Eğitim

Türkiye’nin Linç Rejimi – Tanıl Bora Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türkiye’nin Linç Rejimi – Tanıl Bora Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türkiye’nin Linç Rejimi kimin eseri? Türkiye’nin Linç Rejimi kitabının yazarı kimdir? Türkiye’nin Linç Rejimi konusu ve anafikri nedir? Türkiye’nin Linç Rejimi kitabı ne konu alıyor? Türkiye’nin Linç Rejimi PDF indirme linki var mı? Türkiye’nin Linç Rejimi kitabının yazarı Tanıl Bora kimdir? İşte Türkiye’nin Linç Rejimi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Tanıl Bora

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789755160405

Sayfa Sayısı: 112


Türkiye’nin Linç Rejimi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Tarihimizde pek oldukca örneği bulunan, bugün de oldukça olağan bir halde sürüp giden linçler silsilesi, Türkiye’de devamlı bir linç “rejimi”nin var bulunduğunu düşündürüyor. Hepsinin bahanesi ya da hedef almış olduğu kesimler, adlar birbirine benziyor. Bunlar eskiden azınlıklar, daha kısa sürede Aleviler, komünistler olurdu; 2000’lerde, PKK’yı bahane ederek Kürtlere yöneldi. Linçleri besleyen tarih anlatısı, “millî” eğitimden itibaren resmî ağızlarca yaygınlaştırılan düşmanca ırkçı-etnisist söylemler barındırıyor. Yaşanan linç girişimlerine bunların izdüşümleri olarak da bakmalı.

Tanıl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi’nde, bahanesi ve meşrulaştırma mekanizmaları hep hazır tutulan linç eylemlerinin analizini sunuyor. Nazi Almanyası ile halimizi karşılaştırarak… Son yıllardaki linç girişimlerinin inanılması zor dökümünü sunarak… “Linç, en aşikâr medeniyet kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir toplum, toplum olma vasfını yitirir” sözlerinin altını çizerek…

Kitabın bu yeni baskısında, 6-7 Eylül vakaları, popüler linç söylemi ve “Gezi” eylemleri dönemindeki linçlerle ilgili ilave yazılar yer ediniyor.


Türkiye’nin Linç Rejimi Alıntıları – Sözleri

  • Hususi hayatıyla ilgili “iftiralara” maruz kalan manken yada dizi oyuncusu, medyanın itibardan düşürdüğü herhangi bir kamusal şahsiyet, “linç edildiğini”, “yargısız infaza kurban gittiğini” söyleyerek tepki gösteriyor. Haksızlığa uğradığını, adaletsizliğe maruz kaldığını söyleyen ünlü egolar, ‘gerçek’ linçlerin kurbanlarına oldukca süre nasip olmayan bir duygudaşlıkla karşılanabiliyorlar. Galiba, linç teriminin ‘gerçek’ bir infial konusu olmamasının bir işaretidir bu.
  • Linç, en aşikâr uygarlık kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infial uyandirmadığı cemiyet, cemiyet olma vasfını yitirir.
  • Sosyal teoride bir unsur daha vurgulanır linçi tanımlarken:
    Ajitasyon unsuru. “Halktan bir topluluk”, onları eyleme çağıran birileri tarafınca seferber edilmiştir. “Bunlara kim dur diyecek!” diye tahrik eden gazeteler tarafınca… direkt doğruya “vurun şerefsize, ne duruyorsunuz!” diye haykıran provokatör tarafınca… öfkeyle fokurdayarak kendi kendini azdıran kalabalık içinden ilk yumruğu indiren birisi tarafınca..
  • Türkçe edebiyatın iki usta yazarının, Hasan Ali Toptaş ve Ayfer Tunç’un son romanları,(9) linç ‘sahneleriyle’ bitiyor. Zaten Tunç’un Dünya Ağrısı’nın kaynağında linç vardır; kahramanımız, yaşamını karartan anlamsızlık duygusunu, sevgisizliği, ergenliğinde gayrı ihtiyarî dahil olduğu bir linç tecrübesinin içine ektiği vicdan ağrısına borçludur. Linç, o taşra şehrinde büyüyen muhafazakârlığın, ümitsizliğin, hıncın, riyakârlığın bir infilâki gibidir hem de. Toptaş’ta ellerinde sopalar, taşlarla üstüne doğru gelen insanlara bakakalan linç kurbanının “bu insanların hepsi bana saldırmak için geliyor olamaz, geridekiler mutlaka öndeki o gözü dönmüşleri durdurmaya çalışıyor” diye içinden geçirmesi, ‘ummak istemesi’, linç dehşeti karşısındaki sahih insanı hayreti anlatır bizlere, iki edebiyatçının gözlerini linçe çevirmesi de bizlere bir şey konu alıyor olmalıdır.
    (9) Hasan Ali Toptaş, Heba, İletişim Yayınları, İstanbul 2013; Ayfer Tunç, Dünya
    Ağrısı, Can Yayınları, İstanbul 2014.
  • John Lynch… Linçin isim babası
    1493’te İrlanda’nın Galway nahiyesinde katliam zanlısı oğlunu mahkûm ettikten sonrasında evi­nin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla ün­lü yargıç James Lynch… Amerikan bağımsızlık cenginde ge­rek İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” gerekse her adi kabahat zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçla­tarak, cezalandırtan yargıç Charles Lynch… 16. yüzyıl son­larında Kuzey Carolina’da muhteşem sertliğiyle nam salmış bir yargıç, John Lynch…
  • Öfkeli sloganlarla ajite olmuş vaziyette akan bir kitle, çokluk/çoğunluk olmanın verdiği güç duygusuyla, hele “sabrımız taştı” haklılığıyla hukukî ya da başka ‘sosyal’ kontrollerden azâde bulunduğunu hisseder hale gelmişse, ürkütücü bir kolaylıkla bir linç güruhuna dönüşebilir. Kendine kurban bakınır hale gelebilir. Minik bir yanlış anlama, bir işaret, kimden geldiği bilinmeyen bir komut – ve vururlar “abalı”ya. Zaten faşizmin “kitle”yle buluşmasını elde eden bir ilkel güdüdür bu: Günah keçisi aramak! Beşerî problemler karmaşıktır, baş etmesi zor hatta kısa zamanda halledilemeyecek yanları da vardır, en önemlisi kendimizle ilgili yanları vardır; oysa günah keçisi, tüm sorumluluğun üstüne yıkılabileceği bir hedeftir. Günahı ona yükleyerek, onu ortadan kaldırarak, her şeyi halledebileceğinizi sanırsınız.
  • Zaten, linç sözcüğünün refakatinde linç hukuku kavramıyla birlikte zuhur etmiş olması, bizi irkiltmeli. Kavramın adından türetildiği söylenen -farklı kaynaklara göre- dört kişiden üçü yargıçtır esasen. 1493’te İrlanda’nın Galway nahiyesinde katliam zanlısı oğlunu mahkûm ettikten sonrasında evinin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla meşhur yargıç James Lynch… Amerikan bağımsızlık cenginde gerek İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” gerekse her adi kabahat zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçlatarak, cezalandırtan yargıç Charles Lynch… 16. yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina’da muhteşem sertliğiyle nam salmış bir yargıç, John Lynch… Linçin isim babası adaylarından yargıç olmayan, yalnızca William Lynch: 18. yüzyıl sonu/19. yüzyıl başlarında Pittsylvania kentinde bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak suretiyle milis örgütleyen bir adam…
  • Yine öteden beri, bu “millî refleksin” meşruiyetine ve sağlamış olduğu kollama mekanizmalarına dayanarak örgütlenen, bunun üstüne bir politika inşa eden grupların varlığını unutmamalıyız. MHP ve BBP’nin temsil ettikleri bu çizgi, rejimin bir yönetim tekniği aracı olarak başvurduğu “millî refleks”i temsil etme iddiasıyla, o refleksi denetim etme kabiliyetini bir siyasal güç unsuru olarak kullanıyor. O refleksin tekrardan üretimini, fanatikleşmesini sağlıyor, onu hazır bulunduruyor, hem de bu potansiyeli denetim altında tuttukları uyarısını-tehdidini bir “sağduyu” alâmeti olarak sergiliyorlar.
  • “Millet olma” bilincinin pekişmesine sevinenler içinde, “cemiyet olma” ve “insan olma” bilincinin erimesinden rahatsız olan çıkar mı?
  • Linç sözcüğünün olur olmaz kullanımının, ‘gerçek’ linçle ilgili duyarlılığı düşürücü tesirini de fark etmek zorundayız.
  • Toplum olmak (“millet olmak” da diyenler olabilir), kendini ortak değerlerle, fakat “biz iyiyiz, biz üstünüz”le değil evrensel, İnsanî, ahlâkî değerlerle tanımlamak ve bu temelde kendini birbirinden görevli duymak anlama gelir. Tek ortak bağları kendi “biz”liğinin üstüne kapanıp ilinti yemini törenleri yapmak haline gelen, intikam ardında bir linç güruhuna dönüşen bir toplumun, her
    şeyden ilkin cemiyet olma vasfı (“millet” de diyenler olabilir) tahrip olur. Bu tahribat, o toplumun insanlarının kendilerine
    sahici bir itimat duymasına da manidir.
  • Linç, en aşikar uygarlık kaybıdır. Lincin sıradanlaşyığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infial uyandırmadığı bir cemiyet, cemiyet olma vasfını yitiriyor anlama gelir.
  • Linç, en aşikâr uygarlık kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı, kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir cemiyet, cemiyet olma vasfını yitirir
  • Genel, evrensel bir ahlâkî ve politik netice çıkartacak olursak, linçin tek karşılığı var: Barbarlık.
  • “Linç hukuku”, hukuksuzluk anlama gelir. “Bazı” insanların hukuktan
    kural dışı edilmesi anlama gelir. İnsanların hukuktan kural dışı edil-
    mesinin, şu demek oluyor ki haksızlığın, adaletsizliğin doğallaşması, meşrulaşmasıdır.
    9
    Linç, en aşikâr uygarlık kaybıdır. Linçin sıradanlaştığı,
    kolektif bir utanç yaratmadığı, infiâl uyandırmadığı bir cemiyet, cemiyet olma vasfım yitiriyor anlama gelir.
    12
    Nihal Atsız, 1963’te yazdığı bir mektupta “Polatlı civarında iki Alman turiste yapılan canavarlık” hakkında ki bir gazete haberine değinir ve şu şekilde hayıflanır: “Doğrusunu istersen, bu vakada millî bir utanç ve rezalet var. Bu utanç sadece bu iki canavarın halk tarafında linç edilmesiyle temizlenebilir fakat o onur, o bilinç, o kan, o çaba nerede?
    12
    36 yıl sonrasında, emekli
    orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, başkanlığını yapmış olduğu
    Hususi Harp Dairesi hakkında kendisiyle meydana getirilen bir mülakat-
    ta: “6-7 Eylül de bir Hususi Harp işiydi. Ve görkemli bir ör-
    gütlenmeydi. Amaca da ulaştı” diyecek,
    28
    Hususi Harp Dairesi, NATO üyesi ülkelerde komünizm tehdi-
    di olarak algılanan sol hareketleri bastırmak suretiyle örgütle-
    nen kontrgerilla, gaynnizami ve ruhsal harp şebekesinin
    Türkiye koluydu. Soğuk Savaş’m bitmesinin peşinden İtal-
    ya’daki adıyla (Gladio) ünlü ve teşhir olan ve -görünür-
    de- tasfiye edilen bu şebekenin Türkiye’deki kolu kamud-
    yunda sadece sınırı olan seviyede tartışılabilmiş, Susurluk Skanda-
    li (1996) yada Ergenekon Soruşturması (2007) çerçevesin-
    de bazı faaliyetlerinin üstündeki perde aralansa da, açıktan
    bir yüzleşme konusu olmamıştır.
    28
    Linç ve linç tehdidi, hukuksal düzeyde kabahat olmaktan öte, uygarlık kaybıdır. “Millet olma” bilincinin pekişmesine sevinenler içinde, “toplum olma” ve/‘insan olma” bilincinin
    erimesinden rahatsız olan da çıkar mı?
    36
    Linç, töreden değil harp ve askerlik deneyiminden öğre-
    nilmiş bir şey. Nitekim internasyonal insan haklan örgütleri,
    linç olaylannda başı çekenlerin ve kışkırtıcılann, çoğunluk-
    la savaşı yaşamış yada kontrgerillada ‘çalışmış’ kişiler oldu-
    ğunu saptıyorlar.
    62
    Genel, evrensel bir ahlâkî ve politik netice çıkartacak
    olursak, linçin tek karşılığı var: Barbarlık.
    64
    taşlı sopalı, darplı bir linç vakası olduğunda
    bunu “linç” olarak kamuoyu gündemine getirmek asla kolay
    değildir! Bir mankenin hafifçe tombul bulunduğunu ima etmek bi-
    le “bu linçtir” tepkisiyle karşılanabilmekte,
    67
    Linçin skandal olarak karşılanmadığı, linç vakası-
    nın insanlık adına bir utanç duygusuyla değil de “acaba niye
    yapmışlar?” (zımnen: kim kaşınmış) merakıyla karşılandığı
    bir toplumsal orta derecede, linçin seyirlik olması şaşırtıcı değildir.
    68


Türkiye’nin Linç Rejimi İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Son Tekmeyi Unutma: Ben bu incelemeyi yazarken ALİ İSMAİL KORKMAZ’a atılan tekmenin 7. yıl dönümü gelmiş. Tam da linç temalı bir kitap okurken linç edilerek öldürülen bir çocuk…O nedenle sinirle yazıyorum.
Halktan bir topluluğun, bir suçluyu ya da kendilerine nazaran kabahat davranışında bulunmuş birini yumruk, taş, sopa benzer biçimde araçlarla döve döve öldürmesi demek olan linç niçin başvurulan bir yöntem?
Hukukun işlemediğine, suçlunun cezasını çekmeyeceğine inanan insanoğlu bu cezayı kendileri vermeye çalışıyor. Hatta karşıdakinin adil yargılanmayı dahi hak etmediğini düşünüyor. Elbette o güne kadar içlerinde biriken öfkeyi daha zayıftan çıkarmak, kalabalığın arkasına saklanıp ceza sisteminden korkmamak da bunda etkili. Ancak linci ”sınırı aşmayarak(!)” yapanlar devletçe korunabiliyor. Yani linç edenler, kendince suçlu olduğuna inanılmış olduğu insanları adaletin kolladığına inansa da kollanan hep kendileri.
Peki ya devlet? Devlet bazen kendi üstüne almak istemediği sorumlulukları, bazı gruplara alttan ideolojik zemin hazırlamak suretiyle yaptırır. Elbette bunu denetim altında meblağ sadece hep bir aba altından ”diğeri”ye sopa gösterme durumu vardır. Devlet, ki bence mühim bir tahlildir bu, aslen lince kızmaz, lincin neticelerinden korkmuş olduğu için önlem alır. Hiçbir siyasetçiden ”linç kötüdür, durduk yere insanoğlu öldü,” söylediğini duyamayız. ”Bu linç birliğimizi bozar, aramızı açar,” der. Yani toplumun yapısını bozmasa birilerinin kendilerince hakkaniyet dağıtması düzgüsel karşılanacak. Zaman süre azınlık konumda olanlara göz dağı vermek, sistem dışına çıkanlara bir uyarı olarak bu linç hareketlerine kontrollü olarak izin verilir. İşte o şekilde olunca da linç kültürü, linç rejimine dönüşür ve kimi zaman bu denetim aşılarak 6-7 Eylül Olayları’nda olduğu benzer biçimde köktencilik sonuçlara yol açabilir. ”Milli duyarlılık” denilen ucu açık kavramla cemiyet dizayn edilebilir.
Peki bu linç yalnız fiili midir? Bazen çarpıcı sözler ve amblemler kullanarak kendinden olanı ayırt eder cemiyet ve olmayana baskı yapar. Bu da bir simgesel linçtir. Toplumsal vakalar karışık ilişkilerden meydana gelir sadece bunun suçu linç rejiminde muhakkak bir günah keçisine yüklenir. Kısacası aşağıdan yukarı bir muhteşem hal uygulanırken ondan sonra bu muhteşem hal rejimi devlet yönetimi haline gelir. Medya boş durmaz, gerginlik, taraflar içinde sürtüşme benzer biçimde ifadelerle vakası yumuşatır yada ”tık” kazanmak için bu videoları bir eğlence haline dönüştürebilir.
Ülkenin dört yanından verilmiş mahalli örneklerden tutun, Nazi Almanyası’nın incelenmesine kadar oldukca doyurucu kitaptı. Bu arada Gezi’deki palalı herif…Sen tüm kitabın özetisin. Birey olarak hiçsin. Bunu o kafana sok. İyi okumalar. (Yorgun demokrat)

ÖZENSİZ, DEĞERSİZ VE BASİT BİR ÇALIŞMA İÇİN İNCELEME: Gazete, mecmua, web ve benzeri süreli yayınlar için hazırlanmış yazılardan dönüştürlen kitaplardan oldum ihtimaller içinde hazzetmem, onlardan uzak durmaya çalışırım.
Zira bu tür yazılar çoğunlukla ayaküstü hazırlanmış, özensiz, yanlı ve popülisttir.
Kitap ise itina, ciddiyet, araştırma, araştırma ve doğal olarak emek ister.
Kitabın “Türkiye’nin Linç Rejimi” benzer biçimde bir adı olunca en azından Cumhuriyet dönemindeki iktidar / devlet destekli linçlerin ele alınacağı, bunların sebepleri ve sonuçlarının inceleneceği benzer biçimde bir kanaate kapılıyorsunuz ister istemez fakat o şekilde bir durum yok.
Tanıl Bora bu kitabında “Razgrad, Vagonli, Hatay vakası, Tan Matbaası, 6/7 Eylül” başlıklarını kullanmış fakat 6/7 Eylül ve Gezi Eylemi linçleri haricinde hiçbir linç hadisesini incelememiş.
Yani Türkiye’nin Linç Rejiminden bahsediyorsunuz fakat başlık olarak verdiğiniz “Razgrad, Vagonli, Hatay vakası, Tan Matbaası” vakalarına bile yer vermiyor, İzmir Suikasti, Menderes ile arkadaşkarının, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması, yargılanması benzer biçimde adli, hukuki linçler aklınıza bile gelmiyor.
Maraş, Çorum, Madımak linçlerine asla değinmiyorsunuz.
Kitabın sonuna bol miktarda yüksek sesle müzik ve gürültü terörüne yönelik müdahaleleri “Kürtlere karşı linç” diye değerlendirmiş ki, bu düpedüz yazarın kendi kendine bir saygısızlığı, kışkırtıcılığının ilanı benzer biçimde bir durum.
Zira, bu saldırıların pek çoğunda saldırıya uğrayandan ziyade hücum eden taraf mağdur.
Yanı başınızda bir inşaat, otomobil yada camiden, müzik/ezan/sala adı altında devamlı olarak yüksek sese/gürültüye maruz bırakılıyor, rahatsızlık ediliyorsunuz.
Maganada sokağı, caddeyi kapatıp düğün adı altında terör estiriyor, havaya ateş açıyor…
Bunlara karşı yakınma mercileri, şu demek oluyor ki kolluk, hukuk, devlet sizi korumuyor…
Vatandaş ya evini, yurdunu terk edip gidecek yada, toplayabildiği kadar insan toplayıp bu teröre, eşkıyalığa karşı müdahale edecek.
Bunun adı “linç midir?” Evet fakat bunlara müdahale vatandaşın görevi değil.
Yasalarımıza nazaran kabahat olmasına karşın, görevi olanlar bu eşkıyalığı, bu haydutluğu kabahat olarak görmediği için, yurttaş müdahale etmek zorunda kalıyor.
Evet, Türkiye’de devleti çetlerin, mafyanın eline geçirmiş olmasından, yargı, yürütme ve yasamanın işlememesinden dolayı gücü yeten gücü yetene saldırıyor, malına mülküne el koyuyor fakat bu kitap ve yazarı sanki bunlardan asla haberi yokmuş benzer biçimde, yalnız iki vakayla Türkiye’nin linç rejimini anlattığını zannediyor.
Acele ve kolay okunan, yüzeysel ve “kitap” demeye bile değmeyecek kadar rahat bir emek verme. (Halil Korkmaz)

Tanıl Bora’nın Birikim, Toplum ve Bilim benzer biçimde dergilerde gösterilen yazılarından derlenen bu kitabın esas amacı, Türkiye’de lincin bir rejim olarak uygulandığının kanıtlanmasıdır. Kitabın başlangıcına lincin tanımı ve -hâlâ kuşkusu olanlar için- niçin fena olduğu ile ilgili bir bölüm koyan yazar, sonraki kısımları kronolojik olarak Türkiye’de yaşanmış olan linçler üstüne yazdığı yazılara bırakıyor. Kitabın son bölümünde ise, 2002-2013 içinde Türkiye’de gerçekleşen linç vakaları sıralanmış.
Hukukta, bir şahıs suçu kanıtlanana kadar masum kabul edilir ve bu ilke de “masumiyet karinesi” olarak adlandırılır. Bu, hukukun temelini oluşturan ilkelerden biridir; zira tarih oldukca fena eylemlerle suçlanarak öldürülen masumlarla doludur. Ancak bilinmiş olduğu suretiyle, devletin en üst kademelerinden yargılaması devam eden kişiler için “bunlar terörist” denilen bir ülkede bu ilkenin işlemesini beklemek saflık olur. İşin fena tarafı bu yargısız infazın aynısı halk nezdinde de sık sık gerçekleşir. Herhangi birisinin “Bayrağa küfretti”, “Bunlar PKK’lı”, “Ahlaksızlık yapıyorlar” söylemi üstünden ilk kez gördükleri birisinin kafatasına tekmeler savuran azılı kalabalık dışarıdan bakıldığında yırtıcı bir hayvan sürüsünden pek ayırt edilemeyecek şekilde davranır. Tabii ki bu kalabalık yargılanmayı bir yana bırakın bir çok süre “Halktan sert tepki”, “yurttaş üstüne düşeni yapmış oldu” vb. söylemlerle pohpohlanır.
Tanıl Bora, hem bu linç dinamiklerinin iyi mi geliştiğini hem de bunun devlet eliyle iyi mi kontrollü bir halde kullanıldığına dikkat çekiyor. Bazen bir tehdit unsuru kimi zaman de bir sindirme politikası ile işleyen bu sürecin Türkiye’de bir yönetim biçimine karşılık ettiğini tarihsel verilerle temellendirmeye çalışıyor. “Eee onlar da hak etmişler canım!” diyenlerden olmamak için, okuyun, okutun. (Hasan Suphi)


Türkiye’nin Linç Rejimi PDF indirme linki var mı?


Tanıl Bora – Türkiye’nin Linç Rejimi kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Türkiye’nin Linç Rejimi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tanıl Bora Kimdir?

1963’te Ankara’da hayata merhaba dedi. İstanbul Erkek Lisesi’nin peşinden 1984’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni tamamlamış oldu. 1984-87’de Yeni Gündem’de gazetecilik yapmış oldu. 1988-89’da Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin gösterim kurulunda yeraldı. Birikim dergisinde editörlük; Toplum ve Bilim dergisinde gösterim yönetmenliği yapmış oldu.

1988’den beri İletişim Yayınları’nda araştırma-araştırma dizisi editörlüğünü yürütmekte, üç aylık toplumsal bilimler dergisiToplum ve Bilim dergisinin gösterim yönetmeninliğini yapmakta, Birikim dergisinde yazmaktadır. Ek olarak, Radikal Gazetesi’nde haftalık futbol yazıları yazmaktadır.


Tanıl Bora Kitapları – Eserleri

  • Cereyanlar
  • Türkiye’nin Linç Rejimi
  • Zamanın Kelimeleri
  • Türk Sağının Üç Hali
  • Taşraya Bakmak
  • “Boşuna mı Okuduk?”
  • Kârhanede Romantizm
  • Yugoslavya
  • Devlet, Ocak, Dergâh
  • Medeniyet Kaybı
  • Hasan Âli Yücel
  • Sol, Sinizm, Pragmatizm
  • Milliyetçiliğin Kara Baharı
  • Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası Bosna-Hersek
  • Takımdan Ayrı Düz Koşu
  • Tren Bir Hayattır
  • Devlet ve Kuzgun
  • Sayfiye
  • Çizgi Açığı
  • Ankara Rüzgarı / Gençlerbirliği Tarihi
  • Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi
  • İnşaat Ya Resulullah


Tanıl Bora Alıntıları – Sözleri

  • Çelişkiler keskinleşsin diye
    Bu şekilde mi geçsin ömrüm (Sol, Sinizm, Pragmatizm)
  • …işsizlik ve işsizlerin işsizliği yaşama biçimleri problemi son kertede siyasal bir sorundur. (“Boşuna mı Okuduk?”)
  • “Havasından mıdır suyundan mıdır pek kim bilir bura insanlarının direnme sürdürmede üstüne yoktur alimallah. Büyük bir olasılıkla dikkafalılıkta birinciliği asla hiç kimseye kaptırmayız. Politika yapması ihtiyaç duyulan birinci adamlarımızda bu davranış sıkça görülmektedir. Bu güzelim ülkenin Arap saçına dönüştürülmesinde ve burada yaşayan millet ile azınlıkların nerede ise birbirlerine girmesinde direnme denilen faktörün aslan oranı geçmiştir”
    Şerafettin Ömer
    Tan (Priştine), 22 Haziran 1991 (Yugoslavya)
  • “Zaten ayrıca hümanist sıfatı, popüler dilde ‘iyi niyetli, naif, saf’ İn eş anlamlısına dönüşmüştür(1970lerde)-galiba hala da öyledir.” (Cereyanlar)
  • Demiryolcuların emek verme koşullarında ise hiçbir değişim olmamıştı. Eskiden yabancı şirketlerde iyi mi çalışılıyorsa devlet şirketinde de aynı yorucu emek verme değişmeden devam ediyordu. Makinist ve ateşçiler yazın sıcağında kazan karşısında terlerken kışın ayazında açık markizlerde üşüyor, gardıfren denilen vagon memurları daracık kabinlerde vazife hayata geçirmeye çalışıyor, makascçılar ve manevracılar her türlü hava koşulunda hâlâ ağır maaks topuzlarıyla kumanda edilen makasları yönetiyor, özetle yetersiz insan gücü ve teknolojik gerilik ile savaşım ediliyordu. Şüphesiz zorluklar demiryolcunun alnına yazılmıştı. (Tren Bir Hayattır)
  • Ezcümle, parti-devlet eliti içinde, ‘ayakla-
    rın baş olmasını’ istemeyenlerin hoşnutsuzluğu barizdir. (Hasan Âli Yücel)
  • Türkiye kapitalizminin ve modernleşmesinin malum “lümpen karakteri, Türkiye toplumunda bu krizin bilhassa ağır yaşanmasına yol açıyor. Her şeyden ilkin, kitleselleşen ve geleneksel koruma- kollama mekanizmalarını da yitiren büyük bir yoksulluk var. Bunun ötesinde, toplumsal ve ekonomik pers-pektifsizlik, “kıymet” kaybı büyüyor. Dünyayı ve kendini açıklamaya, anlamlandırmaya dönük ezberler bozuluyor. (Medeniyet Kaybı)
  • Sinizm terimi felsefi düzlemde, suni ihtiyaçlardan arınarak gerçek erdeme erişmeyi korumak için çaba sarfeden çileci bir Aristotelesçi okulun yaşam görüşünü tanımlıyor. (Sol, Sinizm, Pragmatizm)
  • Rifkin’e nazaran, işsizliği yapısallaştıran temel etken, ekonominin artık istihdam yaratmadan, tersine istihdamı azaltarak büyümesidir. Büyümenin temel etkeninin teknolojik gelişme olduğu koşullarda “üretkenlik artışı=istihdam artışı” denklemi geçerliliğini yitirmiştir. (“Boşuna mı Okuduk?”)
  • ‘Nisan, ayların en zalimi’ T.S. Eliot’ın ünlü dizesini tüm bahara teşmil etmeli. Baharın zalim yüzünü unutmamalı. Ahir kışın ve peşin yazın gafil avlayışını, faniliği hatırlatan nisan yağmurunu, polen alerjisini falan kastediyor değilim. İlkbahar provokatiftir ve yalnız pozitif yönde anlamda değildir onun tahriki. Şımarık kışkırtısıyla peydahladığı umutlara hudutlarını gösterir derhal. İnfilak eden arzularla aczler arasındaki gerilmiş ipte bir cambazdır ilkbahar. Ergenin kendini evinde hissettiği mevsimdir – ve erişkinlik birazcık da evden gitmek istemektir. Şüphesiz ilkbahar hem de bu güzel havada okula gitmek zorunda olmanın saçmalığı anlama gelir. (Çizgi Açığı)
  • Iranlı yazar Macit Rahnema, kendisini yoksulluk davasına adamış bir eylemci-uzmanin su sözünü aktariyor: ” Birşeyler paylaşacağınız kimse kalmadığı süre yoksulsunuz anlama gelir.” Uzmanın anlattığı bir izah olmaktan öte, Kuzey Kanadalı Kizilderillilerin yoksulluğu, yoksulluklarini iyi mi algıladıklarını ve tanımladıklarını dile getiriyor bu söz (Sol, Sinizm, Pragmatizm)
  • Zaten, linç sözcüğünün refakatinde linç hukuku kavramıyla birlikte zuhur etmiş olması, bizi irkiltmeli. Kavramın adından türetildiği söylenen -farklı kaynaklara göre- dört kişiden üçü yargıçtır esasen. 1493’te İrlanda’nın Galway nahiyesinde katliam zanlısı oğlunu mahkûm ettikten sonrasında evinin penceresinden sarkıtarak bizzat asan, gaddarlığıyla meşhur yargıç James Lynch… Amerikan bağımsızlık cenginde gerek İngiltere’ye sadık kalan “düşmanları” gerekse her adi kabahat zanlısını mahkemeye çıkarmadan, çoğunlukla kırbaçlatarak, cezalandırtan yargıç Charles Lynch… 16. yüzyıl sonlarında Kuzey Carolina’da muhteşem sertliğiyle nam salmış bir yargıç, John Lynch… Linçin isim babası adaylarından yargıç olmayan, yalnızca William Lynch: 18. yüzyıl sonu/19. yüzyıl başlarında Pittsylvania kentinde bir haydut çetesini bizzat cezalandırmak suretiyle milis örgütleyen bir adam… (Türkiye’nin Linç Rejimi)
  • İllirya, Arnavutların ataları olduğu savlanan bir kadim Cenup Avrupa ırkının ülkesinin adıydı. (Yugoslavya)
  • Kelime, 13 Mayıs 2014’te Soma’da 301 madencinin vefatıyla sonuçlanan korkulu “kaza”nın peşinden, Başbakan -o süre öyleydi- Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleriyle ünlü oldu: “Arkadaşlar şu demek oluyor ki biz bir kez bu tür ocaklarında, kömür ocaklarında bu olanları, lütfen buralarda bu vakalar asla olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir vaka vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var.” (Zamanın Kelimeleri)
  • “Devlette bir uzuv olabilmek için şuurlu bir surette onun hareketlerile ilgili olmak, ona tam bir sadakatle yardım etmek, onun inkışaf ve terakkisi­ne çalışmak lazımdır. Asiler, mücrimler ve alâkasızlar da devletin tebaasıdırlar, fakat azası değildirler.” (Türk Sağının Üç Hali)
  • Lyonlu dokumacılar Bourgneuf, Saint-Jean, Saint Georges ve Croix-Rousse mahallelerinde yoğunlaşmışlardı. Dar yollar, karanlık ve uzun avlular, sağlıksız, rutubetli ve ağır bir hava, harabeleri çağrıştıran eski binalar, loş lamba ışıklarının aydınlattığı perdesiz evler bu mahallenin başlıca görüntüsüydü. Lamartine’in “Avrupalı parya kabilesi” olarak adlandırdığı işçi yığınları, bu kirli ve hastalıkların kol gezdirilmiş olduğu yerlerde yaşamlarını sürdürürken, işi olmayan kaldıklarında yollarda şarkı söyleyerek dileniyorlardı. Lyonlu işçilerin sefalete karşı buldukları bu “çözüm”, sonraki yıllarda yaygınlaşarak sokak şarkıcılığının kaynağını teşkil edecekti. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi)
  • 19.yüzyılda Türkiye’de demiryolu büyük oranda II.Abdülhamid’in nüfus politikasının bir parçası olarak vazife yapmıştır. Bu kapsamda demiryollarının etrafına değişik etnik kökende göçmenler yerleştirilmiştir. Bunlar çoğu zaman istasyonun karşı kıyısında yerleştirilmiştir… Bu planlama süreci kapsamında göçmen yerleşimlerine padişahların adları verilmiştir. Demiryollarının çevresinde adı Hamidiye, Mecidiye, Mahmudiye olan sayısız göçmen yerleşimi bulunmaktadır. (Tren Bir Hayattır)
  • Prens Sabahattin’in ifadesiyle: ”En büyük düşmanımız direkt doğruya kendimiziz.” (Cereyanlar)
  • Önsöz – Ömer Laçiner
    Millet, kapitalizmle beraber ortaya çıkan, fakat onun direkt, özdeş mantıklı ürünü olmayan bir toplumsallık çerçevesidir. (Yugoslavya)
  • İnsan ölçüsünde mütevazı binalar tercihi, beşeri ebedilik yanılsamasına karşı fanilik bilincinin ifadesidir. (İnşaat Ya Resulullah)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş