Karacaoğlan kimdir, hayatı ve tüm şiirleri eserleri
Karacaoğlanın Yaşamı ve Şiirleri
Türk cemiyet şairi. Etkileyici bir dil ve duygu kâinatı kurduğu şiirleriyle Türk cemiyet şiiri geleneğinde çığır açmıştır.
1606′ doğduğu, 1679’da ya da 1689’da can verdiği sanılmaktadır. Hayatı üzerine kati data yoktur. Bugüne değin meydana getirilen çözümleme ve araştırmalara bakılırsa XVII.yy’da yaşamıştır.
Kimileri Kozan Dağı yakınındaki Bahçe kazasının Varsak (Farsak) köyünde doğduğunu açıklarlar. Gaziantep’in Barak Türkmenleri de, Kilis’in Musabeyli bucağında yaşayan Çavuşlu Türkmenleri de onu kendi aşiretlerinden sayarlar. Bir başka dedikoduya bakılırsa Kozan’a bağlı Feke kazasının Gökçe köyündendir. Anadolu’da yaşayan Karakeçili aşireti onu kendinden sayar. Mersin’in Silifke, Mut, Gülnar ilçelerinin köylerinde, o yöreden olduğu ileri sürülür. Bir menkıbeye bakılırsa de Belgradlı olduğu söylenir.
Ismi bazı kaynaklarda Simayil, kendi şiirlerinden kimisinde ise Halil ve Hasan olarak geçer. Akşehirli Hoca Hamdi Efendi’nin hatıralarına bakılırsa Karacaoğlan öksüz gelişti. Çirkin bir kızla evlendirilmek, babası benzer biçimde yaşam boyu askere alınmak fobisi ve o sıralarda Çukurova’da derebeyi olan Kozanoğulları ile arasının açılması neticeyi genç yaşta gurbete çıktı. İki kız kardeşini de yanında ***ürdüğünü, Bursa’ya, hatta İstanbul’a gittiğini belirten şiirleri vardır.
Anadolu’nun çeşitli illerini gezdiği, Rumeli’ye geçmiş olduğu, Mısır ve Trablus’a gittiği de sanılıyor. Hayatının büyük bir kısmını Çukurova, Maraş, Gaziantep yörelerinde geçirdi. Doğum yeri benzer biçimde, vefat yeri de kati olarak öğren. Şiirlerinden, oldukca uzun yaşamış olduğu anlaşılmaktadır. Hoca Hamdi Efendi’nin hatıralarına bakılırsa Maraş’taki Cezel Yaylası’nda doksan altı yaşlarında can vermiştir. En son emarelere bakılırsa ise kabrinin İçel’in Mut kazasının Çukur köyündeki Karacaoğlan Tepesi denilen yerde olduğu sanılmaktadır.
Karacaoğlan, Osmanlı Devleti’nin tutumsal depresyonlar ve iç karmaşıklıklar içinde bulunmuş olduğu bir çağda yaşamıştır.
Güneydoğu Anadolu, Çukurova, Toroslar ve Gavurdağları yörelerinde yaşayan Türkmen aşiretlerinin yaşayış, dinleyiş ve düşünüş özellikleri, onun şahsiyeti ile birleşerek âşık edebiyatına tertemiz bir açıklayış getirir. Anadolu milletinin XVII.yy’da sürüklediği acılar, göçebe yaşantısının yoklukları, çileleri, naçarlıkları, şiirinde yer almaz. Şiirlerindeki insana dönüklüğünün özünde aşikar olan tema doğa ve aşktır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi, vefat ise şiirinin bu tamsallığı içinde beliren başka temalardır.
Düşündüklerini açık, anlaşılır bir üslupla ortaya koyar. Acı, ayrılık, vefat temalarını işlediği şiirlerinde de bu özelliği göze çarpar. Düşten oldukca reele dayanır. Çıkış noktası yaşanmışlıktır. Ona bakılırsa, fert yaşamış olduğu sürece yaşamdan alabileceklerini almalı, gönlünü dilediğince eğlendirmelidir. Hayata keyfinin deposu hoşa, sevgiliye ve tabiata olan tutkunluğudur. Hoşları, cesurları metheder, tasa ortağı bilmiş olduğu dağlara seslenir. Lirik açıklayışının özünde, milletinin dinleyiş ve düşünüş özellikleri bakılır.
Yaşadığı, gezip bakmış olduğu yörelerin doğasını şatafatlı bir halde dile getirir. Arkadaş, kardeş bilmiş olduğu, sevgilisiyle eş bakmış olduğu, iç içe yaşamış olduğu bu doğa, onun için yalnızca bir mekan olmaktan ötedir. Şiirinin başka ehemmiyetli bir teması olan aşkın varoluşu, tabiattaki benzetmelerle hoşlaşır. Onunla yaşanmış olan keyif, onun getirmiş olduğu acı doğa ile paylaşılır. Sevgili, şiirinde tabiatın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiirlerinde yer yer sıla özlemi ve vefat temasına da tesadüfülür.
Ölüm de, ayrılık ve muhtaçlıkla eş yakaladığı bir tasadır. (Tabiat) temasının yanı sıra şirinin hakikat odak noktasını oluşturan aşk/sevgili terimini, âşık şiirinin geleneksel kalıpları haricinde bir açıklayışla ele alır. Onun için sevgili, düşlenen, bin bir hayal ile var edilen, erişilmezliğin umutsuzluğuyla ismine türküler yakılan bir varlık değildir; doğa ve insan ilişkileri içindedir. Onu, yaşamdan ve bu ilişkilerden soyutlamadan verir. İlk kere onun şiirinde sevgililerin adları söylenir: Elif, Anşa, Zeynep, Serbesti, Döndü, Döne, Esma, Emine, Hatice…Karacaoğlan bunların bazısına bir pınar başlangıcında su doldururken, bazısına helkeleri omuzunda suya giderken, bazısına de yayık yayıp halı dokurken bakıp bir yerinizi incitilmiştir.
Uçarılık, onun duygu dünyasının şiirsel açıklayışına yansıyan en belirgin yanıdır. Erotizm, şiirine beğenmek ve sevişmek olgusuyla yansır. Kanlı-canlı sevgili, cinsellik motifleriyle daha da aşikarlaşır, şiirinde etkisi altına alan bir halde yer eder. Onun sevgiye ve bayana görüş açısı, âşık şiirine yenilik getirir ve bu anane içinde etkisi altına alan bir özellik taşır. Yaradan terimi ve din teması şiirinde ehemmiyetlice bir yer yakala dahi, bu mevzudaki yaklaşımıyla da kendi şiir geleneğine tekrardan değişik bir görüş açısı getirmiş ve sonraki kuşaklar üstünde etkisi altına alan yönlendirici olmuştur.
Karacaoğlan, yaşamış olduğu çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve miktar bakımından Divan Edebiyatı’nın ve dergah şiirinin tesirinden uzak kalmıştır.
Kullandığı Arapça ve Farsça kelimelerin rakamı azdır. Bölgesel kelimeleri ise yoğun bir halde kullanır. Tabirler ve benzetmelerle millet şiirinde kendine özgü bir şiir kâinatı kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu kelimelerin bir çoğunu millet dilinde yaşayan şekliyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır. Karacaoğlan, millet şiirinin geleneksel yarım kafiye kumpasını ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece miktarının 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır.
Mecaz ve mazmûnlara çokça müracaat etmesi, söyleyişini tesirli kılan ehemmiyetli öğelerdir. Şiirsel açıklayışının ehemmiyetli bir özelliği de, millet şiiri eşeysel olan engel açıklamaya yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri içinde ehemmiyetlice yer meblağ. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir halde, içli ve özlü bir açıklayış birliği kurmuştur. Pir Sultan Abdal, Âşık Acayip, Köroğlu, Yetim Dede, Kul Mehmet’ten etkilenmiş; şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri benzer biçimde moderni şairleri olmasıyla birlikte XVIII.şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı, XIX. yy. şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşil Abdal’ı etkilemiştir. Daha sonrasında da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer ve Cahit Külebi Karacaoğlan’dan esinlenmişlerdir. Şiirleri 1920’den beri araştırılan, derlenip piyasaya çıkan Karacaoğlan’ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üstünde şiiri geçmiştir.
KARACAOĞLAN TÜM ŞİİRLERİ VE ESERLERİ
ANNACINA ALMIŞ KOCA BERİD’İ
Annacına almış koca Berid’i
Farıdı da deli gönlüm farıdı
Hazret Nuh’tan beri kimler var idi
Nuh’un tufanını bilin mi meşe
Anacına almış koca ardıcı
Başına yağar da boranla gıcı
Gittin Kâbe’ye de oldun mu hacı
Ol Beyt-Şerif’e yüz sürdün mü meşe
Şu meşenin bin incecik yolu var
Sayamadım yüz bin türlü dalı var
Şu dünyanın yüz bin türlü hali var
Şu dünyanın halinden bilin mi meşe
Karac’oğlan der, bu da bu şekilde olsun
Başındaki kuru dalın göğersin
Senin bahşışını Bertiz’li versin
Ol Bertiz’in halini da bilin mi meşe
BAĞLANDI YOLLARIM, KALDIM ÇARESİZ
Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayrı dünya bana aralandı, gel
Derildi dertlerim, artsız arasız
Üst üste dizildi, sıralandı gel
Yârı görse idim haftada, ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum yarar
Azrail göğsümde, canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı, gel
Karac’oğlan der ki, başa yazıldı
Gözüm yaşı Ceyhun oldu, süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarım üstü kar’alandı, gel
BANA KARA DİYEN DİLBER
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Güzel, ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü, güzel, göreyim
Zülüfün kara değil mi
Boyun uzun, belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi
Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi
Beni kara diye yerme
Mevlâ’m yaratmış, hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir, kara değil mi
Hind’den, Yemen’den çekilir
İner Bağdad’a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi
Göllerde kuğular olur
Göğüs ak, kara benlidir
Mısır’da oldukca varlıklı vardır
Kölesi kara değil mi
Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arab beyinin
Çadırı kara değil mi
İller de konup göçerler
Lâle sünbülü biçerler
Ağalar, beyler içerler
Kahve de kara değil mi
Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sünbül de kara değil mi
Karac’oğlan der, inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donlu Beytullah
Örtüsü kara değil mi
BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karac’oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
BİR YİĞİT GURBETE GİTSE
Bir yiğit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Merdin sılayı andıkça
Yaş, gözüne dolar gelir
Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrusun aldıran kuşlar
Yuvasına döner gelir
Kocadım çekemem nazı
Bağrıma dökemem közü
Yârin bana fena sözü
Kara bağrım deler gelir
Evlerinin önü söğüt
Atalardan kalmış nasihat
Yârinden ayrılan yiğit
Sılasına döner gelir
Yaşa Karac’oğlan yaşa
Ben söylerim coşa coşa
İş fikir acayip başa
Düşünerek gider gelir
BİTTİ M’OLA, ŞAM İLİNİN HURMASI
Bitti m’ola, Şam ilinin hurması
Gitti m’ola ala gözün sürmesi
Hama’nın, Humus’un telli turnası
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Bitti m’ola Şam ilinin gülleri
Aştı m’ola siyecinden dalları
Şu sefil Yakub’un şirin dilleri
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Bir ağaçta biter kırk yanal alma
Birinden gayriye elini sunma
Irak, yakın diye eğlenip kalma
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Aşına da Karac’oğlan aşına
Yeni girmiş on üç, on dört yaşına
Irak değil, ak pınarın başına
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
ÇIKIP YÜCESİNE SEYRAN EDERKEN
Çıkıp yücesine seyran ederken
Gördüm ak kuğulu göller perişan
Bir fıkrat geldi de durdum ağladım
Öpüp kokladığım güller perişan
Hayal hayal oldu karşımda dağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Dökülmüş yapraklar, bozulmuş bağlar
Bülbülün konduğu dallar perişan
Yıkılmış dilberin mamur illeri
Susmuş bülbül, söyler her dem dilleri
Dağılmış sünbülü, solmuş gülleri
Yüzüne dökülmüş teller perişan
Karac’oğlan der, ben toy avlamadım
Arab ata binip boylatamadım
Küstürdüm dilberi hoylatamadım
Dilberi küstüren diller perişan
DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM
Dinle sana bir tembih edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş ulaşınca
Anı yad ellere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse, sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden asla kemlik gelmez
Sen eyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El âriftir, yokla kendi kendini
Dağıdırlar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım tembih bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karac’oğlan söyler sözün, başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
ELÂ GÖZLÜ BENLİ DİLBER
Elâ gözlü benli dilber
Koma beni el yerine
Altın kemerin olayım
Dola beni bel yerine
Hecine gönlüm hecine
Yiğide ölüm gecine
Al beni zülfün ucuna
Sallanayım tel yerine
Gel kız karşımda dursana
Şu benim halim bilsene
Zülfünden bir tel versene
Koklıyayım gül yerine
Karacaoğlan der n’olayım
Kolun boynuna dolayım
Nazlı yâr kölen olayım
Kabul eyle kul yerine
ELÂ GÖZLÜM BEN BU İLDEN GİDERSEM
Elâ gözlüm ben bu ilden gidersem
Zülfü perişanım kal melûl melûl
Kerem et aklından çıkarma beni
Ağla göz yaşını sil melûl melûl
Yiğit, ey sevdiğim sen seni gözet
Karayı bağla da beyazı çöz at
Doldur ver bâdeyi, bir dahi uzat
Ayrılık şerbetin ver melûl melûl
Elvan çiçeklerden sokma başına
Kudret kalemini çekme kaşına
Beni unutursan doyma yaşına
Gez benim aşkımla yâr melûl melûl
Karac’oğlan der ki, ölüp ölünce
Ben de güzel sevdim kendi halimce
Varıp gurbet ile vâsıl olunca
Dostlardan haberim al melûl melûl
ELİF
İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi…
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi…
Elif’in uğru nakışlı,
Yavrı balaban bakışlı,
Yayla çiçeği kokuşlu,
Kokar Elif, Elif deyi…
Elif kaşlarını çatar,
Gamzesi sineme batar.
Ak elleri kalem meblağ,
Yazar Elif, Elif deyi…
Evlerinin önü çardak,
Elif’in elinde bardak,
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif, Elif deyi…
Karac’oğlan eğmelerin,
Gönül sevmez değmelerin,
İliklemiş düğmelerin,
Çözer Elif, Elif deyi…
GENÇ OSMAN DESTANI
İbtida yürüyüş oldu Bağdad’a
Sıçradı hendeği geçti Genç Osman
Vuruldu bayraktar, kaptı bayrağı
İrişti bedene dikti, Genç Osman
Kurşunlarım yağmur benzer biçimde yağarken
Tütünlerim gök yüzünde dönerken
Yıkılası Bağdad seni döğerken
Şehitlere serdâr oldu, Genç Osman
Eğerlensin kır atımın ikisin
Fethedeyim düşmanların hepisin
Sabah namazları Bağdad kapısın
Mevlâ izin verdi, açtı Genç Osman
Getirdin de Genç Osman’ı görelim
Şahbazımız var idüğün bilelim
Taht isterse tahtımızı verelim
Vezirleri posttan indi Genç Osman
Sultan Murat, Sultan Ahmed’in çırağı
Ah edince getirdi ırağı
Kudretten çatılı anın yüreği
Dal kılıç yazıldı, gitti Genç Osman
Karac’oğlan bunu bu şekilde söylemiş oldu
Askerleri dağı taşı boyladı
Bir Bağdad’ı da oldukça mehdeyledi
Bin yiğide bir baş oldu Genç Osman
GÖNÜL KUŞU KALKTI UÇTU HAVAYA
Gönül kuşu kalktı uçtu havaya
İn gönül dedim de indiremedim
Aşıp aşıp gider karlı dağlara
Dön gönül, dedim de döndüremedim
Hûma kuşu benzer biçimde yüksek uçarsın
Pervaz vurup Tercüman’ı geçersin
Bin bir türlü dala konup göçersin
Gönül sana mekân bulduramadım
Âleme sultansın, vezirsin kendin
Aç, dedim, açmadın ak göğsün bendin
Yad ellere gönül verdin de döndün
Gönül sana akıl erdiremedim
Karacaoğlan der, nedir çareye
Cerrah neyler yürekteki yareye
Gönül düştü şimdi kaşı kareye
Akar gözüm yaşın dindiremedim
GÖVEL ÖRDEK
Yeşil başlı gövel ördek
Uçar gider göle karşı
Eğricesin tel tel etmiş
Döker gider yare karşı
Telli turnam sökün gelir
İnci mercan yükün gelir
Elvan elvan kokun gelir
Yar oturmuş yele karşı
Şahinim var bazlarım var
Tel alışkın sazlarım var
Yare gizli saklı sözlerim var
Diyemiyom ele karşı
Hani Karac’oğlan hani
Veren alır tatlı canı
Yakışmazsa öldür beni
Yeşil bağla ala karşı
GÜZEL, NE GÜZEL OLMUŞSUN
Güzel, ne güzel olmuşsun
Görülmeyi, görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi
Bahçende gülün güllenmiş
Şeyda bülbülün dillenmiş
Koynunda memen kirlenmiş
Emilmeyi emilmeyi
Mendilin yudum, arıttım
Gülün branşında kuruttum
İsmin ne idi unuttum
Sorulmayı sorulmayı
Seğirttim peşinden yettim
Eğildim yüzünden öptüm
Adın bilirdim unuttum
Çağırmayı çağırmayı
Benim yârim bana küsmüş
Zülfünü gerdana dökmüş
Muhabbeti benden kesmiş
Sevilmeyi sevilmeyi
Çağır Karac’oğlan çağır
Taş düşmüş olduğu yerde ağır
Yiğit sevdiğinden soğur
Sarılmayı sarılmayı
KARACAOĞLAN
17’nci yüzyılda yaşamış olduğu sanılıyor.
Hakikat isminin İsmail, Halil ya da Hasan olduğu yolunda görüşler var. Hatta aynı mahlasla şiirler yazmış pek oldukca Karacaoğlan’ın varlığı dahi korunuluyor. Ahmet Kutsi Tecer ve Şükrü Elçin’in araştırmaları, yaşamının büyük kısmını Rumeli’nde geçiren ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avusturya seferine katılan bir Karacaoğlan’ın varlığını ortaya koyar. Fuad Köprülü ve Cahit Öztelli benzer biçimde analistler de, 17’nci asırda yaşadığını korunuyor.
Karacaoğlan’ın şiiri aşk ve doğa üstünde heyetidir. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve vefat en fazla değindiği mevzulardır. Şiirlerinde sıkça adları geçen Elif, Zeynep ve İsmikan isminde bayanların sevgilileri olduğu sanılıyor. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, reelci ve orijinal bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına tertemiz bir açıklayış şekli getirdi. (Tabiat) benzetmelerine sık sık müracaat etir. Oldukça yalın ve temiz bir Türkçe kullanır.
Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve vefat da işlediği mevzular içinde yer alır. Duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını reelci ve içten bir halde, açık ve anlaşıır bir üslupla eklerken şiirinde orijinal bir yapı kurdu, âşık edebiyatına yeni bir açıklayış şekli yerleştirdi. Reellere yönelik bir kavrayışla ördüğü şiirinde ilişkin olduğu göçebe milletin geleneklerini yansıttı, içinde yaşamış olduğu ve yurt edinmiş olduğu tabiatı betimledi. Kendisinden sonrasında gelen pek oldukca ozanı derinden etkiledi.Cahit Öztelli’nin Karacaoğlan-Tüm Şiirleri adlı derlemesi de mühim Karacaoğlan araştırmalarından. Biroldukca şiiri bestelend..
ANNACINA ALMIŞ KOCA BERİD’İ
Annacına almış koca Berid’i
Farıdı da deli gönlüm farıdı
Hazret Nuh’tan beri kimler var idi
Nuh’un tufanını bilin mi meşe
Anacına almış koca ardıcı
Başına yağar da boranla gıcı
Gittin Kâbe’ye de oldun mu hacı
Ol Beyt-Şerif’e yüz sürdün mü meşe
Şu meşenin bin incecik yolu var
Sayamadım yüz bin türlü dalı var
Şu dünyanın yüz bin türlü hali var
Şu dünyanın halinden bilin mi meşe
Karac’oğlan der, bu da bu şekilde olsun
Başındaki kuru dalın göğersin
Senin bahşışını Bertiz’li versin
Ol Bertiz’in halini da bilin mi meşe
BAĞLANDI YOLLARIM, KALDIM ÇARESİZ
Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz
Gayrı dünya bana aralandı, gel
Derildi dertlerim, artsız arasız
Üst üste dizildi, sıralandı gel
Yârı görse idim haftada, ayda
Sevip ayrılmaktan ne buldum yarar
Azrail göğsümde, canım hay hayda
Ciğerimin başı yaralandı, gel
Karac’oğlan der ki, başa yazıldı
Gözüm yaşı Ceyhun oldu, süzüldü
Kefenim biçildi, kabrim kazıldı
Mezarım üstü kar’alandı, gel
BANA KARA DİYEN DİLBER
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Güzel, ben seni isterim
Seni koynumda beslerim
Yüzünü, güzel, göreyim
Zülüfün kara değil mi
Boyun uzun, belin ince
Yanakların olmuş gonca
Salıverirsin kolunca
Beliğin kara değil mi
Utanırım akar terim
Güzellikte yok benzerin
En sevgili makbul yerin
Saçların kara değil mi
Beni kara diye yerme
Mevlâ’m yaratmış, hor görme
Ala göze siyah sürme
Çekilir, kara değil mi
Hind’den, Yemen’den çekilir
İner Bağdad’a dökülür
Türlü taama ekilir
Biber de kara değil mi
Göllerde kuğular olur
Göğüs ak, kara benlidir
Mısır’da oldukca varlıklı vardır
Kölesi kara değil mi
Pınara konan kuğunun
Kanadı beyaz çoğunun
Çöldeki Arab beyinin
Çadırı kara değil mi
İller de konup göçerler
Lâle sünbülü biçerler
Ağalar, beyler içerler
Kahve de kara değil mi
Evlerinde sular akar
Güzelleri göze bakar
Hublar yanağına sokar
Sünbül de kara değil mi
Karac’oğlan der, inşallah
Görenler desin maşallah
Kara donlu Beytullah
Örtüsü kara değil mi
BİR AYRILIK BİR YOKSULLUK
Vara vara vardım ol kara taşa
Hasret ettin beni kavim kardaşa
Sebep ne gözden akan kanlı yaşa
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
Karac’oğlan der ki kondum göçülmez
Acıdır ecel şerbeti içilmez
Üç derdim var birbirinden seçilmez
Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm
BİR YİĞİT GURBETE GİTSE
Bir yiğit gurbete gitse
Gör başına neler gelir
Merdin sılayı andıkça
Yaş, gözüne dolar gelir
Bağrıma basarım taşlar
Akıttım gözümden yaşlar
Yavrusun aldıran kuşlar
Yuvasına döner gelir
Kocadım çekemem nazı
Bağrıma dökemem közü
Yârin bana fena sözü
Kara bağrım deler gelir
Evlerinin önü söğüt
Atalardan kalmış nasihat
Yârinden ayrılan yiğit
Sılasına döner gelir
Yaşa Karac’oğlan yaşa
Ben söylerim coşa coşa
İş fikir acayip başa
Düşünerek gider gelir
BİTTİ M’OLA, ŞAM İLİNİN HURMASI
Bitti m’ola, Şam ilinin hurması
Gitti m’ola ala gözün sürmesi
Hama’nın, Humus’un telli turnası
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Bitti m’ola Şam ilinin gülleri
Aştı m’ola siyecinden dalları
Şu sefil Yakub’un şirin dilleri
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Bir ağaçta biter kırk yanal alma
Birinden gayriye elini sunma
Irak, yakın diye eğlenip kalma
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
Aşına da Karac’oğlan aşına
Yeni girmiş on üç, on dört yaşına
Irak değil, ak pınarın başına
Turna, yârin selâm saldı, gel diye
ÇIKIP YÜCESİNE SEYRAN EDERKEN
Çıkıp yücesine seyran ederken
Gördüm ak kuğulu göller perişan
Bir fıkrat geldi de durdum ağladım
Öpüp kokladığım güller perişan
Hayal hayal oldu karşımda dağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Dökülmüş yapraklar, bozulmuş bağlar
Bülbülün konduğu dallar perişan
Yıkılmış dilberin mamur illeri
Susmuş bülbül, söyler her dem dilleri
Dağılmış sünbülü, solmuş gülleri
Yüzüne dökülmüş teller perişan
Karac’oğlan der, ben toy avlamadım
Arab ata binip boylatamadım
Küstürdüm dilberi hoylatamadım
Dilberi küstüren diller perişan
DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM
Dinle sana bir tembih edeyim
Hatırdan, gönülden geçici olma
Yiğidin başına bir iş ulaşınca
Anı yad ellere açıcı olma
Mecliste ârif ol kelâmı dinle
El iki söylerse, sen birin söyle
Elinden geldikçe sen eylik eyle
Hatıra dokunup yıkıcı olma
Dokunur hatıra kendisin bilmez
Asilzadelerden asla kemlik gelmez
Sen eyilik et de o zayi olmaz
Darılıp da başa kakıcı olma
El âriftir, yokla kendi kendini
Dağıdırlar duzağını, fendini
Alçaklarda otur, gözet kendini
Katı yükseklerden uçucu olma
Muradım tembih bunda söylemek
Size lâyık olan onu dinlemek
Sev seni seveni, zay etme emek
Sevenin sözünden geçici olma
Karac’oğlan söyler sözün, başarır
Aşkın deryasını boydan aşırır
Seni bir mecliste hacil düşürür
Kötülerle konup göçücü olma
DÖNDÜR BOYNUN BENDEN YANA
Döndür boynun benden yana
Âşıkını bir azca tanı
Kurban oldum işte sana
Ettim feda ben bu canı
Gayrı bana bakma mısın
Yangına su dökme misin
Sen Tanrı’dan korkma mısın
Yok mu kalbinin imanı
Karac’oğlan kes dilini
Yâre söyleme halini
Şaşırma sen bu yolunu
Aşkın bâkî, yârin fâni
EĞLEN HOCAM EĞLEN, BİR SUALİM VAR
Eğlen hocam eğlen, bir sualim var
Edep nedir erkân nedir yol nedir
Benim Karac’oğlan olduğum belli
Dede nedir abdal nedir kul nedir
Yıkılmaz Mevlâ’nın yapmış olduğu yapı
Hak Muhammed dini, taptığım tapı
On iki bahçede kırk şekiz kapı
Eşiğin bekleyen iki kul nedir
Gayet ince derler Sırat’ın yolu
Yarın ana varanın nic’olur halı
Üç yüz altmış altı selvinin dalı
Arasında oluşturulan iki gül nedir
İkimiz de bir göğnekte dururuz
Göğnek perde, başka başka yürürüz
Biz de anamız, evde od ururuz
Ataş nedir tütün nedir kül nedir
.