Eğitim

Şikago Mezbahaları – Upton Sinclair Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Şikago Mezbahaları – Upton Sinclair Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Şikago Mezbahaları kimin eseri? Şikago Mezbahaları kitabının yazarı kimdir? Şikago Mezbahaları konusu ve anafikri nedir? Şikago Mezbahaları kitabı ne konu alıyor? Şikago Mezbahaları PDF indirme linki var mı? Şikago Mezbahaları kitabının yazarı Upton Sinclair kimdir? İşte Şikago Mezbahaları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Upton Sinclair

Çevirmen: Kıvanç Cenup

Editör: Barış Cezar

Orijinal Adı: The Jungle

Yayın Evi: Sel Yayıncılık

İSBN: 9789755708614

Sayfa Sayısı: 400


Şikago Mezbahaları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Şikago Mezbahaları, yazıldığı dönemden bugüne ABD’deki emekçi sınıfların durumunu gözler önüne seren çarpıcı eserlerden biridir.

Şikago’daki devasa et endüstrisi kısa sürede kullanıp bir kenara attığı ve sefalete mahkûm etmiş olduğu emekçilerin yerine devamlı yenilerini aramakta, dünyanın dört bir yanından Amerikan rüyasına kanarak gelenler bu acımasız çarkın dişlileri içinde öğütülmektedir. Zenginlik ve özgürlük hayaliyle bu fabrikaların çevresinde toplananların karşısına ise, iş ve can güvenliğinin bulunmadığı, bir ucundan kesimlik hayvanların, öteki ucundansa kurban edilmeye hazır örgütsüz işçilerin girmiş olduğu bir cehennem çıkacaktır.

Upton Sinclair’in, romanını yazmak suretiyle kimliğini gizleyerek içine sızıp çalmış olduğu mezbaha bölgesindeki tanıklıkları, o gün olduğu şeklinde bugün de ne tüketicinin sağlığını ne çalışanların refahını önemseyen paracı üretim ve tüketim anlayışına ışık tutuyor. Enerjisini gerçeğin acımasızlığından alan sarsıcı bir roman.


Şikago Mezbahaları Alıntıları – Sözleri

  • Duygularınız körelmiş, ruhunuz uyuşmuş durumda; fakat hayatınızda bir kez olsun yaşadığınız bu dünyayı fark edin…
  • Emeğiyle bu ülkeyi var eden fakat ülke yönetiminde söz sahibi olmayanlar!
  • Hayat bir varoluş savaşıydı ve güçlüler güçsüzleri yener, sonunda hepimiz en kuvvetli olana yenilirdi.
  • Şu anda insanların çoğunluğu hemen hemen insan bile değil, başkalarının servetine servet katmak için kullanılan birer makine.
  • Adalet diye,hak diye bir şey yoktu; yalnızca güç, diktatörlük, kayıtsızlık ve kontrolsüz bir keyfilik ve güç vardı!
  • Yaratılışı böyleydi; dünyanın adaletini, yıkımın ve ölümün dal budak salmış olduğu bir yaşamın yaşamaya kıymet olup olmadığı sorgulamıyordu.
  • Ruhu öldürenlerin karşısında bedeni öldürerek katliam işlemek nedir ki?
  • Öğrenilecek fazlaca şey, keşfedilecek birçok güzellik vardı!
  • Hayat seni fazlaca zorlamış belli oluyor.
  • Acı ve sefalet içinde yaşayan, çocuklarını besleyecek parayı kazanmak için didinen binlerce anne var!
  • “Ekonomiyi” sahipler yönettiği sürece halkın gitgide daha fazlaca çalışacağını, köleleşeceğini, kazancının devamlı azalacağını göremiyorlardı!
  • …insanoğlunun kendi başının çaresine bakması icap ettiğini, sırtınız yere gelirse çığlıklarınızı kimsenin duymayacağını bilecek kadar da görmüş geçirmiş biriydi.
  • Bu dünya hanımlarla küçüklere nazaran değildi.
  • Domuzların çığlıkları haricinde her şeylerini kullanırlar.
  • Ruhu öldürenlerin karşısında bedeni öldürerek katliam işlemek nedir ki?


Şikago Mezbahaları İncelemesi – Kişisel Yorumlar

BU NASIL BİR DÜZEN Kİ AÇIN SIRTINDA TOK VAR: İşçilerin umuda seyahat yapmış olup hüsrana uğramasıyla kitap/gazap-uzumleri–575’ni, o işçilerle işverenler içinde greve gitme, bırakım kırıcılığı yapma şeklinde daha politik mücadelelerinden dolayı kitap/bitmeyen-kavga–572’yı, sistemi ve kurumlarını direkt hedef alması noktasında kitap/demir-okce–1722’yi, ne kadar çabalarsa çabalasın duvara toslayan ve sistemin fazlaca çalışanı değil kendinden ödün vereni ödüllendirdiğini gösteren bir baş karakteri olmasıyla kitap/martin-eden–1614’i anımsatan bir kitaptı. Hani tereddüt eden var ise ve bu kitapları beğendiyse okumasını tavsiye ederim. Ancak bu kitabı saydığım kitaplardan ayıran mühim nokta salt sistem eleştirisinden ibaret olmaması. Daha sonrası için de yol haritası çiziyor. Son 40 sayfayı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır.
Şimdi bazı aklı evveller okuyup “Hep fena koşullardan bahsetmiş”, “teknik güzel fakat bu insanlık dışı koşullardan bu kadar bahsedilmesinden gına geldi, hem bu şekilde koşullar mı kaldı, bunalarak, oflayarak okudum” şeklinde saçma sapan yorumlar yapabilirler. Bundan dolayı bu sitede kitabın yazıldığı süreci, bölgeyi, o insanların dünyasını bilmeden kitabı kendi dünyalarından bakarak ve bugünkü koşullarda eleştirenler var. Üstelik bu suya sabuna dokunmayan incelemeleriyle övgü bile alıyorlar 🙂 Şimdi gelelim gerçeklere.
Kitap adından da anlaşılacağı suretiyle bir mezbahada başlıyor. Büyük bir fabrikada devasa üretim var. İlkel bir Fordizm modeli şeklinde düşünebiliriz. Şimdi iyi fena politika yada ekonomi dersleri alanların bileceği şeklinde klasik liberal abimiz Adam Smith, uzmanlaşmadan bahseder. Bir iş, iş bölümlerine ayrılır, her işçiye bir iş düşer, fazlaca fazla mal kısa sürede yapılır. İşte bu yapınak da hayvanın çığlıkları haricinde her zerresinden kar meydana getirilen, her biriminde bir dramın yaşandığı bir fabrikadır. Peki bu yapınak sahibi her şeyden kar yaparken işçinin payına düşen nedir? İşte pek fazlaca liberal bu tarz şeyleri göz ardı ederek büyümeden bahseder. Acılar ise romanlarla yada filmlerle aktarılır.
Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmini izleyenlerin anımsayacağı mükemmel bir sahne var: https://www.youtube.com/watch?v=DfGs2Y5WJ14 İnsanın makinelerin kölesi olduğu, ne ürettiğini bile kavrayamadan üretime yabancılaştığı, rutine bağladığı için kendini geliştiremediği ve klasik liberallerin teorilerinin çöktüğü o çok önemli sahne. Bu kitapta hepsini görmek mümkün. Tonlarca et üreten fakat geceyi aç geçiren insanlarla dolu bir dünya makul olabilir mi?
Sorun yalnız açlık değil. Kitabın baş karakteri Jurgis’in babası iş güvenliği olmadığı için ölüyor, Jurgis de aynı sebepten onlarca defa yaralanıyor. Seneler içinde birileri savaşım etti ve iş güvenliği ile ilgili yasalar çıktı.
Jurgis’in okul çağındaki akrabaları dahi çalışıyor. Daha 10 yaşındaki çocuklar günde 12-18 saat çalışıyordu. Birileri savaşım etti ve evlatları sakınan yasalar çıktı.
Jurgis ve akrabaları fazlaca çalışsalar da en küçük bir hastalıkta işten çıkarılıyor. İş Güvencesi ile ilgili kazanımlar birileri savaşım edince oldu.
”Ona” adlı karakter evliliğe ilk adımını attı ve ertesi gün işe gitti. Evlilik izni, doğum izni falan yoktu. Bugün var. Birileri savaşım etti, kazanmıştır.
Yine liberallere nazaran piyasada görünmez el var ve emek talebi ile arzı kesinlikle dengeye gelir. Elbette milyonlarca işçiye karşılık bir avuç patron içinde iyi mi bir denge olacak bahsetmezler. Bundan dolayı Yedek İşsizler Ordusu kavramından bihaberler. İşte bu göz ardı edilen kavram işsizliği doğurur. Nitekim kitaptaki tüm işçiler işsizlikten mustarip. Aç kalan hanımefendilerin fuhuş batağına sürüklenmesi, insanların dilenmekten başka deva bulamaması, hırsızlık yapması çarpıcı işlenmiş. Suçu cezalandırmak kolay. Önüne geçmek için insani koşullar yaratılıyor mu? Yoksa hata bu düzenin körüklediği bir olgu, hapishaneler ise korku yayarak ve baskı altına alarak düzene hizmet eden bir mekanizma mı?
Siyaseti parası olanın dizayn etmesi, halk sağlığının bile rüşvet konusu olması, işçinin kendini geliştirecek zaman bulamaması neticesinde kaderine razı yaşam sürmesi, ABD’deki Cumhuriyetçlerle Demokratlar içinde fark olmaması, basının taraflı olması, din adamlarının sistemdeki görevi vs. pek fazlaca mevzudan uzun uzun bahsedilebilir. Kitap oldukça iyi eleştirmiş. Ben ise yalnız son dönemde moda olan ”bireycilik yaa”, ”Zayıf olan ezilir, tabiat ananın kanunu ya” diyerek ortalıkta gezinenlere iki çift söz etmek isterim: Yukarıda saydığım tüm kazanımları yok sayarak bu tarz şeyleri demek kolay. Ama tamamen mülksüz olarak ve sıcak bir evde doğmadan, fazlaca çalışmanıza karşın üç kuruş para kazanarak, işverenlerin kucağına düşüp asgari ücret diye bir kazanımın olmadığı, yapayalnız kaldığınız dünyada aynı çarpıcı sözleri atacak mısınız merak ediyorum.
Son olarak, Jurgis ve ailesinin hikayesi onlarca yıl çalışıp bir evlerinin dahi olmamasını da konu alıyor. Günümüzde ev almak için çabalayıp ev sahipleri ve emlakçılar içinde oyuncak olmuş, kiradan kurtulamayan, kiradan kurtulsa da bankalara 10 yıl kredi borcu ödeyip sadece kutu kadar evlerde oturanlar kitapta kendilerini görebilirler. Hususi mülkiyete kıymet veren bu mükemmel sistemde mülk sahibi olmanız için önünüze çıkan engeller fazlaca ironik değil mi? İyi okumalar. (Yorgun demokrat)

Şikago Bizim Olacak!: Şikago Mezbahaları…
Beni Germinal kadar hatta daha çok etkileyen kitap olarak hafızama kazındı. Asla aklından çıkmayacak, görkemli bir okuma oldu benim için.
Okudukları gazeteler ve politika yakalanmış, cemiyet bir robot şeklinde çalıştırılmış ve işleri bitince çöp şeklinde sokaklara atılmış bir yer Şikago Mezbahaları. Örgütsüz işçilerin, özgürlük ve zenginlik hayalleri ile kanmış olduğu fakat aslına bakarsak cehennemin ta kendisi, Amerikan rüyasının yalnız trendeyken sürdüğü, ayağını yere basar basmaz yaşanılan bir hayal kırıklığı burası!
Jurgis ve Ona’nın evlilik kutlamasını okumakla başlıyoruz kitaba. Her biri büyük umutlarla geliyor Şikago’ya. Hayalleri var, para kazanacaklar, ev alacaklar, aile kuracaklar ve evlatları olacak onların. Ancak sistemle hemen hemen tanışmamış hiçbiri. Eşini çalıştırmak istemeyen adamlar, ailenin reisi benim naraları atan insanoğlu onlar. Umarsızlık nedir bilmeyen, kuvvetli güçlü vücutlarına ve dinçlikleri ile gençliklerine güvenen yüzlercesinden bazıları var karşımızda.
Mezbaha ve ölüm yataklarında işe başlamaları ile değişiyor hepsinin hayatları. İnsanların yaşadıkları yetmiyor şeklinde bir de hayvanların çekmiş olduğu eziyetleri gösteriyor bizlere yazar. Fabrikalar insanlara gezdirilirken, dışardan bakanlar için her şeyin iyi mi güllük gülistanlık olduğu fakat aslına bakarsak bu fabrikalarda dönen şeylerin perdeler arkasında gizlendiğini okuyoruz.
Dünyanın her yerinde bu paracı düzenin ve acımasızlığın yaşandığını unutturmuyor Sinclair bizlere. Ailelerin çaresizliği, çocuklarını okuturken bundan caymak zorunda kaldıkları, umutların facialara dönüştüğü bir gerçek var önümüzde. Aç kalmamak, işini kaybetmemek hatta ölmemek için bedenlerini satmak zorunda kalan hanımefendilere ışık tutuyor Şikago Mezbahaları!
Bir ailenin yaşadıklarının aslına bakarsak tüm toplumdaki işçi sınıfının her bireyinin yaşamış olduğu problem bulunduğunu ve bunun ilk de son da olamayacağını kabulleniyoruz. Sistemi bir çark, insanları da dişli olan bu bozuk düzende yaşamak ne kadar zor olursa olsun hayatta kalmak için her yolu deneyen insanlarla tanışıyoruz. Gücü kuvveti yerindeyken iş sahibi olan insanların, emek harcama koşullarının sertliği sebebiyle görmüş olduğu ruhsal ve fizyolojik zarar sonrası tabiri caizse ikinci ele çıkması ve kullanılıp atılma hissi asla geçmiyor onlardan.
Din, politika, sendika üçgeni ve varlıklı fukara arasındaki uçurumdan da anlatmak gerekiyor. Emek veren işçiler iken, emeği sömüren zenginlere sıra geliyor Şikago Mezbahaları’nda. Her toplumda olduğu şeklinde burada da bir ironi çıkıyor karşımıza:
Sıcacık evlerinde yaşayıp karınları tok olan din adamlarının, günah ve açlık hakkında hiçbir şey bilmeden aç insanlara vaaz vermesini okuyoruz. Yoksulların ruhlarını kurtarmak karnı tok olanlara mı kaldı sorusunu soruyoruz kendimize!
Jurgis de bu düzende kırılıp dökülüyor, yollara düşüyor, dileniyor, isyan ediyor, kazalar geçiriyor, zorluklarla karşılaşıyor. Ancak bigün devran tersine dönsün diye bozuk düzene ayak uydurmaya karar veriyor. Siyaseti kullanmakla akıllılık ediyor Jurgis. Daha da ileri gidiyor ve bir çevresi oluyor. Geçmişte yalvararak işe girmiş olduğu yerlerde bu kez politika vasıtasıyla iş buluyor. Arkası oluyor kısaca Jurgis’in! Siyaset bu devirde olduğu şeklinde geçmişte de insanlara kolay para kazandırıyor! Ancak bir şeyi hesaba katmıyor Jurgis, fukara ve işçi toplumundan gelmiş birinin kolay para kazanmak için son şansı olan politika de elinden gidiyor! Bundan dolayı alışamadığı bu çevre onu sırtından vuruyor, bunu göremiyor Jurgis!
Derken devrim çanları çalıyor Jurgis’in kulağına! Sosyalizm ve devrim ile tanışıyor kahramanımız. Ama iyi mi bir tanışma! Devlet, eşitlik, evlilik, politika ve Şeytan’ın ölümsüz silahı din asla olmadığı kadar çarpıyor gözüne Jurgis’in! Ülkeyi emeği ile döndüren, var eden işçilerin hiçbir vakit yönetimde söz sahibi olamayacağı gerçeği ile yüzleşiyor. Sadece ertesi günü çıkaracak kadar yiyecek yiyen, soğuktan titreyerek uyumaya çalışan insanlardan biri bulunduğunu acımasız bir ders ile kavrıyor O.
Peki ne yapmalı Jurgis? Özgür olmak için gözündeki perde iyi mi kalkmalı? Ellerindeki görünmez zincirler iyi mi kırılmalı? Bilimi, kitapları, gazeteleri kısacası insanların iyiliğine olan icatları insan aleyhine kullananlarla iyi mi savaşmalı? Tüm işçileri örgütlemeli fakat bunu iyi mi yapar ki alelade bir insan?
Örgütlenin haykırışları kulağımda çınlıyor! Dizginlenmeyecek bir sel şeklinde akıyor işçilerin devrimi gözlerimin önünde adeta! Keşke gerçek olsa diyorum, örgütlense emekçiler ve kırılsa bu zincirler! Bir gün bir ihtimal kırılır ve bir ihtimal bu paracı seviye son bulur diye umutlanıyorum! (fazi)

Amerika’da ekonomik bunalımın arkasından bazı sektörler yardımıyla gerçekleşen ‘imgesel özgürlüğe’ erişebilmek bir çok göçmenin hayalidir ve gariptir ki bu Amerika’da yazılan en iyi sistem eleştirisi kitapların konusunu oluşturur. Okuduklarımdan daha fazlası olduğuna inanırım. (Gazap üzümleri- Şikago mezbahaları- Fareler ve insanoğlu)
Şikago Mezbahaları, Litvanyadan Şikago’ya gelen Jurgis ve ailesinin hazin öyküsünü anlatır. Karakterler genel anlamda Amerika’ya gerek refah düzeyini gerek iş fırsatlarını düşleyerek gelirler. Yolsuzluğun, israfın, rekabetin yalnız kendi ülkelerine özgü kavramlar olmadığını düşünmeden bir Amerikan rüyası seline kapılırlar. Daha kaliteli yaşam standartları altında yaşamak isterler. İşbirliğine dayanan bir toplumda hayata devam etmenin hayalini kurarken; her yerde gelir eşitsizliğiyle, iş güçlerine değmeyen ücretlerle, kanlarının son damlasına kadar kullanılıp ıskartaya çıkarılan binlerce işçiyle karşılaşırlar.
Amerika ve birçok ülke piyasayı denetim eden paracı sistemin babaları tröstlerle ve hayalleri bir evden ibaret olan olan işçilerin sömürüsüyle vardır. Emlakçısı çalar; patron kara listeye alır; siyasal güç, bilgisizlik ve zulmü yaymak için kullanılır. Gittikçe acımasızlaşan hayatta kalma savaşı bu açgözlülükte yutulmayı bekleyen bizlere paravanın arka yüzünü gösterir.
5-10 kişilik oluşturulan bir ekibe binlerce işi olmayan insanoğlunun başvurması sefalettir. Adaletin ana paradan yana olduğu bir sistem kabul edilemez. Bedeni acımasızca çalıştırarak ölüme mahkum eden, insanları düşünmekten alıkoyan insanların işçilere vaaz vermeye hakları yoktur. Demokrasi olmasına karşın iş sektörlerinde, ülke yönetiminde ve daha bir fazlaca yerde söz hakkı bulunmayan halk örgütlenmelidir.
Uzun bir süredir reklam ve pazarlamayla evrensel olarak satılan özgürlük bir sınıfa hizmet etmiş olduğu sürece özgürlük değildir. Kısa metrajlı, yalnız para dökenin ulaşabildiği bir filmdir.
Bir kitabın her sloganı bir darbe indirebilir mi? İndiriyor. -10 derecede kafamı suya yerleştirip çıkarmak, sosyalistlerin örgütlenmek için attığı nidalar kadar etkilemezdi. Ah! O son sayfalardaki soluk kesecek sosyalizm propagandası… Sinclair yazmamış, haykırmış. Et tröstünün gerçek yüzüyle başlamış olan sosyalizm fikirleriyle son gören sarsırıcı bir toplumsal gerçekçi roman. Tavsiye edilir. (Ayşe Sönmez)


Şikago Mezbahaları PDF indirme linki var mı?


Upton Sinclair – Şikago Mezbahaları kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Şikago Mezbahaları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Upton Sinclair Kimdir?

Upton Sinclair (20 Eylül 1878 – 25 Kasım 1968) Pulitzer Ödüllü ABD’li yazar. 20. yüzyılın başlarında yazdığı eserlerle şöhrete kavuşmuş ve fazlaca sayıda kitap yazmıştır. Bilhassa 1906 senesinde yazdığı ve dilimize Chicago Mezbahaları adıyla çevrilen The Jungle adlı eseri büyük yankı yapmış ve kamouyunun dikkatinin mezbahalardaki sağlıksız emek harcama koşullarına çekmiştir. Eserin yayınlanmasından derhal sonrasında ABD’deki et sektöründe iyileştirme emekleri başlamış ve mevzuyla ilgili yasal düzenleme yapılmıştır.

Hayatı

Gençliği

Baltimore, Maryland’de dünyaya geldi. Babası Upton Beall Sinclair, anası Priscilla Harden’dir. Babası bir içki satıcısıydı. Sinclair’in büyükbabası oldukça varlıklıydı, Sinclair bir çok vakit onlarda zaman geçirirdi. Devamlı olarak zenginlerin ve fakirlerin bulundukları ortamlarda olması onu etkileyecek ve ileride eserlerinin esin kaynağı olacaktır. 1888 senesinde ailesi New York şehrindeki Bronx bölgesine taşınınca, buradaki koleje gitmeye adım atar. Okul harcamalarını karşılamak için öykü ve makaleler yazmaya adım atar.

Yazarlığa adım atışı

Sinclair 1900 senesinde ilk eşi olan Meta Fuller ile evlenir. 1904 senesinde yazmak için üstünde çalmış olduğu kitabı için aslolan kimliğini saklayarakChicago’daki mezbaha ve et üretim kombina tesislerinde çalışır. The Jungle adlı yapıt 1906 senesinde basılınca fazlaca başarıya ulaşmış olur ve büyük bir ilgi görür. Bu eserden kazanılmış olduğu parayla hayalindeki ütopyayı oluşturmak için New Jersey Englewood’a gider ve Helicon Hall isminde bir toplumcu koloni kurmaya girişir. Sonrasında Kongre seçimlerinde milletvekili talibi olsa da seçilemez. Koloni bir yıl sonrasında yanacaktır, yangında Lester Briggs adlı marangoz yaşamını yitirecektir.

Sonraki yaşamı

1911 senesinde Meta, eşini terk eder. Sinclair, ilkin Mary Craig Kimbrough ile ondan sonra da Mary Elizabeth Willis ile evlenir. Sırasıyla Kaliforniya,Arizona ve New Jersey’e gider. 1968 senesinde Washington’da ölür.

Siyasi yaşamı

Sinclair 1920 senesinde Temsilciler Meclisi ve 192 senesinde Senato için toplumcu listeden aday olsa da seçilemez. Siyasete bir süre ara verir. 1934 senesinde Kaliforniya valiliği için seçime katılır.Seçimlerde Sinclair, Kaliforniya’da Yoksulluğa Son (İngilizce: End Poverty in California) adında olan kampanyayla büyük destek kazanır. Ancak bu zamanda gerçekleşen büyük toz fırtınaları hasadı fena etkileyecek ve kitlesel göçe yol açacaktır. Eyaletteki muhafazakarlar da Sinclair’i azılı bir komünist olarak gösterecek ve karşı propaganda yapacaklardır. Sinclair seçimleri kaybedince yazarlığa geri döner. Bu döneme dair yapmış olduğu değerlendirmede garip görüşler ileri sürmüştür:

“ Amerika halkı sosyalizmi seçecektir fakat bu isimle değil. Bunu yoksulluğa son kampanyasında kanıtladım. Sosyalist listeden aday olduğumda 60 bin oy alırken, Kaliforniya’da Yoksulluğa Son! diyerek 879 bin oy aldım. Sanırım düşmanlarımızın hakkımızda öne sürdükleri büyük yalanlar başarıya ulaşmış oldu. Bu yalana cepheden saldırmaktansa etrafından dolaşmak tercih edilmelidir. „

— Upton Sinclair (1951)

Sosyal duyarlılık

Sinclair eserlerinde periyodunun toplumsal ve ekonomik özellikleri mühim bir yere oturur. Eserlerinde kapitalizmin adaletsizlikleri olarak görmüş olduğu olayların esas olarak Büyük Bunalımyıllarındaki yıkıcı tesirini işler.

The Jungle adlı eserinde Sinclair, denetimsiz kapitalizm yüzünden işçilerin karşı karşıya kalmış olduğu insanlık dışı koşulları işler. Ancak eserde vurgulanan işçilerin karşılaştıkları zorluklar, uzun iş saatleri, göçmen işçilerin maruz kaldıkları baskı, iş garantisinin olmaması ve düşük maaşlar yerine eserde arka planda yeralan et sektörünün içinde bulunmuş olduğu sağlıksız durum daha fazlaca dikkat çekecek ve ABD hükümeti tarafınca yasal düzenlemeler yapılacaktır. Sinclair bununla ilgili garip bir benzetme yapar:

“ Ben toplumun kafasına hedef aldım, attığım yumruk midesine geldi! „

— Upton Sinclair

Lanny Budd dizisi

1940 – 1953 yılları aralığında Lanny Budd adıyla malum ve 11 dizi serüven kitabından oluşan seriyi yazar. Kahramanı meşhur bir ABD’li tabanca üreticisinin oğlu olan dizide I. Dünya Savaşından başlayarak döneme ilişkin çelişkileri ve sol bakış açısını aktarır. Bu dizi basılmış olduğu sırada fazlaca popüler olacak ve 21 ülkede baskısı yapılacaktır. 1943 senesinde basılan seridekiDragon’s Teeth adlı eserle Pulitzer Ödülü’nü alır.

Geleneği

Sinclair’in mezartaşı ve üstündeThe Jungle

Sinclair’in Monrovia, Kaliforniya’daki evi müze olarak korunmaktadır. Ayrıca kendisine ilişkin fazlaca sayıda el yazması, fotoğraf ve ilk baskı kitaplarİndiana eyaletindeki İndiana Üniversitesi Lilly Kütüphanesinde sergilenmektedir.

Sinemaya tesirleri

1906 senesinde basılan ‘’The Jungle’’ adlı yapıt 1914 senesinde filme çekilse de bu film kaybolmuştur ve hiçbir kopyası bulunmamaktadır. Ayrıca Sinclair, fazlaca sayıda filmin senaryo çalışmasında yer almıştır. Bunların en bilineni Sergey Ayzenştayn ile beraber yapımında yer almış olduğu ¡Que viva México! filmidir. Bu dönemde Charlie Chaplin ile de ortak emekleri olmuştur. 1927 senesinde yazdığı Oil! adlı yapıt ise 2007 senesinde çekilenThere Will be Blood adlı Oscar ödüllü filme esin deposu olmuştur.


Upton Sinclair Kitapları – Eserleri

  • Şikago Mezbahaları
  • Petrol!
  • Kral Midas
  • Jimmie Higgins
  • Patron
  • Sanayi Kralı
  • Altın Zincir


Upton Sinclair Alıntıları – Sözleri

  • Tüm zamanlara mensup başarıya ulaşmış sanatçıların bir çok, zamanlarının zihniyetleriyle uyuşma halinde bulunmuşlar ve hakim kuvvetlerle kendilerini bir hissetmişlerdir. (Altın Zincir)
  • “Beni dinle fakat dinlediğini anlamasınlar. Burada olduğumu bilmesinler.” (Petrol!)
  • Bu dünyada refah yoktu vesselam! (Patron)
  • Sınıflar birbirleriyle dövüşür, bazıları yenilip harikuladelikleri söner, sanatları mahvolur, bazıları ise yenip kendi çıkarlarına uygun ölçüler koyarlar. Ebedi olan faktörler yalnız insanlığın hakkaniyet, kardeşlik ve hikmete doğru yapmış olduğu çabalardır. Sanatlar bu ülküye ne kadar hizmet ederlerse o denli ölmezlik şansı kazanmış olurlar. (Altın Zincir)
  • Zengin olunacaksa; köle şeklinde çalışmanın ne âlemi vardı ki? (Petrol!)
  • Yeryüzünde zincirinden boşanmış kötüler de var, insan suratlı iblisler. (Patron)
  • Yaratılışı böyleydi; dünyanın adaletini, yıkımın ve ölümün dal budak salmış olduğu bir yaşamın yaşamaya kıymet olup olmadığı sorgulamıyordu. (Şikago Mezbahaları)
  • Bu insana dünyanın en dikkat çekici dili verilmişti. Hayatın her türlü fırsatından altın şeklinde, kor şeklinde parlak, görkemli sözler döküyordu; yazdığı her şeyi şiirsel büyüsü ile nurlandırıyordu. Doğanın ona verdiği bu beceri onun mutluluğuydu, fakat bununla beraber bir tehlikeydi, zira onu düşünme zorunluluğundan alıkoyuyordu. Bu bizim için de tehlikedir, zira büyüler aldatır. Ama bir kez kendinizi zorlayarak düşünün ve problem: Büyük ozanın ifade ettiklerinin gerçek değerleri nedir? O vakit anlayacaksınız ki fikirlerinin bir çok bayağı, bir bir çok zevksiz ve ucuz, bir bir çok da zamanının ve sınıfının yontulmamış aciz yargılarından ibarettir. (Altın Zincir)
  • İşi çabuklaştırmak için bundan daha kolay bir yöntem bulunmuş değildi asla o zamana kadar. Manivelanın kolu azıcık çevrildi mi, işçiler de hızlanırlardı. Görünmez bir vergiydi bu, tüketicinin farkına varmaksızın ödediği gümrük resmi şeklinde. İşçi ne kronometre tutabilir ne de bir saat içinde önüne gelen otomobilleri sayabilirdi. Zincirin hızını ayarlayan adam durumu bildirse bile, işçi gene bir şey yapamazdı buna karşı. Eğer bu hıza dayanma gücü yetmiyorsa, ondan daha kuvvetli bir düzine insan yerini kapmak için dışarda bekliyordu. Çenenizi kısın ve ne söyleniyorsa yapın. İşte o denli! (Sanayi Kralı)
  • “Tek bildiğim, bu bırakım savaşını kay­betmelerine niçin olmama asla izin vermeyecekleri. Yarın güneş doğacağına ne kadar eminsem, beni durdurmanın bir yolunu bula­caklarına da o denli inanırım!” (Petrol!)
  • Ben dünyadaki en mühim şeyin altın ve zenginlik bulunduğunu sanırdım. Oysa yanılmışım… (Kral Midas)
  • Roma mevzusunda fazlaca şey bilenler çoğunlukla paracı Amerika’yı iyi bilmezler. Oysa ki dünyada birbirine o denli benzeyen iki uygarlık daha yoktur. Ben tüm bir kitap yazıp Amerikan ozanlarının, devlet adamlarının ve gazetecilerinin sözlerini Romalı eşlerininki ile karıştırabilirdim. Bu sözleri yakından tanımayanlar hangisinin kime ilişkin bulunduğunu anlamazlardı. (Altın Zincir)
  • Yoksul evlatları, kaçırılmaktan yana tam bir güvenlik içinde oynayabilirlerdi sokakta. Hele o günlerde, eğer onlara yiyecek verileceğinden güvenli olsalar, birçok ana baba evlatlarının kaçırılmasına yok diyemezdi. (Patron)
  • Balzac tasvirlerinde “ikbalperestleri” kısaca; onur, namus ve doğruluk pahasına servet icra eden adamları tercih eder. Bu insanlara hayrandı zira kendisi de onlardandı. Artık olgun bir adam olarak, ‘varlıklı’ bir Polonyalı hanımla evlenmek isterken kız kardeşine yazdığı mektupta bu evlenmenin kendisi için ne demek bulunduğunu anlatır. Bu mektupta kullandığı dil ortağıyla görüşme eden bir pezevengin dilini hatırlatır. Eveline Hanska ile ilişkisi ona “büyük aleme giriş” ve “iktidara varış” sağlayacakmış! (Altın Zincir)
  • …insanoğlunun kendi başının çaresine bakması icap ettiğini, sırtınız yere gelirse çığlıklarınızı kimsenin duymayacağını bilecek kadar da görmüş geçirmiş biriydi. (Şikago Mezbahaları)
  • Başları öne eğikti fakat korkulu bir anlam vardı duruşlarında. (Jimmie Higgins)
  • İster yukarıdan bak ister aşağıdan, dünya güzel görünür! Polis çürümüştür, siyaset oyunu bir mezattan başka şey değil. Peşin para ile herhangi bir kimseyi, herhangi bir şeyi satın alabilirsin. (Sanayi Kralı)
  • Domuzların çığlıkları haricinde her şeylerini kullanırlar. (Şikago Mezbahaları)
  • Herkes kendini şampiyon sanır, bisikletle kimse beni geçemez diye yapıt savururdu. Ve işte şimdi, motorlu otomobiller da katılıyordu rekabete. Hem bunlar bisikletten daha fazlaca daha süratli, daha tehlikeli ve daha etkileyiciydi. Mekanik branşında çalışan genç işçiler kontağı, transmisyonu soğutma sistemini öğreniyorlar, hep bunlardan söz ediyorlardı.
    Bu yeni sanayinin fazlaca gelişeceği fikri üstünde birleşiyorlardı. Ve şehre dönerken Abner’in kafasına bir sual takıldı: “Acaba Bay Ford beni yanına almaz mı?” (Sanayi Kralı)
  • Yeni modellerinin mükemmelliği ve satışların artacağından güvenli bulunması sebebiyle on-on iki bin yeni işçi alacağını ilân ettiriyor, gazetelere de yazdırıyordu. Dürüst iş miydi bu? Bunun üstüne, parasız ekmek kuyruğunda bekleşen, geceleri barınaklar sığınan tüm yersiz yurtsuz zavallılar, o kış kıyamette üstü açık marşandiz vagonlarında seyahat eden bir sürü işi olmayan, yığınlar halinde Red River’e akın ettiler. Sonra, fabrikanın parmaklıkları önüne vardıklarında, karşılarında otomobil Kralının “Kiralık adamlarını” buldular. Bunların ellerinde cop, ceplerinde tabanca vardı; personele mensup oldukları hakkında bir belge gösteremeyen herkesi coplarla geriye püskürtüyorlar, içeri girmeye uğraşanlar fazla kalabalık olunca da üstlerine buz şeklinde basınçlı su sıkıyorlardı hortumlarla. Bu da mı dürüst davranıştı? İnsanları kendisinden uzaklaştırmak için en çok kötü gangsterleri kullanmak da aşırı popülerliğin acayip bir sonucu olsa gerekti! (Sanayi Kralı)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş