Eğitim

İstisna – Christian Jungersen Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İstisna – Christian Jungersen Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İstisna kimin eseri? İstisna kitabının yazarı kimdir? İstisna konusu ve anafikri nedir? İstisna kitabı ne konu alıyor? İstisna PDF indirme linki var mı? İstisna kitabının yazarı Christian Jungersen kimdir? İşte İstisna kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Christian Jungersen

Çevirmen: Nur Beier

Orijinal Adı: Undtagelsen

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları

İSBN: 9789755399348

Sayfa Sayısı: 736


İstisna Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ve artık ölmesi gerek. Fakat o ölmüyor. Kanlar akmaya devam ediyor. Sonu gelmiyor. Ve Malene tekrardan ve tekrardan bıçaklanıyor. Ve Anne-Lise’nin hayal kurgusu bir kısır döngüye dönüşüyor; saldırganın Malene’yi sazların arasından çekip çıkardığını hayal ediyor, ve onu sonrasında gene geriye çalıların arasına sürüklüyor. Ve Malene her seferinde yeni baştan pişmanlık duyuyor. Yeni baştan yalvarıyor, dövünüyor. Ve Malene yaptıklarına nedamet getirirken, Anne-Lise onun yüzünde yepyeni bir ifade belirdiğini hayal ediyor… 

Christian Jungersen Danimarka çoksatar sıralamasında tam on sekiz ay ilk sırada kalan, yirmiden fazla dile çevrilen ve oldukca sayıda ödüle kıymet görülen İstisna romanında, insanı suça sürükleyen karanlık içsel dürtülerle onları su yüzüne çıkaran dışsal dinamikleri harmanlıyor.

Kopenhag’da bir soykırım araştırmaları merkezinde çalışan dört kadının yaşamı, içlerinden ikisinin ölüm tehdidi almasıyla tamamen değişmiş olur. Kadınlar ilkin, soykırım merkezi yayınları için kaleme aldıkları yazılarda mevzu ettikleri Mirko Zigic adlı bir Sırp harp suçlusu tarafınca izlendiklerinden şüphelenir. Ancak vakalar geliştikçe, bayanların içinde evvel de yüksek olan gerilim, bu hayatta kalma ortamında giderek tırmanacak, her biri diğerinden şüphelenmeye başlayacaktır. Artık işyeri bir harp alanına dönmüş, bu kaotik ortamda her bir karı birer zanlıya dönüşmüştür. 

Bireysellikle bencilliğin birbirine karıştığı gündelik yaşamın acımasız bir eleştirisi, muhteşem bir ruhsal gerilim romanı olan İstisna’da Jungersen insan ilişkilerindeki gerilimden meydana gelen soğuk atmosferi muhteşem konu alıyor ve yaşatıyor okura. 

(Tanıtım Bülteninden)


İstisna Alıntıları – Sözleri

  • İnsanın,içinde çakan o küçücük kuşku kıvılcımını görmezden gelmesi,işte fenalık bu.Kimse kendinin fena bulunduğunu düşünmez.Fenalık böyle bir durum.İnsanin dogru olanı mı yaptıgına dair içinde uyanan o kuşku kıvılcımı,dogruyu seçmesi için elindeki tek talih.V insan bu kıvılcımı bir ihtimal iki ayda bir,o da bir ihtimal sadece on beş dakikacık hissedebiliyor,bir ihtimal daha da kısacık.
  • “Garip dünya, insanoğlunun gerçek yüzünü bu şekilde yerlerde değil ya işyerinde ya da evinde göstermesine izin var.”
  • “İnsanları yaratan rolleridir.”
  • “Alman mücrimlerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yaşamlarını izleyen araştırmacıların verileri, onların arasındaki kabahat oranının, diğerlerine kıyasla daha çok olmadığını gösterir. Yani harp zamanında, merhaba vermedi diye bir sevili çekip vuran biri, sulh zamanında tıpkı öteki insanoğlu kadar kendine hakimdir.”
  • “Sen kendinden oldukca onlar için endişeleniyorsun! Komik bulunduğunun bilincinde değil misin? Otoyolun tam ortasında, otomobil farlarının içinde korkudan nüzul olmuş tavşandan farkın yok. İğrenç bir oyuna alet edilmişsin sen!”
  • Yarbay Dave Grossman, On Killing adlı kitabında harp durumunda kurbanlarını uzak mesafeden öldüren kişiler içinde, işlediği cinayetlerden dolayı yaşamının sonraki bir safhasında travma geçiren tek bir kişiye bile rastlamadığını yazar.
    Katiller kurbanlarına yaklaştıkça onları öldürmeleri güçleșiyor. En zoruysa, kurbanıyla karşı karşıya dururken öldürmek.
    Ancak bugüne dek hiçbir hükumetin, soykırım planından, cinayetleri işletecek adam bulamadı diye vazgeçmiş olduğu asla görülmemiş.
  • “İşimize yarayacaksa düşüncelerimizi de anılarımızı da çarpıtabiliyoruz. Duyusal algılarımız da güvenilir değil, onları da istediğimiz benzer biçimde yamultabiliyoruz.”
  • Ancak bugüne dek hiçbir hükümetin ,soykırım planından cinayetleri işleyecek adam bulunamadı diye vazgeçmiş olduğu asla görülmemiş
  • “Bu sebeple uzlaşma sürecine çekingen yaklaşan çoğu kez kuvvetli olan taraftır.”
  • “Katiller kurbanlarına yaklaştıkça, onları öldürmeleri güçleşiyor.”


İstisna İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Istisna,soykırım araştırma merkezinde çalışan dört kadının yaşamı ve iş yerinde birbirleriyle zıtlaşıp çekişme halinde olmalarını özetleyen ruhsal gerilim türündeki 736 sayfalık kitap.
Kitabın ilk yarısı (kim bilir tamamı) icin beklentimi karşılamadı diyebilirim. Kitap ilk başta hacmiyle,ismiyle ve kapak tasarımıyla ilgimi cekmişti.Ama genel olarak iş yerinde birbiriyle kavgalı,birbirinin ayağını kaydırmaya çalısan dört kadının ruhsal halleri fazlasıyla uzatmaları oynamış bence. Ortalara gelip ‘Kötülüğün Psikolojisi’ adlı bölüme erişince birazcık daha ilgim artti kitaba.Soykırim araştırmalarına dair bilgiler ve denekler üstüne meydana getirilen toplumsal ruhsal veriler ayri bir guzellik olusturmus kitapta.Insanların düzgüsel yaşantılarinda suc işleme potansiyeli olmadıgı halde cemiyet otoritesi olunca farkli davranıslara sürüklenebilecegini gözler onune seriyor bu kısımlar.Sertlik ve fenalık eylemleri yalnizca benligi görüntülemekle kalmıyor,yeni bir kişilik de olusturmakta,gurup psikolojisi kısaca çevre baskısı ,tabanca arkadaslarını yarı yolda bırakmamaya zorunlu hissetme,okuyucuyu aydınlatan ve kitabın genelini(dört kadının davranıslarını) anlamamızı saglayan teorilerdir.
Bölünmüş kişilik bozuklugu üstüne de okuyucular kafa yoracaktır inanırım.Okurken acaba bu durum hangi hanımda var diye sorguladim durdum ve ruhsal gerilim diye adlandirilan bu kitapta evet son 100 sayfa kadarı hakkaten gerdi final iyiydi.incelememin sonuna gelmeden okumak isteyenler icin ozellikle belirtmeliyim ki çevirmenin “uyardım mıydı,düşünmedim miydim,dolanmadım mıydı,yaptım mıydı vs.”benzer biçimde yuklemleri okurken fazlasıyla dikkatimi dagıtti.Danca dan cevrilmiş bu kitabin cevirmenligini meydana getiren Nur Beier ne kadar turkceye hakim düşundürücü.Kitapla ve sevgiyle kaliniz. (Nilgün)

“Kötülüğün Sıradanlığı”: Dün gece kitabı bitirdiğimden beri olan biteni algılamaya çalışmakla beraber yazacağım incelemeyi düşünüyorum. Ne desem, iyi mi anlatsam bu kitabı diye… Kendimi bir şeyler yazmak zorunda hissettim zira bu kitap sitede bu şekilde boş kalmamalıydı… Şuan ne yazacağım ortaya ne çıkacak emin olun ben de bilmiyorum. O denli oldukca fikir var ki aklımda, hepsi karman çorman…
Altı günüm İstisna’yla beraber geçti. Altı gündür Iben’le Malene’le Anne-Lise’le ve birazcık yabancılık çeksem de Camilla’yla beraber yaşıyorum. Bu karakterler o denli canlı ki şuan ben bu yazıyı yazarken onları karşımda hayal edebiliyorum. Malene onun hakkında yazacaklarıma karşı tahammülsüz ve memnuniyetsiz, Anne-Lise daha yumuşak fakat tedbiri elden bırakmıyor asla, Camilla ise tedirginliğini kendine biçtiği görevi oynayarak saklamaya çalışıyor. Iben… Iben beni izliyor, inceliyor; bir psikolog edasıyla. Kafasında benim ihtimaller içinde kötülüğümü tartıyor. Hepimizin içinde olan o basit kötülüğü düşünüyor…
Evet, kitabın konusu Danimarka’da Soykırım Araştırmaları Merkezi’nde çalışan bu dört kadının çevresinde gelişiyor. Kitap başlangıçta iki ayrı çizgide aşama kaydediyor; soykırımın tarihsel, ruhsal, toplumsal araştırmaları ve bu dört hanım arasındaki gerilimli ilişki. Fakat sonrasında bu iki çizginin iyi mi birleştiğine şaşkınlıkla ve hayranlıkla tanık oluyorsunuz.
Bu iki çizgiyi birleştiren şey ise fenalık. İnsanın kötülüğü… İnsan kötülüğünün sıradanlığı.
İki yıl ilkin Sosyal Psikoloji dersi aldığımda derse fanatik kalmıştım. Kitapta geçen deneyler, teoriler, yaklaşımlar, ruhsal yönelimler de beni gene iki yıl önceki toplumsal psikoloji sınıfıma götürdü. Bu kez zekice bir kurguya yedirilmiş halde, daha bir keyif alarak okudum hepsini… Ve üzerine bir sürü yeni şey de öğrendim.
Kitap birçok şeyden bahsediyor… Nazilere meydana getirilen zeka testleri, yaşanmış olan vakalar, yazılan makaleler, meydana getirilen araştırmalar, otoriteye itaat deneyi (Milgram), toplumsal roller deneyi (Stanford Hapishane Deneyi), kognitif ahenksizlik, toplumsal baskının tesiri; soykırımlardan ilkin ve sonrasında, katiller ve kurbanların toplumsal yaşamları…
Aslında tüm bu bilgilerin bir amacı var. Bunlar gösteriyor ki o soykırım meydana getiren insanların bizlerden bir farkı yok. Belli durumlara ve düşüncelere maruz kalmış insanların, kendilerine “biz ve onlar” şeklinde gruplar oluşturup, eylemlerini haklı çıkaracak gerekçeler bularak oluşturdukları rollere kendilerini kaptırmalarıyla oluyor aslen her şey. Ve işte burada can alıcı soruyla karşılaşıyoruz: Bizi o insanlardan değişik meydana getiren ne sahi? Biz aynı durumda olsak, onların yaptığını yapmayacağımızın garantisi ne?
Ve görüyoruz.
Bayağı bir ofiste iyi mi bir toplumsal savaşın patlak verdiğini, dört kadının düşüncelerinin iyi mi biçim değiştirdiğini görüyoruz. Yapmam dedikleri şeyleri iyi mi yaptıklarını, seviyorum dediklerine iyi mi ihanet ettiklerini, dürüstüm dediklerine iyi mi yalan söylediklerini görüyoruz. Küçücük bir ofiste oluşturulan “biz ve onlar” şeklindeki grupları okuyoruz. Diğeri olmanın mübah kıldığı kötülüğü okuyoruz. Acımazlığın, yalanın; düşünceler çarpıtılarak iyi mi normalleştiğini okuyoruz.
Geriliyoruz. Gerim gerim geriliyoruz.
İnsanın içindeki o kötüye inanıyoruz. Her insan, potansiyel bir fena artık gözümüzde… Sadece fena olmak için belirli şartların oluşmasını bekliyor. Fenalık hamurunda yoğrulmuşuz biz. İflah olmayız.
Karamsarlaşıyoruz. Kendi hayatımızı sorguluyoruz; dışlanmışlıklarımızı, haksızlıklarımızı, söylenen yalanları, atılan kazıkları düşünüyoruz… Sonra ise kendi çarpıtılmış kişiliğimizi düşünüyoruz. Ben neler yaptım, fark etmeden? Hangi kötülükleri mübah kıldım kendime karşımdaki ‘öteki’yi düşünerek?
Ben de aslen bir kötüyüm içten içe… Sonra gene… Soykırım zamanında bir Alman olsaydım eğer, ne yapardım, ben de mi katili olurdum onca insanoğlunun? Bir kural dışı olabilecek yapıya haiz miyim ben? İçimdeki kötülüğün bir sınırı var mı?
Fakat içiniz bulanıyor bir yerden sonrasında “Yeter!” demek istiyorsunuz. Kendinize bu denli hakim olamamak, doğanıza bu denli söz geçirememek ihtimali dört duvarlı bir hücreye tıkıyor sanki sizi. İradenizin bir asla bulunduğunu düşünmek, iyiliğin bir tek seçimlerle oluşan bir yanılsama bulunduğunu düşünmek; o hücrenin karanlığında, aydınlık umutlarınızı yitirmek benzer biçimde bir şey. Buna hangi insan katlanabilir ki? Devamlı içindeki kötüye yenileceğini düşünen bir insan yaşamına neye tutunarak devam edebilir? Hiç mi istisnası olmaz?
Siz? Bir kural dışı olması imkansız mısınız?
Burada aklıma gene Sosyal Psikolojiden aşina olduğum Self Fullfilling Prophecy (Beklenti Etkisi olarak da geçiyor) geliyor. Bu özetlemek gerekirse kafanızda kurduğunuz düşünceyi şuursuzca ve bilincinde olmadan gerçekleştirmenize yol açıyor. “Kendini gerçekleştiren kehanet” de diyorlar, “Pygmalion Etkisi” de… Yani kötülüğün kaçınılmaz bulunduğunu düşünmek, sizin davranışlarınızı istemsizce etkileyecek, sonunda her şey kötülüğe vardığında da “ben demiştim” diyebileceksiniz. Bunun oldukca daha rahat örnekleri bulunabilir. Fakat demek istediğim nokta, niçin kendini gerçekleştiren kehanetimizi hep fenalık üstüne kurma eğilimimiz var? Bu bizim tarihten ders çıkarmamız mı? Yoksa kehanetimiz mi? Açıkçası ben bilmiyorum. Ama iyiliğin bu kadar olanaksız bulunduğunu düşünerek yaşayamayacağımı biliyorum. O yüzden tüm karamsarlığıma karşın kehanetimi iyilikten yana kullanmak isterim. Aklımdaki tüm fena, egoist, tarafgir, umutsuz düşüncelere karşın. Dört duvarlı hücreme bir pencere açmak isterim, nefes alabileceğim, bir nebze ışığı görebileceğim….
Kitap da bir yerde bunu yapıyor. İyilik denen olguyu başıboş bırakmıyor. Bir olasılık veriyor ona, kırılgan, narin, kırılgan ve tümüyle beklenmedik bir yapı…
Bu sırada dört hanım arasındaki ilişki ve gerilim öyleki hal almış ki hem her şeye inanıp hem de her olanı inkar edecek hale geliyorsunuz. Aksiyon artıyor, koşuşturmaca başlıyor, gidişat artıyor, bir şeyler ortaya çıkıyor, bir şeyler yok oluyor, sayfalar hızla çevriliyor, ortam duruluyor, sayfalar ağırlaşıyor, etrafta kötülüğün sıradanlığı ve iyiliğin ihtimalleriyle dolu bir sessizlik var… Ve kitap bitiyor.
Kitabın kapağı kapandıktan sonrasında kafanızdaki iyilik ve fenalık terimi karman çorman olmuş bir şekilde kalıyorsunuz…
Ben kitabı hakkaten oldukca beğendim, uzun bir süre de aklımdan çıkacağını sanmıyorum. Yazara da fanatik kaldığımı söylemeden geçemeyeceğim, kendisi sosyoloji ve kontakt bölümlerinde çalışmış bu mevzuda altyapısı olan bir insan. Fakat dört bayanı –hem de bir adam olarak- yedi yüz küsur sayfa süresince bu denli derin, canlı ve etkisinde bırakan anlatmak ve bu hususi ilişkiyi, genel ve kitlesel bir yıkımla bağdaştırmak bence apayrı bir şey.
İyi ki okudum söylediğim bir kitap oldu; gerek sorgulamalarıyla, gerek kurgusuyla, gerek edindiğim bilgilerle… İçtenlikle ve şiddetle tavsiye ederim, iyi okumalar 🙂
Ve son olarak rock_sema , iyi ki bu kitabı akışta görmüşsün de beraber okumuşuz. Sayende oldukca daha keyifli bir okuma oldu benim için :)) (İclâl)

Ying yang!: Kitap bittiğinden beri kaç kez oturdum başına araştırma yazmak amacıyla… Kaç kez yine yine sayfaları çevirip göz attım işaretlediğim bölgelere… Olmuyor dedim yazamayacağım hiçbir şey çıkmayacak yapamıyorum. Oysa ki yazmalıyım. Bilinsin azca da olsa okumak isteyenler olsun. Sonunda bir halde cümleler çıkmaya başladı işte… Bu şekilde bir yapıta araştırma yazacak kabiliyetim kesinlikle yok. Neden mi? İçinde romanla birlikte o denli oldukca data var ki… Geçmişten günümüze gelen hepimizin bilmiş olduğu insan kıyımları var. Soykırımlar işkenceler… Peki ya o caniler o insanlara işkence edenler mi fena hakkaten yoksa sen mi kötüsün? Evet evet sen! Normal görünen hatta bir melek olan sen! Sen kötüsün insan!
Bunu sorguluyor işte kitap. Bunu kanıtları ile tek tek seriyor önümüze. İyi ile fena kavramları birbirine geçiyor. Haliyle kafa da birbirine dolaşıyor. Tamam duruyorum birazcık! Nefes alıyoruz. Yazardan bahsedeyim birazcık:
Danimarkalı olan yazar, kontakt ve sosyoloji alanında yüksek lisans yapmış. Bununla kalan birisi değil fakat. O şekilde oldukca data birimine haiz ki. Bunu kitapta bulunan bazı kuramsal bölümlerde kendisi bizlere gösteriyor. Kitapta yer edinen en mühim konulardan birisi, insanoğlunun emek harcama arkadaşları tarafınca uğramış olduğu ruhsal baskı ile beraber rahatsızlık… Bu mevzu yazarın bir dönem çalmış olduğu iş yerinde yaşamış olduğu sorunlardan birisi… O dönem oldukca aşırı baskı yaşamadığını söylese bile derinden iz bıraktığı belli baskıların. Bu sebeple kitaptaki karakterle öyleki bütünleşmiş ki… Gerçi yazarın şu şekilde bir cümlesine de denk geldim:
“Bu, hayatımın en mutsuz ve en yaratıcı şekilde engellendiği bir dönemdi”
Nedir bu baskılar?
Senin benzer biçimde olmadığını gördüğün insanı dışlama. En temel şey bu… İşin acı yanı ise bunun bilincinde olmama… Karşındakine yükleme bu durumu. “Sorunlu olan o! Hasta olan o! Psikolojisi bozuk olan o!”
İlk işe başladığım süre 19 yaşındaydım. Bu dönemlerde benden minimum on yaş büyük insanoğlu tarafınca meğer bu tarz şeyleri yaşamışım. Bu kitapta bunu öğrendim. Elbette onların bana fena davrandığını biliyordum. Ancak bunun bu kadar net bir durum bulunduğunu ve rahatsızlık boyutunda bulunduğunu bilmiyordum. O günlerde sakindim çekingendim. Şimdi içimde yatan tahammülsüz bir canavar var. Bu canavar ile genel anlamda iş yerimde karşılaşıyor olmak tam da bu baskının sonucunda olan bir şey değil midir? Çocukken hep sessiz içe kapanık diye yakınma edilirdim aileme. Oysa şimdi… Pek sevilen birisi değilim emek harcama yaşamında. Bununla yüzleşiyor olmak emin olun kolay bir şey değil. Üstelik bunun ana kaynağını yeni yeni benimserken…
Biraz da soykırımlara dönelim. Ruslar,Almanlar, Yahudiler, Sırplar, Boşnaklar, Afrikadakiler… Binlerce var kim bilir. Ha hepimizin rahatsız olacağı biz de varız elbet. Her ne kadar biz soykırım bulunduğunu kabul etmesek de yabancılar bilhassa de Danimarka’yı biliyorsunuz ki. Bunların bir önemi yok fakat kitapta. Asıl soykırım beklenen/ihtimaller içinde olanlarda, askerlerde, savaşlarda değil zira. Asıl soykırım aramızdaki insanlarda…
Sosyal baskı ile oluşan fenalık… Herkes yapmış oldu diye meydana getirilen koyun olma durumu kısaca. Sokakta gördüğümüz evsize fena davranma örnek olarak. Ya da Suriyeli olduğundan insanlara iğrenç bir varlık benzer biçimde davranma. Ne kadar aşağılık olduğumuzu farkettiniz mi? Bizimki ruhsal canilik… Nelere sebebiyet verdiğini düşündünüz mü? Hiç sanmıyorum. Bu kitapta onu düşünmeye bile gerek yok. Suratına vura vura gösteriyor zira… Birine olan davranışlar, kafada kurulan saçma sapan teoriler ile beraber ortaya çıkan olmayan bir şeyi oluyor benzer biçimde düşünerek hareket edip insanı hasta etmek… Hasta kim düzgüsel kim? Bu probleminin cevabı kitap bitse de netlik kazanmadı…
Kitapta Fenalık Psikolojisi başlığı altında birçok güzel data var. Bunlar insanoğlunun neler yapabileceğini ve altta yatan sebepleri konu alıyor. Bilinen Miligram Deneyi’de anlatılmış. Bilmeyenler için açıklayıcı ve oldukca güzel bir video da var araştırırken denk geldiğim:

Peki ne konu alıyor bu gözlem? Tıpkı geçmişte muharebede öldürmek zorunda bulunduğunu düşünen askerler benzer biçimde “yapmak zorunluluğu” psikolojisi… Otoriteye itaat etmek, kendini bu şekilde rahatlatmak… Birileri istedi diye, otorite istedi diye fenalık yapmak ve bunu mecburi yaptığını varsayarak kendi özünün, benliğinin ya da adına her ne derseniz dışına çıkmak… Hepimiz yapıyoruz. Toplum istedi diye başka başka kimliklere bürünüyoruz. O toplumda olduğumuz için bizlere benzemeyen kişileri ise dışlamakla kalmayıp ona baskı uyguluyor ve içinde kin ve nefret tohumu ekiyoruz. Ortaya psikopat katiller, cani varlıklar çıkarıyoruz. Sonra ise suçu gene başkasına atıyoruz. Annesine babasına çevresine ya da akıl sağlığına… Oysa ki o aklı yok eden kim? Alttaki sebep bu işte. Biziz!
Bunların bilincinde değiliz işte en acısı bu. Yaptığımızı normalleştirdiğimiz için aslolan gerçeği farkedemiyoruz. Baştan aşağı hastayız aslen…
Bakalım yazar ne demiş ropörtajlardan birinde:
“Bir şekilde bilgisayarlar gibiyiz. Bazılarımız hayatımız boyunca aynı program üzerinde çalışıyor ve asla başka programları başlatan durumlara zorlanmıyoruz. Fakat bir noktada veya diğerinde, çoğumuz, hayal edebileceğimizden daha acımasız davranma deneyimine sahibiz. Bilinmeyen bir programla sonuçlanıyoruz çünkü savaştayız ya da boşanmak üzereyiz ya da işyerimizde bir tür adaletsizliğe maruz kaldık. ”
İşte bu şekilde bocalayacak durumlar olduğu süre programda “ERROR” yazısı çıkıyor sanki… Böylelikle her şey yolundan çıkıyor. Bir kere de çıktık mı da geri dönüşü olmuyor. Tıpkı bir domino taşı tesiri ile sonuca kadar birbiri ardına geliyor. Sonucun ne olduğu kişinin karakteri, çevresel etmenler vs. yanı sıra en çok da fazla farkındalık ile ilgili. Ne olduğumuzu neler yaptığımızı farkedip bu farkındalığı korumak. Yapılacak en mühim şey bu.
Kitapla ilgili yazarın bir öteki yorumuna bakalım:
“Gerçekte, fenalık, sizin ve benim benzer biçimde insanoğlu tarafınca, doğru şeyi yaptığımızı ve yaptığımız işin tamamen makul bulunduğunu düşünen insanoğlu tarafınca yapılır. Dört hanımla ilgili bu hikayeyle, hepimizin fenalık etmesini mümkün kılan ve gene de kendimizi olmadığımıza ikna eden kişisel aldatmacayı göstermek isterim.”
İşte kitapta en oldukca ‘yuh artık, hadi be!’ dedirten vaka bu. Olaylar durağan ve bayanlar arası çekememezlik benzer biçimde bir durumdan sıyrılarak karmakarışık bir hal alıyor. Üstelik karakterlerin birbirini aldatmasının yanında kendilerini aldatmasını sanki yanı başımızda yaşıyormuşcasına beynimize sokuyor. Sanki her karakteri tanıyor gibiyiz. Her gün karşılaştığımız insanoğlu hepsi. Bu yüzden bu kadar etkileyicidir diye düşünüyorum. İnsanı bir paranoyaya sokuyorken bir taraftan da “Hayır paranoyak olmamalıyım. Baksana paranoyak olunca neler oluyormuş ayol!” dedirtip iyice karakter ile bütünleştiriyor. Kitabın sonuna dek nefret ettiğim karakter ise sonunda o denli nefret edilecek biri değilmiş. İnsan kimden nefret edeceğini kimi haklı bulacağını şaşırır. Suçlular suçsuz suçsuzlar suçlu. Ying yang benzer biçimde sanki… İyi kim fena kim? Herkesin içinde bir fenalık var…Hayatta da buna benzer şeyler oldukca maalesef…
Toparlarsam açık ve net: Okuyun!:) Psikoloji, gerilim, sosyoloji, tarih, polisiye… Ne ararsan var diyebilirim.
lalcivert e ise en oldukca benim teşekkür etmem lazım. Aylar ilkin listesine almış olduğu bu kitabın rengini görünce heralde mor hastalığım sebebiyle beraber okumayı kararlaştırdık. İyiki de yapmışız.:)
Sevgiler ve saygılar ile…
Dip notlar: Yazarın kendi sitesinden faydalandım yazarın kendi cümleleri olan kısımlarda
http://www.christianjungersen.com (Esther. Sema)


İstisna PDF indirme linki var mı?


Christian Jungersen – İstisna kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de İstisna PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Christian Jungersen Kimdir?

Danimarkalı yazar Christian Jungersen 10 Temmuz 1962 senesinde Kopenhag’da dünyaya geldi. İletişim eğitimini ve sosyoloji yüksek lisansını Roskilde Universitesi’nde bitirdikten sonrasında –asla biri sahnelenmeyen– senaryolar yazdı, metin yazarı, TV senaryo danışmanı ve film öğretmenliği benzer biçimde işlerde çalıştı.

İlk romanı Undergrowth (1999) eleştirmenler tarafınca beğenilmekle kalmadı, Danimarka En İyi İlk Roman ödülüne de kıymet görüldü ve ulusal oldukca satanlar listesine girdi. Başarısı Jungersen’e Danimarka Sanat Vakfı’nın verdiği üç senelik yazarlık bursunu da kazandırmıştı. Böylece ona büyük bir başarı getiren ikinci romanı İstisna’ya başladı. İstisna 2004 Ekim ayında yayınlanmasından sonrasında, Danimarka oldukca satanlar sıralamasında tam 18 ay ilk sırada kalmış olarak başka hiçbir romanın erişemediği bir başarıyı elde etti. Yirmiden fazla dile çevrildi, oldukca sayıda ödülün sahibi oldu. Son romanı You Disappear (2012) ile başarısını sürdüren Jungersen halen Akdeniz’de, Malta adasında yaşıyor.


Christian Jungersen Kitapları – Eserleri

  • İstisna
  • Kayboluyorsun
  • Çalılık


Christian Jungersen Alıntıları – Sözleri

  • “İşimize yarayacaksa düşüncelerimizi de anılarımızı da çarpıtabiliyoruz. Duyusal algılarımız da güvenilir değil, onları da istediğimiz benzer biçimde yamultabiliyoruz.” (İstisna)
  • …”Zorda olan 1çocuğa destek olmak, insanoğlunun hayatta yapabileceği en anlamlı vazife”… (Kayboluyorsun)
  • “Alman mücrimlerin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yaşamlarını izleyen araştırmacıların verileri, onların arasındaki kabahat oranının, diğerlerine kıyasla daha çok olmadığını gösterir. Yani harp zamanında, merhaba vermedi diye bir sevili çekip vuran biri, sulh zamanında tıpkı öteki insanoğlu kadar kendine hakimdir.” (İstisna)
  • Yarbay Dave Grossman, On Killing adlı kitabında harp durumunda kurbanlarını uzak mesafeden öldüren kişiler içinde, işlediği cinayetlerden dolayı yaşamının sonraki bir safhasında travma geçiren tek bir kişiye bile rastlamadığını yazar.
    Katiller kurbanlarına yaklaştıkça onları öldürmeleri güçleșiyor. En zoruysa, kurbanıyla karşı karşıya dururken öldürmek.
    Ancak bugüne dek hiçbir hükumetin, soykırım planından, cinayetleri işletecek adam bulamadı diye vazgeçmiş olduğu asla görülmemiş. (İstisna)
  • “Bu sebeple uzlaşma sürecine çekingen yaklaşan çoğu kez kuvvetli olan taraftır.” (İstisna)
  • “İnsanları yaratan rolleridir.” (İstisna)
  • “İnsanın en iyi dostları aslında birlikte susabildikleri kişilerdir.” (Kayboluyorsun)
  • …sana ne yapacağını karar verdiren şey düşüncelerin değil.
    İçgüdülerin… (Kayboluyorsun)
  • …”Sevgi noksanlığı, kimi olsa çıldırtır.”… (Kayboluyorsun)
  • İnsanın,içinde çakan o küçücük kuşku kıvılcımını görmezden gelmesi,işte fenalık bu.Kimse kendinin fena bulunduğunu düşünmez.Fenalık böyle bir durum.İnsanin dogru olanı mı yaptıgına dair içinde uyanan o kuşku kıvılcımı,dogruyu seçmesi için elindeki tek talih.V insan bu kıvılcımı bir ihtimal iki ayda bir,o da bir ihtimal sadece on beş dakikacık hissedebiliyor,bir ihtimal daha da kısacık. (İstisna)
  • …”İnsan ruhu ne doğar ne de yaratılır, o–maddeden ve evrenin oluşumundan bağımsız olarak– ezelden beri hep var olmuştur.”… (Kayboluyorsun)
  • “Sen sadece titreşen atomlardan ibaretsin. Yaptığın her şey, doğanın milyarlarca yıl önce başlattığı süreçlerden başla bir şey değil, şimdi aldığın her karar daha o zamandan biliniyordu.” (Kayboluyorsun)
  • …”Nasıl yapıyorsan yapıyorsun, bizlere yaptırmak istediğin şeyi bizzat bizim sana önermemizi sağlıyorsun”… (Kayboluyorsun)
  • …Nitekim şimdi mutluyum. Ve şimdi mutlu olabiliyorsam, başka süre da mutlu olabilirim ve o süre da hiç1şey olanaksız değildir… (Kayboluyorsun)
  • Ancak bugüne dek hiçbir hükümetin ,soykırım planından cinayetleri işleyecek adam bulunamadı diye vazgeçmiş olduğu asla görülmemiş (İstisna)
  • …”Arkadaşlarımdan yine yine aynı şeyi duyuyordum, 1erkeği hiç1zaman değiştiremezdin.”… :-))) (Kayboluyorsun)
  • “Garip dünya, insanoğlunun gerçek yüzünü bu şekilde yerlerde değil ya işyerinde ya da evinde göstermesine izin var.” (İstisna)
  • “Sen kendinden oldukca onlar için endişeleniyorsun! Komik bulunduğunun bilincinde değil misin? Otoyolun tam ortasında, otomobil farlarının içinde korkudan nüzul olmuş tavşandan farkın yok. İğrenç bir oyuna alet edilmişsin sen!” (İstisna)
  • “Bu adamın o kadar silik, kişiliksiz bir tipi var ki, adeta insanın gözüne batıyor.” (Kayboluyorsun)
  • “Katiller kurbanlarına yaklaştıkça, onları öldürmeleri güçleşiyor.” (İstisna)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş