Eğitim

Tarih Üzerine Yazılar – Fernand Braudel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tarih Üzerine Yazılar – Fernand Braudel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tarih Üzerine Yazılar kimin eseri? Tarih Üzerine Yazılar kitabının yazarı kimdir? Tarih Üzerine Yazılar konusu ve anafikri nedir? Tarih Üzerine Yazılar kitabı ne konu alıyor? Tarih Üzerine Yazılar PDF indirme linki var mı? Tarih Üzerine Yazılar kitabının yazarı Fernand Braudel kimdir? İşte Tarih Üzerine Yazılar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Fernand Braudel

Çevirmen: Mehmet Ali Kılıçbay

Yayın Evi: Doğu Batı Yayınları

İSBN: 9786059328609

Sayfa Sayısı: 301


Tarih Üzerine Yazılar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Tarihe bakış ve tarihyazımı tekrar asla eskisi şeklinde olmadı Annales Tarih Okulunun ortaya koyduğu yetkin eserlerin arkasından. Tüm dünyada tarihçilik anlayışı sonsuza kadar değişti. Bütüncül bir tarih anlayışına sahiplerdi. Tarihsel değişmelere neden olan tüm unsurları hesaba katarak çalışmalarını yürüttüler. Geçmişi ve bugünü idrak etmek için, tüm insan bilimlerinin biraraya gelmesini ve öteki disiplinlerden sonuna kadar faydalanılmasını savundular. Bu amaca ulaşmak için bir yanda son aşama sabır ve titizlik isteyen arşiv emek harcamaları ve belgeye dayalı sav savunuları ve kanıtlar, öteki yanda tüm bu tarz şeyleri yorumlayacak oldukca yönlü bir entelektüel ilgi ve derinlik…

İşte tam burada Fernand Braudel’in yaşamı, tarih görüşü ve eserleri bu tarih devrimini idrak etmek için daha da kıymet kazanıyor. Tarih artık bir tek bir bilim değil, bir edebî tür ve âdeta sanata dönüşüyor onun kaleminde. “Tarihin Zamanları”, “İnsan Bilimlerinin Birliği ve Çeşitliliği”, “Tarih ve Sosyoloji” ve “Tarihsel Bir İktisat için” bu kitaptaki yazılardan bir tek birkaçı. Ve burada aslına bakarsak Braudel, gelecek nesil tarihçiler için oldukca daha esaslı bir hedef gösteriyor dünü, bugünü, yarını idrak etmek adına… Artık herhangi bir tarihsel vaka anlaşılmak isteniyorsa bir tek toplumsal bilimler değil, o anda mevcut tüm tabiat vakaları, biyolojik çeşitlilikler, virüs ve bakteri düzeyinde süreçler vb. de ele alınmak zorundadır. Braudel dünyayı âdeta tek bir canlı şeklinde ele alacak bir tarih anlayışından ve bu şekilde bir birliğe yönelişten bahsediyor.

(Tanıtım Bülteninden)


Tarih Üzerine Yazılar Alıntıları – Sözleri

  • Tarihin artık şu yada bu egemen faktörle açıklanmasına inanmıyoruz. Tek yanlı tarih yoktur. Tarihe yalnızca ne çatışmaları yada uyuşmaları insanların tüm geçmişini belirleyen ırklar mücadelesi; ne ilerleme yada çöküntü unsuru olan kuvvetli ekonomik ritmler, ne devamlı toplumsal gerilimler, ne Ranke’nin en geniş anlamıyla bireyi ve zamanı yücelttiğini söylediği şu yaygın ruhanilik; ne tekniğin egemenliği; ne de toplulukların hayatları üstündeki gecikmeli sonuçlarıyla şu suni zorlama sonucu gerçekleşen nüfus artışı egemen olmaktadır. İnsan düşünüldüğünden de karmaşıktır.
  • Büyük felaketler devamlı gerçek devrimlere yol açmazlar, fakat onları haber verirler ve devamlı da dünyanın düşünülmesine yada daha doğrusu tekrardan düşünülmesine bir imkân sunarlar.
  • 1. Maya imparatorluğunun yok edilmesi ve E. Huntington’ın te­orileri hakkında -iklim gözümüzün önünde değişecek midir? Soru her halükarda iklimcileri ve coğrafyacıları ilgilendirir niteliktedir. Eğer var ise, bu iklim değişiklği yaşamın tüm sorunlarını, düzenlerini, dengele­rini gündeme getirmeyecek midir? Biroldukca yazar oldukça kuşkulu kanıtlara ve otoritelere dayanarak, buna evet yanıtını vermektedirler, bununla ye­tiniyorum. Bunların en kategorik olanlarına gore, iklim değişimleri birbirlerini izleyen oldukca hafifçe değişimler ve kurak ve sıcak dönemler ile daha azca sıcak ve bilhassa daha nemli dönemler şeklinde qüzey farklılıkları halinde, yüzyıllara yayılacaklardır. Sorunu sonuca bağlamak suretiyle, bu suali tekrardan sormadan, bir tek hayır demek kafi midir? Fakat Alp buzullarının (hatta Kafkaslardakilerin) ilerleme ve gerilemelerinin, XIX. yüzyılın sonundan beri Rusya ve Sibirya kıyılarında oldukça açık olan Arktik bomkizil gerilemesinin örnekleri vardır.. Sovyetlerin ku­zey kutup çemberindeki tüm politikaları bizlere, Arktikin şu anda ısın­dığına ilişkin bir varsayıma dayalı olarak sunulmuştur, acaba burada bir hata mı vardır? Tarihsel açıdan kuşkulu fakat kafa karıştırıcı örnekler kıt değildir. Sicilya’daki yüzeysel kaynaklar IX. yy. da yalnızca insan­ların yüzünden mi kurmuşlardır? Gaston Roupnel’le beraber, XIV. ve XV. yy.lardaki Avrupa afelerinin sonuçta mevsim değişmelerinden kaynak­landıklarını mı düşünmek gerekir? XVII yy.’ın sonunda, tahıl üreticisi Aşağı Toskana’da iklim koşullarınin ağırlaştığı farkedilmektedir, her halükarda istilacı sel baskınları, daha sert kışlar olmuştur, kışlar o ka­dar serttirler ki, kimi zaman zeytinler donmaktadır… Aynı şekilde, Huntington ilk Maya imparatorluunun organik bir afete, bir iklim değişikliğine kurban bulunduğunu savunurken herşeye karşın haklı mıdır? Maximilien Sorrel bu şekilde düşünmemektedir. «E. Huntington bu hususi durumun açıklamasını (Peten ve Uslemacnital bölgelerindeki gelişen şehir yerleşimlerinin kaybolmaları), salgınlarda artışa neden olan bir iklim değişikliği varsayımına bağla­ mıştır. Bu varsayım lüzumlu değildir.» cümlenin altını çizdim, fakat olgu o denli kati midir? Philipp Hiltebrand benzeri bir örnekte, XVI.yy Italya’sındaki sıtma artışını (ve daha da genel olarak o dönemin Akde­niz’indeki) açıklamak suretiyle, Amerika’dan oldukca hızla (hatta aşırı bir hızla) gelen, malaria tropicalis adlı yeni bir mikrop varsaymaktadır. Acaba Huntington’ın tarzında, (bilhassa XVII. yy’a ilişkin olarak) ya­ğışlarda hafifçe bir artış olduğu ve buna bağlı olarak Akdeniz havzasın­ daki durgun suların ve böylece sıtma taşıyan sivirisineklerin çoğaldıkları düşünülemez mi? Tabii, başka geçerli açıklamalar da olabilir: bilhassa insan sayısında artış, bilhassa İlk olarak malarya (sıtma) artışına neden olan, fakat eğer başarıya ulaşmış olamazlarsa ileride gene sıtmaya neden olan ısla­hat çalımaları (tehlikeli topraklarda, toprakla oynamak sıtmayı artır­maktadır). Tartışmak, hem de karanlık birçok minik vakası zikretmek ge­ rekmektedir: bunlar, tarihsel dönemler süresince iklimin değişmediğini korumak için çaba sarfeden coğrafyacıların kanılarının kaşrısında problemi çözmemektedirler; kuşkusuz hayır, fakat eğer yanılmıyorsam, bu problemi ortaya daha açık ola­rak kaymaktadırlar. Bu mevzuda E. de Martonne’un davranışlarında ölçülü notlarına bakınız, La France, in, Geographie Universelle, 1943, Bl s. 313; 《alim zihniyeti daha oldukca bir devrevilik varsayımına yönelmektedir》s. 314: «ortalama 30 senelik bir devrevilik akla yakın olmanın uzağında değildir.»
  • Bu kitap; herbiri kendi içinde bütünsel bir izahat dene­mesi olan üç bölüme ayrılmaktadır.
    Birincisi neredeyse hareketsiz bir zamanı, insanoğlunun onu çevreleyen onunla ilişkileri içindeki tarihini gündeme getir­mektir; bu tarih akmakta ve değişmekte yavaş, çoğunlukla ısrarlı geri dönüşlerden ve devamlı olarak yenilenen devreler­den meydana gelen bir tarihdir. Hemen derhal zamandışı olan ve cansız nesnelerle temasta olan bu zamanı dikkatsizlik etmeyi, ne de bu mevzuda bir sürü kitabın eşiğine yararsız yere konulmuş olan, madeni manzaralarıyla, tarlalarıyla ve çiçekleriyle çabucak gösteriliveren ve sanki hemen sonra bunlar tekrar ele alın­mayacakmış şeklinde, sanki çiçekler her ilkbaharda tekrardan aç­mıyorlarmış şeklinde, sanki sürüler hareketleri esnasında duru­yorlarmış şeklinde, sanki tekneler mevsimlere gore değişen gerçek bir denizde seyretmiyorlarmış şeklinde ele alınıveren şu anane­sel tarihe coğrafi girişlerle yetinmeyi istemedim. Bu hareketsiz tarihin üstünde yavaş ritmi olan bir tarih fark edilmektedir: eğer ifade aslolan anlamından saptırılmış ol­masaydı, bunun için grupların ve gruplaşmaların zamanı ola­rak, toplumsal tarih denilebilirdi. Bu dip dalgalarının Akde­niz yaşamının bütününü iyi mi yükselttiği; işte kitabımın ikinci kısmında birbirlerini izler halde ekonomileri, devletleri, toplumlan incelerken ve nihayet tarih kavrayışımı daha iyi aydınlatmak için denizdeki tüm bu güçlerin karmaşık cenk alanında iyi mi tesir ettiklerini göstermeye çalışırken, kendi­me sorduğum buydu. Şu sebeple biliyoruz ki, cenk saf bir bireysel sorumluluklar alanı değildir. Nihayet üçüncü bölüm, geleneksel tarihe ayrılmış olanı, eğer istenirse insani seviyede değil de, fert düzeyindeki tarih; Paul Lacombe ve François Simiand’ın olaysal zamanı: bir yüzey çırpıntısı, med ve cezirlerin kuvvetli hareketleriyle meydana ge­len dalgalar. Kısa, süratli ve sinirli salınımları olan bir tarih. Tanım gereği aşırı duyarlı olan bu tarihte, en küçük adım tüm ölçü araçlarını alarma geçimektedir. Ama bu haliyle tüm tarihler içinde en fazla tutku vereni, insanlıktan yana en varlıklı olanı, bununla birlikte da en tehlikeli olanı budur. Çağ­daşlarının hissettikleri tasvir ettikleri hayatlarının ritmine gore, bizimki şeklinde kısa olarak yaşadıkları hemen hemen yakıcı olan bu tarihten çekinelim. Bu tarih onların öfkelerinin, düşlerinin ve hayallerinin boyutuna haizdir. Gerçek Rönesans’tan sonrasında XVI. yüzyılda kişilerin Rönesans’ı gelecektir. Bu kıymetli kağıt yığını oldukça biçim bozucu olmaktadır. II. Felipe’nin ka­ğıtlarını okuyan tarihçi, onun yerinde oturuyormuşçasına, bir boyutun tamamlanmamış olduğu acayip bir dünyaya taşınmış şeklinde olmak­tadır; kuşkusuz canlı ihtirasların dünyası; yaşayan tüm dünyalar şeklinde, bizimki şeklinde kör, kayığımızın sarhoş bir tekne şeklinde üstünde kaydığı şu canlı suların derinliklerinin öykü­lerine karşı kayıtsız bir dünya. Tehlikeli bir dünya, fakat çoğunlukla sessiz ve anlamını sadece oldukca büyük vakit dilimle­ri kavrandığında açığa vuran şu gizil büyük akıntıları ilkin­den saptayarak, onun büyülerini ve kötülüklerini def’edebili­riz. Büyük gürültüsü olan vakalar çoğunlukla bir tek onlar, bu büyük kaderlerin tezahürlerinden ibarettirler ve sadece onlar tarafınca açıklanabilmektedirler.
  • Sosyal bilimlerin hepsinin tek ve aynı manzarayla ilgilendiğini varsayalım : İnsanın geçmiş , şimdiki ve gelecek eylemlerinin manzarası. Bu manzaranın bir de üstelik tutarlı bulunduğunu – doğal olarak ki bunu kanıtlamak gerekecektir – varsayalım. Bu görünüm karşısında , ne kadar toplumsal bilim var ise o denli gözlem noktası olacak ve bunlar kendilerine özgü bakış açıları , değişik perspektif krokileri , değişik renk ve kronikleriyle mevzuya yaklaşacaklardır. Her birinin kesip almış olduğu görünüm parçası ne yazık ki birbiriyle bitiştirilir cinsten olmayıp tek bir bütünsel fotoğraf içeren bir yapboz parçaları şeklinde olan ve sadece bu evvelinde oluşturulmuş görüntünün işlevinde kıymeti olan unsurlar şeklinde birbirlerini çağrı etmemektedirler. İnsan her seferinde , bir gözlem noktasından diğerine değişik gözükmektedir ve böylece tanınan her kesim , gözlemci davranışlarında ölçülü olsa bile – çoğunlukla öyledir – manzaranın bütününe teşmil edilmektedir. Bu arada gözlemcinin kendi açıklamaları onu oldukca uzaklara götürmektedir. İktisatçı ekonomik yapıları ayırmakta ve onları çevreleyen , taşıyan , zorlayan ekonomik olmayan yapıları tahmin etmektedir. Bundan daha zararsız ve görünüşte daha meşru bir şey olması imkansız. Ama ayrıca o da yap-bozu kendine gore tekrardan yapmıştır. Her şeyi yalnızca kendi kıstasları ile denetlediğini ve hatta açıkladığını iddia eden nüfusbilim de değişik davranmamaktadır. Onun da kendine özgü yararlı testleri vardır ; bunlar ona insanı bütünselliği içinde canlandırması için yada en azından bütünsel veyahut esas insan olarak kavradığı insanı sunması için kafi olmaktadır. Sosyolog , tarihçi , coğrafyacı , psikolog, etnograf bir çok vakit daha da saftırlar : Her toplumsal bilim , öyleki olmayı kendine yasaklıyor olsa bile emperyalisttir ; neticelerini insanoğlunun bütünsel bir kavranışı olarak sunma eğilimindedir.
  • Entelektüel yaşam bir kavgadır.
  • “Büyük felaketler devamlı gerçek devrimlere yol açmazlar, fakat onları haber verirler ve devamlı da dünyanın düşünülmesine yada daha doğrusu tekrardan düşünülmesine bir olanak sunarlar.”
  • Açıkçası, onun dışındaki asla kimse, tarihin komşu cemiyet­sal bilimlerle çatışma ve uyumlarının arasındaki yolumuzu saptamaya yeterli olamazdı. Mesleğimiz ve etkinliği konusun­daki özgüven duygusunu bizlere ondan daha iyi kimse veremezdi. Makalelerinden birinin başlığı «Yaşasın Tarih» idi; güzel bir başlık ve bir program. Tarih onun için asla kısır bir allamelik, bir cins sanat için sanat, kendi kendine kafi bir allamelik olmamıştır. Tarih ona devamlı, bir tek biz tarihçilerin kullanmasını bildiğimiz ve o olmasaydı ne geçmiş yada şimdik vakit toplumlarının, ne de bireylerin yaşamın edasına ve sıcaklığına haiz olabilecekleri şu kıymetli, ince ve karmaşık koordinattan -zaman- hareketle, insanoğlunun yada toplumsalın bir açıklaması olarak gözükmüştür. Lucien Febvre’in bütünler, insanoğlunun her cepheden görülen toplam zamanı karşısında tamamen kırılgan kalmayı sürdürür­ken, tarihin yeni yeni olanaklarını berrak bir halde kav­ramışken, bununla birlikte bir hümanistin incelmiş kültürüyle, her kişinin zihinsel macerasında hususi ve yegane olan şeyi his­setme ve ifade etme kabiliyetini de korumuş olması, Fransız ta­rihçiliği için asla kuşkusuz bir lütuf olmuştur.
  • Hayat bizim okulumuzdur.
  • Tarihin problemi ressam ile tablo ve hatta ne kadar cüretkar bir önerme olarak kabul edilirse edilsin, tabloyla fotoğraf içinde değil de, bizzat manzarada, yaşamın göbeğinde yer verilmiştir. Hayatın bizzat kendisi şeklinde, tarih de bizlere elden kaçan, hareketli, birbirlerine çözülmez bir halde dolanmış ve birbi­ri art arda yüzlerce değişik ve tutarsız çehreye bürünebilen bir problemler yumağı olarak gözükmektedir. Bu karmaşık hayata iyi mi yaklaşılabilir ve onu kavramak yada en azından ona dair birşeyleri kavramak için onu parçalara iyi mi bölmek ge­rekmektedir? Oldukca sayıda girişim cesaretimizi daha baştan kırabilir.


Tarih Üzerine Yazılar İncelemesi – Kişisel Yorumlar


Tarih Üzerine Yazılar PDF indirme linki var mı?


Fernand Braudel – Tarih Üzerine Yazılar kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Tarih Üzerine Yazılar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fernand Braudel Kimdir?

Meşhur Fransız tarihçi Braudel 1902’de Meuse’de hayata merhaba dedi. Sorbonne’un tarih bölümünden 1923’te mezun olduktan sonrasında Cezayir, Paris ve Brezilya’da dersler verdi. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara tutsak düştü ve 1945’e kadar Lübeck’te bir kampta tutuldu; II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası başlıklı doktora tezini bu tutsak kampında yazdı. Marc Bloch ve Lucien Febvre’ nin kurduğu Annales dergisinin gösterim kuruluna seçildiğinde, özgür bırakılalı hemen hemen bir yıl olmuştu. 1947’de tarihçiler içinde büyük sarsıntılar yaratan teziyle doktorasını alan Braudel Collège de France’da hocalık yapmış oldu ve 1962’de de Maison Sciences de l’Homme’un yöneticisi oldu. Diğer büyük eseri olan üç ciltlik Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm’i 1979’da piyasaya sürülen yazar, 1985’te aramızdan ayrıldı.

Braudel’in gerek Annales’te gerekse başka dergilerde pek oldukca makalesi yayımlanmıştır. Yazarın öteki başlıca eserleri şunlardır: Histoire Economique et Sociale de la France (1976-82), Tarih Üzerine Yazılar (1992), L’Identité de la France (1986-7)


Fernand Braudel Kitapları – Eserleri

  • Kapitalizmin Kısa Tarihi
  • Uygarlıkların Grameri
  • Akdeniz
  • Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt
  • Bellek ve Akdeniz :Tarihöncesi ve Antikçağ
  • Tarih Üzerine Yazılar
  • Akdeniz Mekan ve Tarih
  • Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 2. Cilt
  • Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları
  • Medeniyet ve Kapitalizm
  • Maddi Uygarlık: Dünyanın Zamanı
  • Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları
  • Akdeniz, İnsanlar ve Miras
  • Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 3
  • A History of Civilizations


Fernand Braudel Alıntıları – Sözleri

  • Tüm dünyada, büyük tacirlerden oluşan bir grubun bayağı satıcılar kitlesinden açık halde ayrılıp göze çarptığı ve bu grubun bir taraftan oldukca minik olduğu, öteki taraftan da başka faaliyetleri içinde devamlı için uzun mesafeli ticaretle bağlantılı olduğu tesadüf değildir.
    Bu adamlar işleri kendi lehlerine çevirmenin bin bir yolunu biliyorlardı: Kredi manipülasyonu ve kârlı para oyunları, iyi ve fena paraların yerine gore kullanılması: “iyi” gümüş yada altın paraların Sermaye yığmak için büyük iş­lemlerde, “kötü” bakır paraların ise en düşük maaşlarda ve günlük ücretlerde, başka bir deyişle Emek karşılığı olarak kullanılması. Üstün bir informasyon, zekâ ve kültüre sahiptiler. (Medeniyet ve Kapitalizm)
  • Japonya, bizim alışılmış ölçülerimize gore, fazla dindar değildir, öte dünyayla fazla meşgul olmaz, bu mevzularda Hind’in zıddındadır. Onu esas yönlendiren, belli bir cemiyet, eğitim, onur ve öyleki söylenmesinde hiçbir sakınca olmadığı suretiyle bir uygarlık (kendi uygarlığı) kaide bütünüdür. (Uygarlıkların Grameri)
  • Kırılgan uygarlıkların tepesinde asılı duran dağlı insanlarla beraber, bir öteki kalıcı tehlikede bu göçebe halklardır. Akdeniz civarındaki her muzaffer uygarlık, dağlıyı yada göçebeyi kullanmanın ve zaptetmenin, her ikisiyle de dolambaçlı yollardan ilişki kurmanın, hatta her ikisini de belli uzaklıkta tutmanın bir biçimi olarak tanımlanacaktır mecburi olarak. (Bellek ve Akdeniz :Tarihöncesi ve Antikçağ)
  • Akdeniz rengârenk bir mozaiktir. İşte bu yüzden, üstünden bu kadar yüzyıl geçtikten sonrasında birçok anıtın, eskinin gelgitlerini işaret eden bu sınır taşlarının kutsallığına yapılmış olan saygısızlıklara hoşgörüyle bakabiliriz: Ayasofya’nın dört bir yanında yüksek minareler nöbet meblağ; Palermo’daki San Giovanni Degli Eremiti manastırı, eski bir caminin kırmızı ya da kırmızımsı kubbeleri arasına yerleşmiştir; Kurtuba’da, dünyanın en güzel camisinin kemerlerden ve sütunlardan oluşan ormanının ortasında, Şarlken’in buyruğuyla yapılmış sempatik, minik, gotik Santa Cruz Kilisesi yer alır. (Akdeniz Mekan ve Tarih)
  • “Tek bir Tanrı, tek bir inanç, tek bir cemaat; Müslümanlar için gerçek birlik işte budur. İman, meşhur bir hadise gore, Tanrı’ya, meleklere, Kitaplar’a, Gönderilenler’e, Ahiret Günü’ne, iyi ya da fena evvelinde belirlenmiş olan şeylere inanmaktır. O şekilde görülüyor ki, bu şekilde bir inançta, tek Tanrı’ya inanan her insanın birleşmesi gerekirdi.” (Akdeniz, İnsanlar ve Miras)
  • Herşeyden ilkin, 1590’ların ötesinde Sicilya’daki fena hasatlar ve açlıklar. Hiç şüphe yoktur ki 1591’de adada kıtlık kol gezmektedir. Duyulmamış fiyatlar söz mevzusudur, buğday Palermo’da 70 tari 1O’a satılmaktadır: Heryerde si trovanno le persone morte nelle strade per la fame. Bunun sebebi, o son zamanların insanlarına gore hem fazla kullanım, hem de fena hasattır. Buğdayın salme’si sonunda 40 eküye çıkmıştır ki, bu şekilde bir fiyat bulunduğunu kimse hatırlamamaktadır. Altın fiyatına, dönemin diliyle a peso di sangre buğday satılacak zenginler bulunmuştur. Cari fiyatın altından buğday satışı icra eden Palermo ve Messina korkulu bir halde borçlanmışlardır, Messina’nın borcu 100.000 dükayı geçmektedir (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 1. Cilt)
  • “İtalya, yazgısının anlamını burada bulur: Denizin orta ekseni odur ve kim ne derse desin, İtalya devamlı bir yüzüyle Batı’ya, bir yüzüyle de Doğu’ya dönüktür. Zenginliğini uzun vakit buradan sağlamamış mıdır? Tüm Akdeniz’e egemen olma olanağı organik olarak ona verilmiştir; o da doğallıkla bunu düşlemiştir.” (Akdeniz Mekan ve Tarih)
  • Sultana karşı oldukça serbesttirler(Sultan kendine eşit kişiler içinde birinciden başka bir şey değildir). (Akdeniz ve Akdeniz Dünyası 2. Cilt)
  • Hususi evlerdeki banyo odaları uzun vakit dayanacaklardır.Ama banyo yavaş yavaş bir temizlik adeti olmaktan çıkarak tedavi edici bir şey olarak görülecektir. (Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları)
  • Artan üretim potansiyeli, belirli büyük ülkelerin hepsinin değil doğal insanlarının şimdi kıtlık ve zahmet merhalesinin ötesine geçtikleri ve gündelik geçimlerini güvence altına almada ciddi güçlük içinde olmadıkları gerçeği, dev ve çoğunlukla oldukca uluslu şirketlerin mantar şeklinde büyümesi tüm bu dönüşümler her şeye gücü yeten piyasanın, müşterinin ve piyasa ekonomisinin eski düzenini tersine çevirdi. Piyasa kanunları, oldukca etkili reklamlarıyla talebi etkileyebilen ve tutarları diledikleri şeklinde belirleyebilen dev firmalar için artık geçerli değildir. (Medeniyet ve Kapitalizm)
  • Açıkçası, onun dışındaki asla kimse, tarihin komşu cemiyet­sal bilimlerle çatışma ve uyumlarının arasındaki yolumuzu saptamaya yeterli olamazdı. Mesleğimiz ve etkinliği konusun­daki özgüven duygusunu bizlere ondan daha iyi kimse veremezdi. Makalelerinden birinin başlığı «Yaşasın Tarih» idi; güzel bir başlık ve bir program. Tarih onun için asla kısır bir allamelik, bir cins sanat için sanat, kendi kendine kafi bir allamelik olmamıştır. Tarih ona devamlı, bir tek biz tarihçilerin kullanmasını bildiğimiz ve o olmasaydı ne geçmiş yada şimdik vakit toplumlarının, ne de bireylerin yaşamın edasına ve sıcaklığına haiz olabilecekleri şu kıymetli, ince ve karmaşık koordinattan -zaman- hareketle, insanoğlunun yada toplumsalın bir açıklaması olarak gözükmüştür. Lucien Febvre’in bütünler, insanoğlunun her cepheden görülen toplam zamanı karşısında tamamen kırılgan kalmayı sürdürür­ken, tarihin yeni yeni olanaklarını berrak bir halde kav­ramışken, bununla birlikte bir hümanistin incelmiş kültürüyle, her kişinin zihinsel macerasında hususi ve yegane olan şeyi his­setme ve ifade etme kabiliyetini de korumuş olması, Fransız ta­rihçiliği için asla kuşkusuz bir lütuf olmuştur. (Tarih Üzerine Yazılar)
  • “Osmanlı sultanlarının göçebe Türkmen kabilelerini Balkanlar’a aktarıp orada yerleştirilmeleri mevzusundaki gayretlerine rağmen, Rumeli’deki Türk toplulukları imparatorluklarının toprak kaybetmesi esnasında hiçbir direnç göstermedi.” (Akdeniz, İnsanlar ve Miras)
  • Gerçekten de endüstri öncesi ekonomide bana gore en mühim unsur sınırı olan ve minik hareketlenmelerle hemen hemen başlangıç aşamasında fakat katı özellikleri, durgunlukları ve ağırlık noktalarıyla canlı ve kuvvetli bir iktisat ile çağdaş bir büyümenin beraber görülmesidir. Bir yanda köylerinde neredeyse özellik içinde ve kendi gereksinimlerini kendileri karşılayarak yaşayan köylüler; diğer yanda yayılan, yavaş yavaş üreten, içinde yaşadığımız dünyayı belirlemeye süregelen bir pazar ekonomisi ve gelişmekte olan bir kapitalizm. (Kapitalizmin Kısa Tarihi)
  • Büyük felaketler devamlı gerçek devrimlere yol açmazlar, fakat onları haber verirler ve devamlı da dünyanın düşünülmesine yada daha doğrusu tekrardan düşünülmesine bir imkân sunarlar. (Tarih Üzerine Yazılar)
  • Eğer İÖ 5. yüzyılda yaşamış olan tarihin babası Herodotos bugün bir gezgin
    kafilesine katılıp geri gelseydi şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerdi. Lucien Febvre şu şekilde yazar: “Onun Doğu Akdeniz gezisine şimdi çıktığını düşünüyorum. Şaşıp kalacağı ne kadar oldukca şey olurdu! Bu koyu yeşil yapraklı bodur ağaçların altın renkli meyvelerini, portakalları, limonları, mandalinaları ömründe
    gördüğünü hatırlamıyordu.Elbette, şundan dolayı bu tarz şeyleri Araplar Uzakdoğu’dan getirdiler. (Akdeniz)
  • Doğu ile Batı, Germaine Tillion’un terimiyle
    “birbirlerini tamamlayan düşmanlardır.” (Akdeniz Mekan ve Tarih)
  • Dünyanın geri kalanı, tıpkı Avrupa şeklinde, yüzyıllardır üretim yapma gereklilikleri, mübadele zorunlukları, paranın acelecilikleri tarafınca işlenmiştir. Bu bileşimlerin ortasında, belli bir kapitalizmi haber veren yada gerçekleştiren bazı işaretleri aramak saçma mıdır? Deleuze ve Guatteri şeklinde “kapitalizmin hiçbir toplum biçiminin, belli bir tarzda olmak üzere, yakasım bırakmadığı”nı istekle söyleyeceğim, en azından kavradığım biçimi ile kapitalizmin. Ama kıvırtmadan kabul edelim ki, inşa Avrupa’da başarıya ulaşmış, Japonya’da taslağı ortaya çıkmış, adeta tüm öteki yerlerde başarısız olmuştur (istisnalar kuralı teyid ederler), fakat buralarda tamamlanamadığını söylemek daha iyi olacaktır.
    Bunun iki büyük açıklaması vardır, bunlardan biri ekonomik ve mekânsal, diğeri de siyasal ve toplumsaldır. Bu açıklamaların sadece taslağı çizilebilir. Ama Avrupalı ve Avrupalı olmayan tarihçiler tarafınca iyi planlanmamış ve kafi seviyede toplanmamış veriler çerçevesinde yürütülecek, böylesine bir araştırma ne kadar yetersiz ve sonuçta negatif olursa olsun, bu araştırma aşikâr başarısızlıkları, kapitalizm hakkında hem bütünsel mesele olarak, hem de Avrupa’nın hususi problemi olarak tanıklıklar getirmektedir. (Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları)
  • Bir XVIII. yüzyıl nüfus bilimcisi ” uyuz , kellik ve pislikten meydana gelen tüm deri hastalıkları , eskiden çamaşır kullanılmadığından oldukca sık ortaya çıkardı” diye belirtmektedir. (Maddi Uygarlık: Gündelik Hayatın Yapıları)
  • Bir tüccar devamlı alıcılar,mal sağlayıcıları,borçlular ve alacaklılarla ilişki halindedir.Bu ajanların ikamet yerlerini bir haritaya aktarırsınız bütünü bizzat tüccarın hayatına hükmeden bir mekan resmi olacaktır. (Maddi Uygarlık: Mübadele Oyunları)
  • Sosyal bilimlerin hepsinin tek ve aynı manzarayla ilgilendiğini varsayalım : İnsanın geçmiş , şimdiki ve gelecek eylemlerinin manzarası. Bu manzaranın bir de üstelik tutarlı bulunduğunu – doğal olarak ki bunu kanıtlamak gerekecektir – varsayalım. Bu görünüm karşısında , ne kadar toplumsal bilim var ise o denli gözlem noktası olacak ve bunlar kendilerine özgü bakış açıları , değişik perspektif krokileri , değişik renk ve kronikleriyle mevzuya yaklaşacaklardır. Her birinin kesip almış olduğu görünüm parçası ne yazık ki birbiriyle bitiştirilir cinsten olmayıp tek bir bütünsel fotoğraf içeren bir yapboz parçaları şeklinde olan ve sadece bu evvelinde oluşturulmuş görüntünün işlevinde kıymeti olan unsurlar şeklinde birbirlerini çağrı etmemektedirler. İnsan her seferinde , bir gözlem noktasından diğerine değişik gözükmektedir ve böylece tanınan her kesim , gözlemci davranışlarında ölçülü olsa bile – çoğunlukla öyledir – manzaranın bütününe teşmil edilmektedir. Bu arada gözlemcinin kendi açıklamaları onu oldukca uzaklara götürmektedir. İktisatçı ekonomik yapıları ayırmakta ve onları çevreleyen , taşıyan , zorlayan ekonomik olmayan yapıları tahmin etmektedir. Bundan daha zararsız ve görünüşte daha meşru bir şey olması imkansız. Ama ayrıca o da yap-bozu kendine gore tekrardan yapmıştır. Her şeyi yalnızca kendi kıstasları ile denetlediğini ve hatta açıkladığını iddia eden nüfusbilim de değişik davranmamaktadır. Onun da kendine özgü yararlı testleri vardır ; bunlar ona insanı bütünselliği içinde canlandırması için yada en azından bütünsel veyahut esas insan olarak kavradığı insanı sunması için kafi olmaktadır. Sosyolog , tarihçi , coğrafyacı , psikolog, etnograf bir çok vakit daha da saftırlar : Her toplumsal bilim , öyleki olmayı kendine yasaklıyor olsa bile emperyalisttir ; neticelerini insanoğlunun bütünsel bir kavranışı olarak sunma eğilimindedir. (Tarih Üzerine Yazılar)

loading…

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş