Eğitim

Siyah Deri Beyaz Maskeler – Frantz Fanon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Siyah Deri Beyaz Maskeler – Frantz Fanon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Siyah Deri Beyaz Maskeler kimin eseri? Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabının yazarı kimdir? Siyah Deri Beyaz Maskeler konusu ve anafikri nedir? Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabı ne konu alıyor? Siyah Deri Beyaz Maskeler PDF indirme linki var mı? Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabının yazarı Frantz Fanon kimdir? İşte Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Frantz Fanon

Çevirmen: Cahit Koytak

Orijinal Adı: Peau Noire, Masques Blancs

Yayın Evi: Encore Yayınları

İSBN: 9786059949408

Sayfa Sayısı: 280


Siyah Deri Beyaz Maskeler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Yoğun ve kanlı bir hayatta kalma mücadelesinin alevleri arasından çıkmıştır Siyah Deri Beyaz Maskeler.

Bedenin olmasıyla birlikte ruhun da ayakta kalmasıyla ilgili bir savaşım… Sömürgecilik psikolojisini inceleyen ilk kitaptır bu. Aşağılık kompleksinin iyi mi aşılandığını, sömürülenlerin iyi mi sonunda zulmedicilerini öykünmek eder hale geldiğini ele alır. Yazar siyah problemininin psikanalitik bir yorumunu sunar bizlere.

Fanon bir masa başı filozofu ya da kuramcı bir akademisyen değildir. Daha acil ve zorlayıcı bir sorun vardır aklında: özgürleşme. Onun için savaşım bir hayatta kalma, özgürlük havasını soluma meselesidir.

Siyah Deri Beyaz Maskeler yalnız tarihsel bir görünüm değil. Fanon’un öfkesi kuvvetli bir modern yankıya da haiz. Afrika’nın kırsalında ve çarpık çurpuk büyümüş şehirlerinde sırf hayatta kalabilmek için sefalet içinde didinip duranların sessiz çığlığı o bununla birlikte. Kültürleri, informasyon sistemleri ve varolma tarzları alaya alınan, şeytan benzer biçimde gösterilen, aşağı ve akıldışı sayılan ve kimi zaman de yok edilen tüm insanların öfkesi.


Siyah Deri Beyaz Maskeler Alıntıları – Sözleri

  • Hayata evet, sevgiye evet. Cömertliğe ve diğerkamlığa evet. Ama insan bir hayır tavrıdır bununla birlikte. Horgörüye hayır. Nefrete hayır. İnsanın insan tarafınca sömürülmesine hayır. İnsanın insana kulluğuna hayır. Ve insanoğlunun en insan yanının, şu demek oluyor ki özgürlüğünün yok edilmesine de hayır.
  • İçlerine ustalıkla korku, aşağılık kompleksi, ürperiş, boyun eğiş, umutsuzluk, uşaklık aşılanmış milyonlarca insandan söz ediyorum.
  • konuşmak kesinlikle diğeri için var olmak anlamına gelir…
  • “Siyah derimizde oluşturulan her yaraya, kendi ellerimizle dokunmamız lüzumlu.”
  • İster bedensel kirliliği düşünelim, ister ruhsal kirliliği, kirlilik de “kara”yla anlatılır her yerde.
  • “Kendini reddeden bir dünyada, evrensel kardeşliğin gerçekleşmesi olanaksız rüyasını görmeye adamıştır kendini.”
  • Bir dili konuşmak demek bir dünyayı, bir kültürü sırtlamak anlamına gelir.
  • Bu şeyleri söyleyeceğim, haykırmayacağım. Şu sebeple fazlaca oldu haykırışlar yaşamımdan çıkalı.
  • “Ey ruhum! Hep sual soran bir insan olarak kal kaldığın yerde!”


Siyah Deri Beyaz Maskeler İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Kitap her ne kadar derisinin rengi sebebiyle sömürülmüş, köleleştirilmiş insana dair olsa da okuyup bitirdikten sonrasında tüm ‘ötekiler’in kitabı olarak kabul etmenin fazlaca yanlış olamayacağını düşündürdü bana.
Sartre, Frantz Fanon için; ‘Fanon’u okuyun… Kendine gelen insanı görmüş olacaksınız.’ demiş. Frantz Fanon Fransız sömürgelerinin yaşamış olduğu Martinik’te doğan büyümüş, Fransa’ya eğitimi için gitmiş, Fransa için savaşmış. Kendini beyaz bir Fransız benzer biçimde hissederken hem eğitim sürecinde hem de orduda renginden dolayı ırkçılığa maruz kalmasıyla, bir nevi aydınlanma yaşayıp kendisi üstünden de yapmış olduğu ruhsal tahlillerle, Zencileri, Siyahlar’ın ve Beyaz’ların gözüyle anlatmış kitabında.
Kitap sekiz bölümden oluşuyor; Zenci ve Dil, Siyah Kadın Beyaz Adam, Siyah Erkek Beyaz Kadın, Sömürgeli İnsanın Sözde Bağımlılık Kompleksi Üstüne, Siyahların Gerçeği, Zenci Psikopatolojisi, Zenci Tanımlama,Sonsöz Yerine. Giriş kısmında Frantz Fanon aslen kitabı niçin yazdığını bir sözle özetlemiş: ‘Ruhlarına kurnazca dehşet salınmış, aşağılık kompleksi, küçüklük, kölelik duygusu ve koskoyu umutsuzluk yerleştirilmiş milyonlarca insandan söz ediyorum.’ Devamında da Zenci kadının ve adamın ‘Beyaz’la düzey atlama çabasını ruhsal savlar ileri sürerek açıklamış.
Sömürgeli İnsanın Sözde Bağımlılık Kompleksi Üstüne bölümünde; Irkçılığın, insan toplumunun doğalı değil, sömürgecilikle geliştirilmiş hastalıklı bir fikir bulunduğunu özetlemiş ve Avrupa’nın bu hastalığa katkılarını anlatmış. Siyahların Gerçeği bölümünde; ‘en iyi Zencinin daha azca siyah Zenci’ olduğu düşüncesini dillendirmiş ‘insansever Beyazlar’ın, Siyahları beyazlatacak formüller için labararuvarlara kapandığını söylerek.
Zenci ve Psikopataloji’de bilhassa Freud ve Adler’in çalışmalarından faydalanarak siyah insanoğlunun davranışlarını ruh çözümü tespilerle ele almış, Zenci insanı anlamaya çalışmış. Zenci ve Tanımlama kısmında Fanon’a gore; Zenci insan devamlı bir ölçme içinde olduğundan kendinı tanıma ve tanımlama sürecini yakalayamasını okuyoruz.
Sonsöz Yerine’yi yalnız şu sözle özetlemek kafi olacaktır; ‘Ey ruhum hep sual soran bir olarak kal kaldığın yerde!’
İnsanın eğitim yöntemiyle ya da Avrupa’nın eliyle varlığına yabancılaşmasını, çok önemli ruhsal tahlillerle açıklayan Siyah Deri Beyaz Maskeler, Frantz Fanon’un kıymetli incelemeleri ve gözlemlerini barındırıyor. Diğeri’ne, ‘diğeri’nin nazarından bakmak isteyenlerin muhakkak bakış açısını değiştirecek bir yapıt. (Ekin)

”İsimleri değiştir, anlatılan senin hikâyendir.”: Fanon: SÖMÜRGECİLERE, ırkını beyazlaştırmaya çalışanlara, beyazlara kin öğütleyenlere… acımayacaktır.
Fanon, zenci her ne kadar beyaz maske takmış olsa da ne vatanında ne de beyazların içinde kabul görememenin dramını konu alıyor.
Sömürgeci daima kendini sömürülenden üstün meblağ, onunla tepeden konuşur, aşağılayıcı tavırlar takınarak kontakt kurar sömürülenin ağzıyla lakayt bir halde konuşulur. Sömürülenden daima evcil bir hayvan benzer biçimde, akıllı ve uslu durması beklenir. Aksi takdirde anlamak pek zor olmasa gerek.
Sömürülen sömürgeci benzer biçimde olmak ister, bunun tek yolu da sömürgecinin diline ve kültürüne tam anlamıyla hakim olmaktan geçer, eh sömürgeciye gün hayata merhaba dedi ona her daim yol gösterir. Kendi tarihini empoze etmek, kendi dilini zorla öğretmek, bastırmak… bu tarz şeyleri yaparken sömürgeci daima zevk alır.
Sömürülenler içinde bir de şöyleki bir şey vardır ki, sömürgecinin oldukça hoşuna gider: duygusal öz-kıymet eksikliği, içe kapanık olma ve nevrotik süreç, kendini dünyada bir fazlalıkmış benzer biçimde görme. Sömürülmeyi kabul etmiş olanlar alaşağı edilmeye ve dışlanmaya hazır durumda bekler.
Sömürülen kişilik eksenini kendisi değil, sömüren belirler. Anavatanın İŞGALE uğraması sonucu toplumsal ve kültürel yapının sarsılması benzer biçimde… bu yalnızca ruhsal değil ekonomik anlamda da yıkıma uğratır.
Sömürgeci HER ZAMAN ÜSTÜN BİR IRK ve MEDENİYET OLGUSUNU DAYATIR! Kolonyal düzeniyle kendisi dışındaki tüm özgülükleri, sömürdüğünün dilini, kültürel değerlerini, toprağını yok ettiğini ve sömürdüğüne onun bir parazitten ibaret olduğu duygusunu dayatır (parazit ne ki, BİZ neler gördük)
Sömürülen içinde yaşamış olduğu kültürel değerleri silip süpüren, DİLİNİ YOK SAYAN, bilmediği tanımadığı sömürgecinin istilasına daima maruz kalır. Sömürülen diğeri olmaya mahkum edilir, edilgen bir nesne konumuna indirgenir.
Sömürülenin içine düşmüş olduğu yabancılaşma kendisini kültürel değerlerinden, DİLİNDEN soyutlayarak, sömürgeci kültürünü benimsemeye zorladığı anda adım atar. Evet yabancılaşma aslen başka bir ırkın başkasını sömürmesine dayanır, bununla adım atar.
Sömürülen ilkin geçmişin kölesi olmaktan, geçmişin köle-sömürgeci anılarından kurtulmalıdır. Sömürülenin kendini devamlı sömürü geçmişi üstünden tanımlaması ona hiçbir şey kazandırmaz.
Tüm ESAS mevzularda sömürgeci her ne kadar kabul etmese de aslen sömürdüğünün kendine uymasını ister. Onu teknik mevzularda çalıştırmak; onu bir yönetici yada bilim adamı yapmak; sömürülenin kendisi kadar ”iyi” bulunduğunu göstersin diye, yaşamını statü merdivenlerinde harcatmak ister.
Evet Fanon derisi kara biri olarak, sömürülen olarak şunu istemektedir: ”Araç asla insana egemen olmasın. İnsanın insana köleliği sonsuza dek son bulsun. Demek istediğim, bir başkası beni köleleştirmesin. İnsanı keşfetmeme, istememe izin verilsin, nerede olursa olsun.”
”Ben bir eşkıyayım ve kafa tutan mazlumlar hakkında rap yapıyorum.” (2Pac)
https://www.youtube.com/watch?v=TBQurAxh2hA&ab_channel=GANGSTERSQUAD (Serhat)

FRANTZ FANON’UN ‘SİYAH DERİ BEYAZ MASKELER’ KİTABINA BİR BAKIŞ; TÜRKİYE’NİN SİYAHİLERİ KİMLERDİR?
Kitabı okumaya adım atar başlamaz her bir cümlesinde kendimi, dilimi ve yaşantımı görebiliyordum. Bununla beraber bir söz aklımda döndü dolaştı:
“Neye gülüyorsun? İsimleri değiştir, anlatılan senin hikâyendir.”
Sömürenin ya da sömürülenin adları daima değişiyor sadece bâki kalan sömürme ve sömürülme eylemi oluyor. İsimleri değiştirdiğimizde sömürülenlerin çok da fazla uzakta olmadığını kavrıyoruz. Sömürülen benim, sensin, biziz… Dilimizle ve kültürümüzle sömürülen biziz. Bu yazıyı Kürtçe yazamıyor olmam da sömürüldüğümün (sömürüldüğümüzün) en somut kanıtı olsa gerek. Fanon, genel malum ve kullanılan ekonomik sömürünün/emek sömürüsünün yanında kültür ve dil sömürüsüne de dikkatimizi çekiyor. Nitekim toplumdaki yerimizi belirleyen ve toplumsallaşmamızı elde eden en mühim unsurlar dilimiz ve kültürümüzdür. Egemen gücün de sömürme eylemine başladığı ilk noktalar eğer dil ve kültürleri değişik ise bunlar olabiliyor. Bilhassa ulusçuluk ve ortak dil hareketleri sonucunda uygulanan dil politikaları ve asimilasyon emek harcamaları dil ve kültür sömürgeciliği olarak nitelendirilebilir. Ulus inşasında da egemen güçler Konfüçyüs’ün söylediği benzer biçimde, bir milleti yok etmek için ilkin dillerinden başlıyorlar. Türkiye özelinde de geçmişe dönerek baktığımızda bir zamanlar, hatta günümüzde bile -bir devlet politikası hâlini almamış olsa da- Kürtlerin ve Kürtçenin inkarına gidilmiş bulunduğunu görüyoruz. 12 Eylül askeri cuntası zamanında kendini devlet başkanı meydana getiren Kenan Evren’in şu sözleri hâlâ bir çok insanı eskiye döndürmekte ve zindanların buz benzer biçimde soğukluğunu, işkenceleri ve nefreti yanı başlarında hissetmelerine niçin olmakta: “Kürt diye bir şey yoktur. Onlar dağ Türküdür. Bu, Güneydoğu’daki insanlarımızın, dağlarda karda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt diye seslerden oluşmuş bir kavramdır. Onun için bu isimle anılmışlardır.” Ne yazık ki bu söylenilenler bir devlet pratiği hâlini almış hatta bazı bilimsel nitelikli(!) yazınlarla da buna destek verilmeye ve öncesinde olduğu benzer biçimde tarih bir kez daha yazılmaya çalışılmıştı. Tekrar hatırlatmakta yarar var; bir dil ve kültür kimsenin inkârı ile yok olması imkansız zira varlıklarını onlara borçlu değildir.
“Uzağa gitmene gerek yoktu,
zavallı annen bir kelime Türkçe bilmiyordu.
Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok!
Güneş yok dermiş benzer biçimde, ay yok, yıldız yok dermiş benzer biçimde.
Bir halk iyi mi inkâr ediliyordu?”
Sen’ Mehmed Uzun
Bir hikâye ile devam etmek isterim. Ilk olarak bu hikâyeyi anlatma hedefim İslam dinine ve onun Peygamberine saygısızlık etmek değil; bu şekilde anlaşılmasını istemem.
Çoğumuzun alışkın olduğu elektrik kesintisinin yaşandığı bir gecede ya da bir misafirlikte söyleşi esnasında kulağıma çalınmış ve fazlaca enteresan bir hikâye bu. Anlatılana gore hikâye Türklerin ve Kürtlerin ekseriyetinin inanılmış olduğu İslam dininin peygamberi Muhammed zamanında geçiyor. Bir gün bir Türk, Muhammed Peygamber’in kapısını yavaş ve kibar bir halde çalıyor. Kapıya çıkan peygambere “Efendim sizden yaşamımı sürdürmek ve ekip biçmek için toprak/arazi istiyorum” diyor. Kapıyı çalanın dilinden, hareketlerinden ve kibar konuşmasından hoşlanan Peygamber ona şimdiki Türkiye’nin kıyı kesimlerini ve tarıma en elverişli topraklarını veriyor, “Bu topraklar senin olsun istediğin gibi kullan” diyor. Kapıya gelen Türk verilenlerden fazlaca mutlu oluyor ve sevinçle yeni topraklarına hareket ediyor. Gel vakit git vakit başka gün aynı kapıda bağırış çağırışlar duyuluyor. Kapıyı kırarcasına vuran şahıs daha kapıya kimse çıkmadan dışarıdan bağırarak “Mihoo ka derkeve ber dêrî û zeviyek bide min da ku ez bijîm û cot bikim” minvalinde ‘kaba’ bir halde konuşuyor. Söylenenleri, gürültüyü duyan ve bundan rahatsız olan peygamber sinirli bir halde “Here çiqas çiya û banî hebe bila ya te be” diyerek şimdiki Türkiye, Irak ve İran’daki dağları veriyor. Kapıyı çalıp toprak isteyen Kürt, ‘kaderine’ üzülerek oradan ayrılıp yeni topraklarına doğru yola koyuluyor.
Hikâyenin ilk ağızdan ne vakit anlatıldığını bilmiyorum. Dil ve kültürüne baskı meydana getirilen bir zamanda, evinde otururken kendisine ‘Em çawa hatin vê rewşê?’ diye soran birinin o anda aklına gelmiş ve o zamandan beri anlatılagelen bir hikâye olabileceği tahminini yürütmek zor olmasa gerek. Asıl muğlak olan hikâyeyi doğuran baskının ne vakit bulunduğunu saptamak oluyor; baskı altında olunan bir zamandan bahsettiğimize gore bu doksan yıl ilkin de olmuş olabilir altı ay ilkin de nitekim baskı biçim değiştirerek devam ediyor. Hikâyede üstünde durulması ihtiyaç duyulan mevzu kurgudaki anakronizm değil, bu şekilde bir hikâyenin anlatılması ve ortaya çıkarılmasının sebepleri olmalıdır. Baskı ve zulümden yorulup ‘kendilerine biçilen kader’i kabul etmeye zorluk çeken Kürtler bu durumu kendi dinlerinden bir hikâye ile benimsemeye çalışmışlar gibidir, daha doğrusu kendilerini kandırmaya çalışmışlardır sanki. Daha öncesinden başlanan Kürtlere fizyolojik ve dilsel özellikleri üstünden meydana getirilen hakaretler artık halkın bilincine işlemiş hâle gelebilmişti. Nitekim Kürtçe konuşmak bir süre sonrasında Kürtler içinde bile kaba bir durummuş benzer biçimde ayıplanır hâle gelebilmişti. Şu anda bile karşı cinse sempatik görünmeye çalışanlar İstanbul Türkçesini konuşmaya iş yapmaktadır bundan dolayı kibar olan budur Kürtçe kabadır, bu şekilde empoze edilmiştir. Hikâyede de anlatılan kişilerde Türk olanı oldukça kibar olmakla beraber Kürt olanı medyanın, siyasilerin ve egemen gücün betimlediği suretiyle kaba, ‘dağlı’ olarak lanse edilmiştir. Yani Kürtlerin coğrafi özellikleri iyi olmayan dağlık alanlarda yaşamaları absürt bir halde ve Allah’ın cezasıymış benzer biçimde kaba olmasına dayandırılıyor. Bu aslen meydana getirilen baskının bir halde ‘kabullendirme’sidir. Aradan dönemler, hükümetler, darbeler geçmesine ve akıtılan gözyaşlarının temizleyemeyeceği kadar kan akmasına karşın elle tutulabilen bir ilerleme sağlanabilmiş midir? Hayır. Hâlâ bazı zamanlarda Kürtçe ve Kürtler kabul edilmemekte ve yalnız Kürtçe konuşmak terörist olmanıza yetebilmektedir. (https://amp.artigercek.com/haberler/mahkemeye-gore-kurt-ve-kurtce-diye-bir-sey-yok)
“Sömürgeleştirilen kişi anakentin kültürel değerlerini benimsediği ölçüde ormanından kurtulacaktır. Siyahlığını, ormanını reddettiği ölçüde, beyazlaşacaktır.” (s.18) diyor Fanon. Biz de derhal hikâyedeki adları değiştirip anlatılanın aslen kendi hikayemiz bulunduğunu görebiliriz. Ülke zamanı süresince her dönemde Kürtlerin hak arayışlarının önüne set çekmek isteyenler devamlı ‘Kürtler bu ülkede bakan, başbakan hatta genelkurmay başkanı bile olabiliyor’, ’Alın size bir Kürt, alın bir Kürt daha’ diye fütursuzca söylemlerde bulunabilmişler ve etraflarındaki kişileri örnek gösterebilmişlerdir. Ama bu örnekteki kişiler Kürtlük bilincinde olmayan kişilerdir hatta ağızlarından Kürtçe bir kelimenin çıktığına dahi tanık olamamışızdır. Yani Fanon’un deyimiyle ‘siyahlığını (Kürtlüğünü), ormanını reddettiği seviyede, beyazlaşacaktır (Zenginleşecek, kabul görecek, dışlanmayacak ve kıymetli bulunduğunu düşündüğü bir konuma ulaşabilecektir.). Maalesef artık bir bölgelere gelmek isteyenler bir şeylerinden, Kürtlüklerinden taviz vermek zorunda bırakılmışlardır. Kürt bu ülkede Kürt olmadığı/kalmadığı sürece her şey olabilir, her mevkie gelebilir.
“…susun ben size söylemedim mi Fransızca konuşacaksınız diye
Fransa Fransızcası
Fransız’ın Fransızcası
Fransızca Fransızca.”
Kelimeleri değiştirip kendi hikayemize bakalım mı? Diyarbakır cezaevinin duvarlarındaki yazılar bizi hikayemize sürüklemeye yetiyor.
“Türkçe konuş çok konuş.”
“Antiller’de burjuva sınıfı Kreol dilini hizmetçilerle olan ilişkileri dışında kullanmaz. Okulda, küçük Martinikli yerel ağzı hor görmeyi öğrenir. (…) Kimi aileler Kreol dilinde konuşulmasını yasaklar, çocuklar bu dilde konuştuklarında annelerinin gözünde ‘tibande’a (hergele) dönüşür.” (s.19) Kelimelerin yerlerini değiştirmeye devam edelim fakat cümlede ‘yasak’ kelimesini gördüğümüz an hikâyenin kahramanlarından biri olabileceğimizi artık kanıksadık sanırım. Vatanımızda de senelerdir devam eden anadilde eğitim mücadelesine tanığız. Hiç Türkçe bilmeyen evlatların okuldaki ilk gününde, yeni bir dünyayla karşılaşmış olduğu anda gözlerindeki korkuya ve bilinmezliğe de şahit olmamız gerekir. Modern Kürt edebiyatının kurucularından Mehmed Uzun bir okul anısını konu alıyor; “Siverek’te ilkokulun birinci günü bir tokat yedim, bugün bile aklımdan çıkmaz. Okul bahçesinde sıraya girmeye çalışırken aramızda Kürtçe konuşuyorduk. Bir tokat attı İstanbullu yedek subay öğretmen, Türkçe konuş diye. Ama Türkçe bilmiyordum ki.” Evlatlarının ilkokulda zorlandığı gören aileler bu durumu aile içinde egemen dili konuşmaya itina göstererek azaltmaya çalışıyor. Hatta anadillerini konuşmayı yasaklamaya kadar bu durum ileri gidebiliyor. Teknolojiyle daha fazlaca haşır neşir olan çocuklar yaşanılan ülkenin teknoloji dilinin Türkçe olması hasebiyle ister istemez anadillerinden daha fazlaca uzaklaşabiliyor. Ailenin hususi bir çabası olmadığı sürece Kürtçe bilen çocuk nesli gittikçe azalmaya yüz tutuyor.
“En azından ilkokulun sonuna dek, özellikle siyahlara yönelik resimli dergiler, siyah çocuklar için yazılmış şarkılar, daha da ileri gidersek tarih kitapları istediğimiz şimdiden anlaşılıyordur.” (s.119) Bağlamından koparılmış, değiştirilmiş, eksiltilmiş tarih kitapları ve asimilasyon çarkını döndürmek için aşılanan bilgiler hepimizin malumu. Bu bilgilerin karanlığına gömülmüş minik yaşlarındaki çocuklar belli bir zamana kadar kim bulunduğunu yanlış bilebiliyor bundan dolayı okulda ona bu şekilde öğretiliyor hatta anayasaya (md.66) da bu şekilde yazılıyor. Her ne kadar yüksek öğretimde Kürt dili ve edebiyatı kısmı açılmış olsa da öğrencilerin tezlerini Kürtçe yazmaları absürt bir halde yasak edilebiliyor. Kendi hikâyemizi yazabilmek ve sonraki nesillere hikâyemizi anlatabilmek için bunların değişmesi gerekiyor. Césaire’nin söylediği benzer biçimde “Ağacın aşağısını istedikleri kadar beyaza boyasınlar, kabuğun gücü alttan bağırır…”
“Yaşam renklidir, fazlaca yanlıdır, çeşitli yanları, görüşleri
ve bakışları içermektedir. Bunların tümünü tekleştirme ve
tek bir renge dökme arzusu hem fazlaca tehlikeli hem de sonuçsuz
bir deliliktir. Mühim olan tüm bu renkler, farklılıklar içinde,
demokratik, insani bir uyum sağlayabilmektir.”
Bir Dil Yaratmak’ Mehmed Uzun
Örnekler daha çok uzatılabilir elbet fakat adları her değiştirdiğimizde anlatılanın bizim hikayemiz bulunduğunu fark etmemiz gerek. Biz de Frantz Fanon’un siyahiler için yazdığı cümlelerdeki adları değiştirdiğimizde anlatılanın aslen biz olduğumuzu görmüş olduk. Her ne kadar hususi olarak Kürtler ve Kürtçe üstünde gitmiş olsak da Türkiye’de aynı durumları yaşamış olan -yaşayan- fazlaca fazla ırk, dil ve kültür var; Laz, Ermeni, Gürcü, Çerkez, Alevi, Süryani, Keldani ve daha nicesi…
Başlığın cevabı ise artık belirginleşmiş oluyor. Türkiye’de dili ve kültürü üstünden asimilasyona, baskıya, işkenceye maruz kalan ve her seferinde bu farklılıklarını koruyup yaşatmaya çalışan hepimiz bu ülkenin siyahileridir. Ben de bu ülkenin bir siyahisiyim ve çığlığım daha da gür çınlayacak!
Başka bir çözümün de olabileceğini göreceğiz.
O çözüm dünyanın tekrardan yapılandırılmasını içeriyor. (s.67) (Savaş)


Siyah Deri Beyaz Maskeler PDF indirme linki var mı?


Frantz Fanon – Siyah Deri Beyaz Maskeler kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Siyah Deri Beyaz Maskeler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Frantz Fanon Kimdir?

Frantz Fanon (Fort-de-France, Martinik, 20 Temmuz 1925 – Washington, DC, 6 (altı) Aralık 1961), kolonisizleştirme ve kolonileştirmenin psikopatolojisi hususunda kim bilir 20. yüzyılın en belli başlı düşünürüydü. Yapıtları, kırk yılı aşkın bir süre kolonileştirme-karşıtı kurtuluş hareketlerine esin verdi.

Fanon, o zamanlar bir Fransız kolonisi, şimdiyse bir Fransız bölgesi olan Karayip Adası Martinik’te hayata merhaba dedi. Afrika köleleri, Tamil sözleşmeli hizmetçileri ve bir beyaz adam artyöreli melez bir aileye hayata merhaba dedi. Ailenin durumu, Martinikliler’e gore görece iyiydi fakat orta sınıftan uzaktı. Yine de yalnız siyah öğrencileri kabul eden Lycée Schoelcher’in giderlerini karşılayabildiler.

Fransa, 1940’ta Naziler’in eline düştükten sonrasında, Fransız deniz güçleri Martinik’te durduruldu. Fransız askerler, adada durmak zorunda kalmış olarak gerçek birer ırkçıya dönüştüler. Birfazlaca rahatsız etme ve cinsel kötüye kullanma suçlaması terfi etti. Martinikliler’in Fransız Ordusu’nca kötüye kullanma edilmesi, Fanon üstünde mühim bir etkiydi, bundan dolayı bu, onun yabancılaşma duygularını ve kolonisel ırkçılığın gerçeklerinden iğrenmesini pekiştirdi. Fanon, on sekiz yaşlarında adadan ayrıldı ve Özgür Fransız Güçleri’ne katılmak suretiyle Dominika’ya seyahat etti. Daha sonrasında Fransız ordusuna alındı ve Fransa’da, bilhassa Alsace çarpışmalarında hizmet verdi. 1944’te Colmar’da yaralandı ve Croix de Guerre Madalyası aldı.

Naziler yenilgiye uğratıldığında ve Bağlaşık güçler Ren üstünden Almanya’ya –foto-gazetecilerle- geçtiklerinde Fanon’un alayı tüm beyaz olmayan askerlerden temizlendi ve siyah asker arkadaşları, onun yerine, Toulon’a gönderildi.

Fanon, 1945’te Martinik’e döndü. Dönüşü kısa sürdü. Orada, yaşamı üstünde en büyük etkiye haiz olacak olan arkadaşı ve akıl hocası Aimé Césaire’in parlamento kampanyasına katıldı. Fanon kendini hiçbir vakit komünist olarak tanımlamasa da, Césaire, komünist yaftasıyla, 4. Cumhuriyet’in ilk Ulusal Meclisi’ne Martinik’ten parlamento delegesi olarak katıldı. Fanon, bakaloryasını alacak kadar uzun kaldı ve sonrasında tıp ve psikiyatri çalışacağı Fransa’ya geçti. Yazın, drama ve felsefe çalışacağı, kimi vakit Merleau-Ponty’nin derslerine katılacağı Lyon’da eğitim görmüş oldu. 1951’de psikiyatride yeterlilik derecesi aldıktan sonrasında, psikopatolojide kültürün mühim fakat çoğunlukla göz ardı edilmiş rolüne vurgu yaparak Fanon’un düşüncesini güçlendirecek olan köktenci Katalan François de Tosquelles nezaretinde psikiyatri stajı yapmış oldu. Stajdan sonrasında, Fanon, Fransa’da, bir yıl daha ve sonrasında (1953’ten başlayarak) Cezayir’de psikiyatri uygulamalarını sürdürdü. 1956’da çekilme edene dek kalmış olduğu Cezayir’deki Blida-Joinville Psikiyatrik Hastanesi’nde başhekimdi.

Fanon, Fransa’dayken ilk kitabını yazdı, Black Skin, White Masks (Kara Deri, Beyaz Maskeler), kolonisel boyun eğdirmenin insan ruhuna olan tesirinin bir çözümleyimi. Bu kitap, Fanon’un siyah bir insan, Fransa’da, Fransızlar’ca, deri rengi sebebiyle geri çevrilen Fransız eğitimli bir aydın olma deneyiminin kişisel bir anlatımıydı.

Fanon Fransa’dan ayrılıp, harp esnasında bir süre askeri vazife için bulunmuş olduğu Cezayir’e gitti. Blida-Joinville Psikiyatrik Hastanesi’nde psikiyatristlik işi buldu. Tedavi yöntemlerini köktencileştirmesi oradadır. Bilhassa de, hastalarının kültürel artyöresine bağlı toplumsal sağaltıma başladı. Hemşireler ve stajyerler de yetiştirdi. Kasım 1954’te Cezayir devriminin başlamasıyla, Dr. Chaulet’yle bağlantılarının bir sonucu olarak, Ulusal Kurtuluş Cephesine (Fransızca: Front de Libération Nationale, özetlemek gerekirse FLN) katıldı.

The Wretched of the Earth (Yeryüzünün Lanetlileri)’nde, Fanon, derinlemesine olarak, Fransız güçlerinin Cezayirliler’e yapmış olduğu işkencelerin etkilerini tartıştı. Fransız paraşütçü birimlerinin işkenceye katılmaları gerçeği, işkenceye karıştıkları ileri sürülenlere ‘olaylar’ için af çıkarıldığı Fransa’da siyasal çalkantılara niçin oldu. Terörizm zanlılarına işkence yapmayı açıkça onaylayan General Paul Aussaresses’in yaptıkları sebebiyle değil yeterince vicdan azabı sergilememesi sebebiyle yargılanması bundandır.

Fanon, Cezayir süresince, bilhassa Kabyle bölgesinde, Cezayirliler’in kültürel/ruhsal yaşamını çalışmak suretiyle kapsamlı yolculuklar yapmış oldu. Kayıp emek vermesi, ‘The marabout of Si Slimane’ buna bir örnektir. Bu yolculuklar, bununla birlikte, gizli saklı etkinlikleri, bilhassa bir FLN üssünü gizleyen Chrea kayak alanına gitmesi için bir araçtı. 1956 yazında, meşhur ‘Sömürge Bakanı’na İstifa Mektubu’nu kaleme aldı ve Fransız özümsemeci yetiştirme biçimiyle ve eğitimiyle arayı açtı. Ocak 1957’de Cezayir’den kovuldu ve Blida Hastanesi’ndeki ‘isyan yuvası’ dağıtıldı. Fanon, Fransa’ya gitmek suretiyle ayrıldı ve sonunda gizlice Tunus Kenti’ne seyahat yapmış oldu. Ömrünün sonuna dek yazacağı ‘El Mücahit’in gösterim kurulunun bir parçası oldu. Geçici Cezayir Hükümeti’nin Gana Büyükelçisi olarak da hizmet görmüş oldu ve Accra, Conakry, Addis Ababa, Leopoldville (bugün Kinşasa), Kahire ve Trablus’ta konferanslara katıldı. Bu dönemdeki kısa yazılarından bir çok, ölümünden sonrasında, Toward the African Revolution (‘Afrika Devrimi’ne Doğru) kitabında toplandı. Bu kitapta Fanon, harp stratejisi uzmanı olarak bile belirginleşir; bir bölümde, harbe güneyden cephe açmayı ve erzak hattının iyi mi oluşturulacağını tartışır.

Tunus Kenti’ne dönüşünde, üçüncü bir cephe açmak için Sahara’daki yorucu yolculuğundan sonrasında, Fanon’a, kan kanseri tanısı kondu. Tedavi için Sovyetler Birliği’ne gitti ve bir iyileşme yaşadı. Tunus Kenti’ne dönüşünde, vasiyetini, The Wretched of the Earth (‘Yeryüzünün Lanetlileri’)’ni yazdırdı. Yatağa esir olmadığı zamanlarda, Cezayir-Tunus sınırındaki Ghardiamo’da ALN (Armée de Libération Nationale, Ulusal Kurtuluş Ordusu) subaylarına dersler verdi. Roma’da, Sartre’a son bir konuklukta bulunmuş oldu ve daha çok kan kanseri tedavisi için ABD’ye gitti. İronik olarak, ABD’ye tedavi için yapmış olduğu yolculukta, CİA tarafınca yardım edildi. Washington’da 6 Aralık 1961’de, ‘İbrahim Fanon’ adıyla öldü. Cenazesi Tunus’ta ziyaretçilere gösterildikten bir süre sonrasında, Cezayir’de gömüldü. Daha sonrasında, bedeni, Batı Cezayir’de, Ain Kerma’daki şehitliğe taşındı. Fanon, eşi Josie, oğulları Olivier ve kızları Mireille’de yaşıyor.


Frantz Fanon Kitapları – Eserleri

  • Yeryüzünün Lanetlileri
  • Siyah Deri Beyaz Maskeler
  • Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi
  • Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar


Frantz Fanon Alıntıları – Sözleri

  • ”Bir hükümet layık olduğu halk tipine haizdir. Halklar da layık oldukları bir yönetime haiz olurlar.” (Yeryüzünün Lanetlileri)
  • “Ey bedenim, beni daima sorgulayan bir insan kıl!” (Yeryüzünün Lanetlileri)
  • Son duam da şu: Ey ruhum, hep sual soran bir ruh olarak kal kaldığın yerde!” (Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi)
  • Avrupa’nin toprak ve emek hırsı; kıtaların işgal edilmesi, milyonların köleleştirilmesi, şiddetin boy göstermesi ve yerkürenin her köşesinde geride kurbanlar bırakmasıyla neticelenmiştir. Barut, İncil, alkol ve Avrupa-merkezci psikoloji, bu zamanı mülk edinme ve büyüklenme misyonunun taşıyıcıları olmuştur. Bu hırs, Fanon’un tabiriyle yarılmış, ikiye bölünmüş bir dünya yaratmıştır ve bu iki dünyanın sakinleri de değişik türlerdir: efendiler ve köleler, sömürgeleştirenler ve sömürgeleştirilenler, burjuva ve işçiler. Zaman içinde toprakların işgali ruhların işgaline dönüşmüştür. (Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi)
  • ”Sömürgecisine itiraz edemeyen hep kardeşine düşman kesilir ve enerjisini ona göstermeye çalışır.” (Yeryüzünün Lanetlileri)
  • Devrim, özünde, kısmi tedbirlerin, uzlaşmaların ve geri dönüşlerin düşmanıdır. Sonuna kadar götürüldüğünde halkları kurtarmış olur; yarı yolda kaldığında halkların aleyhine olur ve onları yıkıma götürür. (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)
  • Tarihte ezilenlerin yakarışına kulak veren bir tahakküm gücü örneği asla yoktur; maddi çıkarlar karşısında hislerin ve sağduyunun esamisi bile okunmaz. (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)
  • On yedi ay süresince merkeze başvuran bin hastadan yetmiş ikisi sismoterapiyle tedavi edildi. Genelde elektroşoku yalnız hastanın blokajını açmak yada fazlaca acı veren bir kaygı devresini kesmek için kullanırız. Bu seansların genel averajı hiçbir vakit üçü aşmadı. Pek azca yan tesir saptanmıştır (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)
  • Ey bedenim, beni daima sorgulayan bir insan kıl! (Yeryüzünün Lanetlileri)
  • Hegel efendi-köle paradigmasının ayrıntılarını Zihnin Fenomenolojisi adlı eserinde vermektedir. Marx’tan Sartre’a kadar pek fazlaca düşünür bu paradigmada Avrupa’yı idrak etmek, eleştirmek ve dönüştürmek için lüzumlu fikirleri bulmuşlardır. Hegel, insanoğlunun kendi bilincine sadece bir başkası tarafınca tanınmakla varacağını ileri sürer. Tanınma arzusu engellendiğinde bir çatışma, bir savaşım doğar. Karşısındakini tanımak ihtiyacı duymaksızın tanınan efendi, muhatabı tarafınca tanınmadan onu tanıyan da köle olur. Efendi yalnızca tanınma arzusunu gidermez, köleyi kendi iradesinin bir oyuncağı da kılmış olur, o artık efendinin gereksinimlerini giderecek uygun bir vasıtadır. Kojeve’nin Hegel yorumu bu paradigmayı daha iyi anlamamızı sağlamaktadır. Tanınma arzusu, ötekinin sizin değerlerinizi kendi değerleriymiş benzer biçimde onaylaması, tüm insanların temel de toplumsal varlıklar bulunduğunu söyler bizlere. Tanınma sadece ötekinin mevcudiyeti ve onunla yüzleşmek ile mümkündür. Diğeri tarafınca tanınmak birinin özdeğerini, kimliğini, hatta insanlığını teyid eder: “Ancak başkası/diğeri tarafınca tanınmakladır ki, insan hem kendisi hem de başkaları için hakkaten insan olur.” (Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi)
  • “Istırap, onlarda belli belirsizdir, tıpkı hayvanlardaki benzer biçimde dağınık. Yeri belli bir acı olmaktan ziyade, genel bir hastalık.” (Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi)
  • Millet uyum içinde ve dinamik bir halde yaşamaya koyuldu mu, her şey mümkün hale gelir. (Cezayir Bağımsızlık Savaşının Anatomisi)
  • Ama servetiniz, çevrenizdeki yoksulluğu görmenize engel olan bir zırh içine soktu sizi. (Yeryüzünün Lanetlileri)
  • konuşmak kesinlikle diğeri için var olmak anlamına gelir… (Siyah Deri Beyaz Maskeler)
  • İnsan, hayatta yaşanmış olan her büyük sarsıntıda boyutlarını tekrardan keşfetmeye, konumunu güvence altına almaya gerekseme duyar. Biz bu konumun yıkımında etkin bir rol oynamamalıyız. (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)
  • “Kendini reddeden bir dünyada, evrensel kardeşliğin gerçekleşmesi olanaksız rüyasını görmeye adamıştır kendini.” (Siyah Deri Beyaz Maskeler)
  • İçlerine ustalıkla korku, aşağılık kompleksi, ürperiş, boyun eğiş, umutsuzluk, uşaklık aşılanmış milyonlarca insandan söz ediyorum. (Siyah Deri Beyaz Maskeler)
  • Mauriac ne derse desin, bağımsızlık bahşedilecek bir şey değildir, Fransız hükümetlerinin bahşedip etmeme iradesine asla bağlı kalmaz. Bağımsızlık lütfedilen bir iyilik değil, inşa edilen canlı bir gerçekliktir. (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)
  • İster bedensel kirliliği düşünelim, ister ruhsal kirliliği, kirlilik de “kara”yla anlatılır her yerde. (Siyah Deri Beyaz Maskeler)
  • Aimé Césaire, Avrupalıların Hitler karşıtı olma sebebinin Avrupalıların sömürgeleştirdikleri halklara uyguladıklarını, Hitler’in Avrupalılara uygulamayı denemesinden ileri geldiğini söyler. (Yabancılaşma ve Özgürlük Üstüne Yazılar)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş