Eğitim

Cahil Hoca – Jacques Ranciere Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Cahil Hoca – Jacques Ranciere Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Cahil Hoca kimin eseri? Cahil Hoca kitabının yazarı kimdir? Cahil Hoca konusu ve anafikri nedir? Cahil Hoca kitabı ne konu alıyor? Cahil Hoca PDF indirme linki var mı? Cahil Hoca kitabının yazarı Jacques Ranciere kimdir? İşte Cahil Hoca kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Jacques Ranciere

Çevirmen: Savaş Kılıç

Orijinal Adı: Le Maître İgnorant

Yayın Evi: Metis Yayıncılık

İSBN: 9789753429665

Sayfa Sayısı: 144


Cahil Hoca Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Felsefenin elması Joseph Jacotot’nun başına düşmüştür: 1818’de sürgünde bir devrimci olan Jacotot Belçika’da Fransız edebiyatı okutmanı olarak yarı-zamanlı bir iş bulur. Tek kelime Fransızca bilmeyen Flamanlara, kendisi de tek kelime Flamanca bilmediği halde hocalık etmek zorundadır… İkidilli bir Fénelon baskısı koşar imdadına; “öğrencileri”nin kendi kendilerine Fransızca ve Telemak’ı öğrenmelerine kılavuzluk eder. İnsanın bilmediğini de öğretebileceğini gösteren bu garip deneyin sezdirdiği kaçınılmaz sonucu anlamakta asla gecikmez Jacotot: Bilen ile bilmeyenin, öğreten ile öğrenenin, kol emekçisi ile zihin emekçisinin, kısacası zekâların eşitliği.

Bu şaşırtıcı hikâyeyi ve Jacotot’nun felsefesini özetleyen Jacques Rancière hem eğitim üstüne fazlaca örneksiz bir fikir sunuyor hem de zekâların eşitsizliğini ve data hiyerarşisini bahane eden toplumsal eşitsizlik tasavvurlarına mühim eleştiriler getiriyor. “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır,” diyen Cahil Hoca, eğitimciler ve eğitim sistemi üstüne kafa yoranlar için olmasıyla birlikte politika felsefesiyle ilgilenenler için de ufuk açıcı bir kitap.

(Tanıtım Bülteninden)


Cahil Hoca Alıntıları – Sözleri

  • “Yüksek sesle ‘Ben de ressamım!’ demekte bir kibir yoktur. Kibir başkalarına ‘Yoksa siz ressam değil misiniz?’ diye fısıldamaktır.”
  • Bir zekanın bir başka zekaya doğal olarak kılındığı yerde aptallaşma vardır.
  • Halkı aptallaştıran öğrenimsizlik değil, zekâsının aşağı olduğuna duyduğu inançtır.
  • Bir zekânın başka tek tek zekâya doğal olarak kılındığı yerde aptallaşma vardır.

    Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır.
  • Arayan devamlı bulur. İlle de aradığını, hele ki bulması gerekeni bulmaz.
    Ama bilmiş olduğu şey ile ilişkilendireceği yeni bir şey bulur kesinlikle.
  • “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır.”
  • “Bir zekanın bir başka zekaya doğal olarak kılındığı yerde aptallaşma vardır.”
  • Şu sebeple cehalette sıradüzen yoktur.
  • Zekâ dünyasından dışlananlar dışlanma kararını bizzat imzalarlar.
  • Bir kere olmuş olan devamlı için mümkündür.
  • Hakikati bilmeyen araştırır ve bu yolda fazlaca şey çıkar karşısına. Tek hata şu olur: kanılarımızı hakikat sanmak


Cahil Hoca İncelemesi – Kişisel Yorumlar

IQ’lar eşit olmadıkça insanoğlu eşit olmazlar.: Bu kitabın temel felsefesi de tam olarak bu sözdür. Felsefesi bu olunca eğitim, öğrenme ve öğretme benzer biçimde uygulama alanları bizzat üstünde durduğu noktalar olmuş yazarın. Bu noktada talebe merkezli eğitimin ve bilgide özgürlük alanının geniş olduğu bir eğitim sisteminin öneminin altını çizmiş her eleştiri ve analizinde. Öğretmeni de devamlı öğrenen bir misyonda değerlendirerek, öğrenciye, kendisinin de bilmediği bilgiyi de öğretebilme durumunu ve üst bilgiye ulaşmanın yolunu açabilmesi üstünde durur. Dolayısıyla yazar bilginin bir hiyerarşisinin olmadığını savunmuştur. Bilgi her şekilde her anda öğrenebilir bir pozisyondadır.
Aslında yazarın bu biçim yaklaşımında kitle-iktidar ilişki yatmakta. Bilgiye ulaşım ve bilginin kendisi iktidar yarattığı için data eşitsizliğe yol açmaktadır iddiası haklı bir pozisyonda kalmaktadır. Eşitlik ilkesinin önemseyen yazarımız bu kitabında muhalif olduğu nokta tam olarak bu alan diyebilirim. Bu yüzden zekaların eşitliği ilkesini önemsemektedir. Bilgiye ulaşımda eşit şart yaratmaktadır. Ancak idrak etme benzer biçimde bir gerçek de var. Iq’su 120 olan iki öğrencinin bilgiye ulaşmada aynı yolları izlemeyeceği benzer biçimde verileri aynı kapasitede değerlendirebileceği de bilinmeyen. Şu sebeple zekanın kullanımı farkındalık ve idrak etme/görme yetileriyle de direkt ilişkilidir. Görüşüm nispeten ayrılsa da bu kitabın fazlaca kıymetli bulunduğunu söyleyebilirim. Okunması ihtiyaç duyulan kitapların başlangıcında geliyor. Keyifli okumalar dilerim. (Uğur De Molinari)

Bu kitaba ne diye araştırma yapıyorum ki? Bu kitaba araştırma yapmak bana mı düştü? Ben ne anladımki ne anlatayım? Kitabın adı aslına bakarsan “Cahil Hoca” olduğundan ‘bilmediğimi öğretebilirim’ felsefesiyle yazmaya başlıyorum.
Okurken, kitap hakkında söylemek istediğim fazlaca fazla şey vardı. Ancak kitap bittikten sonrasında bir dinginlik geldi. Ve ne diyeceğimi bilmesi imkansız hâle geldim. O yüzden, doğaçlama gideceğim. Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete!
“İnternet’in Öz Evladı” adlı bir biyografik film var. İzlediniz mi bilmiyorum. Aaron Swartz adlı birinin hikâyesini ele alıyor. Film ve şahıs hakkında fazlaca data vermeyeceğim. Filmin başlangıcında Aaron’un çocukluğu anlatılıyordu. Aaron buzdolaplarının üstündeki yapıştırıcılar ve evin içindeki konuşmalar ile öteki yazılı kağıtlar yardımıyla 4 yaşlarında okumayı öğrenmiş. Ardından da yazmayı öğrenmiş. Şimdi bunu niye mi anlattım? Kitabın başlangıcında bir hikâye vardı. Onu da söylemeyeceğim, fakat bir söz paylaşacağım. Buradan özetlemek gerekirse demek istediklerimi anlarsınız.
“Ama Telemak’taki Fransızcayı öğrenmelerini elde eden zekâ bununla beraber ana dillerini öğrenmelerini elde eden olan zekâdır: Öğrenecekleri şeyi gözlemleyip kaparlar, tekrarlayıp doğurularlar, bilmeye çalışmış oldukları şey ile bildikleri içinde bağ kurar, yapar ve yaptıkları üzerine düşünürler. Geçmemeleri ihtiyaç duyulan bir yoldan geçmişler, çocuklar benzer biçimde el yordamıyla, tahminle yol almışlardı.”
O.O Sizde de şaşırma oldu mu? Benim nezdimde mühim olan tek bir şey için çabalamak var. Çocuk benzer biçimde görmek. Bunu hem duygusal, hem de mantıksal açıdan yakalamaya çalışıyorum. Yani her şeye, bir çocuk benzer biçimde yaklaşmaya çalışıyorum. İlk başta, gözlem ve onunla gelen anlamı algılamak. Sonra da sora sora hepsini bir LEGO benzer biçimde dizmek ve kendi şatomu yapmak. Bu sayede de olabildiğince ‘kendim’ olmuş olurum. Başkaları tarafınca düşüncesel ve/yada sezgisel bir halde yönlendirilmiş olmam. Bunu şuur düzeyinde yapabilmek hakkaten zor. Şu sebeple dayatılmış olanlardan sıyrılmaya çalışıyorum. Kısacası var olanları, asla hayata geçirmeye çalışıyorum. Bu ne kadar kolay olabilir ki? Deneyin ve görün.
“Evrensel eğitimin birinci ilkesi buydu: Bir şeyi öğrenip her şeyi onunla ilişkilendirmek. Dolayısıyla ilkin bir şey öğrenmek lazımdı.”
Şimdi, bu söz kitapta geçiyor. Beni en fazla etkileyen kısım burası oldu. Şu sebeple, bu sözün benzerini daha ilkin bir yerde görmüştüm. Nerede bulunduğunu birazcık düşündüm. Aklıma senelerdir fanatik olduğum ve hayranlığımın en küçük bir halde azalmadığı benzer biçimde devamlı arttığı sanatçı geldi. Bu sanatçı, Leonardo Da Vinci’ydi. O, şöyleki demişti: Nasıl göreceğini öğren. Her şey, her şeyle bağlantılıdır; fark et.
Da Vinci’nin söylediği söz aslına bakarsak basitti. Sahip olduğum meziyetlerden bir tanesi olan anlama yardımıyla edindiğim her bilgiyi, öteki tüm bilgilerle birleştirmek. Bunun için de kullanılabilecek en güzel duyusal yöntem, görme olacaktır. En azından, ben öyleki düşündüm. En basitinden gökyüzünü sesle anlayamayız ya da ona ellerimizle dokunamayız. Ama gözlerin devreye giremediği cok azca olgu vardır. Şimdi, kitapta geçen söz ile Da Vinci’nin sözünü birleştirince ortaya ne çıkıyor? Ahmet, bir tane data edinmelisin. Gözlemlerin ve anlama yetinle bir tane data edinmelisin. Sonra da o bilginin sağında, solunda, aşağısında, yukarısında ve/yada tam karşısında olan detayları de gözlemlemeli ve anlamalısın. Bir tanesi yardımıyla hepsine ulaşabilirsin. Nasıl ulaşabilirsin peki? Dikkatli olarak. Dikkatini verdiğin sürece iki olgu arasındaki bağları fark edebilirsin. Bir kere fark ettikten sonrasında da üstünde düşüncesel çaba harcayarak anlayabilirsin. Doğru yada yanlış olması mühim değil. Mühim olan dikkatli bir halde çaba sarf etmen, Ahmet! Bir tanesi yanlış olsa bile bir dahakinde bu hatası fark edebilirsin. Şu sebeple bütünün kendi içinde gösterdiği uyumluluk hâli, bir tanesindeki uyumsuzluğu belli edebilir. Hatta kimi zaman uyumlu olan parça bile, tarafındaki uyumsuzu ifşa edebilir. Bu sayede, ilerleyebilirsin. Anlamların içinde kaybolman, bilinmezlikler içinde boğuluyor olman yada yanlışlıklar denizinde yüzüyor olman da güzel. Yeter ki bunların hepsi sana ilişkin olsun. Yani gittiğin yol ve fikir seçimi, sana ilişkin olsun. Ahmet, keşifçi olmalısın. Parmağını iyi mi hareket ettirdiğini anlayarak, Güneş’in Dünya’yı iyi mi hareket ettirdiğini anlayabilirsin. Ama hepsinin zamanı ve yolu var. Dikkatini vermek ve çaba harcamak zorundasın. Tembellik yaparsan eğer, sen de kendini alim zanneden kibirli insanlardan olursun. Unutma ki; ilkin insansın, sonrasında öğrencisin, sonrasında da kendinin ‘Cahil Hoca’sısın. Sen, kendine hoca olabilirsen eğer, başkalarının da kendilerine hoca olmasına destek olabilirsin. Ama bu yardımın onlara ne yolu göstermek, ne yolda ilerlemelerini sağlamak, ne de yol için lüzumlu gereksinimleri sunmak olacaktır. Sadece ve yalnız senin bir yoksulun olduğu benzer biçimde onların da bir yolu bulunduğunu fark etmelerini sağlamalısın. Bunu da aynı yolun yolcusu bulunduğunu göstererek yapmalısın. Farklı bir yolunuz bulunduğunu ben de biliyorum, Ahmet. Bunu, şöyleki düşün: Suyun izlediği yol her yerde aynıdır. Yer çekimi yardımıyla durağanlığı bozulur ve hareket eder. Rüzgâr da işin içine girerek yön verebilir. Göllerin, nehirlerin, denizlerin ve okyanusların kaderi budur. Her birinin bulunmuş olduğu yer ve maruz kaldıkları farklıdır. Ama kendileri aynıdır. Yani, suyun saf özelliklerini hangisi göstermez? Hepsi gösterir dimi? Aynen öyleki. Burada temelde olan bir benzerlik ve eşitlik var. Farklılıkla bütünleşen bir eşitlik bu. O yüzden, ikinizin gideceği yol farklıyken bile benzerdir. Benzer değilse bile eşittir. ‘Cahil Hoca’nın da söylediği benzer biçimde: ”Özgürleşmiş birinin aslolan kâdir olduğu şey özgürleştirici olmaktır: Bilginin anahtarını vermek değil, bir zekânın başka her zekâya ve her zekâyı da kendine eşit görmüş olduğu vakit ne yapabileceğinin bilincini kazandırmaktır.”
“Eşitliğe azca fazlaca düşkün olanların tereddüt etmemesi gerekir: Bireyler gerçek varlıklardır, toplumsa bir tasarı. Eşitliğin tasarı varlıklar değil gerçek varlıklar için bir kıymeti vardır.”
“Tanrısal yasa diye bir şey var ise eğer, kanıtını taşıyan tek şey kendi içinde fikir, doğru sözlülüğü korunmuş düşüncedir. İnsan konuşmuş olduğu için düşünmez -aksini savlamak düşünceyi mevcut maddi düzene doğal olarak kılmak olur-, insan var olduğundan düşünür.”
Şimdi, bu iki sözü kitapta okuduğum vakit aklıma ilkokuldaki bir dostum ve anılarım geldi. İlkokul birinci sınıftayım. Ama afilli bir birinci sınıfım. Okula başlamadan ilkin komşumuz Fatma teyzenin kızı olan Emel ablacım, bana okuma-yazma ve matematik öğretmiş. Birinci sınıfta tamamen bunlardan oluşuyordu. Yani, benim için boş bir yıl olacaktı. Dersler umrumda değildi. Kopyalama yaparak yazıyor ve çözümler yapıyordum. O sırada da etraftaki arkadaşlarımı ve öğretmeni gözlemliyordum. Boyum fazlaca kısa diye ön sıraya oturtulmuştum. Sonra ders esnasında sağa sola ve arkaya fazlaca bakıp diğerlerini konuşturduğum için ikinci günden en arkaya atılmıştım. Sevinmiştim. Orada Hüsnü ve Kenan vardı. Hüsnü, bizlerden iki yaş büyüktü. Bir yıl geç yazılma ve bir senede sınıfta kalma. Hüsnü’nün boyu, en uzunumuzdan minimum 20cm uzundu. Öyleki büyük görünüyordu. Saçlarında da beyazlar vardı. İlk gördüğümde fazlaca şaşırmıştım. Hiçbir şey demedim. Ama garipliğini de aklımdan atamıyordum. Hüsnü’nün yanında da Kenan oturuyordu. Kenan, okulun sağ çarpazında bulunan bir gece konduda kalıyordu. Üzerindekiler eski püsküydü. Her yerinde kir belliydi. Sonra kokular da yayılıyordu. İlginç bir ikilinin arkasına düşmüştüm. Tahtayı görme ihtimalim yoktu. Zaten ilgimi de artık çekmezdi. Anlamam ihtiyaç duyulan ve sevdiğim iki dostum olmuştu. Dersler kimin umrundaydı ki? Teneffüs olduğunda heyecanla direkt bahçeye koşup kovalamaca yada şişelerle top oynuyorduk. Sonrada yeniden derse geliyorduk. O günün sonunda fark ettim ki, Hüsnü ile Kenan asla bizimle oynamıyor. İlginç geldi. Yarın okula gidince ne yapmam icap ettiğini ve istediğimi biliyordum. İlk solunum geldi ve onlara gelmelerini söyledim. Birlikte oyun oynamaya çağırdım. Şaşırdılar. Hüsnü reddetti. Ama Kenan kabul etti. Aşağı indik ve arkamızdan Hüsnü’de geldi. Tam o anda kaos oldu. Benim güzel(!) dostlarım aniden irkildiler. Yüzleri ekşidi. Pet şişeyi bırakıp bizlere bakmaya başladılar. Bense “Hadi oynayalım!” modunda heyecanlıyım. Sonra beni çağırdılar ve birisi sükunet içinde şunları söylemiş oldu: “Onlarla mı oynayacağız?” Ardından diğeri de: “Hüsnü, devasa. Onunla iyi mi oynayacağız?”
Son darbede seyirci bir prensesten geldi: ”Onlar kokuyor. Siz oynayın.”
Ben şaşkına döndüm. İğrençlik, benim ufak kız kardeşimde de vardı. Ama ben, onu seviyordum ve onunla oynuyordum. Bu yüzden onlarla niçin oynamayayım ki? Ayrıca ben fazlaca mu güzelim ki? Onlara hiçbir şey söylemedim. İyi eğlenceler dileyip etrafa bakınmaya başladım. Bir ortaokullu sağ olsun, o sırada yere su şişesi attı. Kapağı çıkartıp şişeyi ezdim. Sonra da Hüsnü ve Kenan ile gidip başka yerde oynadık. Bir kaç gün bu şekilde geçti. Derslerde de hepimiz bizlere taraf olmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama kurtarıcı bir meleğe denk geldik. Öğretmenimiz durumu sezmiş olacak ki, bigün bizlere Doğu’da çalmış olduğu zamanlardan bir hikâye söyledi. Akşamlar kadar tarlada toz toprak ve kir içinde çalışan ve geceleri de mum ışığında ders çalışıp okula gelen öğrencilerini söyledi. Bu şekilde bir hikâyeden sonrasında öteki çocuklar bana gelmeye başladı. Bir dahaki teneffüste dört şahıs oynadık. Ertesi gün ise hep beraber oynamaya başlamıştık. Bu hikâyeyi niçin anlattım? Kendimi iyi bir insan benzer biçimde göstermek için mi, insanların arasındaki uçurumları göstermek için mi, birbirimizden o kadar da değişik olmadığımızı göstermek için mi, eğitimin önemi için mi, öğretmenin önemi için mi, insanları kazanmanın kolay bulunduğunu göstermek için mi, yoksa bunların hepsi için mi? Hayır, hiçbiriyle alâkası yok. Sadece kitabı okumanızı sağlamasını umarak yazdım. Şu sebeple bu kitapta olan bakış açılarını ve bilgilerini bir kenara bırakırsam eğer, her şeyden fazla Umut var. Daha doğrusu Umut için ihtiyacımız olanlar var. Yanlış ile doğru ve eğitim ile öğrenme anlamlarını içeren her şey için Umut var. Bu kitab için ıvır zıvır kesime hitap ederek okunması gerek deneyeceğim. Herhangi bir insanla ilişkisi olan her insanın bu kitabı okuması icap ettiğini düşünüyorum. Ama öğretmenlerin -olacaklar da dahil- ve ebeveynlerin -olacaklar da dahil- MUTLAKA okuması lazım. Bilgi dayatması ya da asimilasyon için değil. Sadece bakış açıları ile bile okunması lazım. Şu sebeple yalnız bir çocuğun, yalnız bir mevzu üstünde bile olsa özgürce düşünmesini ve hareket etmesine vesile olabilecek şekilde değişime uğrayabilirsiniz.
Yazarın kalemi hakkında da bir şey söylemek isterim. Su gibiydi. Tıpkı durgun bir su benzer biçimde kelimeleri kullanmış. Hem iyi, hem de fena olan her şeyi barındırıyor olmasına karşın, öyleki güzel bir denge kurmuş ve benimseme olmuş ki; okuduğum her kelimede sanki suyu okuyorum benzer biçimde hissettim.
İncelemem bu kadardı. Yazdıklarımın hepsi yalnız benim naçizane düşüncelerimdir. Kelimelerin kipleri ve anlamları ne olursa olsun, perspektif sunmaktan öteye gitmek istemem. Buraya kadar okuyan her insana teşekkür ediyorum. Ama Memento_mori ‘ye bu kitabı ilkin fark etmeme ve sonrasında okumama vesile olduğundan en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Saygılar. (Quidam)

Özgürleştirmeyen Eğitim Aptallaştırır: Fazilet yalnız Telemak’ta mıydı?
Bence değildi. Çocuğun bir başka öğreticinin akıl yürütmelerine ve açıklamasına gerek duymadan kendi iradesiyle böylesi bir başarı sağlaması öğretmenlerdeki sözlü açıklamaların gerekliliği hususunda beni sual işaretlerine boğdu. Öğrencilerin empirik bir vaka sonucunda Fransızca kelime ve çekim eklerini öğretici yardımı olmadan öğrenmesi üstelik bunu her birinin kendi başına yapması “yazılı açıklamları açıklamak için sözlü açıklamalara ihtiyaç vardır” paradoksunun karşısında fikirsel bir devrim niteliğindedir. Yani öğretici öğrencisine bilmediğini de öğretebilirdi, bilgisiz hoca bunu bizlere kanıtladı. Yazarın
eski eğitimde ufaklıklara dayatılan hiyerarşik sınıflandırma ve seviyelere doğal olarak tutulmasına yapmış olduğu eleştirilerde katılıyorum. Küçüklere farklılık güzellemesiyle yaralanan damgalama ve eşitsizlik durumu talebe içindeki güdülenmeyi yok etmektedir. Öğreticiler devamlı öğrencilere aşamalar vererek onlara her seferinde yolun başlangıcında bulunduğunu hissettirdiler. Yeni formüller, yeni kitaplar ve yeni uçurumlar…
Cehalet uçurumları…
Talebe her seferinde kendine yar yarattı ve öğretici her seferinde bu uçurumları örtmeye endeksliydi. Peki bu bu şekilde nereye kadar gidecekti?
Açıklamalardan arınmış bir eğitim büyük bir devrimdi fakat insanı tasvirlemekten geri koymuyordu. Bu devrime yakın Sokratesçilik tekniği vardı fakat o da özgürlük ve iradeden yoksundu. Şu sebeple gene öğretici hükümdar öğrenen köle sıfatındaydı. “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır” demek yerindeydi. Yazar evlatların ve yetişkinlerin açıklayana gerek kalmadan okumayı, yazmayı, müzik çalmayı ve yabancı bir dil öğrenebilmelerini zekaların eşitliği hususunda bir dayanak olarak görmüştür. Bu dayanak çoklu zeka kuramına adeta cenk açmıştır. Biyolojik farklılıklardan ziyade insanlarda derin uçurumlar bana kalırsa da yoktur. Ama tamamı ile zekaların hepsi eşittir demek münakaşaya açıktır. Modern hayatımızda evlatların önüne formülleri yığıp alın kendiniz öğrenin demekte dünyanın dijital yerlisi olan çocuklar için oldukça küçümsenir olacaktır. Şu sebeple dijitallerle donatılmış 21.YY çağındaki çocuk kendi başına öğrenirken bile Google’ın karanlık dehlizlerinde boğulacaktır. Benim bu kitapta kendime ayırdığım noktalar: Evlatları damgalamadan, ezberleme yöntemiyle bellek kirliliği yaratmadan, onları güdülenme ve motivelenmeden noksan bırakmayarak özgür bir zihin ve iradeleriyle kendi hükümdarları olan çocuklar… (Nur Kazancı)


Cahil Hoca PDF indirme linki var mı?


Jacques Ranciere – Cahil Hoca kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Cahil Hoca PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jacques Ranciere Kimdir?

Jacques Rancière (d. 1940) Fransız düşünür Paris-VIII (St. Denis) Üniversitesi’nden felsefe profesörü iken emekli olmuştur. 1960’larda Marksist düşünür Louis Althusser ile birlikte yazdığı Kapital’i Okumak ile ünlenmiştir.

Rancière, Mayıs 1968 talebe ayaklanmaları üstüne hocası Althusser’le olan uyuşmazlığının peşinden, ideoloji ve proletarya benzer biçimde siyasal söyleme yerleşmiş kavramları güncelleme üstüne emekler yürütmüştür. Mesela, “Filozof ve Yoksulları” çalışmasında filozofların entelektüel hayatlarında yoksulların rolünü, Platon ve Marx eleştirilerinden yola çıkarak çözümleme etmiştir. “Siyasalın Kıyısında” kitabında, siyasetin eşitlik ve bütünlük anlayışını eleştirirken bu kitabın içinde yer edinen “Siyaset Üstüne On Tez” çalışmasında, demokrasi ve politika arasındaki ilişkiyi tekrardan tanımlamaya emek harcayarak seviye anlamındaki politika ile varsayılan eşitliğin dışındaki siyasal arasındaki farkları ortaya koymuştur. “Cahil hoca” çalışmasında da Joseph Jacotot’un hikâyesi üstünden eşitlik terimini ve eğiticinin rolünü sorgulamıştır.

Ranciere çalışmalarında seviye arayışı için göz ardı edilen eşitsizlikleri göz önüne koymayı amaçlamaktadır.

2006’da Rancière’in güzel duyu teorisi görsel sanatlarda bir referans noktası haline geldiği belirtilmiştir. Rancière, Freize Sanat Fuarı benzer biçimde sanat dünyası etkinliklerinde dersler vermiştir. Eski Fransız başkan talibi Ségolène Royal, Rancière’in favori filozofu bulunduğunu söylemiştir.

2003 senesinde Rancière, öteki bazı Fransız aydınları ile beraber imzaladığı, 2003 Çeçen referandumunun gayrımeşruluğunu protesto eden bir mektubu Putin’e göndermiştir.


Jacques Ranciere Kitapları – Eserleri

  • Cahil Hoca
  • Kurmacanın Kıyıları
  • Özgürleşen Seyirci
  • Filozof ve Yoksulları
  • Bela Tarr, Ertesi Zaman
  • Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?
  • Demokrasi Nefreti
  • Siyasalın Kıyısında
  • Tarihin Adları
  • Kapital’i Okumak
  • Estetiğin Huzursuzluğu
  • Suskun Söz
  • Uzlaşı Çağına Notlar
  • Estetik Bilinçdışı
  • Uyuşmazlık
  • Dissensus
  • Sinematografik Masal
  • Görüntülerin Yazgısı
  • Aisthesis
  • Kelimelerin Mekanı


Jacques Ranciere Alıntıları – Sözleri

  • “…sanki bir şeye beslenen tek tutku o şeyin yokluğunda bulunurmuş benzer biçimde…” (Uyuşmazlık)
  • Ilk olarak siyaset, iktidarın uygulanması yada iktidar mücadelesi değildir. (Özgürleşen Seyirci)
  • Mağdurun uğratılmış olduğu telafisi olmayan haksızlığın sınırsızlığı, savunmacının hakkının sınırsızlığını haklı çıkarır. (Uzlaşı Çağına Notlar)
  • Her tarafta sınırlar. Bundan dolayı melankoli, donuk ve dertli bir şarkı benzer biçimde. Bir doktor başka bir hekime karşı tüm varoluşa ve insanların hareketlerine yansır. (Estetik Bilinçdışı)
  • Buna inanmak için inanç gerekir. (Demokrasi Nefreti)
  • Esas olan hikâyenin belirli (tek anlamlı) olmasıdır; imgeselin ve gerçeğin, tersine çevrilebilir romantikliğin ayırt edilmezliğine karşı bir itiraf vakasına neden olan Aristo’cu data ve fiil düzenini koymuş olmasıdır. (Estetik Bilinçdışı)
  • Bugün, eşitliğin tarihinin özerk bir tarih olduğu ve bu tarihin, tekniklerin, ekonominin, vs. geçirdiği nesnel dönüşümlerin analizine dayanan stratejilerin gelişimi değil, gittikçe daha azca yoğunluğa ve süreye haiz kendine özgü zamansal dinamikler yaratan anların kümelenmesi -birkaç gün, yedi gün, kimi zaman birkaç yıl- olduğu tekrardan keşfediliyor. Her seferinde yeni bir başlangıçtır bu ve her seferinde bunun nereye kadar gideceği kim bilir. Bundan ders çıkarma iddiası da pek uzağa götürmez. Önceki deneyimlerden ders çıkar ma düşüncesi daima, isteneni yapmanın bu sefer doğru biçiminin bulunacağını varsayar. Ne yazık ki eşitliğe dayalı bir ânın davranışını belirleyen şey, istenenin ne olduğu değildir. Tersine: “İrade” bir neticedir, eşitlikçi ânın serpilip gelişme sinin almış olduğu modalitedir. Eşitliğe dayalı anların monadik cehresini tekrardan keşfetmek, bununla beraber bu dinamillaklığını da tekrardan keşfetmektir. (Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?)
  • Diğeri hangi göstergelere bakılırsa burada var ya da burada yok kabul edilmektedir?
    Bir ekran üstündeki görülür formlardan birinde ötekinin var
    bulunduğunu, bir başkasında ise olmadığını anlatmaya olanak
    veren nedir? Mesela Au hasard Balthazar’ın [Rasgele Balthazar) bir planında var olup da Questions pour un champion’un“
    bir epizodunda olmadığını söylemeye olanak veren nedir?
    “Görsel”i küçümseyenlerin en sık verdikleri yanıt şu: Tele-
    vizyon görüntüsünün -bizzat doğası gereği- ötekisi yoktur,
    zira kendi ışığını kendinde taşır; oysa sinematografik görüntü
    ışığını bir dış kaynaktan alır. Vie et mort de l’image [Görüntü­nün Yaşamı ve Ölümü] başlıklı bir kitapta Regis Debray bunu
    özetlemektedir: “Burada görüntünün kendi bütünleşik ışığı
    vardır. Kendi kendini açığa çıkarır. Kendi kaynağını kendinde bulur, kendinin sebebi olarak karşımızdadır. Spinozacı Tanrı
    ya da töz tanımı.” (Görüntülerin Yazgısı)
  • Genel olarak sanatın varlığı, sözcüklerin düzenlenmesi, renklerin yayılması, hacimlerin modellenmesi ya da bedenlerin evrilmesini içeren pratiklere görülürlük ve imlem veren,
    mesela resmin ne olduğuna, fotoğraf yaparken yapılanın ne olduğuna, fotoğraf yapılmış bir duvar ya da bir tuvalin üstünde
    görülenin ne olduğuna kabul eden bir kimlik belirleme rejimine -ayrıştırma rejimi- bağlıdır. Ama bu şekilde bir karar daima
    bir pratiğin o ergonomik olmayan bir şeyle eşdeğerliği rejiminin
    yerleştirilmesidir. (Görüntülerin Yazgısı)
  • Proleterlerin vatanı yoktur. Ama burjuvazi kendi başına sadece evrensel derslik olarak var olabilir; nitekim ulusal alışkanlık ve çıkarları çevreleyen her türlü ”Çin seddini” ortadan kaldırmıştır. Proleterler için ”yasalar, terbiye ve din” , ”burjuva çıkarlarının arkasına saklandığı birer burjuva önyargısı’dır. Ama burjuvazi dinsel esrimenin ya da ahlaksal coşkunun verdiği ürpertileri ”bencil hesabın buzlu sularında” çoktan boğmuştur. Proleterde salt edilginlik olan statü yokluğu, burjuvanın tarafında, sürekli devinimiyle tüm durağan(durgun) belirlenimleri ortadan kaldıran ve kiri pası temizleyen tinin gücüdür. Burjuvazi devrimcidir; tüm sınıfların, tüm sabitlenmiş ve kemikleşmiş belirlenimlerin çözünme hareketi olduğundan. O aslına bakarsan derslik-olmayan bir sınıftır, üretme ile yok etmenin ağlatısal özdeşliğidir. Proleterya ise, burjuva devriminin ikizi ya da öteki yüzünden ibaret olarak, yaşam ile ölümün özdeşliğini onaylamaktan başka bir şey yapmaz. (Filozof ve Yoksulları)
  • Her izleyici aslına bakarsan kendi hikâyesinin oyuncusudur; her oyuncu, her fiil insanı da aynı hikayenin seyircisidir. (Özgürleşen Seyirci)
  • Kimilerine hala paradoks benzer biçimde gelen bir kaç apaçık husustan hareket edelim.Bir hatıra, bir bilincin anılarının toplamı değildir. Şu sebeple öyleki olsaydı, tam da kolektif hatıra [hafıza] fikri anlamdan yoksun olurdu. Bir hatıra, işaretlerin, izlerin, anıtların belli bir bütünüdür, belli bir tertibidir. Kusursuz gömüt, Büyük Piramit, Keops’un hatırasını korumaz. O bu hatıranın kendisidir. Kuşkusuz
    her şeyin iki hatıra rejimine ayrılmış olduğu söylenecektir: bir yanda, geçmişteki bu hükümran güçlerin hatırası (ki, bunların bazıları yalnızca mezarlarının dekoru ya da malzemesi itibariyle bir gerçekliğe sahiptirler) ; öteki yanda ise aksine en alelade varoluşların ve en bayağı olayların tanıklığını kaydetmeye ara vermeyen modern dünyanın hatırası. Enformasyonun bolca olduğu yerde, hatıranın yeterinden fazla olduğu varsayılır. Oysaki günümüz, bu şekilde olmadığını gösteriyor. Enformasyon hatıra değildir. Enformasyon hatıra için biriktirmez, yalnızca
    kendi çıkan için çalışır. Ve onun çıkarı yalnızca şimdinin soyut hakikati kendini onaylasın diye her şeyin çabucak unutulmasındadır ve enerjisini bu hakikate tek kafi şey olarak sunmaktadır. (Sinematografik Masal)
  • “İnsan denen hayvanlar, göstergeler ormanı üstünde yazışma kuran birbirine uzak, mesafeli hayvanlardır.” (Özgürleşen Seyirci)
  • Tartışmalı amaçlar ardında koşan kişilerle karşılaştığında kendi kararlılığına yönelen ve sözleriyle tüm bir beğeni sistemine karşı isteklerini ve bir bilinçdışından ötekine duygularını ortaya koyan belli bir şiir anlayışı vardı. (Estetik Bilinçdışı)
  • Sinemanın öykücülerinin görüntü-işlemleri varlıkların
    mevcudiyete gelişinin fenomenolojik ikonlarına dönüşebilir, zira tarih çağının “görüntüleri”, sanatın güzel duyu rejiminin görüntüleri kendi metamorfik özelliklerini işleme verirler. Şu sebeple onlar temsili anlatının işlevsel sekansları ve fenomenolojik dininin ikonları arasındaki hesaplanabilirliği elde eden daha
    temel bir poetikaya aittirler. Bu poetika, Friedrich Schlegel’in “ilerlemeci evrensel şiir sanatı” fikriyle özetlediği poetikadır: Yani, eski şiirlerin öğelerini yeni şiirler halinde bir araya getirilebilir fragmanlara dönüştüren metamorfozların
    şiir sanatı, fakat bununla beraber sanatın sözleri ve görüntüleri ve ortak deneyimin sözleri ve görüntüleri arasındaki dönüştürülebilirliği de temin eden şiir sanatı. (Sinematografik Masal)
  • “Sinemayı hikâyeler anlatma sanatı olarak ele almak yalan ile gerçeğin aynı şey bulunduğunu söylemek benzer biçimde ucuz bir şeydir” (Sinematografik Masal)
  • Olanaklı olana tutunuyorlar fakat olanaklı olan da fazla olanak sunmuyor. (Uzlaşı Çağına Notlar)
  • Şov gerçeği saklayan görüntülerin teşhiri değildir. Şov, toplumsal etkinlik ile toplumsal zenginliğin birbirinden ayrı gerçeklikler olarak var olmasıdır. (Özgürleşen Seyirci)
  • Özetlemek gerekirse, eğer tabip Freud pozitivist meslekdaşlarımn “sıradan” olgular olarak gördükleri ve ilgilenmedikleri şeyleri kendi düşüncelerini kanıtlayan
    “örnekler”e dönüştürüyorsa bunun sebebi onların
    aslına bakarsan bilinçaltına özgü tanıklıklarıdır. (Estetik Bilinçdışı)
  • – ” (…) Müzik dilsizdir!
    Fakat tam da bu yüzden, her şeyi ifade etme iddiasındadır…” (Suskun Söz)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş