Eğitim

Kurşunlanan Türkoloji – Ahmet Buran Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kurşunlanan Türkoloji – Ahmet Buran Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kurşunlanan Türkoloji kimin eseri? Kurşunlanan Türkoloji kitabının yazarı kimdir? Kurşunlanan Türkoloji konusu ve anafikri nedir? Kurşunlanan Türkoloji kitabı ne konu alıyor? Kurşunlanan Türkoloji PDF indirme linki var mı? Kurşunlanan Türkoloji kitabının yazarı Ahmet Buran kimdir? İşte Kurşunlanan Türkoloji kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Buran

Yayın Evi: Akçağ Yayınları

İSBN: 9789753389549

Sayfa Sayısı: 560


Kurşunlanan Türkoloji Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

ONLAR SADECE BİR CAN DEĞİL BİR MİLLET DEMEKTİ!Türkologların, ozan, yazar, düşünce adamı, Türk aydınlarının, uğramış olduğu kırım, sürgün ve baskılar…16. yüzyılın ortalarından itibaren ve bilhassa de 17. yüzyıldan sonrasında, Türk dünyası dediğimiz büyük coğrafyanın doğu, batı, şimal ve cenup uçlarında kırılmalar ve geriye dönüşler adım atmıştır. Bu geriye dönüş ve çekilme süreci, ne yazık ki, önlenemeyen kanlı bir “etnik arındırma”yı ve “soykırım”ı da bununla beraber getirmiştir. Şu sebeple çekilme ve geri dönüş süreci başlayınca, yerli halklar Türklerin onlara davranılmış olduğu şeklinde davranmamış; Türk ordusunun çekilmiş olduğu bölgelerde silahsız ve savunmasız kalan sivil Türkleri, amansız ve acımasız bir etnik arındırmaya, sürgün ve soykırıma doğal olarak tutmuşlardır.

İki bölümden oluşan bu kitabın “Korku Tüneli” adını taşıyan Birinci Bölümünde, 19. yüzyılın ikinci yarısı ile 20. yüzyılın ilk yarısı içinde, ortalama yüz senelik süre dilimi içinde Türk dünyası coğrafyasında meydana gelen bu sürgün, kıyım ve ölümler özetlenmiştir. Bu süreçte Kırım’da, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, İdil-Ural’da, Batı Türkistan’da, Doğu Türkistan’da (Çin), İran, Irak, Suriye bölgeleri ile Anadolu’da Türkler gerçek bir hayatta kalma mücadelesine girişmiş ve nüfuslarının yarıdan fazlasını kaybetmişlerdir. Kitabın bu bölümünde, sonsuza akan süre yolculuğunda, Türklerin ürkü halinde girdikleri, yüz senelik karanlık yolculuğunda, “korku tüneli”nden sağ çıkanları ile çıkamayanların öyküsü özetlenmiştir.

Kitabın “Kurşunlanan Türkoloji” adlı İkinci Bölümünde ise, çoğunluğu Sovyetler Birliği’nde olmak suretiyle, Türkologların, ozan, yazar, düşünce adamı Türk aydınlarının uğramış olduğu kırım, sürgün ve baskılar anlatılmaktadır. Bu bölümde, daha fazlaca cezalandırılan; sürgüne gönderilen, hapsedilen ve kurşuna dizilerek öldürülen ozan ve yazarlara yer verilmiştir.

Öldürülen ozan, yazar, düşünce ve devlet adamları, Türk topluluklarının düşünce ve kanaat önderleriydi. Onlar Türk toplumuna yol gösterecek, Türk dilini işleyecek ve Türk aydınlanmasını gerçekleştireceklerdi. Onları yok etmek, Türk milletini, yolunu aydanlatacak ışıktan yoksun bırakmak demekti. Onlar bir tek bir can değil, bir MİLLET demekti… Onun için bu kitabın adı “KURŞUNLANAN TÜRKOLOJİ”dir.


Kurşunlanan Türkoloji Alıntıları – Sözleri

  • “1928 senesinde Kırım’ın Yalıboyu’ndaki güzel Simeiz’de doğdum. Sürgün edildiğimizde 15 yaşındaydım. O günler, birinci gününden son gününe kadar, hep aklımda. Nasıl unutulur ki o günler? İstesem de unutamıyorum.
    Sürgünden bigün ilkin her şey sakindi. Pek fazlaca evde olduğu şeklinde bizim evde de cepheden gelen Rus askerleri yaşardı. 17 Mayıs 1944 günü evimizde büyük bir temizlik hayata geçirmeye başladık. Her şeyi yıkıyor, siliyor ve süpürüyorduk. Bizim bu çalışmalarımızı gören Rus askerleri “Niçin yapıyorsunuz bu şekilde bir şeyi? Ne gerek var? Ya birden buradan çıkarılırsanız boşuna yapmış olmayacak mısınız?” dediklerinde, ben “Ömrümde bir yere gitmedim. Babaannem de hayatında tren görmedi. Bir kere bile gezi etmedi. Niye gidelim ki durup dururken?” diye onlara soruyla yanıt veriyordum. Başka bir şey söylemediler, sürüleceğimize dair tek kelime etmediler.
    18 Mayıs sabaha karşı saat dört yada beş civarıydı. Askerler geldi evimize:
    — Çıkın acele hazırlanın! Yolcusunuz!
    — Ne yolcusu, niçin?
    — Hainsiniz siz! Sovyet Hükûmetinin sonucu bu! Acele, sallanmayın! Acele çıkın!
    Şaşkındık. Sersem gibiydik. Büyük bir kaos yaşanıyordu. Evde beş kişiydik. Teyzem avluda ağlıyor, “Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın! Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın!” diye bağırıyordu. O gün, hatıramdadır, fazlaca garip bir vaka da olmuştu. O gün bir fırtına vardı Simeiz’de. Rüzgâr uğulduyor, ağaçları sarsıyor, kimi ağaçların dalları kopuyordu. Rüzgârın, ağaçların uğultularına, köpeklerin acı acı havlamaları ve ulumaları (Arire Hanım da ağlıyordu. Nasıl ağlamasın ki?) ineklerin böğürmeleri ve bizlerin feryatları karışıyordu. O günün sesleri… Tarifsizdi o günün feryadları… Korkunçtu… Ardından dolu yağdı, iri iri dolulardı. Biz ağlamadık yalnızca. Sanki bizimle birlikte gök ağladı, hayvanlarımız ağladı. Ağaçlarımız ağladı…
    Bizleri Akmescit’e getirip hayvan vagonlarına doldurdular. 28 gün yol gittik. Tüm yol süresince bir kere yiyecek verdiler, Sarıtav (Saratov)’da. Bazılarımız yanına yiyecek bir şeyler alabilmişti. Bazılarının unu vardı, pişirip bizlere de verirlerdi. Vagonunuz o denli doluydu, o denli sıkışıktı ki ayaklarımı uzatamıyordum. Vagonumuzda ölenleri yol kenarında bırakıp gittik, gömemedik. Semerkand’a getirdiler, stadyuma topladılar. Yanımıza alabildiğimiz eşyaları, bohçacıklarımızı bir kenara topladılar. Bizleri tüfeklerle ite kalka hamama götürdüler. Anlatılır şeklinde şeyler değildi. Bizleri dipçikliyor, küfürler ediyor ve üzerimize ilaçlı kaynar su atıyorlardı. Kaynar suya dayanamayıp ölenler oldu. Kaynar sular… (Yanaklarından ince ince yaşlar sel oldu burada Arire Hanım’ın. Bir süre sonrasında hıçkırıklardan dolayı konuşamadı.)
    Hamamdan sonrasında gene stadyuma getirdiler bizleri. Biz dönene kadar bohçalarımız, eşyalarımız karıştırılmış, işe yarayacaklar yağmalanmıştı. Eşek otomobillerine koyup köylere dağıttılar. At ahırlarında yattık. Ne yorganımız ne döşeğimiz vardı. Günlerce, haftalarca yerlerde yattık. Oradaki ağır şartlarda, pek fazlaca insanımız hastalığa yakalandı, pek bir çok öldü. Yeterli yiyecek verilmezdi. Ağır işlerde çalıstırılırdık. Yaşlı hanımlarımız, hep Kırım hasretini anlatırlardı; pek bir çok son günlerini yaşarken, son nefeslerini vermeden bir yudum dahi olsa Kırım’ın suyunu içmek isterlerdi. Bir yudum, bir yudumcuk Kırım suyu olsa, içsem, rahat ölebilirdim, derlerdi.
    Bir gün bir kadıncağızla oğlunu çakallar yemiş. Aç çakallar. Oğlancağızı ayakkabılarından tanıyabildik. Bu vakadan üç gün sonrasında cepheden babası geldi. Selâm verdi. (Burada Arire Hanım gene kendini tutamadı, hıçkırıklara boğuldu.) Askerden gelen bu yiğit selâm verdikten sonrasında, cemaat dedi, “Benim karım Arife, oğlum Server’i görenleriniz, tanıyanlarınız var mı? Fotisalalı idiler? Kim biliyor?” Hiç kimse sesini çıkaramadı. Nasıl densin çakallar yedi diye.
    Sonra bir kadıncık, yaşlı bir kadıncık: “A balam!… Allah…..Allah sana sabırlar versin! Yazımız bu şekilde imiş… Allah rahmet eylesin!…..” dedi ve söyledi. O, cepheden gelen yiğit adam, gözlerimizin önünde o şekilde bir dövündü, o şekilde bir bölgeleri tırmaladı ki dayanılır şey değildi. Sonra adamı, o yiğidi kaldırdılar yerden, su verdiler, birazcık olsun teskin etmeye çalıştılar. Adamcağız yerden kalktığında saçları bembeyaz olmuş, çökmüş, aniden ihtiyarlamıştı.
    Şimdi düşünüyorum, yaşadığımız bu facialara, dehşetli günlere karşın iyi mi sağ kalabildik, iyi mi olup da Vatanımız Kırım’a dönebildik diye? Bunun tek bir açıklaması var o da birlik. İsmail Bey Gaspıralı’nın bizlere miras bıraktığı birlik. Biz birbirimizi koruyarak, beraber savaşım ederek bugünlere gelebildik. Burada adını anmadan geçemeyeceğim bir şahıs var. Gafur Ağa. Kemaneci idi. Sürgün günlerinin o ağır, o dayanılmaz, pislik ve açlık içinde geçen günlerinde bizlere kemanesiyle kaytarmalar çalardı. 5 dakika olsun onunla güler, asla eğer olmazsa gülerek ağlardık. Bize “Qorqmañ balalar, bir kün Vatanğa qaytarımız, şen qaytarmalar çalarmız” diye devamlı moral ve kuvvet verirdi.
    Allah’a şükür her şeye karşın dimdik ayakta kaldık. Millet olarak yok olmadık. Şimdi de hâlimiz ağır fakat birlik beraberlik içinde bu günleri de geçeriz inşallah..”
  • “Türk zamanı bir soykırımla adım atar.”
  • “Kanlı katillerden kurtulabilenlerin dileğidir.”
  • “…insanoğlunun düşüncesi rüzgar şeklinde.”
  • Sovyetler Birliği’nde 1930 ila 1950 yılları aralığında birçok halk,topluluk ve şahıs bulundukları yerlerden sürülerek ülkenin başka bölgelerinde, zor şartlarda yaşamaya zorunlu edilmişlerdir. Bu sürgünler, İlk kez, 1931 tarihinde SSCB Merkezi İdare Komitesi ve Yüksek Sovyet Prezidyumu (YSP) tarafınca çıkarılan kararname ile toprak sahibi varlıklı köylülere uygulanmıştır. 1931’den 1933’e kadar toplam 1.317.000 şahıs bulundukları yerden çıkarılmıştır. Sadece 1937-38 yılları aralığında Sovyetler Birliğinde 1.500.000 insan, siyasal baskıya maruz kalmıştır. Bunlardan 1.344.500 şahıs yargı giymiş, 681.692 şahıs de haksız yere kurşuna dizilmiştir. İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında Sovyet devletinin izlediği sürgün politikası sonucunda, toplam olarak 3.332.580 şahıs yaşamış olduğu topraklardan çıkarılmıştır. 1948-49 yıllarında bu sayı, ölüm, sürgün cezasınıncezasının kaldırılması şeklinde sebeplerle 2.275.900 kişiye inmiştir. Tüm SovyetlerSovyetler Birliği’nde resmî sayılara bakılırsa 10 milyon insan feci şekilde öldürülmüştür. Ancak direkt ve dolaylı olarak öldürülen insan sayısının bu rakamdan fazlaca fazla, 30-40 milyon içinde olduğu tahmin edilmektedir.
  • “Sovyetler Birliği’nde milyonlarca insan kurşuna dizilmiş ya da sürgüne, emek verme kamplarına gönderilmiş, fiziki ve etik aşağılamalara, işkencelere uğramışlardır. Tüm bu vakalar meydana gelirken, cezalandırılan insanların yakınları, çoğu zaman onların hangi cezaya çarptırıldıklarını ve nerede olduklarını öğrenememişlerdir.”
  • Türk zamanı bir soykırımla adım atar. Çin kaynaklarından öğrenilen bir efsaneye bakılırsa,Türklerin atalarıbir harpte bütünüyle öldürülür,yok edilir. Bu acımasız harpte,bir tek on yaşlarında bir adam çocuk sağ kalır. Bir ayağı kesilerek bataklığa atılmış olan bu adam evladı dişi bir kurt bulur ve et getirerek onu besler. Çocuk ergenliğe ulaşınca dişi kurt bu çocukla ilişkiye girer ve hamile kalır. Sonra,komşu ülkenin hanı çocğun yaşadığını öğrenir ve onu öldürmek için yeniden adamlarını gönderir. Gelen kişiler çocuğun yanında bir kurt bulunduğunu görür ve ikisini beraber öldürmek isterler. Kurt kaçarak idikut ülkesinin kuzeyindeki dağda bulunan,çevresi oldukça geniş bir mağaraya sığınır. Otlukları,çayırları bolca olan bu vadinin çevresi yüksek dağlarla çevrilidir. Kurt burada uyuya kalırve bir süre sonrasında on oğlan doğurur. Bu on çocuk büyür,başka ellerden kız alırlar. Bu evlatların her birinin soyu bir boy olur. İşte Türklerin soyu bu soykırımdan kurtulan ve dişi bir kurt tarafınca beslenen çocuk ile kurttan türeyen nesle dayanır. Kurttan türedikleri için de Türklere Aşna/Aşina yada Asena adı verilmiştir.
  • Sovyetler Birliği coğrafyasında ölümün kol gezdirilmiş olduğu, baskı, işkence, sürgün ve hapis cezasının bayağı vakalar haline geldiği 1937-1939 yılları aralığında, Kırgızistan’da binlerce insan cezalandırılmıştır. Bilhassa Sosyal Turan Partisi üyesi oldukları iddia edilen ve “Türkçü, Turancı, milliyetçi, sistem karşıtı” şeklinde suçlamalara maruz kalan fazlaca sayıda şahıs, ağır cazalara çarptırılmışlardır. Bu katliamlar içinde “Çon Taş Katliamı” olarak adlandırılan bir vaka var ki, acısının ve tesirinin hafızalardan silinmesine imkân yoktur.
  • 1991 senesinde Sovyetler Birliği dağılıp Türk toplulukları birer birer bağımsızlıklarını duyuru edince, devrin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “hazırlıksız yakalandık” demişti. Şu sebeple senelerce Amerika, Avrupa, İran, Japonya, Çin ve Arap ülkeleri, Türkistan ile ilgilenip, bu coğrafyanın yer altı, yer üstü kaynaklarını, dillerini, inanvlarini ve sosyo-kültürel durumlarını araştırmak suretiyle enstitüler, bölümler, kürsüler kurarak, uzmanlar yetiştirip bölge hakkında veri tabanları oluştururken, biz bu coğrafya ile ilgilenen herkesi, “Türkçü, Turancı, ırkçı, hayalperest” olarak suçlamış, hiçbir hazırlık yapamamıştık. Dolayısıyla bu coğrafya ile ilgili idealleri olanların bildikleri de, bir tek ulusal duygusal duygulardan ve hayallerde öteye gidememişti.
    Sovyetlerden ayrılan Türkler de hazırlıksız yakalanmışlardı… Şu sebeple onlar, Stalin baskı ve kıyımından geçerek gelmişlerdi. Düşünen beyinleri, gören gözleri olan aydınlarınım tamamına yakını Stalin tarafınca katledildiği için, yollarını aydınlatacak ışıktan yoksun kalmışlardı. Bu da yetmezmiş şeklinde sistemin kabulleri ve hedefleri doğrultusunda, yalan yanlış bilgiler onlara hakikat diye öğretilmişti. Atatürk, daha 1933’te ” Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın nasıl biteceğini kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı şeklinde, tıpkı Avusturya-Macaristan şeklinde parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o süre Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inanci bir, aslı bir kardeşlerimiz vardır. Onlara haiz çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna iyi mi hazırlanmış olur? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bizlere yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.” diyordu. Ama biz, bir Sovyetleşme sürecinden geçmemiş, Stalin yönetiminde yaşamamış olmakla beraber, minimum yaşayanlar kadar tarihsel hafizamızı yitirmiş, değerlerimizden uzaklaşmış ve âdeta “mankurt”laşmış olduğumuz için olup biteni anlayamamıştık bile.
  • Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla…
    İsmail Gaspıralı
  • Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere,
    Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere…
    Tükürün, ehli salibin o hayasız yüzüne,
    Tükürün, onların asla güvenilmez sözüne…
    Medeniyet denilen maskara mahluku görün,
    Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün…
    Mehmet Akif Ersoy
  • Tarih 25 Şubat 1992… Hocalı halkı, kışın dondurucu soğuğundan, sıcak yataklarına sığınmaya hazırlanırken, acımasız bir ölüm kokusu her yanı sarmaya adım atar…
    Ermeniler, tarih süresince en iyi yaptıkları işi yeniden etmiş, XX. yüzyılın başlarında olduğu şeklinde sonlarında da kendilerini göstermişlerdir!
  • Türkler sözkonusu olunca Uluslararası hukukun, hakkaniyet ve insan haklarının işe yaramadığını biliyordum. Bu durumda beynimde Gaspıralı’nın sözleri yankılandı: ” Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla… “
  • 20. yüzyılın en mağdur, en mazlum ve en fazlaca kırım ve kıyıma uğrayan milleti Türkler olmuştur.
  • Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım’da
    Biz duyarız Kırım’ın öldüren feryadını
    Bir büyük destanla beraber tekrardan yazacağız
    Kırım topraklarına Kırım Türkü’nün adını


Kurşunlanan Türkoloji İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Dünya’nın neresinde olursa bir müslüman acı çekti mi haberimiz oluyor. Ancak Türkler’e karşı üç maymun oynanıyor. Binlerce Türk’ün baskı, sertlik ve kıyıma uğradığını, onlara yol gösterecek aydınların bilgili olarak ortadan kaldırılmalarını üzülerek okudum. (Oğuzhan Salcı)

Kurşunlanan Türkoloji: Ahmet Buran’ın bu eseri Türklük bilimine kaynaklık edebilecek özellikte, sürgün, cenk, kıtlık şeklinde Türk coğrafyasını tutsak alan mefhumların teferruatlı bir tarihçesidir. Geniş bir önsöz ile okuyucuyu selamlayan yapıt, iki bölümden müteşekkildir. Eserin ilk kısmı ‘Korku Tüneli’ başlığını taşımaktadır. Bu bölümde 19. ve 20. yüzyıllar içinde Türk coğrafyasında meydana gelen sürgün, kıyım ve ölümler özetlemiştir. Bu dönemde Türk coğrafyasını tutsak alan kan ve gözyaşı okuyucuya geniş bir perspektif ile hissettirilmeye çaba edilmiştir. Kırımda, Balkanlarda, Kafkaslarda, Suriye, İran, Irak ve Anadolu bölgelerindeki Türklerin istikballeri uğruna giriştikleri hayatta kalma mücadeleleri, bilimsel veriler ışığında gün yüzüne çıkarılmıştır. Kitabın ikinci kısmı ‘Kurşunlanan Türkoloji-Dilimizin ve Bilimimizin Soykırımı’ başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ise Sovyetler Birliği, Çin ve Türkiye’de gerek asimilasyon politikaları gerek II.Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu muhteşem koşulların tesiri ile baskı ve zulüm gören, hatalarını kaybeden şâir, yazar ve Türkologların öykülerine ve verdikleri mücadelelere yer verilmiştir. Bu kimselerin büyük bir bölümünün Sovyetler Birliği tarafınca katledilmiş olması sebebi ve günahı ile araştırılması ihtiyaç duyulan ve internasyonal camiada da hesabının sorulması icâb eden bir husustur. (Eray Gelmez)

Prof. Dr. Ahmet BURAN Hocamızın yazıya döktüğü KURŞUNLANAN TÜRKOLOJİ adlı be eseri okuduğum için kendimi fazlaca talihli hissediyorum. Kıymetli hocamız bu eserinde Türklerin ve büyük Türkologların, ozan, yazar, düşünce adamı, Türk aydınları, Türk Milliyetçilerinin ve bununla birlikte ailelerinde yaşamış olduğu sıkıntılar, katliamlar, sürgünler, kurşuna dizilerek idam edilişler hakkında gerçek bilgilerden yola çıkarak fazlaca mühim detayları biz okuyuculara sunmaktadır. Bilhassa bu soykırımlar Rusya ve Çin tarafınca gerçekleştirilmiştir. Bu yolla Türk kültürünü ve tarihini yok etmek isteyenler amacına ulaşamamış, fakat yüzyıllarca devam eden bu katliamlar da Türk halkının yarısını yok etmişlerdir. Tarih bilincimizin artmasında bu eserin fazlaca yararlı olacağını düşünüyorum. Prof. Dr. Ahmet BURAN Hocamızı böylesi güzel bir kitap meydana getirmiş olduğu için fazlaca kutlama eder ve kuvvetli kaleminin daim olmasını dilerim. Bu güzel eseri okuyan arkadaşları kutlar ve okuyacak arkadaşlara da iyi okumalar temenni ediyorum. KİTAP ŞUURUNUZ devamlı açık olsun. (Reslan Mengüç)


Kurşunlanan Türkoloji PDF indirme linki var mı?


Ahmet Buran – Kurşunlanan Türkoloji kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Kurşunlanan Türkoloji PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Buran Kimdir?

Elazığ ilinin Keban ilçesine bağlı Aşağıçakmak köyünde doğan Ahmet Buran, ilk tahsilini köyünde, orta okul ve lise tahsilini ise Elazığ’da, Elazığ Orta Okulu, Atatürk Lisesi ve Elazığ Lisesinde okuyarak tamamlamıştır. 1980 senesinde girmiş olduğu Fırat Üniversitesi Edebiyat ( Fen-Edebiyat) Fakültesinden 1984 senesinde mezun olmuş, aynı senenin Ekim ayında, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünün açtığıyüksek lisans imtihanını kazanarak Türk Dili Anabilim Dalında yüksek lisansa adım atmıştır.. Bu arada Fırat Üniversitesinde Türkçe derslerini okutmak suretiyle Üniversite Senatosunca dışarıdan ücretli öğretim elemanı olarak Türkçe Bölümünde göreve getirilmiştir.

Temmuz 1985 tarihinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde oluşturulan Araştırma Görevliliği imtihanını kazanarak 15 Kasım 1985tarihinde Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya adım atmıştır.

1984 senesinde başladığı yüksek lisans çalışmasını Keban, Baskil ve Ağın Yöresi Ağızları adlı tezle, 1986 senesinde başladığı doktora çalışmasını ise, Prof. Dr. Tuncer Gülensoy’un yönetiminde hazırladığı Anadolu Ağızlarında İsim Çekim Ekleri adlı sav ile 1989 senesinde tamamlamıştır.

1990 yılı Kasım ayında Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Kısmına Yrd. Doç. Dr. olarak atanan Ahmet Buran, 15 Ekim 1992-15 Aralık 1992 tarihleri içinde Burdur ilinde vatani görevini yapmış ve 13 Ekim 1995 tarihinde Doçent, 2001 senesinde da Profesör olmuştur.

1995-1997 Yılları aralığında F. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Kısmı Başkanlığı; 1995-2003 yılları aralığında Fırat Üniversitesi Dil Eğitim Öğretim ve Araştırma Merkezi Müdürlüğü; 1997-2000 yılları aralığında, F. Ü. Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Müdürlüğü; 2000-2003 yılları aralığında F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevlerinde bulunan Prof. Dr. Ahmet BURAN, 2003-2005 yılları aralığında, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde Türkoloji Kısmı Başkanı olarak vazife yapmıştır.

12 kitabı bulunan Prof. Dr. Ahmet BURAN, yurt içi ve yurt haricinde fazlaca sayıda bilimsel toplantıya katılmış, bildiriler sunmuş, makaleler yayınlamıştır. Yeni Türk Dili Anabilim dalı öğretim üyesi olan BURAN, Ağız Araştırmaları(dialektoloji), Eski Anadolu Türkçesi ve Modern Türk Lehçeleri üstüne yapmış olduğu çalışmalarla bilinmektedir.

İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) üyesi olan Prof. Dr. Ahmet BURAN evli ve iki çocuk babasıdır.


Ahmet Buran Kitapları – Eserleri

  • Kurşunlanan Türkoloji
  • Modern Türk Lehçeleri
  • Modern Türk Yazı Dilleri 1
  • Modern Türk Yazı Dilleri 2
  • Modern Türk Yazı Dilleri 3
  • Modern Türk Yazı Dilleri 4
  • Türklük Bilimi Terimler Sözlüğü


Ahmet Buran Alıntıları – Sözleri

  • Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere,
    Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere…
    Tükürün, ehli salibin o hayasız yüzüne,
    Tükürün, onların asla güvenilmez sözüne…
    Medeniyet denilen maskara mahluku görün,
    Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün…
    Mehmet Akif Ersoy (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım’da
    Biz duyarız Kırım’ın öldüren feryadını
    Bir büyük destanla beraber tekrardan yazacağız
    Kırım topraklarına Kırım Türkü’nün adını (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Sovyetler Birliği coğrafyasında ölümün kol gezdirilmiş olduğu, baskı, işkence, sürgün ve hapis cezasının bayağı vakalar haline geldiği 1937-1939 yılları aralığında, Kırgızistan’da binlerce insan cezalandırılmıştır. Bilhassa Sosyal Turan Partisi üyesi oldukları iddia edilen ve “Türkçü, Turancı, milliyetçi, sistem karşıtı” şeklinde suçlamalara maruz kalan fazlaca sayıda şahıs, ağır cazalara çarptırılmışlardır. Bu katliamlar içinde “Çon Taş Katliamı” olarak adlandırılan bir vaka var ki, acısının ve tesirinin hafızalardan silinmesine imkân yoktur. (Kurşunlanan Türkoloji)
  • “Sovyetler Birliği’nde milyonlarca insan kurşuna dizilmiş ya da sürgüne, emek verme kamplarına gönderilmiş, fiziki ve etik aşağılamalara, işkencelere uğramışlardır. Tüm bu vakalar meydana gelirken, cezalandırılan insanların yakınları, çoğu zaman onların hangi cezaya çarptırıldıklarını ve nerede olduklarını öğrenememişlerdir.” (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Thomsen Çince kaynaklardan yararlanarak 1893 senesinde Orhun Metinlerini çözmeyi başarmıştır. (Modern Türk Lehçeleri)
  • Türkler hakkında bilgilerin 2. mühim deposu;
    Pian Del Carpine , Villem Van Ruysbroek, Marco Polo ( 13. yy)
    İbni Batuta (14 yy)
    başta olmak suretiyle çeşitli gezginlerin yazdıklarıdır. (Modern Türk Lehçeleri)
  • Türkiye’de Türklük Bilimi ;
    -Kaşgarlı Mahmud ile adım atmıştır.
    -Ziya Gökalp’in sosyolojik incelemeleri türklük bilimi çalışmalarına ivme kazandırmıştır.
    -Prof. Dr. Fuat Köprülü ‘ nün İstanbul Edebiyat Fakültesine bağlı olarak kurduğu (1924) Türkiyat Enstitüsü mühim aşamaya ulaşmıştır.
    -Atatürk’ün Türk dil ve tarihini araştırmak suretiyle Ankara’da kurduğu Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dil Kurumu ve Araştırmalarına mühim katkıda bulunmuştur. (Modern Türk Lehçeleri)
  • Ziya Gökalp’e bakılırsa Avrupa’daki Türkoloji gelişmmeleri şöyledir;
    Avrupa’da Türklüğe dair iki hareket vücuda geldi:
    1. Fransızca turquerie denilen Türkperestlik ( Lamertine, Aguste Comte, Pierre Lafayette, Mismer, şeklinde kişilerin dostane yazıları..)
    2. Türkiyat Türkoloji adı verilmekte olup; Rusya, Almanya, Macaristan, Danimarka ve Fransa, İngiltere şeklinde ülkelerdeki bilim adamlarının eski Türklere, Hunlara ve Moğollara dair araştırmalarını kapsayan çalışmalardır. (Modern Türk Lehçeleri)
  • “Türk zamanı bir soykırımla adım atar.” (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Türk zamanı bir soykırımla adım atar. Çin kaynaklarından öğrenilen bir efsaneye bakılırsa,Türklerin atalarıbir harpte bütünüyle öldürülür,yok edilir. Bu acımasız harpte,bir tek on yaşlarında bir adam çocuk sağ kalır. Bir ayağı kesilerek bataklığa atılmış olan bu adam evladı dişi bir kurt bulur ve et getirerek onu besler. Çocuk ergenliğe ulaşınca dişi kurt bu çocukla ilişkiye girer ve hamile kalır. Sonra,komşu ülkenin hanı çocğun yaşadığını öğrenir ve onu öldürmek için yeniden adamlarını gönderir. Gelen kişiler çocuğun yanında bir kurt bulunduğunu görür ve ikisini beraber öldürmek isterler. Kurt kaçarak idikut ülkesinin kuzeyindeki dağda bulunan,çevresi oldukça geniş bir mağaraya sığınır. Otlukları,çayırları bolca olan bu vadinin çevresi yüksek dağlarla çevrilidir. Kurt burada uyuya kalırve bir süre sonrasında on oğlan doğurur. Bu on çocuk büyür,başka ellerden kız alırlar. Bu evlatların her birinin soyu bir boy olur. İşte Türklerin soyu bu soykırımdan kurtulan ve dişi bir kurt tarafınca beslenen çocuk ile kurttan türeyen nesle dayanır. Kurttan türedikleri için de Türklere Aşna/Aşina yada Asena adı verilmiştir. (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Türklük bilimi çalışmları 11. yy da ;
    Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk adlı eseri ile adım atar.
    ondan sonrasında , Muhakemetül Lügateyn 15. yy Ali Şir Nevai,
    Müyessiretü’l Ulum 16. yy Bergamalı Kadri,
    19. yy dan itibarende Ahmet Cevdet Paşa, Fuat Paşa , Abdurrahman Fevzi Efendi, A. Vefik Paşa, Şemseddin Sami vb… bu çizgiyi devam ettirdiler. (Modern Türk Lehçeleri)
  • Sovyetler Birliği’nde 1930 ila 1950 yılları aralığında birçok halk,topluluk ve şahıs bulundukları yerlerden sürülerek ülkenin başka bölgelerinde, zor şartlarda yaşamaya zorunlu edilmişlerdir. Bu sürgünler, İlk kez, 1931 tarihinde SSCB Merkezi İdare Komitesi ve Yüksek Sovyet Prezidyumu (YSP) tarafınca çıkarılan kararname ile toprak sahibi varlıklı köylülere uygulanmıştır. 1931’den 1933’e kadar toplam 1.317.000 şahıs bulundukları yerden çıkarılmıştır. Sadece 1937-38 yılları aralığında Sovyetler Birliğinde 1.500.000 insan, siyasal baskıya maruz kalmıştır. Bunlardan 1.344.500 şahıs yargı giymiş, 681.692 şahıs de haksız yere kurşuna dizilmiştir. İkinci Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında Sovyet devletinin izlediği sürgün politikası sonucunda, toplam olarak 3.332.580 şahıs yaşamış olduğu topraklardan çıkarılmıştır. 1948-49 yıllarında bu sayı, ölüm, sürgün cezasınıncezasının kaldırılması şeklinde sebeplerle 2.275.900 kişiye inmiştir. Tüm SovyetlerSovyetler Birliği’nde resmî sayılara bakılırsa 10 milyon insan feci şekilde öldürülmüştür. Ancak direkt ve dolaylı olarak öldürülen insan sayısının bu rakamdan fazlaca fazla, 30-40 milyon içinde olduğu tahmin edilmektedir. (Kurşunlanan Türkoloji)
  • “1928 senesinde Kırım’ın Yalıboyu’ndaki güzel Simeiz’de doğdum. Sürgün edildiğimizde 15 yaşındaydım. O günler, birinci gününden son gününe kadar, hep aklımda. Nasıl unutulur ki o günler? İstesem de unutamıyorum.
    Sürgünden bigün ilkin her şey sakindi. Pek fazlaca evde olduğu şeklinde bizim evde de cepheden gelen Rus askerleri yaşardı. 17 Mayıs 1944 günü evimizde büyük bir temizlik hayata geçirmeye başladık. Her şeyi yıkıyor, siliyor ve süpürüyorduk. Bizim bu çalışmalarımızı gören Rus askerleri “Niçin yapıyorsunuz bu şekilde bir şeyi? Ne gerek var? Ya birden buradan çıkarılırsanız boşuna yapmış olmayacak mısınız?” dediklerinde, ben “Ömrümde bir yere gitmedim. Babaannem de hayatında tren görmedi. Bir kere bile gezi etmedi. Niye gidelim ki durup dururken?” diye onlara soruyla yanıt veriyordum. Başka bir şey söylemediler, sürüleceğimize dair tek kelime etmediler.
    18 Mayıs sabaha karşı saat dört yada beş civarıydı. Askerler geldi evimize:
    — Çıkın acele hazırlanın! Yolcusunuz!
    — Ne yolcusu, niçin?
    — Hainsiniz siz! Sovyet Hükûmetinin sonucu bu! Acele, sallanmayın! Acele çıkın!
    Şaşkındık. Sersem gibiydik. Büyük bir kaos yaşanıyordu. Evde beş kişiydik. Teyzem avluda ağlıyor, “Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın! Bizleri öldürecekler! Kefenlerinizi alın!” diye bağırıyordu. O gün, hatıramdadır, fazlaca garip bir vaka da olmuştu. O gün bir fırtına vardı Simeiz’de. Rüzgâr uğulduyor, ağaçları sarsıyor, kimi ağaçların dalları kopuyordu. Rüzgârın, ağaçların uğultularına, köpeklerin acı acı havlamaları ve ulumaları (Arire Hanım da ağlıyordu. Nasıl ağlamasın ki?) ineklerin böğürmeleri ve bizlerin feryatları karışıyordu. O günün sesleri… Tarifsizdi o günün feryadları… Korkunçtu… Ardından dolu yağdı, iri iri dolulardı. Biz ağlamadık yalnızca. Sanki bizimle birlikte gök ağladı, hayvanlarımız ağladı. Ağaçlarımız ağladı…
    Bizleri Akmescit’e getirip hayvan vagonlarına doldurdular. 28 gün yol gittik. Tüm yol süresince bir kere yiyecek verdiler, Sarıtav (Saratov)’da. Bazılarımız yanına yiyecek bir şeyler alabilmişti. Bazılarının unu vardı, pişirip bizlere de verirlerdi. Vagonunuz o denli doluydu, o denli sıkışıktı ki ayaklarımı uzatamıyordum. Vagonumuzda ölenleri yol kenarında bırakıp gittik, gömemedik. Semerkand’a getirdiler, stadyuma topladılar. Yanımıza alabildiğimiz eşyaları, bohçacıklarımızı bir kenara topladılar. Bizleri tüfeklerle ite kalka hamama götürdüler. Anlatılır şeklinde şeyler değildi. Bizleri dipçikliyor, küfürler ediyor ve üzerimize ilaçlı kaynar su atıyorlardı. Kaynar suya dayanamayıp ölenler oldu. Kaynar sular… (Yanaklarından ince ince yaşlar sel oldu burada Arire Hanım’ın. Bir süre sonrasında hıçkırıklardan dolayı konuşamadı.)
    Hamamdan sonrasında gene stadyuma getirdiler bizleri. Biz dönene kadar bohçalarımız, eşyalarımız karıştırılmış, işe yarayacaklar yağmalanmıştı. Eşek otomobillerine koyup köylere dağıttılar. At ahırlarında yattık. Ne yorganımız ne döşeğimiz vardı. Günlerce, haftalarca yerlerde yattık. Oradaki ağır şartlarda, pek fazlaca insanımız hastalığa yakalandı, pek bir çok öldü. Yeterli yiyecek verilmezdi. Ağır işlerde çalıstırılırdık. Yaşlı hanımlarımız, hep Kırım hasretini anlatırlardı; pek bir çok son günlerini yaşarken, son nefeslerini vermeden bir yudum dahi olsa Kırım’ın suyunu içmek isterlerdi. Bir yudum, bir yudumcuk Kırım suyu olsa, içsem, rahat ölebilirdim, derlerdi.
    Bir gün bir kadıncağızla oğlunu çakallar yemiş. Aç çakallar. Oğlancağızı ayakkabılarından tanıyabildik. Bu vakadan üç gün sonrasında cepheden babası geldi. Selâm verdi. (Burada Arire Hanım gene kendini tutamadı, hıçkırıklara boğuldu.) Askerden gelen bu yiğit selâm verdikten sonrasında, cemaat dedi, “Benim karım Arife, oğlum Server’i görenleriniz, tanıyanlarınız var mı? Fotisalalı idiler? Kim biliyor?” Hiç kimse sesini çıkaramadı. Nasıl densin çakallar yedi diye.
    Sonra bir kadıncık, yaşlı bir kadıncık: “A balam!… Allah…..Allah sana sabırlar versin! Yazımız bu şekilde imiş… Allah rahmet eylesin!…..” dedi ve söyledi. O, cepheden gelen yiğit adam, gözlerimizin önünde o şekilde bir dövündü, o şekilde bir bölgeleri tırmaladı ki dayanılır şey değildi. Sonra adamı, o yiğidi kaldırdılar yerden, su verdiler, birazcık olsun teskin etmeye çalıştılar. Adamcağız yerden kalktığında saçları bembeyaz olmuş, çökmüş, aniden ihtiyarlamıştı.
    Şimdi düşünüyorum, yaşadığımız bu facialara, dehşetli günlere karşın iyi mi sağ kalabildik, iyi mi olup da Vatanımız Kırım’a dönebildik diye? Bunun tek bir açıklaması var o da birlik. İsmail Bey Gaspıralı’nın bizlere miras bıraktığı birlik. Biz birbirimizi koruyarak, beraber savaşım ederek bugünlere gelebildik. Burada adını anmadan geçemeyeceğim bir şahıs var. Gafur Ağa. Kemaneci idi. Sürgün günlerinin o ağır, o dayanılmaz, pislik ve açlık içinde geçen günlerinde bizlere kemanesiyle kaytarmalar çalardı. 5 dakika olsun onunla güler, asla eğer olmazsa gülerek ağlardık. Bize “Qorqmañ balalar, bir kün Vatanğa qaytarımız, şen qaytarmalar çalarmız” diye devamlı moral ve kuvvet verirdi.
    Allah’a şükür her şeye karşın dimdik ayakta kaldık. Millet olarak yok olmadık. Şimdi de hâlimiz ağır fakat birlik beraberlik içinde bu günleri de geçeriz inşallah..” (Kurşunlanan Türkoloji)
  • 1991 senesinde Sovyetler Birliği dağılıp Türk toplulukları birer birer bağımsızlıklarını duyuru edince, devrin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “hazırlıksız yakalandık” demişti. Şu sebeple senelerce Amerika, Avrupa, İran, Japonya, Çin ve Arap ülkeleri, Türkistan ile ilgilenip, bu coğrafyanın yer altı, yer üstü kaynaklarını, dillerini, inanvlarini ve sosyo-kültürel durumlarını araştırmak suretiyle enstitüler, bölümler, kürsüler kurarak, uzmanlar yetiştirip bölge hakkında veri tabanları oluştururken, biz bu coğrafya ile ilgilenen herkesi, “Türkçü, Turancı, ırkçı, hayalperest” olarak suçlamış, hiçbir hazırlık yapamamıştık. Dolayısıyla bu coğrafya ile ilgili idealleri olanların bildikleri de, bir tek ulusal duygusal duygulardan ve hayallerde öteye gidememişti.
    Sovyetlerden ayrılan Türkler de hazırlıksız yakalanmışlardı… Şu sebeple onlar, Stalin baskı ve kıyımından geçerek gelmişlerdi. Düşünen beyinleri, gören gözleri olan aydınlarınım tamamına yakını Stalin tarafınca katledildiği için, yollarını aydınlatacak ışıktan yoksun kalmışlardı. Bu da yetmezmiş şeklinde sistemin kabulleri ve hedefleri doğrultusunda, yalan yanlış bilgiler onlara hakikat diye öğretilmişti. Atatürk, daha 1933’te ” Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın nasıl biteceğini kimse bu günden kestiremez. Tıpkı Osmanlı şeklinde, tıpkı Avusturya-Macaristan şeklinde parçalanabilir, ufalabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o süre Türkiye ne yapacağını bilmelidir… Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inanci bir, aslı bir kardeşlerimiz vardır. Onlara haiz çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lâzımdır. Milletler buna iyi mi hazırlanmış olur? Manevî köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür… Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların (Dış Türklerin) bizlere yaklaşmasını beklememeliyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.” diyordu. Ama biz, bir Sovyetleşme sürecinden geçmemiş, Stalin yönetiminde yaşamamış olmakla beraber, minimum yaşayanlar kadar tarihsel hafizamızı yitirmiş, değerlerimizden uzaklaşmış ve âdeta “mankurt”laşmış olduğumuz için olup biteni anlayamamıştık bile. (Kurşunlanan Türkoloji)
  • “…insanoğlunun düşüncesi rüzgar şeklinde.” (Kurşunlanan Türkoloji)
  • 20. yüzyılın en mağdur, en mazlum ve en fazlaca kırım ve kıyıma uğrayan milleti Türkler olmuştur. (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla…
    İsmail Gaspıralı (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Tarih 25 Şubat 1992… Hocalı halkı, kışın dondurucu soğuğundan, sıcak yataklarına sığınmaya hazırlanırken, acımasız bir ölüm kokusu her yanı sarmaya adım atar…
    Ermeniler, tarih süresince en iyi yaptıkları işi yeniden etmiş, XX. yüzyılın başlarında olduğu şeklinde sonlarında da kendilerini göstermişlerdir! (Kurşunlanan Türkoloji)
  • Türk’ün aleyhinde olan adaletsiz düzeni reddederek tarih yazan Türk büyüklerimizin davalarını;
    Aklı, bilimi ve etik değerleri rehber edinerek yaşatacağız.
    #3MayısTürkçülerGünü mübarek olsun… (Türklük Bilimi Terimler Sözlüğü)
  • Türkler sözkonusu olunca Uluslararası hukukun, hakkaniyet ve insan haklarının işe yaramadığını biliyordum. Bu durumda beynimde Gaspıralı’nın sözleri yankılandı: ” Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla… ” (Kurşunlanan Türkoloji)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş