Eğitim

Türkiye’nin Demokrasi Tarihi – Tevfik Çavdar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türkiye’nin Demokrasi Tarihi – Tevfik Çavdar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kimin eseri? Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kitabının yazarı kimdir? Türkiye’nin Demokrasi Tarihi konusu ve anafikri nedir? Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kitabı ne konu alıyor? Türkiye’nin Demokrasi Tarihi PDF indirme linki var mı? Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kitabının yazarı Tevfik Çavdar kimdir? İşte Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Tevfik Çavdar

Yayın Evi: İmge Kitapevi

İSBN: 9789755331126

Sayfa Sayısı: 589


Türkiye’nin Demokrasi Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “Politikadaki özgürlük bir yığın hürriyetsizliğin anahtarı yada ardına kadar açık kapısıdır” diyor. Bu oldukça mühim ve bununla beraber o kadar da acı bir saptamadır. Tanpınar şöyleki devam ediyor:

“Ben bu kadar kendi zıddı ile birlikte gelen ve zıtların altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi-sekiz kez memleketimize geldiğini işittim. Neyin? Hürriyetin… Bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde yedi-sekiz kez geldi. Ve o geldi diye sevincimizden davul-zurna sokaklara fırladık. Bu hürriyeti sımsıkı yakalayamadığımıza gore, demek ki kimsenin ona ihtiyacı yok.”

Türkiye’de özgürlük 1908 kuşağının özlemiydi. Bir heves, içeriğini anlamadan peşinden koştuk. Ama o füsunkâr hürrriyeti yitirdiğimizi bile fark etmedik. Bu kitap Türkiye’de demokrasinin ilk yüzyılına değiniyor. Bu yüzyılda, demokrasiyi, onunla özdeş olan “hürriyetler kümesi”ni özümsediğimiz pek söylenemez. Türkiye’nin demokrasi tarihini bu gözle tekrardan değerlendirmeliyiz.

Galiba demokrasiyi istemedik.


Türkiye’nin Demokrasi Tarihi Alıntıları – Sözleri

  • “faiz oranlarının yükseltilmesi.”
  • Üstünde Daire-i Umur-u Askeriye yazılı Harbiye nezaretinin kapısından bir müfrezenin çıkmış olduğu görüldü. Süngülü erlerin içinde, yüzü solmuş, üstünde beyaz bir gömlek bulunan, otuz beş yaşlarındaki Kemal Bey bulunuyordu. Son sözü olup olmadığı sorulduğunda halka dönerek şunları söylediği duyuldu: “Vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum aldığım emri yerine getirdim. Görevimi yaptığıma vicdanım emindir. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Yabancı ülkelere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer hakkaniyet budur diyorlarsa, kahrolsun bu şekilde hakkaniyet”. Bu sözleri duyan tüm Beyazıt meydanı hep bir ağızdan tekrarladı: Kahrolsun bu şekilde hakkaniyet. Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem manzarasına bürünmüştü. İşte tam bu sırada, bugünkü Rektörlük binasının pencerelerinden birinde vakası izleyen Adliye Müsteşarı, İngiliz Muhipleri Derneği üyesi Sait Molla:
    söyletmeyin bu alçak herifi, asın bu köpeği, ne duruyorsunuz itoğlu itler, diye bağırdı. Kemal Bey’in cansız vücudu bir kaç kere darağacında sallandı.” Onbinlerce Türk o gün Beyazıt Meydanında işgalin ne demek bulunduğunu böylesine somut ve acı bir örnek üstünde, bizzat görerek, anlamış oldu. O gün gece geç saatlara kadar polis ve jandarma Beyazıt meydanındaki yığınları dağıtamadı.
  • Ulusal egemenlik ölmüş kabul edilen ya da ölmekte olan ulusları bile ihya edecek kadar büyülü bir güce haiz bir temeldir.
  • “Gelir dağılımının çarpıklığı açık.”
  • …demokratik olma isteği başka, demokrasiyi işletmek ise başkadır.
  • Ulusal yükümlülük diye çevirebileceğimiz “Tekâlif-i Milliye” emirleri 7-8 Ağustos 1921 günlerinde peşpeşe gösterildi. Hemen uygulamaya konuldu. Yurdun her yerinde komisyonlar kuruldu. Yunan ordusunun 13 Ağustos’ta Anadolu içlerine doğru yürüyüşü başlayınca komisyonlar çalışmalarını hızlandırdılar. Ülkenin her köşesinde bir öz veri yansı başladı.
    Sakarya savaşı bir topyekün özveri savaşıdır. Bu savaşın kazanılması ve 9 Eylül’de, İzmir’de nihai zafere erişilmesi, halkın fedakârlığının doruğa erişmesi bir anlamda bu on emrin uygulanmasındaki başarıya bağlanabilir. Milli Mücadeleyi icra eden bir ulusun böylesine bir seferberliğe gereksinimi vardır. Nitekim Churchill ikinci dünya cenginde İngiliz halkından muhteşem özveri isterken Mustafa Kemal’in “Tekâlif-i Milliye” emirlerine atıfta bulunmuştur.
    Sakarya zaferinden sonrasında Mustafa Kemal Paşa mecliste yapmış olduğu konuşmada şu noktayı önemle altını çizdi: “Tüm dünyanın bilmesi gereklidir ki Türk halkı, TBMM ve onun hükümeti her çağdaş millet şeklinde varlığının, bağımsızlığının ve özgürlüğünün tanınması isteğinde kesinlikle direnir…. Biz cenk istemiyoruz, sulh istiyoruz. Barışa hazırız ve bence buna engel olabilecek sebep de yoktur.”
  • “kamu tutumsal açıklarının devamlı zamlarla karşılanması”
    Verimliliği artıralım, teknolojik yenilik yapalım yok, zam yapalım!
  • “Eskilerde ümit yok.”
  • 15 Mayıs sabahı saat altı sıralarında körfez girişinde Yunan birliklerini taşıyan gemiler göründü. On altı taşıma gemisi, yanlarında korumalarına verilmiş muhriplerin himayesinde, Göztepe, Alsancak(ki o zamanki adıyla Punta) ve Karşıyaka yönünde ilerliyordu… İlk birlikler saat 7.30’da karaya çıkarak Alsancak ve Pasaport karakollarını işgal ettiler. Saat 8.55’te Pasaporra yanaşan Patris ve Atronidos gemilerinden çıkan Efsun alayı askerleri İzmir’e ayak bastılar…Efsun alayının önünde yerli Rumlardan oluşan bir milis kıtası yürümekteydi. Milislerin başlangıcında gene yerli Rumlardan bir Yunan teğmeni bulunuyordu. Fasilya mahallesinde meyhanecilik icra eden bir Rumun oğlu olan Yani. Atın üstünde ilerleyen Yani’nin elinde ucu bölgelere kadar uzanan büyük bir Yunan bayrağı bulunmaktaydı. Hasan Tahsin’in silahı bu gürültülü alayın askeri kıraathaneye yaklaştığı sırada patladı. Ilkin asla kimse bir şey anlamadı, sesler birden kesildi. Atın üstündeki teğmen Yani kanlar içinde yere devrildi. Bu şaşkınlıktan yararlanan Hasan Tahsin ve tarafındaki birkaç Türk silahlarını ateşlemeye devam ediyorlardı. Sonra Efsun alayının makineli tüfekleri işlemeye başlayınca ilk yere düşen Hasan Tahsin’dir.
  • Türkiye’de hâlâ demokrasiyi arıyoruz.
    Bugünkü sorunlarımızın kaynaklarını bulmak için geçmişe dönerek, zamanı gelişime bir göz atmalı ve doğru saptamalar yapmalıyız. Sorunlarımız , halkın kendi içine kapanık, demokrasiyi ve kendi haklarını müdafa açısından duyarsız olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa, başka koşullardan mı ortaya çıkıyor? Yakın tarihimizi incelerken bazı-larını incitmekten çekinmemeli, olabildiğince nesnel davranmaya çalışmalıyız. Şimdi düşünelim ve tartışalım, şu sebeple özgürlükleri özgürlük icra eden tartışmalardır.
  • İlginç olan şu ki halkımızın, hatta aydınlarımızın mühim bir bölümünün demokrasiyi ve onun uzantısı olan özgürlükleri sevdiğini de pek söyleyemeyiz. Yüzyılın oluşturduğu bazı kalıpları yinelemekle yetiniyoruz. Korkarım ki demokrasiyi istemedik.
  • Kemal Tahir’in ustaca belirttiği şeklinde genel bir bitkinlik, bezginlik ve karamsarlık tüm topluma egemendi. Başta aydınlar olmak suretiyle kimse, içinde bulundukları durumu gerçek nedensellik ilişkileri içersinde çözümlemeyi beceremediği şeklinde, klasik “ne yapmalı” sorusuna da geçerli bir cevap veremiyordu. O günlerin gösterim organlanna, meydana getirilen kulüp toplantılarına, gösterilen broşür ve kitaplara göz atıldığında da yargılarımızın çeşitli örnekleri görülebilir.
    Toplumda aydınlardan başlayarak halk yığınlarına kadar uzanan bu bezginliği ortadan kaldıran, onu yeni bir derlenişe doğru yönelten ilk hareketler, düşmanların kısaca bağlaşık devletlerin davranışları olmuştur. Bu davranışlar bir yerde ilk direnişleri ortaya çıkartmış, “ne yapmalı” sorusuna doğru ve etkin bir cevap bulmak yolunda pozitif adımların atılmasına niçin olmuştur. Bundan ötürüdür ki Milli Savaşım’de katılım konusu ele alınırken, bu katılımım yükselmesine yol açan söz konusu kışkırtıcı hareketlerin sonunda, bir yerde (bu deyimi korkarak kullanıyorum) kendiliğinden diyebileceğimiz biçimlerde başlamış olan ilk hareketler kısaca bağımsız direnme örgütleri ve gösteriler önemlidir.
  • İstanbul’daki bağlaşık sansürü İstanbul hükümetini de etkileyerek Türk toplumunun ortak direnme arzusunun yaygınlaşmasını engellemek için lüzumlu gösterim yasaklarını koymakta geri kalmamıştır. İzmir’in Yunanlılar tarafınca işgaline ilişkin ayrıntıları yazan bir oldukça gazete sansürün gazabına uğramış, bu konudaki haber ve yorumlar çıkarıldığı için gazeteler boş bırakılmış yerlerle yayınlanmıştır. Sansürün arkasından gazete kapatma kararları gelmiştir. İletişim olanaklarını kısıtlayan tüm bu engellemelere rağmen gösteriler yaygınlaşarak devam etmiştir.
    Bunların en mühimleri İstanbul’da yapılanlardır. İstanbul mitinglerinin direnme eylemlerinin halk katlarına inmesinde, toplumun bağımsızlık bilincine ermesinde mühim yeri vardır.
  • Tıp fakültesinde bir genç, “kan dökerek kahramanlıkla ölmek istiyoruz, miting istiyoruz, umum darülfünunlulara, âlem-i insaniyete hitap edilmesini istiyoruz” diye konuşmuş hukuk fakülteli bir genç ise tıbbiyeli dostlarını desteklemiştir. Yüksekokul talebesi bir kız da aynı kürsüde adam arkadaşlarının direniş isteklerine katıldığını bağıra bağıra tekrarlamış, “Kim demiş bir karı ufak şeydir, bir karı, bir ihtimal en büyük şeydir” dizelerini tekrarlayarak Türk kadınlarının isteklerini dile getirmiştir.
  • Halide Edip’in hitabı tüm meydanda yankılandı. Konuşmanın sonunda yüzbinler Halid Edip’in yeminini iki kez tekrarladılar.
    Yemin iki öğeyi içermekteydi: İnsanlık ve hakkaniyet esaslarına sadık kalmak, hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek.
    Kürsünün çevresinde Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ya da başka cephelerde yaralanmış bir sakat askerler kalabalığı vardı. Hemen hepimiz Halide Edip konuşurken ağlıyordu. Bu heyecana dayanamayan genç bir üniversiteli “Milletim, zavallı milletim” diye tüm gücüyle haykırdı. Kürsünün merdivenine oturmuş bir yaşlanmış ise devamlı bir şekilde ağlıyordu.
    Sultanahmet mitinginin coşkusu bağımsızlık savaşımına yığınların katılımının ilk işaretleriydi. Artık tüm millet, tüm cemiyet katmanlanyla savaşıma karar veriyordu. Hele Halide Edip’ in şu son sözleri bugün bile bağımsızlık savaşımının devamlı yolculuğunda olan bizim şeklinde uluslara yol gösterecek niteliktedir: “Kardeşler, vatandaşlar, evlatlar beni dinleyiniz! Yabancı hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Tüm milletlerin haklarını kazanacağı gün uzak değildir. O gün geldiği vakit bayraklarınızı alınız. Bu maksat için canlarını veren kardeşlerinizi ziyaret ediniz. Şimdi yemin edin ve benimle birlikte tekrarlayın, yüreğinizdeki mukaddes coşku milletlerin hakları duyuru edilinceye kadar devam edecektir.”


Türkiye’nin Demokrasi Tarihi İncelemesi – Kişisel Yorumlar


Türkiye’nin Demokrasi Tarihi PDF indirme linki var mı?


Tevfik Çavdar – Türkiye’nin Demokrasi Tarihi kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Türkiye’nin Demokrasi Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tevfik Çavdar Kimdir?

1931 senesinde İzmir’de dünyaya gelen Çavdar, İstanbul İktisat Fakültesi’nden mezun olmasının arkasından uzun seneler Devlet İstatistik Enstitüsü ve Devlet Planlama Teşkilatı’nda vazife yapmış oldu.

Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Kısmı mastır programında ve ODTÜ Şehircilik Kısmı’nde akademisyenlik görevlerinde de bulunan Çavdar, Türkiye’nin yakın dönem zamanı ve ekonomi alanında birçok kıymetli çalışamaya imza atmıştı.


Tevfik Çavdar Kitapları – Eserleri

  • Türkiye’nin Demokrasi Tarihi
  • Türkiye’nin Demokrasi Tarihi
  • İttihat ve Terakki
  • Talat Paşa
  • Türkiye’de Liberalizm (1860-1990)
  • Neoliberalizmin Türkiye Seyir Defteri
  • Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu
  • Türkiye Ekonomisinin Tarihi
  • Milli Mücadeleye Başlarken Sayılarda Genel Görünüm ve Durum 1
  • Küresel Kapitalizmin Girdabında Türkiye
  • Türkiye’nin Yüzyılına Romanın Tanıklığı
  • Kapitalizmin Yaşattığı Cehennem
  • Bilanço:Yüzyılın Sonunda Dünya ve Türkiye
  • Milli Mücadeleye Başlarken Sayılarda Genel Görünüm ve Durum 2
  • Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950-1995
  • Talat Paşa
  • Teşkilat ve Savaşım ile Tanışırken
  • Bir İnkılâbın Günbatımı
  • Türkiye’de Liberalizmin Doğuşu
  • İz Bırakan Gazeteler ve Gazeteciler
  • Türkiye’nin Açlık, Fukaralık ve Yoksunluk Tarihi


Tevfik Çavdar Alıntıları – Sözleri

  • 15 Mayıs sabahı saat altı sıralarında körfez girişinde Yunan birliklerini taşıyan gemiler göründü. On altı taşıma gemisi, yanlarında korumalarına verilmiş muhriplerin himayesinde, Göztepe, Alsancak(ki o zamanki adıyla Punta) ve Karşıyaka yönünde ilerliyordu… İlk birlikler saat 7.30’da karaya çıkarak Alsancak ve Pasaport karakollarını işgal ettiler. Saat 8.55’te Pasaporra yanaşan Patris ve Atronidos gemilerinden çıkan Efsun alayı askerleri İzmir’e ayak bastılar…Efsun alayının önünde yerli Rumlardan oluşan bir milis kıtası yürümekteydi. Milislerin başlangıcında gene yerli Rumlardan bir Yunan teğmeni bulunuyordu. Fasilya mahallesinde meyhanecilik icra eden bir Rumun oğlu olan Yani. Atın üstünde ilerleyen Yani’nin elinde ucu bölgelere kadar uzanan büyük bir Yunan bayrağı bulunmaktaydı. Hasan Tahsin’in silahı bu gürültülü alayın askeri kıraathaneye yaklaştığı sırada patladı. Ilkin asla kimse bir şey anlamadı, sesler birden kesildi. Atın üstündeki teğmen Yani kanlar içinde yere devrildi. Bu şaşkınlıktan yararlanan Hasan Tahsin ve tarafındaki birkaç Türk silahlarını ateşlemeye devam ediyorlardı. Sonra Efsun alayının makineli tüfekleri işlemeye başlayınca ilk yere düşen Hasan Tahsin’dir. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • Hüseyin Cahit, Atatürk döneminde değindiği yazısında şunları öne çıkarıyordu: ” Devletin fertler üstünde bu şekilde kayıtsız ve şartsız, hudutsuz ve mutlak bir egemenlik hakkı kabul edilirse, günün birinde “Devlet demek ben anlamına gelir” diyebilecek surette hükümeti ele geçirebilen bir ceberrüt tüm halkı bir sürü halinde kamçılayabilir.” (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • “kamu tutumsal açıklarının devamlı zamlarla karşılanması”
    Verimliliği artıralım, teknolojik yenilik yapalım yok, zam yapalım! (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • Kemal Tahir’in ustaca belirttiği şeklinde genel bir bitkinlik, bezginlik ve karamsarlık tüm topluma egemendi. Başta aydınlar olmak suretiyle kimse, içinde bulundukları durumu gerçek nedensellik ilişkileri içersinde çözümlemeyi beceremediği şeklinde, klasik “ne yapmalı” sorusuna da geçerli bir cevap veremiyordu. O günlerin gösterim organlanna, meydana getirilen kulüp toplantılarına, gösterilen broşür ve kitaplara göz atıldığında da yargılarımızın çeşitli örnekleri görülebilir.
    Toplumda aydınlardan başlayarak halk yığınlarına kadar uzanan bu bezginliği ortadan kaldıran, onu yeni bir derlenişe doğru yönelten ilk hareketler, düşmanların kısaca bağlaşık devletlerin davranışları olmuştur. Bu davranışlar bir yerde ilk direnişleri ortaya çıkartmış, “ne yapmalı” sorusuna doğru ve etkin bir cevap bulmak yolunda pozitif adımların atılmasına niçin olmuştur. Bundan ötürüdür ki Milli Savaşım’de katılım konusu ele alınırken, bu katılımım yükselmesine yol açan söz konusu kışkırtıcı hareketlerin sonunda, bir yerde (bu deyimi korkarak kullanıyorum) kendiliğinden diyebileceğimiz biçimlerde başlamış olan ilk hareketler kısaca bağımsız direnme örgütleri ve gösteriler önemlidir. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • “Gelir dağılımının çarpıklığı açık.” (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • Rus-Japon savaşı Osmanlilar tarafınca ilgiyle seyredildi. Sokaktaki adam Rusya’nın yenilmesinden duygusal bir haz duyarken, aydınlar da yarım yüzyıl ilkin Asya’nın sanayileşmemiş, hatta geri sayılabilecek bir ülkesi olan Japonya’nın Rusya’yı yenecek düzeye erişmiş olmasını heyecanla karşılıyorlar, nedenlerini araştırmaya çalışıyorlardı. Büyük seviyede Japon hayranlığı başlamıştı. Bir oldukça aile Rus donanmasını hezimete uğratan Japon amirali Togo’nun adını çocuklarına vermişti. (İttihat ve Terakki)
  • Nihayet Sevr Antlaşmasının 69. maddesinde “Hakimiyet-i Siyasiye” politikasının en çarpıcı neticelerinden birine rastlamaktayız. Bu maddede aynen şöyleki denilmektedir: “… İzmir şehri ve yöresi Hakimiyet-i Osmaniye altında kalacaktır. Mamafih Türkiye, İzmir şehri ve arazi-i mezküre üstündeki hukuki hakimiyetinin icrasını Yunan Hükümeti’ne devredecektir. (İttihat ve Terakki)
  • Ulusal yükümlülük diye çevirebileceğimiz “Tekâlif-i Milliye” emirleri 7-8 Ağustos 1921 günlerinde peşpeşe gösterildi. Hemen uygulamaya konuldu. Yurdun her yerinde komisyonlar kuruldu. Yunan ordusunun 13 Ağustos’ta Anadolu içlerine doğru yürüyüşü başlayınca komisyonlar çalışmalarını hızlandırdılar. Ülkenin her köşesinde bir öz veri yansı başladı.
    Sakarya savaşı bir topyekün özveri savaşıdır. Bu savaşın kazanılması ve 9 Eylül’de, İzmir’de nihai zafere erişilmesi, halkın fedakârlığının doruğa erişmesi bir anlamda bu on emrin uygulanmasındaki başarıya bağlanabilir. Milli Mücadeleyi icra eden bir ulusun böylesine bir seferberliğe gereksinimi vardır. Nitekim Churchill ikinci dünya cenginde İngiliz halkından muhteşem özveri isterken Mustafa Kemal’in “Tekâlif-i Milliye” emirlerine atıfta bulunmuştur.
    Sakarya zaferinden sonrasında Mustafa Kemal Paşa mecliste yapmış olduğu konuşmada şu noktayı önemle altını çizdi: “Tüm dünyanın bilmesi gereklidir ki Türk halkı, TBMM ve onun hükümeti her çağdaş millet şeklinde varlığının, bağımsızlığının ve özgürlüğünün tanınması isteğinde kesinlikle direnir…. Biz cenk istemiyoruz, sulh istiyoruz. Barışa hazırız ve bence buna engel olabilecek sebep de yoktur.” (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • …Emeğinin karşılığında sadaka düzeyinde ücret alır.
    Ve tüm bunlar demokrasi adına yapılır… İşte bundan dolayı demokrasi gerçek değil, sanaldır. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • “Sertlik aynı sertlik, soygun aynı soygun, kan dökmede geriye adım yok, gene ilmikler uzunluğunda, gene köşebaşlarında kim vurduya gitmeler, karakol dayakları dört başı mamur işkenceye dönüşmüş, gene pahalılık, gene açlık, gene eğitimsizlik, gene sağlıksız milyonlar… ” (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • 1926 yargılamaları, İttihatçıların tüm yöntemlerini benimseyen ve tek parti olarak iktidarda bulunan bir grup Ittihatçı’nın, muhalefette olan öteki Ittihatçılar’ı temizleme işlemidir. Acımasızdır. (İttihat ve Terakki)
  • Ulusal egemenlik ölmüş kabul edilen ya da ölmekte olan ulusları bile ihya edecek kadar büyülü bir güce haiz bir temeldir. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • “Talat Paşa Osmanlı’nın görmüş olduğu halka en yakın Sadrazam olarak tarihteki yerini aldı. Günümüz yaklaşımları açısından da modern bir politikacıydı. Yığınlarla iletişimi, hitabı, itimat verici hoşgörüsü ile Osmanlıların alışmadığı bir yönetici idi. Acı olan bu şekilde bir kişiliğe haiz olan Talat Paşa’nın İmparatorluğun ölüm çanlarının her taraftan işitilmeye başladığı günlerde iktidara gelmesidir.” (Talat Paşa)
  • Halide Edip’in hitabı tüm meydanda yankılandı. Konuşmanın sonunda yüzbinler Halid Edip’in yeminini iki kez tekrarladılar.
    Yemin iki öğeyi içermekteydi: İnsanlık ve hakkaniyet esaslarına sadık kalmak, hangi şartlar altında olursa olsun hiçbir kuvvete boyun eğmemek.
    Kürsünün çevresinde Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ya da başka cephelerde yaralanmış bir sakat askerler kalabalığı vardı. Hemen hepimiz Halide Edip konuşurken ağlıyordu. Bu heyecana dayanamayan genç bir üniversiteli “Milletim, zavallı milletim” diye tüm gücüyle haykırdı. Kürsünün merdivenine oturmuş bir yaşlanmış ise devamlı bir şekilde ağlıyordu.
    Sultanahmet mitinginin coşkusu bağımsızlık savaşımına yığınların katılımının ilk işaretleriydi. Artık tüm millet, tüm cemiyet katmanlanyla savaşıma karar veriyordu. Hele Halide Edip’ in şu son sözleri bugün bile bağımsızlık savaşımının devamlı yolculuğunda olan bizim şeklinde uluslara yol gösterecek niteliktedir: “Kardeşler, vatandaşlar, evlatlar beni dinleyiniz! Yabancı hükümetler düşmanımız, milletler dostumuz ve kalbimizdeki haklı isyan kuvvetimizdir. Tüm milletlerin haklarını kazanacağı gün uzak değildir. O gün geldiği vakit bayraklarınızı alınız. Bu maksat için canlarını veren kardeşlerinizi ziyaret ediniz. Şimdi yemin edin ve benimle birlikte tekrarlayın, yüreğinizdeki mukaddes coşku milletlerin hakları duyuru edilinceye kadar devam edecektir.” (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • Bu düzenin temel öğelerinden biride tüm değerlerin metalaşmasıdır. Emekten ahlaka kadar metalaştırılmış bir değerler kümesinin oluşturduğu ortamda yaşıyoruz. Bu ortam daha da geliştirilmek, yaygınlaştırılmak isteniyor.
    ….
    Bu seviye insana tek bir şeyi, düşünmemeyi ve kendisinin oluşturduğu değerlerden başkasına inanmamayı öğretiyor. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)
  • “Göçmen, yurdundan, yuvasından, yerine gore malından, mülkünden koparılmış kişidir. Yaşamı süresince oradan oraya konaklar, kendine bir yurt edinmeğe çalışır. Temelde toprağından, yetiştiği, yeşerdiği kaynaklardan sökülüp atılmanın acısını kendisiyle beraber götürür. Bu sürükleyiş içinde toplumsal bir depremi aklıyla, duygusuyla sezer.” (Talat Paşa)
  • Göçmenler devamlı devinen bir topluluk oluştururlar. Bu devinim başlangıçta yer ve yöre değiştirmeden ileri gelen fiziki bir devinim görünümündedir. Ama bu devinim kısa sürede toplumsal devinim haline dönüşür. Toplumsal değişimde bir hızlanma gözle görülür hale gelir. Bilhassa toplumsal ilişkileri ve kültürleri daha ileri düzeyde olan göçmen toplumları da bu süratli değişiklik dönüşümcü bir karakter almağa adım atar. Yeni geldiği yöredeki toplumu daha ileriye götürmenin koşulları aranır, bu mevzuda öncüler yetiştirmeğe adım atar. Göç olgusu böylece sayısal bulgularla ölçülebilen “demografik” bir olgu olmaktan çıkarak, toplumsal dinamiği güçlendiren ve artıran bir kalite kazanır. (Talat Paşa)
  • Hükümet bu eylemi uzun bir süre ayda onbeş bin altın vererek (haiz çıkmadan) desteklemiştir. O dönemdeki emperyalist oyunlarını açıklamak açısından İtalya’nın bu harbe Dü-yun-u Umumiye’den almış olduğu borçla girebildiğinin bilinmesi yeterlidir. Balkan Savaşı’nın patlaması üstüne, Libya’daki direnişi örgütleyenler yurda döndüler. Fakat İT hükümetleri, Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla Trablusgarpla ilgilenmeye 1917 sonuna kadar devam etmişlerdir. 17 Ekim 1912’de İtalyanlarla meydana getirilen Ouchy Antlaşmasıyla (meşhur egemenlik-i siyasiye formülü işletilerek) Trablusgarp ve on iki ada terkedilmiştir (İttihat ve Terakki)
  • Trablusgarp Savaşı, İTli genç subayların, tüm olanaksızlıklara rağmen yiğitçe bir direnişi örgütledikleri ve gerçekleştirdikleri bir vakadır. Savaş 1911 yılının sonlarında, İbrahim Hakkı Paşa’mn sadrazamlığı döneminde patlak vermiştir. Trablusgarp (Bugünkü Libya) uzun süreden beri İtalyan etkisine açıktı. Meclis-i Mebusan’da, bölgenin milletvekili olan Naci Bey Aralık 1910’da yapmış olduğu bir konuşmada bu durumu şöyleki anlatmıştır: “… Bugün tüm tutumsal yaşamımız İtalyanlar’ın eline geçmişse bunun baş sebebi maariftir. İslam evlatları okulsuzluğun sefaleti içindeyken, İtalyanlar Trablusgarp’ta ikisi yüksek, geri kalanları ilk ve orta olmak suretiyle 12 okul açmışlardır. 30.000’e yakın Musevi nüfusun evlatları kamilen İtalyanların elindedir. Orada gördükleri terbiye ile “Hissiyyat-ı Osmaniye’leri bozuluyor. Bu gelişme sonucu yirmi bin nüfus İtalyanca konuşmaktadır. Buna rağmen bir buçuk milyon Osmanlı’dan Türkçe bilen 200 adam yoktur. (İttihat ve Terakki)
  • Üstünde Daire-i Umur-u Askeriye yazılı Harbiye nezaretinin kapısından bir müfrezenin çıkmış olduğu görüldü. Süngülü erlerin içinde, yüzü solmuş, üstünde beyaz bir gömlek bulunan, otuz beş yaşlarındaki Kemal Bey bulunuyordu. Son sözü olup olmadığı sorulduğunda halka dönerek şunları söylediği duyuldu: “Vatandaşlarım, ben bir Türk memuruyum aldığım emri yerine getirdim. Görevimi yaptığıma vicdanım emindir. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Yabancı ülkelere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer hakkaniyet budur diyorlarsa, kahrolsun bu şekilde hakkaniyet”. Bu sözleri duyan tüm Beyazıt meydanı hep bir ağızdan tekrarladı: Kahrolsun bu şekilde hakkaniyet. Halk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Meydan tam bir matem manzarasına bürünmüştü. İşte tam bu sırada, bugünkü Rektörlük binasının pencerelerinden birinde vakası izleyen Adliye Müsteşarı, İngiliz Muhipleri Derneği üyesi Sait Molla:
    söyletmeyin bu alçak herifi, asın bu köpeği, ne duruyorsunuz itoğlu itler, diye bağırdı. Kemal Bey’in cansız vücudu bir kaç kere darağacında sallandı.” Onbinlerce Türk o gün Beyazıt Meydanında işgalin ne demek bulunduğunu böylesine somut ve acı bir örnek üstünde, bizzat görerek, anlamış oldu. O gün gece geç saatlara kadar polis ve jandarma Beyazıt meydanındaki yığınları dağıtamadı. (Türkiye’nin Demokrasi Tarihi)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş