta üstüne yayılmış bulunan Müslüman devletlerde taht sahibi olan ilk hanım, Delhi Müslüman Türk Devleti’nin sultanı Raziye Hatun’dur.
  • Onun yüzünü görmediğim halde ,göz bebeği şeklinde,ona gözümün içinde yer verdim.


İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Kadın Üstüne…: Eski Türklerde mukaddes kılındı, Peygamber övgüsüne mazhar oldu. Millî savaşım de ise, kahraman… Tarih; hep onun, mücadeleci ruhunu yazdı. Hatun, Ana… Özetlemek gerekirse Kadın!
İslam öncesi Türklerdeki Gök Tanrı inancına nazaran, Han ile Hatun; gök ile yerin evlatları olarak adlandırılır. Türk töresine nazaran kadının yeri, yedi kat göktedir ve hanım; kutsiyeti yüksek bir varlık olarak nitelendirilir. Kadının dövülmesinin, itilip kakılmasının kesinlikle törede yeri yoktu ve töre hanımı mukaddes saymıştır. İslamiyet öncesi Arap toplumunda ise hanım değersizdi. Cahiliye olarak adlandırılan bu zamanda kız evlatları diri diri gömülürdü. Hz. Peygamber döneminde hak etmiş olduğu değere kavuştu. Türklerin İslam ile tanışmasından sonrasında Türk toplumunda kadının yeri bir kat daha arttı. Kimi vakit hanım; savaşçı, kimi vakit anne, kimi vakit ise hükümdar adına toy kuran gerektiği yerde veliahtta naiplik ederek devletleri başsız olmaktan kurtarmış. Bu kitapta rahmetli Bahriye ÜÇOK, Kadının öteki kimliklerinin yanı sıra siyasal kimliği üstünde durmuştur. Hocanın araştırmaları soncu kitapta anlattığı taht sahibi 14 hanım vardır. Bunlardan 5 tanesi yeni bir hükümdar seçilinceye kadar veliahtlara vekillik ederek naiplik yapmış, 9 tanesi ise direkt hükümdarlık yapmış. Memluk sultanı Şecer üd Dür sultan vardır. Babasının vasiyeti üstüne tahta geçmiş. Fakat hükümdarlığının meşru olması için İslam Halifesinin onaylaması gerekmektedir. Bir süre hükümdarlık yaptıktan sonrasında, Halife “tekmil umur-i devleti bir kadının eline teslim eden kavim felah bulmaz.” Diye hadis bulunduğunu Şecer üd Dür Sultanın hükümdarlığının meşru olmadığını bildirerek tanımamıştır.
Günümüzde de İslam bilginlerinin bir kısmı bu hadisi doğru sayar. Nedir bu hadisin manası “Başlarına bir kadını geçiren bir kavim asla iflah olmaz.” Mealen böyledir. Fakat kimi İslam kaynakları, alimleri ise bu hadisin uydurma bulunduğunu söyler. Şundan dolayı Kuran bayanların hiçbir göreve getirilmesini engellemez. Ayrıca İslam tarihinde Cemel vakası diye bilenen bir vaka vardır. Peygamber’in eşlerinden Hz. Ayşe’nin binmiş olduğu deve çevresinde cereyan eden Müslümanlar arasındaki ilk iç cenk. Savaşı yönetenlerden biri Hz. Ayşe idi. Demem o ki, İslam tarihide cenk yöneten bayanlar var. Yakın tarihte başka bir İslam devleti olan Pakistan’da halkın oyları ile seçilmiş hanım önder Benazir Butto var. Yani hanım; bir evi yönettiği şeklinde bir ülkeyi de yönete bilir. Dinen de uygar hukuk gereği de bir sakınca yoktur. Merhum Bahriye ÜÇOK; hanımdan yönetici olabileceğini tarihin ışında konu alıyor “İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar” kitabında.
Hiçbir evladın diğerine üstünlüğü yoktur. Kızlarınızı sevin onların yüreğine, acıma, sevgi ekin, itimat verin itimat duyun onlara. Babalıkta, analıkta zor zanaat anneliği beceren kadının yapamayacağı iş yoktur vesselam. (Mehmet Cuma ÖZTÜRK)

Bahriye Üçok’un yazdığı eserlerden kabul edilen ‘İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar’ kitabını okudum. Müslüman devletleri yönetmiş olduklarını saptadığımız Türk hanımlarından 9’unun hükümdarlık, 5’inin de naibelik etmiş olduklarını gördük. Bahriye Hanım kitabı yazarken amacı, Türk kadınlarının düşünüldüğü şeklinde geri plana atılmış, toplumsal yaşamı olmadığını düşünenlerin yanıldığını göstermek istemiştir. Sadece toplumsal hayatta değil siyasal hayattada etken olduklarını göstermiştir. Kitap bir tek hanım hükümdarların hayatlarını değil hem de başına geçtikleri devletlerin tarihiyle birlikte ,o ailelerin soy ağaçlarınıda göstermektedir. Çesitli belgeler de sunmaktadır. Kitabı beğendim bazı yerlerde aklım karışsa da geniş bir zamanı data verdiği için okunabilir. (Hatice)


İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar PDF indirme linki var mı?


Bahriye Üçok – İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Bahriye Üçok Kimdir?

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi, senatör, 1983-1987 yılları aralığında Ordu milletvekili, 1986’dan sonrasında Sosyaldemokrat Halkçı Parti üyesi ve Eylül 1990’da Sosyaldemokrat Halkçı Parti parti meclis üyesi.

Hamit Ataç’ın kız evladıdır. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Coşkun Üçok ile evlenmiş ve Kumru isminde bir doğmuştur.

İlk ve ortaokulu Ordu’da okuyan Üçok, Kandilli Kız Lisesi’ni tamamlamış oldu. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Türk-İslam Tarihi Kısmı’nden alırken, hem de Devlet Konservatuarı Opera Kısmı’ne de devam etti ve bu kısmı de tamamlamış oldu. Samsun ve Ankara’da on bir yıl devam eden lise öğretmenliğinden sonrasında,1953 senesinde Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi oldu. Aynı zamanda bu fakültenin ilk hanım öğretim üyesidir.

1957 senesinde tabip, 1964 senesinde “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı çalışmasıyla da doçent olmuştur.Arapça ve Farsça’yı iyi derecede bilen Üçok, Kur’an-ı Kerim’e bağlı kalmış olarak İslam dinini modern, gerçekçi ve dinin özünde bulunan hoşgörüyle yorumladı. Bu nedenle 1960’lı yıllardan itibaren tehditler almaya başladı ve kendini güvende hissetmediği için bilimsel niteliği olan çalışmalarına ara vermek mecburiyetinde bırakıldı.[kaynak belirtilmeli]1971 senesinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafınca kontenjandan senatör seçildi ve böylelikle etken siyasal yaşama atılarak beş yıl süresince Cumhuriyet Senatosu divan üyeliği yapmıştır. Siyasi tercihini CHP’den yana kullanan Üçok, 1977’de CHP’ye katıldı. 12 Eylül’den sonrasında oluşturulan Halkçı Parti’nin 1983’de kurucu üyesi oldu. Daha sonrasında 1983 seçimlerinde de bu partiden Ordu milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 1986’dan itibaren Sosyaldemokrat Halkçı Parti üyesi oldu ve 1990Eylül’ünde bu partinin parti meclisi üyesi seçildi.

Kasım 1988’da televizyonda meydana getirilen bir açık oturumda, “İslam’da örtünmenin ve oruç tutmanın mecburi olmadığı” iddialarına dayanan açıklamalarından sonrasında üstüne birçok tepki çekti ve tehditler almaya başladı.

Üçok, 6 Ekim 1990 günü Ankara’nın Çankaya ilçesindeki Köroğlu Caddesi’nde bulunan evine, Ekspres Kargo tarafınca ulaştırılan ve gönderici olarak İlmî Araştırmalar Vakfı’nın görünmüş olduğu kitap paketini saat 16.30’da aldı. Bomba olabileceği şüphesiyle paketi kapısının önünde açmaya çalışırken, paketin içine yerleştirilmiş olan efsane patladı. Ağır yaralı olarak Hacettepe Tıp Fakültesi Acil Servisi’ne kaldırılan Üçok, saat 20:00 sularında burada yaşamını yitirdi. Cenazesi 9 Ekim günüMaltepe Camii’nden kaldırılmış ve Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilmiştir. Cinayeti İslâmi Hareket adlı teşkilat üstlendi. Ertesi gün Cumhuriyet Gazetesi’ndeki haberde, vaka şu şekilde aktarılmıştı:

Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun’dan sonrasında türbana karşı tavrı ve laikliği savunmasıyla tanınan SHP Parti Meclisi Üyesi Bahriye Üçok da suikast sonucu öldürüldü. İstanbul’dan Ankara Çankaya’daki evine hususi bir kargo şirketiyle yollanan kitap paketini açan Üçok, içindeki bombanın patlaması sonucu ağır yaralandı. İki kolu ve bir bacağı kopan Üçok kaldırıldığı hastanede ameliyata alınamadan öldü. Cinayeti İslami Hareket adlı teşkilat üstlendi. Cumhuriyet Gazetesini telefonla arayarak İslami Hareket Örgütü adına konuştuğunu bildiren bir şahıs Üçok’u “tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden” cezalandırdıklarını söylemiş oldu. Aynı şahıs “İslam’a sınır koyanları öldürmeyi borç bildiklerini” belirtti.

—Cumhuriyet Gazetesi, 7 Ekim 1990.

Bombalı paketi kabul eden ‘kargocu kız’ olarak da tanınan Gülay Calap, uzun süre ortadan kayboldu. 16 Ocak 1994 tarihinde İzmir’de PKK’nın yan kuruluşu olarak sayılan Devrimci Halk Partisi’nin İzmir sorumlusu olarak gözaltına alındı.

SHP Parti Meclisi üyesi olan Doç. Dr. Bahriye Üçok, katledildiği sırada SHP için bir laiklik raporu hazırlamaktaydı. Üçok, katılmış olduğu toplantılarda sık sık laiklik, hanım hakları ve gericilik tehlikesi üstünde durmuş ve “laikliğin savunucusu ilahiyatçı” olarak tanınmıştır.

Fransızca, Arapça ve Farsça bilen Üçok, “İslam’dan Dönenler”, “Yalancı Peygamberler” ve “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı üç kitap yayımlamıştır.

Ölümünün arkasından adı, İzmir’de mühim bir meydan, bir bulvar ve bir mahalleye Artvin ,Edirne]Kocaeli / degirmendere[ve Ankara’da da birer caddeye, İstanbul Kadıköy Belediyesi tarafınca da bir çocuk yuvasına verilmiştir.


Bahriye Üçok Kitapları – Eserleri

  • Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu
  • İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler
  • Şeriat Sarmalında Türkiye
  • İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler
  • İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar


Bahriye Üçok Alıntıları – Sözleri

  • Kur’an harflerinin harf olarak, yazı biçimi olarak hususi bir kutsallığı da yoktur. Yani mukaddes olan Kur’an’ın anlamıdır, çizgilerin meydana getirmiş olduğu şekiller değildir. O halde anlamı belirten çizgiler hangi şekilde olurlarsa olsunlar, onlara kutsallık tanımak, bir başka alfabeyi de “Ladini”, dinsiz, dine aykırı bulmak, ne din, ne de bilim gerçekleriyle bağdaşır. (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • Durmadan değişen ve çelişen fetvalar karşısında Hz Muhammed’in şu hadisi ne denli yerinde, ne denli akılcı değil mi?: Müftüler sana fetva verse bile sen ilkin kendinden al fetvanı (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • Semsüddîn îltutmuş’un hükümdarlık için en iktidarlı olan oğlu Nâsirüddîn Mahmud, Bengal valisi iken, ölmüştü. Diğer oğullarından hiçbirisi kızı Raziyye Hatun şeklinde akıllı değildi. Âdil, halkı seven ve hükümdarca tavırlara haiz bulun­duğunu sezdiği kızı Raziyye’yi, iltutmuş 1232’de Gvalyor kale­sini alıp Delhi’ye döndüğü vakit, vezir ve emirlerinden birka­çını çağırtarak saltanat tahtı için veliahd tâyin ettiğini haber verdi. Bu iş için bir kararname hazırlamasını da Tac ül-Mülk Mahmud’a emretti. Boylece, bizim bildiğimiz, müslüman ka­dın hükümdarlardan yalnız Sultan Raziyye, tahta çıkmanın üç yolundan “ Ahid” , yâni başta bulunan hükümdarın evvelde tâ­yini yöntemiyle hükümdarlığa aday gösterilmiştir.
    Bu kararname hazırlanırken, sultanla teması olan, bazı nüfuzlu devlet memurları ondan, rüşde ermiş oğulları du­rurken, kızı Raziye’yi Müslüman Hind Sultanlığı’nın başına veliahd yapmaktaki sebebin ne işe yaradığını sordular. Hükümdarın bu husustaki kararının ve hazırlatmakta olduğu kararnamenin kendilerine pek uygun görünmediğini açıkladılar. Sultan İltutmuş onlara, oğullarının içki ve gençlik eğlenceleriyle zaman geçirdiklerini, bunların hiçbirinin memleket işlerini yönetim edemiyeceklerini, fakat ileride, Raziyye hükümdar olunca, onu veliahd tâyinindeki isabetin iyice anlaşılacağını söylemiş oldu. (İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar)
  • İslam’a dinlerin en mükemmeli olmak vasfını kazandıran özellik, kuşkusuz, Allah’a ile kul içinde bir aracı, kısaca din adamının bulunmamasıdır. Yüz yıllardan bu yana çekilen sıkıntıların giderilmesi için bu koşulun sağlanması gerekmektedir.Bu sadece müslüman Türk’ün dinini kendi dilinde okuyup anlaması, ibadetini Türkçe yapması ile mümkün olabilir. Bu hususta en sahih kaynak ve Yardımcı gene Kur’an ayetleridir. (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • Erneviler zamanında, Arapların siyasal ve hukuki baskısı son haddine varmıştı. İşte birden bire oldukca genişleyen Emevi imparatorluğu zamanında Allah’ın ve Peygamber’in eşitlik emirlerine karşın (bk. Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye,
    IV., S. 257-258), Arap’tan başka Müslümanlar asla Araplarla eşit sayılmıyor,
    tersine onların kölesi şeklinde kabul ediliyorlardı. O aşama Arap asabiyeti ile hareket ediliyordu ki, Arap olmayan bir anadan doğan bir prens tahta geçemiyor, bir Türk yada İranlı’nın arkasında bir Arap namaz kılmıyor araptan gayrısı ile bir arab evlenemiyor, (Zeydan IV, 167-168) ve Arap, Arap’tan gayri bir kimse ile dolaşamıyordu. (İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler)
  • Hazreti Muhammed’in Musevilik ve Hristiyanlığı reddeden,
    mütevazi bir dine haiz olan kimseleri işaret için Hanif kelimesini kullandığını kaydediyor (İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler)
  • Ömer bin Hattab’ ın da söylediği şeklinde ” Araplar yalnız malları için hasistiler.”
    Bu tutumsal ve siyasal durumdan yararlanmak isteyen bazı kimseler,
    kendi kasaba ve bölgelerini Medine hükûmetinin nüfuzundan sıyırarak
    kendi şahıslarına bağlamak ve böylece zekât yada başka adlarla toplayacakları vergileri, kendilerinin ve kabilelerinin refah seviyesini arttırmak için kullanmak istiyorlardı. İşte bu şekilde bir gayeye yetişebilmek için bazı kimseler peygamberlik iddiasını da kendilerine uygun bir yol olarak seçtiler. (İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler)
  • kuteybe 12 yıl varlıklı ve mamur Türk şehirlerini yıkmakla uğraştı;işitilmedik vahşetler işledi,geçmiş olduğu yerlerde yanık kokusundan başka bir şey bırakmadı. (İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler)
  • İslama nazaran kadının yüzü sadece namazda ve hac esnasında açıktır; tüm bu örtünme tavsiyelerinin taşımış olduğu anlam, adamın dikkatini kadının üstüne çekmemek amacına yöneliktir. Yoksa 1968’den bu yana İslamın emirlerine nazaran giyinmiş oldugunu sanan bazı hanımların yapmış olduğu şeklinde takma topuzların üzerini çiçekli ipek eşarplarla hususi bir şekilde örtüp dikkati kendine çekmek için değil.
    7.5.1972 (Şeriat Sarmalında Türkiye)
  • Eğer Müslümanlar senelerce devam eden mezhep kavgalarını bir yana bırakıp başkent Bağdat’ı olsun kurtarmak sonucunda birleşebilselerdi, Hanefi-Hanbeli çatışmaları bir yana bırakılmış olsaydı maddi ve tinsel bunca yitiklere kim bilir uğramayacaklardı. işte son halife, 524 senelik Abbasi imparatorluğunun yıkılmasını ve yakınlarının gözü önünde katlini gördükten sonrasında, kendisi de Hülegü’nün emri ile idam edildi; üstündeki peygamber hırkası ve asası yakılıp külleri ırmağa atıldı. Musta’sım’ın hazinesinde bulunan yedi deve yükü altın ve gümüş kadeh ve sürahiler Hülegü’nün önüne götürülmüş olduğu vakit Haşişiler’in son başkanı Rüknüddin’in arkadaşı meşhur matematikçi ve gökbilimci Nasırüddin Tüsi ve orada hazır bulunanlar hayretlerini saklayamamışlardı. (İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler)
  • İspanya’dan Endonezya’ya kadar üç kıta üstünde yayılmış bulunan Müslüman devletlerde taht sahibi olan ilk hanım Delhi Müslüman Türk Devleti’nin sultanı Raziye Hatun’dur. (İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar)
  • Türkiye Müslümanlarının dinsel alanda ara sıra karşılaştıkları çalkantılar, gruplaşmalar, yabancılaşmalar, tarikatçılığa itilmeler, dinini kendi öz dilinde, kendi yazısı ile okuyup anlayamamasından doğmaktadır. (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • Doğu İslam Toplumu’nu nakilcilikten akılcılığa yöneltmiş olan ve böylece bu topluma çağ değişiklik yapma yolunda ilk adımları attıran Atatürk’ün ölümünden sonrasında hep izinde olduğumuz söylendi, durdu.
    Ancak, ilkin O unutturulmaya çalışıldı: Pullardan, paralardan resimleri kaldırıldı, sonrasında da devrimlerinden, bilhassa devrimlerinin temeli olan laiklikten ufak fakat küçümsenmeyecek ödünler verildi; O’nun izindeydik.
    Oldukça partili siyasal yaşama geçişimizin arkasından ilk çıkan kanun, O’nun, ibadetin mukaddes dilde yapılması olan Türkçe ezan yerine tekrardan Arapça ezanı getiren kanun oldu. Ama iktidara sorarsanız Atatürk’ün izinde idi.
    Oldukça geçmeden gene Atatürk’ün izinde ola ola O’nun kendinin bulup yakıştırdığı “Genel Kurmay Başkanı” bir günde “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi” oluverdi. Ardından dönemin Başbakanı halka mal olmamış devrimler ayrımını yapıverdi, Atatürk’ün izinden ayrılmayarak… (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • Karmat Hareketi : Zenci kölelerin isyanı esnasında Mezopotamya’da 877’den sonrasında gizli saklı ve komünist ilkelere dayanan bir mezhep türemişti. Ayaklanmış olan bazı Arap ve Nahati toplulukları bu mezhebi benimsemiş bulunuyorlardı. 277/890 senesinde bunların başkanı Hamdân Karmat Vasıt’ta
    büyük bir ayaklanma çıkarttı, Krife’nin doğusunda yandaşları için
    bir Dar ül-Hicre (sığınılacak müstahkem bir yer) kurdu. Tüm
    Suriye’de olduğu şeklinde Arabistan’da da devamlı başarılar elde eden
    Karmatiler sonunda Ebu Said Hasan’ı El-Ahsa’ya gönderdiler. Ebu
    Said Hasan el-Cennabi burada 899’da Mümine’yi başkent yaparak bir devlet kurdu. 930 senesinde Bedeviler’in de yardımıyla bunlar Mekke’yi zaptedip Kabe’deki Hacer-i Esved’i el-Ahsa’ya götürdüler. Hacer-i Esved 30 yıl orada kaldı .
    Karmatların el-Ahsa’da kurmuş oldukları laik ve toplumcu cumhuriyet
    150 yıl süresince varlığını koruyabildi ve buradan meydana getirilen akınlarla
    gerek hac yollannda, gerek Irak topraklarında güvenlik diye
    birşey bırakmadı. Yönetim altı kral ve altı vezir elinde idi. Bu on
    iki şahıs aralarında oldukca iyi anlaşırlar, kararlar ı beraber alırlardı.
    Halk hiçbir dini vergi ödemezdi; yalnız şeflerden Hamdân Karmat
    890’da sivil özellikte iki vergi kabul etmişti. El-Ahsa’da halkın buğdayını parasız öğüten genel değirmenler vardı . (İslam Tarihi Emeviler-Abbasiler)
  • İslam’a dinlerin en üstünü olmayı kazandıran özellik,kuşkusuz Allah ile kul içinde bir aracı, kısaca din adamının bulunmamasıdır.yüzyıllardan bu yana çekilen sayısız sıkıntıların giderilmesi için bir koşulun daha sağlanması gerekmektedir. Bu da gene Diyanet İşleri Başkanlığına düşen bir görevdir… Müslüman Türk’ün dinini kendi dilinde okuyup dinlemesi, ibadetini de Türkçe yapması bu hususta en sahih kaynak ve destek gene Kur’an-ı Kerim Ayetleridir. (Atatürk’ün Izinde Bir Arpa Boyu)
  • 1967 yılından beri adam ve hanım modasında göze çarpan büyük değisiklik, geçen senenin başlangıcında ve geçen haftanın içinde bizim parlamento üyelerimizi gene harekete geçirdi. Kimisi devlet haysiyetinin bu bıyık ve favori uzatanlara karşı korunmasını, kimisi de böylesine uzun saç ve favorinin ulusal soyluluk ve vakarımıza aykırı düştüğünü savundu ve uzun saçlı, favorili ve mini eteklilerin para ve hapis cezalarına çarptırılmalarını öngören bir kanun teklifi Millet Meclisi Başkanlığı’na sunuldu.
    7.5.1972 (Şeriat Sarmalında Türkiye)
  • Milâttan sonrasında VI. Yüzyılın ortalarında Arabistan’da putlara artık
    eskisi şeklinde rağbet eden kalmamıştı. Araplar taştan ağaçtan yapılmış tanrıların dünyayı ve kâinatı yönetim edemiyecekleri inancına artık yarabilmişlerdi.
    Her ne kadar başları darda kalınca gene onlara müracaat
    ediyor, kurbanlar kesip kanlarını bu putların üstlerine sürüyorlar idiyselerde, amaçları gerçekleşmeyince onlara küfretmekten de geri kalmıyorlardı .
    Hattâ Beni Hanif e’nin uzun seneler süresince taptığı putu bir kıtlık
    esnasında yemiş olması, Araplar’ın tanrılarına bağlılıklarının ne aşama gevşediğini göstermeğe yarayacak bir örnek teşkil etmektedir. (İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler)
  • Kadınları yüksek mertebede bulunan bir milletin sırtı hiçbir zaman yere gelmez. Bu durumda olan bir millet dünyanın en asil bir ulusudur. (Şeriat Sarmalında Türkiye)
  • Esved o şekilde şaşırtıcı ve hayret verici maharetler gösteriyordu ki, Mezhiç kabilesinden bir çok onun her arzusuna baş eğecek duruma gelmişti. Onun bir eşeği vardı. Esved, hayvanın kulağına eğilip “Rabbine secde et” söylediği zaman, o secde eder, “Kalk” diye buyruk verdiğinde de kalkardı. (İslamdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler)
  • İslâmiyetten ilkin kadının bazı durumlarda, bilhassa İkti­sadî bakımdan haiz olduğu şahsiyet ise, İslâm’dan sonrasında büs­tüm genişletilerek geliştirilmiştir, Böylece İslâm’ın yükselme devirlerinde görülen üstün kültür hayatında hanım da kendine düşen yeri rahatça ve kolaylıkla doldurmuş, Müslüman büyük edip, fakîh, âlim, şâir adamların yanında, bayanlar da yer almışlardır. Birkaç örnek vermiş olmak için İslâm tarihindeki şu kadınlardan özetlemek gerekirse anlatmak yerinde olur inancındayız :
    726/1326’da Şeyha-i Saliha Ummü Muhammed Ayşe binti Muhammed. . . Harranî ve Şeyha-i Saliha Zeyneb binti Kemalüddîn Ahmet bin Abdurrahim… Mukaddesî adlı iki hanım müderrise Şam’da İbni Battuta’ya icazet vermişlerdir. Allâme Vecihüddîn Hanbel’in torunu olan Ümmü Abdullah bint ül-Kadî Şemsüddîn ise muhaddise olarak büyük bir şöhret yapmış, Mısır’a dâvet edilmiş orada Emir Seyfüddîn Argun ile Kadî Kerimüddîn el-Kebîr kendisinden hadîs eğitim etmişlerdir. 624/1324’de dünyaya gelen olup 717/1317-8’de ölmüş olan sitt ül-Vüzera Ümmü Abdullah ‘ek olarak Z’ehebî, Kadî Fahrüddîn el-Mısri, Şeyh Salahüddîn el-Âdî ve daha birçok tanın­mış kimseler ders almışlardır.
    Şuhde binti ibni Nasr Ahmed adlı bir karı da ünlü ho­caları dinlemiş, icazet aldıktan sonrasında, Bağdat’ta Saray Camii meydanındaki evinde, büyük bir kalabalık tarafınca dinlenen derslerini vermeye adım atmıştır. Kendisine Fahrünnisâ adında olan Şuhde 90 yaşlarında 574/1178-9’da ölmüştür. Derslerinde tutul­muş notlardan meydana gelen bir kitabın kendisinde bulun­duğunu von Kremer anlatmaktadır. Abdülvahhab bin Ömer bin Kesîr’in kızı, ünlü şeyhlerden icazet aldıktan sonrasında, mu­haddise olarak Hicrî IX. Yüzyıl başlarında ün salmış ve kendisine Sitt ül-Kuzat unvanı verilmiştir. Zaten Hadîs ilminin daha başlangıcmda bayanların büyük rolleri olduğu görülmektedir. Nitekim Hazreti Muhammed’in bilhassa üç karısı Hadîslerin yayılması ve öğrenilmesinde büyük âmil olmuşlardır. Bunların içinde de Hazreti Ayşe ilk üç Halife zamanında güç durum­larda hukukî fikri alınan ve ister hukukî, ister dinî alanda olsun kararları büyük saygınlık gören bir şahsiyet olmuştur.
    Şeyh Takîyüddîn Vâsıtî’nin kızı da icazet aldıktan sonrasında Şam civarındaki mescidinde devlet hakkında ders vermiş. Tahya ibni Adem’in Kitâb ül-Harâc’ını anlatmış ve kendisine Sitt ül-Fukaha adı ve­rilmiş ve 726/1326’da 92 yaşlarında ölmüştür.
    Şam’da yaşamış Sitt ül-Ülema denilen bir vaize hanım vardır ki, güzel konuşmasından dolayı kendisine ek olarak bülbül lâkabı takılmış ve öldüğü vakit mahşerî bir karı kalabalığı onun son yolculuğu töreninde bulunmuştur.
    Asıl adı Vecihiyye binti Müeddeb olup Zeyn üd-Dar adıyla tanınmış bulunan bir karı da fazileti ve fıkıh bilgisindeki de­rinliği ile şöhret yapmıştır. Zehebî’nin hocaları içinde Şam ve Baalbek’de Hadis okutmuş olan bir karı da ayrıca zikre kıymet ki, adı Zeynep bint Amr’dır. 460/1067-8’de Bağdat’da ölmüş olan Hadicet üş-Şahcâniyye ise vaazları ile ün salmıştır.
    Endülüs edipleri içinde işbiliyye emiri Mutemed ibni İbâd’ın kızı Besîne büyük bir mevki elde etmiştir. Gene Endü­lüs’te Ziyad isminde bir zatın kızı olan Hamdûne, yaşamış olduğu yüz­ senenin şiir üstadı sayılmış, birçok ünlü şairler bunun şiirlerini yansılamak etmişler, hattâ kendilerine maletmeğe kalkışmışlardır.
    Abbasîler zamanında IV. Hicrî yüzyılda Bağdat’ta verdiği vaazlarla şöhret bulmuş olan Hamde binti Vâsık, Bab ül-Meratib’de oturur ve hususi vaiz toplantıları düzenleme ederdi. Hamde, Ebubekir Ahmed bin Ali’den Hadîs, İbni Sem’anî’den ise hem Hadîs hem fıkıh okumuştu.
    Kadınların îslâm memleketlerinde, yukarıda görüldüğü şeklinde, kolayca şairlik, vâizlik, ediplik, fıkıhçılık ve hadîsçilik alan­larında yükselmelerine karşılık, fıkhın tatbikatı demek olan Ka­dılık mesleğine girip giremiyecekleri münakaşa konusu olmuştur. El-Mâverdî’yç. nazaran kadıların adam ve ergin olmaları koşul ise de, Ebu Hanife bayanların tanıklıklarının kabul edilmiş olduğu dâ­valarda, kadılık da yapabileceklerini söylemiş, Ebu Cerir Taberî ise bayanların her dâvada kadılık yapabileceklerini kabul etmiştir. Şimdiye kadar direkt doğruya ve sürekli olarak kadı­lık yapmış bir karı hemen hemen tesbit etmemiş olmamıza karşın, kadılıktan daha da mühim sayılabilecek Divan-i Mezalim baş­kanlığında bulunan bir karı mevcuttur ; Abbasî Halifesi Muk­tedir zamanında imparatorluğun tüm işlerini anası yönetim et­mekteydi, O, başmabeyincisi durumunda olan Sümeyl isminde bir hanımı şikâyet dilekçelerini ve iddiaları kabul edip dinlemeğe işgören etmişti. Gerçekten de bu kadının, her cuma günü Halife Muktedir’‘in annesinin Bağdat’ta Rusâfa mahallesinde yaptırmış olduğu türbede, sağında ve solunda fakîhler, kadılar ve devlet ricali olduğu hâlde duruşmalar düzenleme etmiş olduğu ve derhal sorun­lerin haledilerek kararların da kendisi tarafınca imzalandığı bilinmektedir. (İslam Devletlerinde Türk Naibeleri ve Kadın Hükümdarlar)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş