Eğitim

Özgürleşen Seyirci – Jacques Ranciere Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Özgürleşen Seyirci – Jacques Ranciere Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Özgürleşen Seyirci kimin eseri? Özgürleşen Seyirci kitabının yazarı kimdir? Özgürleşen Seyirci konusu ve anafikri nedir? Özgürleşen Seyirci kitabı ne konu alıyor? Özgürleşen Seyirci PDF indirme linki var mı? Özgürleşen Seyirci kitabının yazarı Jacques Ranciere kimdir? İşte Özgürleşen Seyirci kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Jacques Ranciere

Çevirmen: E. Burak Şaman

Orijinal Adı: Le Spectateur Emancipe

Yayın Evi: Metis Yayıncılık

İSBN: 9789753427760

Sayfa Sayısı: 128


Özgürleşen Seyirci Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Siyasal sanat yada sanatın siyasallığından ne idrak etmek gerekir? Eleştirel sanat geleneğinin ve yaşamı sanatsallaştırma arzusunun neresindeyiz? Metalar ve görüntülerin tüketilmesine yöneltilen militan eleştiriler iyi mi oldu da birden meta ve görüntülerin her şeye kâdir bulunduğunun melankolik bir halde kabul edilmesine yada “demokratik insan”ı hedef alan gerici bir eleştiriye dönüşebildi? Ranciere kitabında, uygar sanatın bazı mühim sorunsallarını inceleyerek bu sorulara yanıt vermeye çalışıyor. Bir filozoftan “görme” üstüne düşünce açıcı bir emek verme.


Özgürleşen Seyirci Alıntıları – Sözleri

  • Seyreden insanoğlunun hastalığı şu kısa ifadeyle özetlenebilir: “Seyre daldıkça, daha azca var olur.”
  • “İnsan denen hayvanlar, göstergeler ormanı üstünde kontakt kuran birbirine uzak, mesafeli hayvanlardır.”
  • Ilk olarak siyaset, iktidarın uygulanması yada iktidar mücadelesi değildir.
  • Özgürleşme, toplumu kendi hakikatinden ayırmış olan genel sürecin son noktası olarak gerçekleşebilirdi sadece.
  • Estetik ayrılık rejiminde, sanatın politikaya temas etmiş olduğu nokta burasıdir.
  • İlk olarak, bakmak bilmenin zıddıdır. Seyirci bir görünüşün karşısına geçer, fakat o görünüşün üretim sürecini yada gizlediği gerçekliği bilmez. Ikinci olarak bakmak, eylemenin zıddıdır. Edilgen olan izleyici yerinde olduğu şeklinde, hareketsiz durur. Seyirci olmak, hem bilmek kabiliyetinden hem de eylemek kudretinden kopmak anlama gelir.
  • “Bakmak bilmenin zıddıdır.”
  • Temsil’i varlık’e, edilgenliği etkinliğe dönüştürmek isteyen hiper-tiyatro karşısında bu üçüncü yol. bunların yerine bir hikâyenin anlatımıyla, bir kitabın okunuşuyla yada bir imgeye bakmakla eşit saymak için tiyatro sahnesine atfedilen toplulukçu güç ve yaşamsallık imtiyazını geri almayı önerir.
  • Her izleyici aslına bakarsanız kendi hikâyesinin oyuncusudur; her oyuncu, her fiil insanı da aynı hikayenin seyircisidir.
  • Şov gerçeği saklayan görüntülerin teşhiri değildir. Şov, toplumsal etkinlik ile toplumsal zenginliğin birbirinden ayrı gerçeklikler olarak var olmasıdır.
  • Toplumsal eleştiri şekilleri, aslına bakarsak yeteneksizleri, görmeyi bilmeyenleri, gördüklerinin anlamını kavrayamayanları, elde edilmiş bilgiyi militan enerjiye iyi mi dönüştüreceklerini bilmeyenleri tedavi etmek
    amacındaydı.
  • “Görüntüler bakışımızı değiştirir; eğer anlamları öngörülmemişse ve anlamları da etkilerini ön görmüyorsa, görüntüler mümkün olanın manzarasını da değiştirir.”
  • Cenup Afrikalı fotoğrafçı Kevin Carter tarafınca Sudan’da çekilmiş bir fotoğrafın görünürlük uzay-zamanını inşa etmek için bulmuş olduğu bir enstalasyon. Fotoğrafta yerde emekleyen ve açlıktan ölmek suretiyle olan minik bir kız görürüz; bu esnada arkadaysa leş yiyici bir akbaba kızın ölmesini beklemektedir. Görüntünün ve fotoğrafçının kaderi, egemen haber düzeninin ikircikliğine iyi bir örnektir. Fotoğraf, Sudan çölüne gidip oradan bu denli çarpıcı, Batılı seyirciyi ötelerde yaşanmış olan kıtlıktan ayıran duvarı yıkmaya bu aşama uygun bir görüntü getiren kişiye Pulitzer ödülü kazandırmıştır. Aynı zamanda sahibini bir hiddet kampanyasının hedefi haline getirmiştir: Çocuğa yardım etmek yerine, kusursuz fotoğrafı yakalayacağı ânı beklemiş olmak da insansı bir akbabalık değil midir? Bu kampanyaya tahammül edemeyen Kevin Carter intihar etti.
  • Bundan dolayı politikanın merkezinde de görüş ayrılığı durur.
  • Egemen medyanın bizi katliamlara, kitlesel tehcirlere ve gezegenimizin bugününü dolduran öteki dehşetlere tanıklık eden görüntü seline boğduğu falan yoktur. Tam tersine, bu tür görüntülerin sayısını azaltmaya. görüntüleri ayıklamaya itina gösterir. Medya, bu tür görüntülerin manasını rahat bir halde yine yine açıklamaktan başka bir şey yapmaz; bu açıklamayı aşacak her şeyi eler. Bilhassa de televizyonların haber ekranlarında gördüğümüz şey, görüntülerin ne gösterdiğini ve onlar hakkında ne düşünmemiz icap ettiğini söyleyen yönetici, uzman ve habercilerin bakış açısıdır. Dehşet sıradanlaştırılmışsa bile, bunun sebebi oldukca sayıda dehşet görüntüsünü görmemiz değildir. Ekranda acı çeken oldukca sayıda gövde görmeyiz aslına bakarsak. Gördüğümüz, oldukca sayıda isimsiz gövde, kendilerine yönelttiğimiz bakışı bizlere iade etmeye muktedir olmayan bedenler, kendileri söz hakkina haiz olmadıkları halde sözün nesnesi olmuş bedenlerdir. Haber sisteminin işlemesini elde eden şey. görüntü fazlalığı değil; anonim kalabalıkları ilgilendiren data selinin “şifresini çözmeye” muktedir, konuşan ve düşünce yürüten varlıkları seçmesidir. Bu görüntülerin kendine özgü politikası, bayağı her insanın görmeye ve konuşmaya muktedir olmadığını bizlere öğretmektir. Televizyondaki görüntü tufanını eleştirmeye kalkanların yavan halde teyit ettikleri ders budur.


Özgürleşen Seyirci İncelemesi – Kişisel Yorumlar

50mg Ranciere: “Le Spectateur Emancipe”
“Azat Olan Seyirci”
Latince “emancipatio”dan Fransızca “emancipation”a. Oradan İngilizceye. Fiil haliyle “emancipate”.
Batıdaki kölelik karşıtlarının 18. ve 19. yüzyıllarda kullandıkları bir tabir.
Yani azat etmek…
Ranciere’in kitapta ne anlatmaya çalıştığını daha iyi kavrayabilmek adına, kitabın adı hakkında özetlemek gerekirse ahkam kesmem lazımdı.
“Özgürleşmek” üstüne düşündüğünde ucu bucağı olmayan bir deryaya dalmış şeklinde oluyor insan.
Özün gürlemesi, gür olması. Gürüldemek…
Neyse “özgür” başka bir incelemenin konusu olsun, kitabın ismine döneyim.
Türkçe’ye çevrilirken Özgürleşen Seyirci’den ziyade “Azat Edilen Seyirci” ya da “Azat Olan-Olunan Seyirci” olmalıydı. Zira biz, şu demek oluyor ki seyir eyleyenler, izleyiciler; Ranciere’e nazaran açıkça köleyiz. Çoğunlukla önüne gelen görüntüleri filtreleme kabiliyetinden yoksun, ağzı açık seyre dalmış köleleler…
2008 senesinde basılmış olması sebebiyle, Ranciere’in “multimedya, streaming” v.b dijital tabirleri, interneti iyi tanıdığından eminiz. Yani söylemek istediğim, 11 yıl geçmiş olmasına karşın aradan, kitabı okurken yazarıyla dönemdaş olduğunuzu hissedeceksiniz ki bu hoş bir histir okuyucu açısından. Ranciere’in kitabı yazarken takriben 67-68 yaşlarında bulunduğunu da söyleyeyim.
Kitapta neler var? Bu Fransız feylesof neler anlatmaya çalışmış?
Meta ve görüntü bombardımanı altındaki seyircinin şu demek oluyor ki benim-senin-onun-bizim-sizin-onların edilgenliğinin, etik manada “insanlığın yenilgiyi kabul etmesi” anlamına gelebileceğini söylemiş Ranciere.
Açıkça değilse de, şu dönemin hikayesiz insanının, eylemsiz halde meta ve görüntü tüketimiyle geçen ömrünün beyhudeliğinden bahsetmiş bence Ranciere.
Benim şeklinde bu durumdan yakınanlara da geçirmeyi unutmamış bence Ranciere.
Misal:
“Dört bir taraftan üzerimize salıverilen uyarıcılar haddinden fazlaydı; bu bollukla başa çıkmaya hemen hemen hazır olmayan beyinleri salgın eden haddinden fazla fikir ve görüntü, büyük şehirlerde yaşayan yoksulların gözü önüne bırakılmış haddinden fazla hoş imge ve yoksul evlatların boş kafalarına kakılmış haddinden fazla yeni data vardı. Sinirsel enerjilerinin bu şekilde uyarılması, ciddi çekince arz ediyordu. Sonucu, kısa vadede cemiyet düzenine karşı yeni saldırılar, uzun vadedeyse çalışkan ve sağlam bir ırkın sonunu getirecek olan bilinmeyen arzuların zincirinden boşanması olacaktı. Tüketilebilir metalar ile görüntülerin fazlalığından yakınmak demek, her şeyden ilkin demokratik toplumun, tüm o sözleri, görüntüleri ve yaşanmış tecrübeleri sahiplenebilecek haddinden fazla ferdin bulunmuş olduğu bir cemiyet olarak tasvir edilmesi demekti.”
Demokratik cemiyet nedir? Nasıl olmalıdır şeklinde leziz sorular sorup sorduruyor Ranciere efendi.
Başarılı bir sanat felsefecisi şeklinde görsel sanatların -özellikle tiyatro, enstalasyonlar- politik teorileriyle ilgileniyor.
“Özgürleşen Seyirci” başlığı hem kitabın adı hem de içindeki beş makaleden biri. Tiyatro ve izleyici ilişkisine dair teorileri irdeliyor. Plato’dan yakın tarihin tefekkürcülerine uzanıyor bunu yaparken, Brecht şeklinde, Guy Debord şeklinde…
Her ağır metin şeklinde okuyucudan bazı “şeyleri” bilmesini beklese de, “hadi ağır bir metin bulayım da dalayım” diyen, felsefe okumamış bir erişkin alıp okuyabilir. Anlamlandıramadığı şeyler bulacaksa da çoğunlukla yararını görecektir. Ya azat olacak mıdır? Görüntülerin ve metaların köleleri değilsek bile, dönemin köleleri değil miyiz? Hiç azat olacak mıyız sanki? Belki ölüm hakiki azatlıktır.
Sevgiler. (Zürriyetsiz)

Sanat Sosyolojisi yada Görmenin Hali olarak okunabilecek üç yaratı.
Filmlerle Sosyoloji kitabini daha ilkin okumuş paylaşmıştım
Görme Biçimleri kitabi da daha önceki okumalarımdan “John Berger: Herşeyden ilkin görme vardi.” Diyor.
Jacques Ranciere de Gören, Bakan seyircinin eğitimden, bilhassa tiyatrodan, reklam afişlerinden, Fotoğrafa, Sinemaya bir bakis açısı sunuyor bizlere. Mesela Katlanılmaz Görüntü bölümününde Cenup Afrikalı Fotoğraf Sanatçısı Kevin Carter tarafınca görünürlük uzay-süre inşa etmek için bulmuş olduğu bir enstalasyon. Fotoğrafta yerde emekleyen ve açlıktan ölmek suretiyle olan minik bir kız görürürüz. Bu esnada arkadaysa leş yiyici bir akbaba kızın ölmesini beklemektedir. Görüntünün ve fotoğrafçının kaderi, egemen haber düzeninin ikircikligine iyi bir örnektir.
Fotoğraf, Sudan çölüne gidip oradan bu denli çarpıcı, Batılı seyirciyi ötelerde yaşanmış olan kıtlıktan ayıran duvarı yıkmaya bu aşama uygun bir görüntü getiren kişiye Pulitzer ödülü kazandırmıştır. Ayni zamanda sahibini bir hiddet kampanyasının hedefi haline getirmiştir
Çocuğa yardim etmek yerine, kusursuz fotoğrafı yakalayacağı anı beklemiş olmak da insansı bir akbabalik değil midir? Bu kampanyaya tahammül edemeyen Kevin Carter intihar etti.
Bu bir tek bit örnek aslinda bu aşama hepimizin nezdinde çarpıcı olmasi minik bir kız evladı olmasimiydi? Ya da buna benzer kim bilir her gün kareler, görüntüler görüyoruz da kaniksiyor muyuz. Yoksa açılmayan ağızlar, duymayan kulaklak, görmeyen gözler ve düşünemeyen aptallasmis-aptallastirilmis beyinler mi?
Görüntü, düşünceli olmaktan o denli acele vazgeçmeyecektir. (Mehmet Emin Çiçek)

“Özgürleşen Seyirci” başlığı ekranlarına kilitlenen milyonların yönlendirilmiş ve şekillendirilmiş zihin algılarını düşününce, bana oldukca çekici gelmişti. Fakat kitap daha oldukca fotoğrafçılık ve beyazperde şeklinde alanlarda entellektüel becerileri yüksek olan ve bu alanlarda felsefemsi bir tat arayanların okuyabileceği bir dil ve üslupla kaleme alınmıştır. İsmiyle müsemma eserlerde buluşmak dileğiyle… (Hikmet Zayi)


Özgürleşen Seyirci PDF indirme linki var mı?


Jacques Ranciere – Özgürleşen Seyirci kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Özgürleşen Seyirci PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jacques Ranciere Kimdir?

Jacques Rancière (d. 1940) Fransız düşünür Paris-VIII (St. Denis) Üniversitesi’nden felsefe profesörü iken emekli olmuştur. 1960’larda Marksist düşünür Louis Althusser ile birlikte yazdığı Kapital’i Okumak ile ünlenmiştir.

Rancière, Mayıs 1968 talebe ayaklanmaları üstüne hocası Althusser’le olan uyuşmazlığının peşinden, ideoloji ve proletarya şeklinde siyasal söyleme yerleşmiş kavramları güncelleme üstüne emek harcamalar yürütmüştür. Mesela, “Filozof ve Yoksulları” çalışmasında filozofların entelektüel hayatlarında yoksulların rolünü, Platon ve Marx eleştirilerinden yola çıkarak çözümleme etmiştir. “Siyasalın Kıyısında” kitabında, siyasetin eşitlik ve bütünlük anlayışını eleştirirken bu kitabın içinde yer edinen “Siyaset Üstüne On Tez” çalışmasında, demokrasi ve politika arasındaki ilişkiyi tekrardan tanımlamaya emek harcayarak seviye anlamındaki politika ile varsayılan eşitliğin dışındaki siyasal arasındaki farkları ortaya koymuştur. “Cahil hoca” çalışmasında da Joseph Jacotot’un hikâyesi üstünden eşitlik terimini ve eğiticinin rolünü sorgulamıştır.

Ranciere çalışmalarında seviye arayışı için göz ardı edilen eşitsizlikleri göz önüne koymayı amaçlamaktadır.

2006’da Rancière’in güzel duyu teorisi görsel sanatlarda bir referans noktası haline geldiği belirtilmiştir. Rancière, Freize Sanat Fuarı şeklinde sanat dünyası etkinliklerinde dersler vermiştir. Eski Fransız başkan talibi Ségolène Royal, Rancière’in favori filozofu bulunduğunu söylemiştir.

2003 senesinde Rancière, öteki bazı Fransız aydınları ile beraber imzaladığı, 2003 Çeçen referandumunun gayrımeşruluğunu protesto eden bir mektubu Putin’e göndermiştir.


Jacques Ranciere Kitapları – Eserleri

  • Cahil Hoca
  • Kurmacanın Kıyıları
  • Özgürleşen Seyirci
  • Filozof ve Yoksulları
  • Bela Tarr, Ertesi Zaman
  • Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?
  • Demokrasi Nefreti
  • Siyasalın Kıyısında
  • Tarihin Adları
  • Kapital’i Okumak
  • Estetiğin Huzursuzluğu
  • Suskun Söz
  • Uzlaşı Çağına Notlar
  • Estetik Bilinçdışı
  • Uyuşmazlık
  • Dissensus
  • Sinematografik Masal
  • Görüntülerin Yazgısı
  • Aisthesis
  • Kelimelerin Mekanı


Jacques Ranciere Alıntıları – Sözleri

  • “…sanki bir şeye beslenen tek tutku o şeyin yokluğunda bulunurmuş şeklinde…” (Uyuşmazlık)
  • Ilk olarak siyaset, iktidarın uygulanması yada iktidar mücadelesi değildir. (Özgürleşen Seyirci)
  • Mağdurun uğratılmış olduğu telafisi olmayan haksızlığın sınırsızlığı, savunmacının hakkının sınırsızlığını haklı çıkarır. (Uzlaşı Çağına Notlar)
  • Her tarafta sınırlar. Bundan dolayı melankoli, donuk ve dertli bir şarkı şeklinde. Bir doktor başka bir hekime karşı tüm varoluşa ve insanların hareketlerine yansır. (Estetik Bilinçdışı)
  • Buna inanmak için inanç gerekir. (Demokrasi Nefreti)
  • Esas olan hikâyenin belirli (tek anlamlı) olmasıdır; imgeselin ve gerçeğin, tersine çevrilebilir romantikliğin ayırt edilmezliğine karşı bir itiraf vakasına neden olan Aristo’cu data ve fiil düzenini koymuş olmasıdır. (Estetik Bilinçdışı)
  • Bugün, eşitliğin tarihinin özerk bir tarih olduğu ve bu tarihin, tekniklerin, ekonominin, vs. geçirdiği nesnel dönüşümlerin analizine dayanan stratejilerin gelişimi değil, gittikçe daha azca yoğunluğa ve süreye haiz kendine özgü zamansal dinamikler yaratan anların kümelenmesi -birkaç gün, yedi gün, kimi zaman birkaç yıl- olduğu tekrardan keşfediliyor. Her seferinde yeni bir başlangıçtır bu ve her seferinde bunun nereye kadar gideceği kim bilir. Bundan ders çıkarma iddiası da pek uzağa götürmez. Önceki deneyimlerden ders çıkar ma düşüncesi daima, isteneni yapmanın bu sefer doğru biçiminin bulunacağını varsayar. Ne yazık ki eşitliğe dayalı bir ânın davranışını belirleyen şey, istenenin ne olduğu değildir. Tersine: “İrade” bir neticedir, eşitlikçi ânın serpilip gelişme sinin almış olduğu modalitedir. Eşitliğe dayalı anların monadik cehresini tekrardan keşfetmek, bununla beraber bu dinamillaklığını da tekrardan keşfetmektir. (Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?)
  • Diğeri hangi göstergelere nazaran burada var ya da burada yok kabul edilmektedir?
    Bir ekran üstündeki görülür formlardan birinde ötekinin var
    bulunduğunu, bir başkasında ise olmadığını anlatmaya olanak
    veren nedir? Mesela Au hasard Balthazar’ın [Rasgele Balthazar) bir planında var olup da Questions pour un champion’un“
    bir epizodunda olmadığını söylemeye olanak veren nedir?
    “Görsel”i küçümseyenlerin en sık verdikleri yanıt şu: Tele-
    vizyon görüntüsünün -bizzat doğası gereği- ötekisi yoktur,
    zira kendi ışığını kendinde taşır; oysa sinematografik görüntü
    ışığını bir dış kaynaktan alır. Vie et mort de l’image [Görüntü­nün Yaşamı ve Ölümü] başlıklı bir kitapta Regis Debray bunu
    özetlemektedir: “Burada görüntünün kendi bütünleşik ışığı
    vardır. Kendi kendini açığa çıkarır. Kendi kaynağını kendinde bulur, kendinin sebebi olarak karşımızdadır. Spinozacı Tanrı
    ya da töz tanımı.” (Görüntülerin Yazgısı)
  • Genel olarak sanatın varlığı, sözcüklerin düzenlenmesi, renklerin yayılması, hacimlerin modellenmesi ya da bedenlerin evrilmesini içeren pratiklere görülürlük ve imlem veren,
    mesela resmin ne olduğuna, fotoğraf yaparken yapılanın ne olduğuna, fotoğraf yapılmış bir duvar ya da bir tuvalin üstünde
    görülenin ne olduğuna kabul eden bir kimlik belirleme rejimine -ayrıştırma rejimi- bağlıdır. Ama bu şekilde bir karar daima
    bir pratiğin o ergonomik olmayan bir şeyle eşdeğerliği rejiminin
    yerleştirilmesidir. (Görüntülerin Yazgısı)
  • Proleterlerin vatanı yoktur. Ama burjuvazi kendi başına sadece evrensel derslik olarak var olabilir; nitekim ulusal alışkanlık ve çıkarları çevreleyen her türlü ”Çin seddini” ortadan kaldırmıştır. Proleterler için ”yasalar, terbiye ve din” , ”burjuva çıkarlarının arkasına saklandığı birer burjuva önyargısı’dır. Ama burjuvazi dinsel esrimenin ya da ahlaksal coşkunun verdiği ürpertileri ”bencil hesabın buzlu sularında” çoktan boğmuştur. Proleterde salt edilginlik olan statü yokluğu, burjuvanın tarafında, sürekli devinimiyle tüm durağan(durgun) belirlenimleri ortadan kaldıran ve kiri pası temizleyen tinin gücüdür. Burjuvazi devrimcidir; tüm sınıfların, tüm sabitlenmiş ve kemikleşmiş belirlenimlerin çözünme hareketi olduğundan. O aslına bakarsanız derslik-olmayan bir sınıftır, üretme ile yok etmenin ağlatısal özdeşliğidir. Proleterya ise, burjuva devriminin ikizi ya da öteki yüzünden ibaret olarak, yaşam ile ölümün özdeşliğini onaylamaktan başka bir şey yapmaz. (Filozof ve Yoksulları)
  • Her izleyici aslına bakarsanız kendi hikâyesinin oyuncusudur; her oyuncu, her fiil insanı da aynı hikayenin seyircisidir. (Özgürleşen Seyirci)
  • Kimilerine hala paradoks şeklinde gelen bir kaç apaçık husustan hareket edelim.Bir hatıra, bir bilincin anılarının toplamı değildir. Bundan dolayı o şekilde olsaydı, tam da kolektif hatıra [hafıza] fikri anlamdan yoksun olurdu. Bir hatıra, işaretlerin, izlerin, anıtların belli bir bütünüdür, belli bir tertibidir. Kusursuz gömüt, Büyük Piramit, Keops’un hatırasını korumaz. O bu hatıranın kendisidir. Kuşkusuz
    her şeyin iki hatıra rejimine ayrılmış olduğu söylenecektir: bir yanda, geçmişteki bu hükümran güçlerin hatırası (ki, bunların bazıları yalnızca mezarlarının dekoru ya da malzemesi itibariyle bir gerçekliğe sahiptirler) ; öteki yanda ise aksine en alelade varoluşların ve en bayağı olayların tanıklığını kaydetmeye ara vermeyen uygar dünyanın hatırası. Enformasyonun bolca olduğu yerde, hatıranın yeterinden fazla olduğu varsayılır. Oysaki günümüz, bu şekilde olmadığını gösteriyor. Enformasyon hatıra değildir. Enformasyon hatıra için biriktirmez, yalnızca
    kendi çıkan için çalışır. Ve onun çıkarı yalnızca şimdinin soyut hakikati kendini onaylasın diye her şeyin çabucak unutulmasındadır ve enerjisini bu hakikate tek kafi şey olarak sunmaktadır. (Sinematografik Masal)
  • “İnsan denen hayvanlar, göstergeler ormanı üstünde kontakt kuran birbirine uzak, mesafeli hayvanlardır.” (Özgürleşen Seyirci)
  • Tartışmalı amaçlar ardında koşan kişilerle karşılaştığında kendi kararlılığına yönelen ve sözleriyle tüm bir beğeni sistemine karşı isteklerini ve bir bilinçdışından ötekine duygularını ortaya koyan belli bir şiir anlayışı vardı. (Estetik Bilinçdışı)
  • Sinemanın öykücülerinin görüntü-işlemleri varlıkların
    mevcudiyete gelişinin fenomenolojik ikonlarına dönüşebilir, şundan dolayı tarih çağının “görüntüleri”, sanatın güzel duyu rejiminin görüntüleri kendi metamorfik özelliklerini işleme verirler. Bundan dolayı onlar temsili anlatının işlevsel sekansları ve fenomenolojik dininin ikonları arasındaki hesaplanabilirliği elde eden daha
    temel bir poetikaya aittirler. Bu poetika, Friedrich Schlegel’in “ilerlemeci evrensel şiir sanatı” fikriyle özetlediği poetikadır: Yani, eski şiirlerin öğelerini yeni şiirler halinde bir araya getirilebilir fragmanlara dönüştüren metamorfozların
    şiir sanatı, fakat bununla beraber sanatın sözleri ve görüntüleri ve ortak deneyimin sözleri ve görüntüleri arasındaki dönüştürülebilirliği de temin eden şiir sanatı. (Sinematografik Masal)
  • “Sinemayı hikâyeler anlatma sanatı olarak ele almak yalan ile gerçeğin aynı şey bulunduğunu söylemek şeklinde ucuz bir şeydir” (Sinematografik Masal)
  • Olanaklı olana tutunuyorlar fakat olanaklı olan da fazla olanak sunmuyor. (Uzlaşı Çağına Notlar)
  • Şov gerçeği saklayan görüntülerin teşhiri değildir. Şov, toplumsal etkinlik ile toplumsal zenginliğin birbirinden ayrı gerçeklikler olarak var olmasıdır. (Özgürleşen Seyirci)
  • Özetlemek gerekirse, eğer tabip Freud pozitivist meslekdaşlarımn “sıradan” olgular olarak gördükleri ve ilgilenmedikleri şeyleri kendi düşüncelerini kanıtlayan
    “örnekler”e dönüştürüyorsa bunun sebebi onların
    aslına bakarsanız bilinçaltına özgü tanıklıklarıdır. (Estetik Bilinçdışı)
  • – ” (…) Müzik dilsizdir!
    Fakat tam da bu yüzden, her şeyi ifade etme iddiasındadır…” (Suskun Söz)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş