Eğitim

Siyaset ve İktisat – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Siyaset ve İktisat – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Siyaset ve İktisat kimin eseri? Siyaset ve İktisat kitabının yazarı kimdir? Siyaset ve İktisat konusu ve anafikri nedir? Siyaset ve İktisat kitabı ne konu alıyor? Siyaset ve İktisat PDF indirme linki var mı? Siyaset ve İktisat kitabının yazarı Yusuf Akçura kimdir? İşte Siyaset ve İktisat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Yusuf Akçura

Yayın Evi: Sinemis Yayınları

İSBN: 9789758759453

Sayfa Sayısı: 203


Siyaset ve İktisat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Yusuf Akçura’nın Siyaset ve İktisat adlı eseri, 1919 – 1924 Yılları aralığında değişik gazete ve dergilerde gösterilen yazıları ile değişik yerlerde verilen nutukları içermektedir. 17 yazıdan oluşan bu eserde, Türk Milletinin İstiklal Harbi esnasında verdiği mücadeleler ve çekmiş olduğu sıkıntılar derin bir bakış açısıyla yazar tarafınca ele alınmıştır. 

Yusuf Akçura bu eserinde politika, ekonomi, tarih, sosyoloji ve felsefeye ne denli hakim bulunduğunu bizlere göstermektedir. Yazarın yaşamış olduğu sıkıntılı dönemlerde, sıkıntılarını bir kenarıya bırakarak kendini Türk Milletine adamıştır. 

Siyaset ve İktisat, her insanın yararlanabileceği mühim bir eserdir. Bu eserde Türkiye Cumhuriyeti’nin iyi mi kurulduğundan, dünya politika ve ekonomisinden, Türk tarihinden, bağımsızlığın öneminden, eğitimin gerekliliğinden ve İstiklal Harbimizin geçirdiği evrelerden haberdar olmaktayız. Hiç kuşkusuz bu özellikleriyle Yusuf Akçura’nın Siyaset ve İktisat kitabı hepimizin baş ucu kitabı olacaktır.


Siyaset ve İktisat Alıntıları – Sözleri

  • Lakin Türklerin Milliyetçilik ve halkçılık yolunda fazlaca ilerlemiş bulunmaları, ecnebi amalinin (emellerinin) husulüne (gerçekleşmesine) engel oldu; saltanat-ı ferdiyeyi, istinadgahı olan düşman güçleriyle birlikte, Türk yurdundan def etti. Artık ulusal Türkiye devletinde ne düşman ordularının mezalimi, ne de saltanat-ı ferdiyenin tahakkümü var: Türkiye halkı mukadderatını kendi eline alarak yönetim etmektedir. Bu biçim-ı idarenin semeratı ( bu yönetim tarzının meyveleri) ile saltanatı ferdiyenin netayic-i a’malini (şahıs saltanatının yaptıklarının neticelerini) mukayeseye gerekseme var mıdır?
  • “İnanıyoruz ki Büyük Millet Meclisi, büyük reisinin olayların gerçekliklerine tamamen nüfuz ederek vaz ve ilân ettiği “Celâdet (yiğitlik) gösteriniz!” düsturuna sâdık kalacaktır; zira, o günden beri nâil olduğumuz muvaffakıyetler, sadece o düstur-ı necâta ittibâ’ sâyesinde kazanılmıştır…”
  • Bizim, Türklerin iktisadî faaliyette dûn [geri] kalmalarının müteaddit sebeplerinden birisi de umûmiyetle biçim-ı terbiye ve talimimizdir. [eğitim ve öğretim tarzımızdır]…
  • Düşmanlarımızın bizi imhâya karar vermiş olduklarını, herkesten evvel ve herkesten ziyâde vuzûh ve sarâhatle [netlik ve açıklıkla] gören Mustafa Kemal Paşa, celadetten başka vâsıta-ı necât [kurtuluş vâsıtası] görmemiştir.
  • Devletimizin, milletimizin başına gelen en büyük felaketler, Avrupa sermayesi yüzündendir, Avrupa sermayesinin duhûlünden (girişinden) itibarendir ki saltanat-ı Osmaniye (Osmanlı saltanatı), pek sür’atle inhilale (dağılmaya) yüz tutmuş, inkıraz (borçlanma) uçurumuna doğru dev adımlarıyla yürümeye adım atmıştır.


Siyaset ve İktisat İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Türk düşünce yaşamının en mühim simalarından Yusuf Akçura’nın ilk basımı 1924 senesinde yapılmış olan Siyaset ve İktisat kitabı; yazarın 20. Yüzyıl başlangıcında cereyan eden ve her biri Türk tarihinin mühim kırılma noktalarına karşılık eden vakalar hakkında Türk Ocakları’nda vermiş olduğu konferansları ve yazmış olduğu yazıları kendi sağlığında bir araya getirmiş olduğu mühim eserlerinden biri. Yusuf Akçura, Türk milliyetçiliğinin siyasî, iktisadî ve fikrî yanlarını detaylı bir halde tartışarak bilhassa Anadolu’da coğrafyasında sıkışıp kalan Türkler için yeni bir yol haritası çizmeye çaba eder. Akçura; savaşların ve siyasî çalkantıların hem malî hem de insanî kaynaklarımızı insafsızca tükettiği o yıllarda, Türklerin millî bir devlet çatısı altında ve millî bir ekonomi politikası izleyerek içinde bulunmuş olduğu buhrandan kurtulacağına inanmaktadır. Kitapta yer edinen “Galip Geldik, Muzaffer Olacağız” başlıklı makalesinde de belirttiği suretiyle, “Hak harbinde Türk’ün galebesine îman eden ve îma­nında hata eylemeyen bu âciz, hayat nizâ’ında [hayat kavga­sında] dahi Türk’ün zaferine inanmıştır; ve istikbal, inşaal­lah, bunda da yanılmadığını isbat edecektir.” (Hüseyin Kaan Han)


Siyaset ve İktisat PDF indirme linki var mı?


Yusuf Akçura – Siyaset ve İktisat kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Siyaset ve İktisat PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yusuf Akçura Kimdir?

Yusuf Akçora, Kazanlı Yusuf Akçora (Tatarca: Yosıf Aqçura; d. 2 Aralık 1879[1] Ulyanovsk, Simbir – ö. 11 Mart 1935 İstanbul), Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar yazar ve politika adamı.

Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. TBMM’de 2, 3 ve 4. dönem İstanbul milletvekili, 5. dönemde 1935’te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 senesinde yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.

Akçora’nın Türkçü fikir tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün emek harcama arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.

Yusuf Akçora’nın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asya’daki Türk Devletleri’nin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla tekrardan güncellik kazanmıştır.


Yusuf Akçura Kitapları – Eserleri

  • Üç Tarzı Siyaset
  • Türkçülüğün Tarihi
  • Suriye ve Filistin Mektupları
  • Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri
  • Siyaset ve İktisat
  • Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar
  • Doğu Meselesine Dair
  • Türk Devriminin Programı
  • Hatıralarım
  • Cengiz Han
  • Darülhilafet Mektupları
  • Türk Yılı 1928
  • Tarih-i Siyasi
  • Damolla Âlimcan el-Barudî
  • Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi
  • Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi
  • Aydınlara Düşen Vazife
  • Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret yılları
  • Yeni Türk Devletlerinin Öncüleri
  • Türk Cermen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri


Yusuf Akçura Alıntıları – Sözleri

  • XIX. yüzyıl iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:
    1. – Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance de­dikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayılmış olduğu süre, medeniyetçe Hıristiyan Garba müte­fevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı müslüman topluluğunun başka dillerle konuşup başka mezheplere doğal olarak bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;
    2. – Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler düzenleme edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini art­tırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri;
    3. – Rönesansın, Reformasiyonun, denizaşırı kıt’alara ya­yılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran bellibaşlı hareketlerin Avrupa hıristiyan halkında husule getirmiş olduğu fikri ve bilimsel intibah ile servet artmasından neş’et eden maddi ve tinsel tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hususile Osmalı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan yoksun kalması;
    4. – Büyük devletlerin cümlesi benzer biçimde çeşitli dinlere, mezheplere inanan, çeşitli dillerle konuşan birçok kavim
    lere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, tinsel tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olama­ması;
    5. – İmparatorluğun oldukca geniş sahaya yayılmış bulun­ması, merkezi kuvvetin tüm memleketlere kat’i bir denetim yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran olanak haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;
    6. – Türklerde doğal bir haslet olan salgın ve tevessü ar­zusunu, görkem ve azamet emelini doygunluk ve gittikçe geniş­liyen memleketin mu’dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. sonu gelmiyen harplere girişilmesi;
    7. – Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zafa uğ­rattıktan başka, barış devirlerinde yönetim ve intizamın bozul­masına bir sebep teşkil etmesi;
    8. – XVII. yüzyıl ortalarından sonrasında, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük harcamaları mucip olması;
    9. – XVII. yüzyıl sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve barış inisiyativi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti ha­sıl olan orduların, edilmek lazımgelen harplerin derhal asla­
    bir varidat temin etmeksizin sadece devletin askeri ve iktı­sadi membalarını oldukca daraltmağa sebep olması;
    10. – XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harp­lerile, Devletin önemli varidat temin eden ve ahalisinin
    ekserisi hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çık­makla birlikte, devletin kudret, nüfuz, onur ve sultasının da
    oldukca rahnedar olması;
    11. — Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mah­mut 1. devrinde vazih ve kat’i bir biçim alan Kapitülasyonlar,
    Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının oldukca zarar görmelerini bais olduğu benzer biçimde, Doğu sularında Fransız
    sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi;
    12. – Kapitülasyonlarla gayri müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi
    devletlerin tesirlerile, çeşitli mezheplere mensup hıristiyan tebaasının hükumet tarafınca idaresinde bazı müşküla­tın yüz göstermesi;
    15. – Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat kabul eden ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla özgür tefsire başlıyarak, Osmanlı tebaası hıristi­yanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;
    14. – Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve kayra olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie emek harcaması ve hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mez­hepten olursa olsun, cümlesi üstüne pek geniş olan sultası ile de iktifa etmiyerek, adli, yönetimsel ve hatta siyasal hususlarda da­ha geniş iddialara kalkışması;
    15. – Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, oldukca kere Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde önemli mevkiler tutarak, bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları;
    16. – Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktısaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heye­tinde husule gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei
    hükumette iktısadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimal­lerin neticesi olarak, hükumetle ahali içinde imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek da­hili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı
    camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fili hareketlere bile kalkışmaları;
    17. – Osmanlı devletinin siyasal, adli ve yönetimsel teşkilatının esaslarından kabul edilen İslam şeriatinin süre ve mekana
    nazaran terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve
    içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması;
    18. – Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna mu­ğayir tadı hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irti­
    kap ve irtişanın meydan alması;
    19. – Şeriat esaslarına nazaran tanzim olunan mektep ve med­reselerin, XVII. asırdan itibaren garpta açınma eden özgür ulumu benimsiyemediğinden dolayı, müslüman Osmanlıların çağdaş tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunmuş olduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması;
    20. – Garpte Rönesanstan sonrasında, üniversiteler, şu demek oluyor ki med­reseler mütemadi terakki ve açınma ettikten ve dini alakalar dan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ek olarak ih­tisas mektepleri, örnek olarak barbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek yapım ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memle­ketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. yüzyıl sonlarına kadar
    bu şekilde teşebbüslerin derhal asla vaki olmaması;
    21. – Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezeb­züplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hü­kümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın doğal bir neticesi olmak suretiyle cehil ve taassubun hakim mevkie geç­mesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebile­cek bir kuvvete malik olması;
    22. – XVIII. asırda buğu kuvvetinin ve buharlı makineler, imalinin garpte keşfolunarak XIX. yüzyıl başlarından itiba­ren Oarpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkulu bir iktısadi tefevvuk kazanması; nihayet garpte büyük endüstri sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın ufak ana para ve endüstri seviyesinden yükselemiye­rek, ana para ve endüstri sahasında, şu demek oluyor ki siyasal ve içtimai yaşamın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten oldukca geriye kalması. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
  • Emperyalistlerin “ Doğu meselesi” adını verdikleri sorun , O’na ( Yusuf Akçura’ya) nazaran, Mazlumlar Dünyasından bakılmış olduğu süre “ Batı Meselesi” idi. (Türk Devriminin Programı)
  • Cengiz, Türklerin en güzîde bir sıfatı olan tab’-ı selîme [doğru/sağlam karaktere], kavrayışlı nazara kemâlen mâliktir. (Cengiz Han)
  • Kadîm ve köhne bir uygarlık sâhibi olan İranîler gürültülü cenkten çekilip fikrî uğraşılarla ve malî ve ticarî işlerle meşgul oluyorlar, Sâmî asıllı Araplar ise akıllara şaşkınlık veren ilk genişlemeleri ile kazandıkları servet ve refahtan zevkyâb olmayı harb ve darb ile iştigale tercih ediyorlardı. Sanatı askerlik olan Türk’e erişince, o, dövüşten asla bıkmıyordu. (Doğu Meselesine Dair)
  • Arap genci ile benim İslâm’ı algılamamız içinde oldukca büyük bir fark vardır.
    O, İslam’ı, Yahudilik benzer biçimde ulusal bir din olarak düşünmekte, bense umumi, cihanşümul (beşerî) bir din olarak anlıyorum.
    Arap da İslâm’ın tüm insanlığa yayılmasını oldukca istiyor; sadece, bununla birlikte “ Araplık da Yayılsın!…” diyor; “ Müslüman olan hepimiz Arap olsun, tüm İslâm dünyası bir Arap imparatorluğuna bağlansın “ diyor. (Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi)
  • ‘’Hanımlar, Efendiler!
    İçinde yaşadığımız büyük zamanı devreyi kişiliğinde cisimleştiren Büyük Adam’ın komut ve kumandası altında birleşen harp erleri, Türk milletinin yaşamını muhafaza içgüdüsünü dahiyane yönetim ederek, şahidi olduğumuz askeri zaferleri temin ettiler. O Büyük insanın etrafına toplanan tam şuurlu, açık kanaatli aydınlar da, gene milletin yaşamını muhafaza içgüdüsüne dayanarak modern Türk devletini kurabilirler. Türk aydınlarının bugünkü vazifesi, işte bu çok önemli işe el birliğiyle, dağılmaksızın sarılmak ve yan çizmelere kapılmaksızın birlik halinde çalışmaktır.’’ (Aydınlara Düşen Vazife)
  • Driyo diyor ki:
    “16. yüzyıl Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi’nden Ganj’a, Bengale Körfezi’ne, cenubi Rusya isteplerinden, Türkistan’dan Arabistan ve Sahra kumluklarına kadar çeşitli Türk kabileleri kendilerine Garp İmparatorluğu’ndan da, Makedonya İmparatorluğu’ndan da vasi bir İmparatorluk kurdular.” (Doğu Meselesine Dair)
  • Evvel beri Suriye halkının ahlâkının fena bulunduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar lüzumlu bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu mevzuda şöyleki yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza haiz olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, düzmece olmadığına dikkat edin… Ve başka şeyler yazmakta. (Suriye ve Filistin Mektupları)
  • Türklerin büyük çoğunluğu geçmişlerini unutmuşlardır. Bu nedenledir ki, her şeyden ilkin bir ulusal şuur uyandırmak ve yaratmak gerekecektir. (Üç Tarzı Siyaset)
  • Bugün de olduğu suretiyle, ufak evlatları evlerinden büyükçe bir şahıs refakatinde mektebe götürüp getirmek, medresede aynı yaşlarındaki evlatların istirahat ve oyunlarına, birbirlerine olan davranışlarına dikkat ve nezaret etmek, nihayet ders sonunda evlerine iletip teslim etmek benzer biçimde nizamlar doğal o zamanlar asla yoktu. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
  • İnsan, gerçek kitap olan doğa ve eşyayı okuyup ondan bilimsel keşfedebilmeli; yazıya, söze bağlanıp tutsak kalmamalı, özetlemek gerekirse her kişinin ideali bizzat kaşif olmak, insaniyete yararlı bir düşünce yada şey buluş etmek olmalıdır. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
  • yaşam esasen zindan değil mi!.. (Hatıralarım)
  • “Muharebelerde taraflar birbirine asla acımaz; muharebeye aşure dağıtmak için gidilmez.” (Cengiz Han)
  • Seccadeyle alnım arası yazılan tüm dilekçeler yanıtsız kaldı. (Hatıralarım)
  • Karadeniz ve Kafkas dağlarının şimalinde, ya direkt doğruya saltanat merkezinden yönetim olunan veya Osmanlı sultanlığına tâbi Kırım Hanlığı ülkesinden sayılan kıt’alar, XVIII. asrın sonlarına değin vaziyetlerini muhafaza ettiler. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
  • Her yaşam,sadece öteki hayatları bitirmekle sadece devam edebilir.İşte bu “tenazû-ı bekâ”,”cidal-i yaşam” benzer biçimde çeşitli suretlerle lisanımıza geçen “Struggle for life” kanun-ı azîm-i doğal olarak’yyesidir. (Doğu Meselesine Dair)
  • İnsan esasen neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
  • İnsan esasen neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
  • “Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat süre bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru bulunduğunu normal olarak tasdîk edecektir.” (Türkçülüğün Tarihi)
  • Darbe-i devlet, bir devlette mevcut kuvvetlerden birisinin, meselâ: hükümdârın, ya da millet meclisinin (yâhut ordunun ve sâir) yasanın kendisine verdiği hukukun dışına çıkıp, bir harekette olmasına denir. (Darülhilafet Mektupları)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş