Eğitim

Hazreti Muhammed – W. Montgomery Watt Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hazreti Muhammed – W. Montgomery Watt Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hazreti Muhammed kimin eseri? Hazreti Muhammed kitabının yazarı kimdir? Hazreti Muhammed konusu ve anafikri nedir? Hazreti Muhammed kitabı ne konu alıyor? Hazreti Muhammed PDF indirme linki var mı? Hazreti Muhammed kitabının yazarı W. Montgomery Watt kimdir? İşte Hazreti Muhammed kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: W. Montgomery Watt

Çevirmen: S. Erdem Türközü

Yayın Evi: İletişim Yayıncılık

İSBN: 9789750517372

Sayfa Sayısı: 283


Hazreti Muhammed Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İskoç tarihçi W. Montgomery Watt bugüne dek birçok yaşam hikâyesi kaleme alınan Hz. Muhammed’in yaşamını değişik açılardan ele alıyor: Üstün yaratılışlı yetim, İslâm Devleti’nin kurucusu, adil yönetici, toplumsal reformcu bir önder, ahlâklı bir savaşçı, şefkatli aile babası… 

Watt, Hz. Muhammed’in periyodunu, çevresinde sürüp giden koşulları ve dönemin insanlık dışı toplumsal yaşamını iyi mi değiştirip iyileştirdiğini, toplumsal reformculuğuna değinerek inceliyor; öteki tek Tanrılı dinlerle kurduğu ilişkiyi de çözümleme edip yansız bir tutum içinde bizlere aktarıyor. Dünya tarihini derinden etkileyen Hz. Muhammed’i tanımak için titizlikle hazırlanmış bir kitap.

“William Montgomery Watt, İslâmî emek harcamalar alanında oldukça itibarlı bir akademisyen ve dünya genelinde birçok Müslümanın saygı duyduğu bir isim.“

Carole Hillenbrand


Hazreti Muhammed Alıntıları – Sözleri

  • Dünyadaki büyük insanoğlu içinde hiçbiri Hz. Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır.
  • Hz. Muhammed aleyhindeki yaygın temelsiz iddialardan biri onun, tutkularını ve şehvetini doyum edebilmek için kendisinin de düzmece bulunduğunu bilmiş olduğu dini öğretileri korumak için çaba sarfeden bir sahtekar olduğudur. Bu tür bir samimiyetsizlik, daha ön­ce de tartışıldığı şeklinde İslam dininin gelişimini anlaşılmaz kıl­maktadır. Bu görüş ilk kez bir yüzyıl ilkin Thomas Carly­le’in On Heroes [Kahramanlar Üzerine] derslerinde çaba­li bir şekilde ortaya kondu ve o zamandan bu yana gitgide artan bir şekilde bilim insanlarınca kabul görmeye başla­dı. Kendisi ve davası ile alakalı sağlam bir inanç, Hz. Muhammed’in dünyevi bir bakış açısından başarıya ulaşmış olma imka­nının görülmediği Mekke dönemindeki zorluklara ve ezi­yetlere dayanmaya hazırlığını açıklayabilir. Samimiyet olmaksızın, Ebubekir ve Ömer şeklinde kuvvetli ve dürüst karakter­li insanların bağlılığını ve hatta adanmışlığını iyi mi kazana­bilirdi? Deistler için bir başka sual ise, tanrının İslam şeklinde büyük bir dinin yalanlar ve aldatmaca üstünde gelişmesi­ne iyi mi izin verdiğidir. Bu da Hz. Muhammed’in samimi ol­duğunu korumak için çaba sarfetmek için kuvvetli bir kanıttır. Bazı açılardan ha­talıysa, hataları kasıtlı yalanlar ya da sahtekarlıktan kaynaklanmamaktaydı.
  • Hz. Muhammed’i devrinin Arapları ile karşılaştırdığımız­da ne denli hakkaniyetli olduğu mevzusunda oldukça daha faz­lasının söylenmesi gerekir. Bununla birlikte Müslümanlar, Hz. Muhammed’in, davranışları ve karakteri ile tüm insanlık için bir model olduğu iddiasındadırlar. Bu şekilde yaparak onu, aydınlanmış dünya görüşünün standartlarına nazaran yargılanması için sunarlar. Her ne kadar dünya gittikçe tek dünya haline geliyorsa da, şimdiye kadar etik bir örnek olarak Hz. Muhammed’e oldukça azca dikkat sarf edilmiştir. Ancak, gene de Müslümanlar oldukça kalabalık olduğundan, Hz. Muham­med’in yaşamından ve öğretisinden herhangi bir ilkenin in­sanlığın etik gelişimine katkıda bulunmak için öğrenilip öğrenilmeyeceğine, er ya da geç karar vermek için ciddi bir şekilde düşünmek zorunda kalacaktır. Bu soruya nihai bir yanıt hemen hemen verilmedi. Şimdiye ka­dar Müslümanların Hz. Muhammed’le ilgili iddialarını des­tekleyecek mahiyette söyledikleri başlangıç düzeyinde açık­lamalardan başka bir şey olmayıp, oldukça azca gayrimüslimi ikna etmiştir. Bununla birlikte günümüzün Müslümanlar için davalarını daha eksiksiz ve daha iyi bir anlatımım dünya­nın geri kalanına sunmanın, kapısı hala açıktır. Onlar, Hz. Muhammed’in hayatında evrensel olanı kısmi olandan ayırabilecek ve böylece de dünyanın bugünkü durumuna ya­ratıcı bir katkıda bulunacak etik ilkeler keşfedebilecek­ler midir? Ya da bu ümit etmek için oldukça fazlaysa; en azın­dan Hz. Muhammed’in yaşamının tüm insanoğlu için mümkün olan ideal örneklerden biri bulunduğunu gösterebilecekler midir? Müslümanlar davalarını iyi bir şekilde savunabilir­lerse, bazı Hıristiyanlar onları dinlemeye, öğrenilmesi gere­ken ne var ise öğrenmeye hazır olacaklardır. Bu girişimde Müslümanları bekleyen zorluklar muaz­zam boyuttadır. Eksiksiz bilimsel düşünüşün ve derin ah­laki kavrayışın bir birleşimi gereklidir ve bu birleşim ender­dir. Kanaatim, Müslümanların dünya kamuoyunu etkileme girişimlerinde en azından terbiye alanında, başarıya ulaşmış olmalarının uzak küçük bir ihtimal olduğu şeklindedir. Dinlerin daha ge­niş alanında, Müslümanların, muhtemelen dünyaya bulu­nabilecekleri bazı katkılar vardır; zira öteki tektanrı­lı dinlerin mühim kesimlerinde dikkatsizlik edilmiş ya da unutul­muş olan bazı hususlara vurgu -örneğin, tanrının gerçekli­ği üstüne olan gibi- hayata geçirmeye devam etmektedirler; ve asla kimse olmasa da en azından ben, Gazali şeklinde kişilerin yazı­larına borcumu büyük bir zevkle kabul ederim. Fakat Hz. Muhammed’in ideal insan olduğu mevzusunda Hıristiyan Av­rupa’yı ikna etme yolunda şimdiye dek oldukça azca, gerçekte ise hiçbir şey, başarılamamıştır.
  • Hz. Muhammed’in vefatından sonrasında bazı kabilelerde hoşnutsuzluk baş gösterdiğinde, Mekke’nin sadakatinin esas olarak Süheyl bin Amr tarafın­dan sağlandığını öğrenmek daha şaşırtıcıdır. Hepsinden da­ha garip olan Ebu Cehil’in oğlu lkrime’nin durumudur. İlk başta Hz. Muhammed tarafınca cezalandırılan peşinden af­fedilen İkrime adanmış bir Müslüman haline geldi ve birçok mühim askeri ve yönetimsel konuma getirildi. İslam için göster­diği azmin ne aşama kuvvetli olduğu ona atfedilen şu sözler­den anlaşılmaktadır: “Seninle savaşmak için harcadığım pa­ranın daha fazlasını, Allah yolunda harcayacağım”; “Lat ve Uzza için hayatımı tehlikeye attım, Allah için onu tehlikeye atmaktan mı kaçınacağım?” Bu sözlerine uygun olarak Suri­ye’deki savaşların birinde “şehit” olarak can verdi.
  • Zamana ve zemine ilişkin koşullar Hz. Muhammed’in lehineydi. Çeşitli güçler bir araya gelmiş olarak, onun başyapıtı ve İslam’ın izleyen genişlemesi için sahneyi kurdu. Mekke ve Medine’de toplumsal huzursuzluk, tek tanrıcılığa yönelik hareket, Suriye’de ve Mısır’da Helenizme karşı tepki, Fars ve Bizans imparatorluklarında gerileme vardı ve göçebe Araplar giderek artan bir seviyede çevrelerindeki yerleşim alanlarındaki yağma fırsatlarının farkına varmaktaydılar. Fakat bu güçler ve bunlara eklenebilecek bunlar şeklinde olan ötekiler, ne Emeviler olarak malum imparatorluğun yükselişini ne de lslam’ın bir dünya dinine dönüşmesini kendi başlarına açıklayamaz. Arapların yayılmasının ve İslami topluluğun büyümesi mevzusunda kaçınılmaz ve otomatik olan hiçbir şey yoktur. Hz. Muhammed’de niteliklerin dikkate kıymet bir birleşimi olmaksızın genişlemenin olması mümkün değildir ve Arapların askeri potansiyeli kendisini, Suriye ve Irak’a yönelik olan ve kalıcı hiçbir netice doğurmayan seferlerde kolayca tüketebilirdi. Bu nitelikler üç gruba ayrılmaktadır.
    İlk sırada Hz. Muhammed’de geleceği görme bulunmaktadır. Arap dünyasının kendi toplumsal gerilimlerini çözmesini olanaklı kılacak fikirlerin bir çerçevesi, ona -ya da ortodoks Müslüman görüşe nazaran, ona gelen vahiyler aracılığıyla- verildi. Bu tür bir çerçevenin verilmesi hem dönemin
    toplumsal sorunlarının temel sebepleri hakkında bir kavrayışı hem de bu kavrayışı, duyanın varlığının en temellerinden harekete geçirecek bir şekilde ifade edecek bir dehayı
    gerektiriyordu. Avrupalı okuyucular Kur’an’dan “ürkebilir” ; fakat Kur’an o günün gereksinimlerine ve koşullarına hayranlık uyandıracak bir şekilde uyuyordu.
    İkincisi Hz. Muhammed’in, bir devlet adamı olarak, bilgeliğidir. Kur’an’da yer edinen kavramsal yapı bir tek bir çerçevedir. Çerçeve, somut siyasalardan ve somut kurumlardan oluşan bir yapıyı desteklemek durumundaydı. Bu kitabın seyri süresince Hz. Muhammed’in ileri görüşlü siyasal stratejisi ve toplumsal reformları hakkında oldukça şey söylendi. Bu konulardaki bilgeliği, Hz. Muhammed’in minik devletinin ölümünden sonrasında dünya imparatorluğuna doğru hızla genişlemesi ve toplumsal kurumlarının birçok değişik ortama uyarlanması ve on üç yüzyıl süresince varlıklarını sürdürmesiyle yayınlandı.
    Üçüncü olarak bir yönetici olarak becerileri ve nezaketi ve yönetimsel ayrıntıların yerine getirilmesinde görevlendirilecek kişilerin seçimindeki bilgeliği yer verilmiştir. Anlamlı kurumlar ve anlamlı bir siyasa, işlerin yönetimi bozuk ve el yordamıyla yapılıyorsa fazla ilerlemeyecektir. Hz. Muhammed
    vefat ettiğinde, kurduğu devlet, “başarıya ulaşmış bir girişim” halindeydi; onun yokluğunun meydana getirmiş olduğu şoka dayanabildi; bu şoktan kendini kurtardığında da sıradışı bir hızla genişledi.
    İnsan, Hz. Muhammed’in ve lslam’ın başlangıç süreci ta­rihçesi üstüne düşündükçe, başarısının büyüklüğü karşısında daha çok hayrete düşüyor. Koşullar ona, oldukça azca ki­şinin haiz olduğu fırsatlar sundu fakat Hz. Muhammed de zamanının tam dengiydi. Eğer onda bu şekilde geleceği görme, devlet adamlığı ve yöneticilik şeklinde becerileri ve bunların ar­kasında, onun Allah’a olan itimatı ve Allah’ın onu gönderdi­ğine dair sarsılmaz inancı olmasaydı, insanlık tarihinin dik­kate kıymet bir kısmı yazılmamış olarak kalacaktı.
  • Kur’an, Hz. Muhammed’in Mekke’deki yaşamımn geri kala­nında, onunla muhalifleri içinde geçen söz ve düşünce savaşını yansıtır. Kur’an hem yeni dini açıklarken, hem de onu savunurken kendisine karşı ileri sürülen itirazi görüşleri de alıntılar.
  • Zeyd’in yokluğunda Hz. Muhammed’in Zeynep’le karşı­laşmasının ve onun fiziki albenisine kapıldığına dair hika­yesine ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Hikaye, en erken tarihindeki kay­naklarda yer almamaktadır. Dahası Zeynep evlendirilmiş olduğu sırada otuz beşinde yada otuz sekizindeydi ki, bu o dönemdeki bir Arap hanımı için ilerlemiş bir yaştı. Hatice hariç Hz. Muham­med’in öteki hanımlarının tümü, onunla evlendikleri sırada daha genç yaştaydılar ve çoğunluğu oldukça daha gençtiler. Zey­nep hala haiz olduğu güzelliği kullanmış olabilir fakat bu hikayenin gerçek bir temeli olsa bile, günümüze kadar ak­tarılırken üstünde bazı değişimler yapıldığı şüphesini ta­şımak gerekir. Daha sonraları Müslümanlar “İslam’da inzi­va yaşamının olmadığını” ve kendi riyazetlerinin çoğu zaman bekarlığı içermediğini ileri sürmekten hoşlandılar. Hz. Muhammed’in hanımlarla münasebetinin boyutları ve roman­tik niteliğiyle övünmek bununla uyumludur. Hatta Hz. Mu­hammed’in dirimselliğinin, bir gecede tüm eşlerini doyum edebilecek kadar kuvvetli olduğuyla bile böbürlenilmişti. Daha ilk bakışta bu evlenmedeki aşk temasını, Hz. Muhammed’in yaşamını özetleyen biyografların hayal güçlerinde geliştirdikle­ri duygusu uyanmaktadır. Elli altı yaşına gelmiş bir insanoğlunun, otuz beş ya da daha yaşlı bir hanıma tutularak duygularına kapılması pek makul değildir.
  • Her şeyden ilkin Yahudi-Hıristiyan tesirinin Hz. Muham­ med’in üstünde ne şekilde etki bıraktığını nazarı itibara al­ mamız gerekir. Kitab-ı Mukaddes ya da öteki Yahudi ve­ ya Hıristiyan kitaplarını okumuş olma ihtimali dışarıda bıra­ kılabilir. Ortodoks lslam tarihyazımında Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediği savunulur fakat bu iddia getirmiş olduğu Kur’an’ın olağanüstü bir şey olduğu zira okuryazar olmayan bir insanoğlunun kendi başına yapabileceği bir şey olmadığı inan­ cını desteklemek maksadına yönelik olduğundan, çağıl Batılı bilginlerce şüpheyle karşılanır. Oysa tam aksine bir­ oldukça Mekkelinin okuyup yazabildiği bilinmektedir ve bu seheple Hz. Muhammed şeklinde etkili bir tacirin bu sanatlar hak­ kında bir şeyler bilmesi gerektiği yönünde bir tahmin ile­ ri sürülür. Bununla birlikte Kur’an’daki Kitab-ı Mukaddes’e ilişkin malzemelerin tertipleniş şekli Hz. Muhammed’in Kitab-ı Mukaddes’i hiçbir süre okumadığını kati kılar. Ayrı­ ca onun herhangi bir başka kitabı okumuş olması da müm­ kün değildir. O halde haiz olduğu Yahudi-Hıristiyan kav­ ramlarına dair her tür informasyon, ona şifahi kültür yardımıyla eriş­miş olmalıdır.
  • İbrahim’in dini İlk olarak hanifiye ya da hanif dini olarak adlandırıldı. Hanif sözcüğü Batılı bilim insanlarınca fazlasıy­la tartışılmıştır. Önceleri Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafın­dan “putperest” için kullanılmış görünür ve ek olarak eski Suri­ye-Arap dininin Helenleştirilmiş (ve felsefi) biçimini benim­seyenleri de ifade ediyordu. İslam öncesi Arabistan’ da her ne kadar tektanrıcılıktan etkilenen insanoğlu bulunuyorsa da ve bunlar sonraki Müslüman yazarlar tarafınca hanifler ola­rak adlandırılsa da, onlar kendileri için bu adı kullanmıyor­muş şeklinde görünür. Kur’an’ da bu kelimeye yeni bir anlam veri­lir ve ne Yahudi ne de Hıristiyan olmayan bir tektanncı kim­se anlamına gelir. Hıristiyanlar bunu “putperest” anlamın­da kullanmaya ve Müslümanları onu kullanarak aşağılama­ya devam etti. Bu durum, kavramın Müslümanların gözün­den düşmesinin sebebi olabilir. Bir süre Müslümanlar “ibrahim’in dinini, hanifi” izlediklerini söylemekten gurur duy­dular. Bununla birlikte, sonunda onlar, “İbrahim’in dini, ha­nif, Müslüman” biçimini tercih etmeye başladılar. Müslü­ man, “teslim olmuş” (şu demek oluyor ki, Allah’a) anlamına gelen, fiilden türetilmiş bir sıfattır. Bunu, İbrahim için kullanmak uygun düşüyordu; zira o, Allah’ın kurban etmesini emrettiği oğ­luyla beraber kendisini (Allah’a) teslim etmişti (Kur’an Saf­fat Süresi, 103) İslam “(Allah’a) teslim olma” anlamında, bu­na karşılık gelen isim fiildir ve bir din için güzel bir isimdir.
  • Çıplak gerçekler hakkında bir münakaşa yoktur fakat gerçeklerin iddiaları doğrulaması o denli kati değildir. Ha ram ayların ihlal edilmesi edimi bir hilekarlık mıydı yoksa putperest dininin bir kısmına haklı bir riayetsizlik mi? Zey­nep’le birlikteliği cinsel arzuların bir ürünü müydü yoksa daha düşük bir etik seviyeye ilişkin istenmeyen bir “evlat edinme” uygulamasına son veren, esas olarak siyasal bir edim miydi? Hz. Muhammed’in aleyhine olan davanın sanıldığından da­ha zayıf bulunduğunu göstermeye kafi gelecek kadar söz edilmişti. Bununla birlikte bu iddiaların tartışılması temel bir so­ruyu gündeme getirir. Hz. Muhammed hakkında iyi mi hü­küm vereceğiz? Kendi zamanının ve yaşamış olduğu bölgenin stan­dartlarına nazaran mi? Yoksa günümüz Batı’sındaki en aydın­lanmış görüşlere nazaran mi? Kaynaklara yakından bakıldığın­ da Hz. Muhammed’in çağıl Batı tarafınca onaylanma­yan edimlerinin çağdaşlarınca etik bakımdan eleştirilme­diği açıktır. Onlar Hz. Muhammed’in bazı faaliyetlerini eleş­tirdi fakat onların motifleri akıldışı önyargılardan ya da bu eylemlerin neticelerinden duydukları korkuydu. Nahle’deki vakaları eleştirdilerse bunun sebebi hakarete uğrayan put­lardan gelecek bir cezadan ya da Mekkelilerin dünyevi inti­kamından korkmalarıydı. Yahudi Kureyza kabilesine uygu­lanan kitlesel idam cezasından şaşkına döndülerse, bu tabiat­bilecek kan davası tehlikesinden ve bunun büyüklüğünden­di. Zeynep’le evlilik aile içi görünmüştü fakat bu aile içi kavramsallaştırması, daha düşük seviyede, birçoklarının baba­sının kati olarak bilinemediği, aile kurumuyla bağlantılıy­dı; ve bu daha aşağı düzey islam tarafınca ortadan kaldırıl­ma sürecindeydi.
    O halde Hz. Muhammed’in yaşamış olduğu devrin bakış açı­sına nazaran hilekarlık ve kösnü düşkünlüğü iddiaları ileri sü­rülemez. Çağdaşları onu hiçbir şekilde etik olarak kusur­lu bulmadı. Aksine çağıl Batılılar tarafınca eleştirilen bazı edimleri, Hz. Muhammed’in zamanına nazaran daha yük­sek standartlara haiz bulunduğunu göstermektedir. Kendi za­manı ve nesli içinde o bir toplumsal reformcuydu; hatta ah­laki alanda bile bir reformcuydu. Her ikisi de daha ilkin var olana nazaran büyük bir gelişme olan, toplumsal güvenliğin yeni bir sistemini ve yeni bir aile yapısını oluşturdu. Göçebele­rin ahlakının en iyi yanlarını alıp bu tarz şeyleri yerleşik topluluk­lara uygulamak suretiyle pek oldukça değişik ırktan insanoğlunun ya­şayabileceği dini ve toplumsal bir çerçeveyi kurumsallaştır­dı. Bu bir hilekarın ya da “yaşlı bir kösnü düşkünü”nün işi değildir.
  • Elli üç yaşındaki bir insanla on yaşlarındaki bir kız arasındaki bu ilişki, kan-koca arasındaki ilişkiden ziyade baba ve kızı arasındaki ilişkiye benzeyen, garip bir ilişki olmalıdır. Elbette 7. yüzyıl Arabistan’ında kızların oldukça daha erken olgunlaştıklarını unutmamak gerek. Evlilikten çocuk­ları yoktu fakat Ayşe’nin, oldukça eşli bir hanede bir kızın mut­lu olmasıyla birlikte mutlu olduğu görülür. Ayşe’nin evliliğinin, Ebubekir ve Hz. Muhammed’i birbirine bağlamak şeklinde siyasal bir sebebinin olduğu açıktır. Ebubekir’in Hz. Muhammed’in baş yardımcısı olması şeklinde; her ne kadar, üç yıl ilkin, Hatice’nin vefatının peşinden otuzlarında Müslüman bir dul olan Sevde’yle evlenmiş olsa da, Ayşe de onun en başta ge­len hanımı oldu.


Hazreti Muhammed İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Eeeeey bazı gerizekalı Müslümanlar, siz kimsiniz yav :): William Montgomery Watt’ın bu kitabını okuduğumda ağzım açık bitirdim. Gerçekten fanatik kaldım Watt’ın araştırmalarına. Herkesin okuması gerektiği bir kitap. Fakat belirtmem gerekir ki kitap yobazları triggerlayabilir. Yobazsan okuma gardaş. Sen git maymuna dönmüş kızı izle. Ya da yalanda Kur ‘an olağanüstü özelliklerine inan. Evren genişliyo falan PUAHAHAHAHAHAHA (Burak Çiçek)

XIX. bidayetinden beridir batı dünyasında İslam medeniyetine dair tedkiklerin başladığı; batılı insanların İslâmiyet hakkında artık daha saydam ve güvenilir informasyon kaynaklarına gereksinim duyduğu görülmektedir. Bu ihtiyacın hasıl olması gene aynı yüzyıl içinde tarih mevzusunun bilimsel bir arka plana oturtulmasından da kaynaklanıyor olabilir. Nitekim Kur’an’ın eleştirel bir bakış açısıyla ilk incelenmeye başlanması Theodor Nöldeke ve şakirdlerinin eseridir. Ondan sonrasında bu sahayı, hocasından oldukça daha uzak görüşlü ve tutarlı olan Ignace Goldziher devralmıştır.
Doğu medeniyetlerine dair batılıların yaptıkları tedkikatları kolay bir oryantalizm olarak adlandırmak Edward Said ile beraber moda oldu. Evet, doğrudur, bu şekilde bir yaklşaım batılı ikinci, üçüncü kalite muharrirlerin eserlerinde sıkça önümüze gelmektedir. Lakin buradan yola çıkıp tüm batıyı ve meydana getirdiklerini görmezden gelmek ”oksidentalizm” şeklindeyeni yeni ifadesini bulmaktadır.
Montgomery Watt, daha evvel yazmış olduğu Hz. Muhammed’in Mekkesi şeklinde eserlerle beraber, şarkiyat topluluğunda ve bilhassa İslâm araştırmaları mütehassıslığında kendi yerini hazırlamış ve yaklaşımını öteki Batılı gözlemcilerden ayırmayı başarmıştır. O, peygamberi gerçek dinin kurucusu olarak görmemekle birlikte, onu büyük bir ahlakçı ve akıllı bir stratejist olarak tanımlamıştır.
Hazreti Muhammed adlı bu yaratı ise ne peygamberin eksiksiz bir biyografisi ne de peygamber ashabının mufassal bir tarihini ihtiva eder. Bu eserde, senelerini İslâm uygarlığına harc etmiş bir âlimin peygamberin hayatında ehemmiyet verdiği noktaları görmüş olacaksınız. Watt, bu eseriyle peygamberin kendisi için ne anlam ifade ettiğini de okuyucuya açıklamaya çalışmıştır. (Furkan Gedik)

Watt , Hz Muhammed’i etik ve toplumsal bir reformcu olarak görüyor.Bu fikir Hz Muhammed’i Vahiy alan bir peygamber olmaktan oldukça, toplumsal bir hareketin herhangi bir liderine indirgiyor.
Klasik Oryantalist bakış açısını benimseyen , yerli tarihselciler Batının piçleridir. Piç kelimesini kendi terminolojimde köksüzlük olarak yorumluyorum.
Halit Aslan (Halit aslan)


Hazreti Muhammed PDF indirme linki var mı?


W. Montgomery Watt – Hazreti Muhammed kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Hazreti Muhammed PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı W. Montgomery Watt Kimdir?

1909’da İskoçya’da dünyaya geldi. Edinburgh, Jena ve Oxford’da eğitim görmüş oldu. Edinburg Üniversitesi’nde antik felsefe ve Arapça dersleri verdi. 1964’te profesör olduktan sonrasında İslâm araştırmalarına ağırlık verdi. İslâm zamanı, Hz. Muhammed’in yaşamı ve Avrupa’da İslâm tesiri üstüne eserleri vardır. 2006’da öldü.


W. Montgomery Watt Kitapları – Eserleri

  • Hazreti Muhammed
  • İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri
  • İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi
  • Hz. Muhammed Mekke’de
  • Endülüs Tarihi
  • Hz. Muhammed’in Mekkesi
  • İslâmî Harekeler ve Modernlik
  • Hz. Muhammed Medine’de
  • Kur’an’a Giriş
  • Dinlerde Hakikat
  • İslam Felsefesi Ve Kelamı
  • Günümüzde İslam ve Hristiyanlık
  • Müslüman-Hristiyan Diyaloğu
  • Müslüman Aydın
  • İslam’da Siyasal Düşüncenin Oluşumu
  • İslamın İlk Dönemlerinde Hür İrade ve Kader


W. Montgomery Watt Alıntıları – Sözleri

  • İlk yıllarda cihat Müslümanlarla ittifak içinde olmayan komşu pagan kabileleri hedef aldı fakat zaman içinde bu kabilelerin bir çok Müslümanların saldırılarından korunmanın en kolay yolunun İslam’ı benimsemek ve konfederasyona katılmak bulunduğunu anladılar. (İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi)
  • Zamana ve zemine ilişkin koşullar Hz. Muhammed’in lehineydi. Çeşitli güçler bir araya gelmiş olarak, onun başyapıtı ve İslam’ın izleyen genişlemesi için sahneyi kurdu. Mekke ve Medine’de toplumsal huzursuzluk, tek tanrıcılığa yönelik hareket, Suriye’de ve Mısır’da Helenizme karşı tepki, Fars ve Bizans imparatorluklarında gerileme vardı ve göçebe Araplar giderek artan bir seviyede çevrelerindeki yerleşim alanlarındaki yağma fırsatlarının farkına varmaktaydılar. Fakat bu güçler ve bunlara eklenebilecek bunlar şeklinde olan ötekiler, ne Emeviler olarak malum imparatorluğun yükselişini ne de lslam’ın bir dünya dinine dönüşmesini kendi başlarına açıklayamaz. Arapların yayılmasının ve İslami topluluğun büyümesi mevzusunda kaçınılmaz ve otomatik olan hiçbir şey yoktur. Hz. Muhammed’de niteliklerin dikkate kıymet bir birleşimi olmaksızın genişlemenin olması mümkün değildir ve Arapların askeri potansiyeli kendisini, Suriye ve Irak’a yönelik olan ve kalıcı hiçbir netice doğurmayan seferlerde kolayca tüketebilirdi. Bu nitelikler üç gruba ayrılmaktadır.
    İlk sırada Hz. Muhammed’de geleceği görme bulunmaktadır. Arap dünyasının kendi toplumsal gerilimlerini çözmesini olanaklı kılacak fikirlerin bir çerçevesi, ona -ya da ortodoks Müslüman görüşe nazaran, ona gelen vahiyler aracılığıyla- verildi. Bu tür bir çerçevenin verilmesi hem dönemin
    toplumsal sorunlarının temel sebepleri hakkında bir kavrayışı hem de bu kavrayışı, duyanın varlığının en temellerinden harekete geçirecek bir şekilde ifade edecek bir dehayı
    gerektiriyordu. Avrupalı okuyucular Kur’an’dan “ürkebilir” ; fakat Kur’an o günün gereksinimlerine ve koşullarına hayranlık uyandıracak bir şekilde uyuyordu.
    İkincisi Hz. Muhammed’in, bir devlet adamı olarak, bilgeliğidir. Kur’an’da yer edinen kavramsal yapı bir tek bir çerçevedir. Çerçeve, somut siyasalardan ve somut kurumlardan oluşan bir yapıyı desteklemek durumundaydı. Bu kitabın seyri süresince Hz. Muhammed’in ileri görüşlü siyasal stratejisi ve toplumsal reformları hakkında oldukça şey söylendi. Bu konulardaki bilgeliği, Hz. Muhammed’in minik devletinin ölümünden sonrasında dünya imparatorluğuna doğru hızla genişlemesi ve toplumsal kurumlarının birçok değişik ortama uyarlanması ve on üç yüzyıl süresince varlıklarını sürdürmesiyle yayınlandı.
    Üçüncü olarak bir yönetici olarak becerileri ve nezaketi ve yönetimsel ayrıntıların yerine getirilmesinde görevlendirilecek kişilerin seçimindeki bilgeliği yer verilmiştir. Anlamlı kurumlar ve anlamlı bir siyasa, işlerin yönetimi bozuk ve el yordamıyla yapılıyorsa fazla ilerlemeyecektir. Hz. Muhammed
    vefat ettiğinde, kurduğu devlet, “başarıya ulaşmış bir girişim” halindeydi; onun yokluğunun meydana getirmiş olduğu şoka dayanabildi; bu şoktan kendini kurtardığında da sıradışı bir hızla genişledi.
    İnsan, Hz. Muhammed’in ve lslam’ın başlangıç süreci ta­rihçesi üstüne düşündükçe, başarısının büyüklüğü karşısında daha çok hayrete düşüyor. Koşullar ona, oldukça azca ki­şinin haiz olduğu fırsatlar sundu fakat Hz. Muhammed de zamanının tam dengiydi. Eğer onda bu şekilde geleceği görme, devlet adamlığı ve yöneticilik şeklinde becerileri ve bunların ar­kasında, onun Allah’a olan itimatı ve Allah’ın onu gönderdi­ğine dair sarsılmaz inancı olmasaydı, insanlık tarihinin dik­kate kıymet bir kısmı yazılmamış olarak kalacaktı. (Hazreti Muhammed)
  • Eski düşünsel geleneklerde eğitim görmüş insanoğlu, Müslüman olduklarında, kendi düşüncelerinde eski bilgilerini Kuran araştırmalarıyla kaynaştırmak zorundaydılar. Onların katkıları genel İslami fikir akımına dahil oldu ve böylelikle özerk bir İslam kültürü biçimlendi. (İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi)
  • Her şeyden ilkin Yahudi-Hıristiyan tesirinin Hz. Muham­ med’in üstünde ne şekilde etki bıraktığını nazarı itibara al­ mamız gerekir. Kitab-ı Mukaddes ya da öteki Yahudi ve­ ya Hıristiyan kitaplarını okumuş olma ihtimali dışarıda bıra­ kılabilir. Ortodoks lslam tarihyazımında Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediği savunulur fakat bu iddia getirmiş olduğu Kur’an’ın olağanüstü bir şey olduğu zira okuryazar olmayan bir insanoğlunun kendi başına yapabileceği bir şey olmadığı inan­ cını desteklemek maksadına yönelik olduğundan, çağıl Batılı bilginlerce şüpheyle karşılanır. Oysa tam aksine bir­ oldukça Mekkelinin okuyup yazabildiği bilinmektedir ve bu seheple Hz. Muhammed şeklinde etkili bir tacirin bu sanatlar hak­ kında bir şeyler bilmesi gerektiği yönünde bir tahmin ile­ ri sürülür. Bununla birlikte Kur’an’daki Kitab-ı Mukaddes’e ilişkin malzemelerin tertipleniş şekli Hz. Muhammed’in Kitab-ı Mukaddes’i hiçbir süre okumadığını kati kılar. Ayrı­ ca onun herhangi bir başka kitabı okumuş olması da müm­ kün değildir. O halde haiz olduğu Yahudi-Hıristiyan kav­ ramlarına dair her tür informasyon, ona şifahi kültür yardımıyla eriş­miş olmalıdır. (Hazreti Muhammed)
  • Çıplak gerçekler hakkında bir münakaşa yoktur fakat gerçeklerin iddiaları doğrulaması o denli kati değildir. Ha ram ayların ihlal edilmesi edimi bir hilekarlık mıydı yoksa putperest dininin bir kısmına haklı bir riayetsizlik mi? Zey­nep’le birlikteliği cinsel arzuların bir ürünü müydü yoksa daha düşük bir etik seviyeye ilişkin istenmeyen bir “evlat edinme” uygulamasına son veren, esas olarak siyasal bir edim miydi? Hz. Muhammed’in aleyhine olan davanın sanıldığından da­ha zayıf bulunduğunu göstermeye kafi gelecek kadar söz edilmişti. Bununla birlikte bu iddiaların tartışılması temel bir so­ruyu gündeme getirir. Hz. Muhammed hakkında iyi mi hü­küm vereceğiz? Kendi zamanının ve yaşamış olduğu bölgenin stan­dartlarına nazaran mi? Yoksa günümüz Batı’sındaki en aydın­lanmış görüşlere nazaran mi? Kaynaklara yakından bakıldığın­ da Hz. Muhammed’in çağıl Batı tarafınca onaylanma­yan edimlerinin çağdaşlarınca etik bakımdan eleştirilme­diği açıktır. Onlar Hz. Muhammed’in bazı faaliyetlerini eleş­tirdi fakat onların motifleri akıldışı önyargılardan ya da bu eylemlerin neticelerinden duydukları korkuydu. Nahle’deki vakaları eleştirdilerse bunun sebebi hakarete uğrayan put­lardan gelecek bir cezadan ya da Mekkelilerin dünyevi inti­kamından korkmalarıydı. Yahudi Kureyza kabilesine uygu­lanan kitlesel idam cezasından şaşkına döndülerse, bu tabiat­bilecek kan davası tehlikesinden ve bunun büyüklüğünden­di. Zeynep’le evlilik aile içi görünmüştü fakat bu aile içi kavramsallaştırması, daha düşük seviyede, birçoklarının baba­sının kati olarak bilinemediği, aile kurumuyla bağlantılıy­dı; ve bu daha aşağı düzey islam tarafınca ortadan kaldırıl­ma sürecindeydi.
    O halde Hz. Muhammed’in yaşamış olduğu devrin bakış açı­sına nazaran hilekarlık ve kösnü düşkünlüğü iddiaları ileri sü­rülemez. Çağdaşları onu hiçbir şekilde etik olarak kusur­lu bulmadı. Aksine çağıl Batılılar tarafınca eleştirilen bazı edimleri, Hz. Muhammed’in zamanına nazaran daha yük­sek standartlara haiz bulunduğunu göstermektedir. Kendi za­manı ve nesli içinde o bir toplumsal reformcuydu; hatta ah­laki alanda bile bir reformcuydu. Her ikisi de daha ilkin var olana nazaran büyük bir gelişme olan, toplumsal güvenliğin yeni bir sistemini ve yeni bir aile yapısını oluşturdu. Göçebele­rin ahlakının en iyi yanlarını alıp bu tarz şeyleri yerleşik topluluk­lara uygulamak suretiyle pek oldukça değişik ırktan insanoğlunun ya­şayabileceği dini ve toplumsal bir çerçeveyi kurumsallaştır­dı. Bu bir hilekarın ya da “yaşlı bir kösnü düşkünü”nün işi değildir. (Hazreti Muhammed)
  • Emeviler bilfiil İslam’ı yaşıyorlardı, fakat İslam dini ve şer’î hukukun temsilcilerine Abbasîler şeklinde saygı göstermiyorlardı. (Endülüs Tarihi)
  • Scylla, tüm dini düşüncelerin illüzyon ya da hata olduğu çağıl bilimsel ya da daha ziyade meta-bilimsel görüştür. (Dinlerde Hakikat)
  • Öte taraftan bedeviler, gerek Muhammed hayattayken gerekse daha sonraki zamanlarda pek öyleki dindar Müslümanlar olmadılar. (İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi)
  • Araplar İber Yarımadası’ndaki yeni topraklarını “Endülüs” şeklinde isimlendirdiler. Kelimenin, Vandal istilacıların isminden türeyen “Vandalicia”nın bozulmuş hali olduğu düşünülmektedir. (Endülüs Tarihi)
  • Berberîlerin tamamı Müslümandı. Hiç kuşkusuz atalarından bazıları Arap fetihlerine katılıp ganimet elde etmek maksadıyla Müslüman olmuşlardı. (Endülüs Tarihi)
  • Kuran insana, içinde bulunmuş olduğu ortamda, dikkatsizlik etmiş olduğu faktörlerin bulunduğunu hatırlatır. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Ortaçağ Hıristiyan yazarlarının yarattıkları, birçok bakımdan karacılık durumunda olan bir İslam imgesi bir sure için kabul gördüyse de, düşünürlerin son yüzyıldaki çabaları yardımıyla batılıların zihinlerinde artık daha nesnel bir fotoğraf biçimleniyor. (İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi)
  • “Bugün tek dünya dönemine girerken bu yanlış vurguyu düzeltmek ve Arap ile İslam dünyasına olan bütün borcumuzu kabul etmek biz Batı Avrupalılarının önemli bir görevidir.” (İslam’ın Ortaçağ Avrupası Üstüne Etkisi)
  • “Bir kez yanlış bir takdim ya da çarpıtılmış bir görüntü, tüm bir kültürel cemaatin genel bakış açısına kati ola­rak yerleştiğinde, onu değişiklik yapmak zor olsa gerek. Yeni nesil bilim adamları, eski algılayışı kabul edenler tarafınca yetiştiri­lirler; onlar yeni gerçekler bulduklarında bile, bu tarz şeyleri hala o eski algılayışa uydururlar. Yalnızca çelişkiler ciddi olma­ya başladıklarında, bilim adamları eski algılayışları düzelt­meyi düşünmeye başlarlar”. (Müslüman-Hristiyan Diyaloğu)
  • Şükrün zıddı olan davranış…tağa ve istiğna kelimeleriyle belirtilmektedir. Tağa kelimesinin esas anlamı , onun (şu demek oluyor ki sel yada su) miktar olarak olağan sınırı aşacak seviyede yükselmesidir. O halde, mecazi olarak, sınırları aşan küstah anlamına gelmektedir; bununla, engellere aldırmaksızın, bilhassa de dini ve etik mülahazalara aldırmaksızın ısrar eden, kendisini durduracak hiçbir şeye hoşgörme etmeyen ve kendi gücüne sınırsız itimat duyan kimsenin kast edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Kur’an’da bu kelimeye, çoğu zaman küstahlaşmak ya da küstahça hareket etmek şeklinde anlam verilebilir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Gazzali muhtemelen, Felasif e’nin yıkıcı bir eleştirisini or­taya koymakla beraber, felsefeyi reddetmekten de oldukça uzak­tı. Gerçekte, onun en azından kısmen gerçekleştirdiği, felsefenin Kelam’a uygulanmasıydı. (Müslüman-Hristiyan Diyaloğu)
  • Hira’ya gidiş şu demek oluyor ki tehannüsün…tam anlamı ve kökeni belirsizdir. Belki de bu konudaki en iyi görüş, kelimenin Allah rızası için meydana getirilen dualar anlamına gelen İbranice tehinnöt yada tehinnöth kelimelerinden geldiğini söyleyen H. Hirschfeld’in görüşüdür. Bununla beraber, söz konusu anlam, kelimenin Arapça kökünden etkilenmiş olabilir. Hins kelimesi, yeminin bozulması yada yerine getirilememesi ve dolayısıyla da daha genel olarak günah anlama gelir; netice olarak, tehannüsün de günah yada suçtan kaçınmak için bir şeyler yapmak anlamına geldiği söylenmektedir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Kuşku yok ki , aslolan vahiy şekilleri Şura suresinde zikredilen türlerdir: Allah’ın, bir insanla, vahiy suretiyle yada perde arkasından ya da izniyle dilediğini vahyeden bir elçi göndermesi haricinde hitabı söz konusu olmaz…Dolayısıyla ilk biçim Allah’ın vahiy yöntemiyle konuşmasıdır. Doğrudan sözlü aktarım şeklinde vahyetme anlamının uygun olmadığı yerlerde, vahiy kelimesi, isim olan vahiy ve eylem olan evha şeklinde Kuran’da sık sık geçmektedir. Richard Bell bu kullanımları incelemiş ve Kuran’ın ilk bölümlerinin asla birisinde vahyin, bir vahiy metninin sözlü aktarımı anlamına gelmediği, kişinin kendisinin dışından zihnine geldiği anlaşılan bir telkin/işaret, fısıldama yada esin olduğu sonucuna varmıştır. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Seküler şahıs, Hz. Muhammed’in, kendi sürecinin temel sorunlarının çözümünü elde eden düşüncelere tesadüfen yada ikincil sebeplerle rastladığını söyleyecektir; oysa bu inandırıcı değildir. (Hz. Muhammed Mekke’de)
  • Dünyadaki büyük insanoğlu içinde hiçbiri Hz. Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır. (Hazreti Muhammed)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş