Eğitim

Marifetname – Salih Mirzabeyoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Marifetname – Salih Mirzabeyoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Marifetname kimin eseri? Marifetname kitabının yazarı kimdir? Marifetname konusu ve anafikri nedir? Marifetname kitabı ne konu alıyor? Marifetname PDF indirme linki var mı? Marifetname kitabının yazarı Salih Mirzabeyoğlu kimdir? İşte Marifetname kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Salih Mirzabeyoğlu

Yayın Evi: İBDA Yayınları

İSBN: Yok

Sayfa Sayısı: 352


Marifetname Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

‘Ön kapakta bulunan ve kökünde bulunduğum mânâyı işaretleyen ithaf, yalnız söylediklerimi değil, eserler boyu söyleyeceklerimi de izaha yeter!..

İBDA’cıların tümdengelim ve tümevarım yöntemiyle meseleler içinde başvuracakları bu eseri, ‘ortak bellek’ olarak takdim ediyorum… 

Yani, yalnız yazmak ve anlatmak değil, yazdırmak ve anlattırmak sevdasiyle, dışa açılışın ipuçlarını vermek, görüp tanımaya misâl olmak…


Marifetname Alıntıları – Sözleri

  • Ne aşkınız aşka, ne hırslarınız hırsa, ne gamınız gama, ne neşeniz neşeye benziyor; dostlukta hodbin, kinde korkak ve fedâkarlıkta gösterişçisiniz!
  • Görünüşte nazik olan aşk, iyi mi da zalim oluyor denenince..
  • Okuyacağınız yazarı, arkadaşınızı seçermiş şeklinde seçin.
  • Niçin bazı seneler o denli kısa oldukları hâlde hatırada uzundur..
  • “Onun kapısına toprağına, kalbinin başına koymak suretiyle secde et; bu kalb işidir, alın işi değildir!”
  • Ölmemek insanoğlu için bir felakettir: Başak için sararıp olgunlaşmamak ve biçilmemek ne ise, Âdem oğlu içinde ölmemek odur. 
  • Kendi nefsine tutsak olanlar, hürriyetten bahsedemezler.
  • Okuyacağınız yazarları, arkadaşlarınızı seçermiş şeklinde seçin.
  • “Aşkla dolu bir kalb, içindekileri dökmek ve bir dosta açılmak ihtiyacındadır.”
  • Bu yaşam yalancı değil, sahicinin habercisidir.


Marifetname İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Nasıl, ölmemek için ölmek, ölmeden ölmek lâzımsa, yanlışa düşmemek için de susmak, düşünerek susmak gerek…
yazar/i1030 / kitap/kitap–51174 / NOKTA – NOKTA (giryanı mecruh)

Sayfa 195;
Bizi asla tanımadan hakkımızda fena düşünenler, bizlere haksızlık etmiş sayılmazlar. Bize değil, kafalarındaki hayalete saldırıyorlar bundan dolayı.
Şehid Kumandan Salih Mirzabeyoğlu (Hamza)

“Bize uygun olan her söz, bizim sözümüzdür!” kumandan nam-ı öteki İBDA mimarı Salih Mirzabeyoğlu’ nun başucu eserlerinden bir tanesi.
İBDA’cıların tümdengelim ve tümevarım yöntemiyle başvuracakları bu eseri “ortak bellek” olarak takdim eden Mirzabeyoğlu, eserini kaleme alış sebebini de şöyleki izah ediyor:
Yâni yalnız yazmak ve anlatmak değil, yazdırmak ve anlattırmak sevdasıyla, dışa açılışın vermek, görüp tanımaya misâl olmak.
Doğudan Batıdan yüzlerce düşünce mahsulü (cümleler, paragraflar, aforizmalar) süzgeçten geçirip istifademize sunmuş Merhum Kumandan.
Kendisinde mücerret düşünce istidadının olup olmadığını kontrol etmek isteyenler bu eseri okumalılar. Şiddetle tavsiye olunur. (vaqqas vakur)


Marifetname PDF indirme linki var mı?


Salih Mirzabeyoğlu – Marifetname kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Marifetname PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Salih Mirzabeyoğlu Kimdir?

Salih Mirzabeyoğlu ya da gerçek adıyla Salih İzzet Erdiş ( 10 Mayıs 1950; Erzincan, Türkiye – 16 Mayıs 2018; İstanbul, Türkiye), İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA/C) örgütü lideri olmakla suçlanıp yaşam boyu hapse mahkûm olan 22 Temmuz 2014’te tekrardan yargılama talebi kabul edilerek tahliye olan Kürt asıllı Türk ozan, yazar.

Salih Mirzabeyoğlu, Erzincan’da dünyaya geldi. İlkokulu 1965 senesinde Eskikent’de Fatih İlkokulu’nda, ortaokulu 1968 senesinde Mehmetçik Ortaokulu’nda tamamladı. Yazı ve şiirleri lise yıllarında Babıali’de Sabah gazetesinde yayımlanmaya başladı. 15 yaşlarında Necip Fazıl Kısakürek ile karşılaştı ve Nakşibendî tarikatına katıldı.

Mirzabeyoğlu’nun adı 1970’lerde duyulmaya başladı. İslâmî gençlik hareketlerinden kabul edilen Akıncılar’ın kurucusuydu. Gençliğinden itibaren “Millî Görüş” gömleğini üzerine giymişti. Salih Mirzabeyoğlu’nun genç yaşına karşın sözüne saygınlık ediliyordu. Konferanslar veriyor, çevresinde gençler toplanıyordu.

Akıncılar Derneği’nin politikalarının savunulduğu Gölge ve Akıncı Güç şeklinde dergileri çıkarttı.

1975’te Gölge dergisini çıkarttı ve ilk kere Mirzabeyoğlu soyadını orada kullandı. 12 Eylül Darbesi’nde sağ kesimin istismar edilen adları içinde öne çıktı. Diğer siyâsî suçlular şeklinde Sıkı Yönetim İdaresi tarafınca hakkında tutuklama sonucu çıkartıldı fakat bu süreçte tutuklanamadı. 1984 yılından itibaren yazı hayatına ve Büyük Doğu ve İBDA-C hareketindeki faaliyetlerine ağırlık verdi.

1991 senesinde Körfez Savaşı’nın akabinde oluşan siyasal atmosfer içinde tutuklandı.

İstanbul 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM), 1999 senesinde İBDA-C lideri Salih İzzet Erdiş’i (Salih Mirzabeyoğlu) “Anayasal düzeni tabanca diretmesiyle değiştirmeye kalkışmak” suçundan, eski TCK’nın 146/1. maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı. Erdiş hakkında verilen idam cezası, 23 Eylül 2002 tarihinde uyarlama yapılarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.

2014 senesinde tekrardan yargılanma talebi mahkeme tarafınca kabule kıymet görüldü ve Bolu F Tipi Cezaevi’nden tahliye edildi.

2018 senesinde beyin kanaması sebebiyle Yalova Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. 7 Mayıs’ta beyin ölümü gerçekleşen, ondan sonra İstanbul’daki Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne nakledilen Mirzabeyoğlu, 16 Mayıs 2018’de 68 yaşlarında yaşamını yitirdi.


Salih Mirzabeyoğlu Kitapları – Eserleri

  • Yaşamayı Deneme
  • İstikbal İslamındır
  • İdeolocya ve İhtilal
  • Tüm Fikrin Gerekliliği
  • Necip Fazıl’la Başbaşa
  • Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı
  • İbda Diyalektiği
  • Anafor
  • Kültür Davamız
  • Başyücelik Devleti
  • İslama Muhatap Anlayış
  • Yağmurcu
  • Gölgeler
  • Telegram
  • Aydınlık Savaşçıları
  • İşkence
  • Tarihten Bir Yaprak
  • Üç Işık
  • İnsan Erkek ve Kadın
  • Adımlar
  • Damlaya Damlaya
  • Dil ve Anlayış
  • Marifetname
  • Münşeat
  • Kayan Yıldız Sırrı
  • Kökler
  • Hikemiyat
  • Müjdelerin Müjdesi
  • Büyük Muztaribler 1
  • Anafor “Kalemin Yaz Dediği”
  • Hukuk Edebiyatı
  • Hakikat-i Ferdiyye -Çöle İnen Nur-
  • Şiir Ve Sanat Hikemiyatı
  • Parakuta
  • Tilki Günlüğü 1
  • İman ve Tefekkür
  • İktisat ve Ahlak
  • Büyük Muztaribler 2
  • Elif “Resim Redd Kökündendir”
  • Büyük Muztaribler 4
  • Büyük Muztaribler 3
  • Madde Nedir?
  • Hırka-i Tecrid
  • Berzah
  • Sefine
  • Tilki Günlüğü 4
  • Tilki Günlüğü – 2
  • Esatir ve Mitoloji Güneş ve Ay
  • İnsan – Büyük Doğu İBDA (Cilt 1)
  • Tilki Günlüğü 3
  • Ölüm Odası – B-Yedi / Matla Beyitler
  • Ölüm Odası – B Yedi / Tarih
  • Tilki Günlüğü – 5
  • Kavgam-2
  • Kavgam – 1
  • Ölüm Odası b-yedi Nedim-i Kadim
  • Üç Işık
  • Tilki Günlüğü – 6
  • Erkam
  • Büyük Doğu İBDA (Cilt 2)
  • Furkan / Lugat-ı Salihun
  • Ölüm Odası: Nedim-i Kadîm


Salih Mirzabeyoğlu Alıntıları – Sözleri

  • Gerçekten mühim olan bir tek felsefe meselesi vardır; intihar. Hayatın yaşanmaya değip değmediği hususunda bir hükme varmak, felsefenin temel sorusuna karşılık vermektir. (Telegram)
  • Aynı vagonda, ayrı istikametlere giden insanlık… Aynı gayelilik yolunda süzülen, kâinat treni… (Gölgeler)
  • Tarafımız ne şu, ne bu, yalnız İslâmdır!.. (Adımlar)
  • Acaba Türkiye’deki İnsan Hakları ihlâlleriyle bunca meşgul devletler, Bosna’da ve Çeçenistan’da olup bitenler karşısında niçin bu kadar ilgisizdirler? (Başyücelik Devleti)
  • Dedi ki:
    —“Kelâm, süngü ve mızraktan daha tesirlidir….” (Kökler)
  • Ham film… dışarıdan gelir.
    Alıcı,verici makineler… dışarıdan gelir.
    Lâboratuar malzemesi… dışarıdan gelir.
    Senaryo… ecnebi filmlerden aparılır.
    Sanatkâr… yabancı artistlere özenir.
    Ve:
    İşbu filmin yalnız seyircisi yerlidir.O da tam değil… (İktisat ve Ahlak)
  • Karşısındakinin yanlışını göstermekle kendi doğrularını bulabileceklerini sananlar, düşünce sahibi olmak ve gerçeği bulmak bir yana, başka alternatif getiremediklerinden dolayı, yanlış da olsa karşı düşünceyi tersinden yaşatanlardır. (Kültür Davamız)
  • – ” (…) Ruh, sadece kılığına büründüğü şeylere âit görünüş hususiyetlerine gore anlaşılır ve kendi öz zâtı bilinmeyen kalır; bu husus, “ruhtan size çok az şey bildirildi” meâlindeki âyetle durağan(durgun)…
    Büyükler belirtmişlerdir ki, ruha âit hakikatin bilinememesinde, İlâhî sır karşısında insan idrakindeki aczin belirmesine dair bir hikmet vardır; ve buna benzetme edilirse, İlâhî hakikati idrakte acz zarurî olmak lâzım gelir ve en üstün algı budur…” (Sefine)
  • “ne uzlaşma, ne teslim
    ne hiçlik
    yalnız mutlak fikirde birlik
    yalnız mutlak fikrin iktidarı” (Aydınlık Savaşçıları)
  • Allah’ın lâneti, İslâm’ın cihat emrini reddedenlerin, cihâdı baltalamaya çalışanların, İslâm’ı sövgü düzeninin çeşnisi bir acube hâline sokmaya çalışanların ve tüm bu tarz şeyleri İslâm’ın hoşgörüsü olarak sunmaya yeltenenlerin üzerine olsun!.. (İbda Diyalektiği)
  • Zira insan, hakikati arar ve onun düzeninin hasretini duyarken, yaradılışında kendisine biçilen “hakikati” dikkatsizlik etmektedir. (Tüm Fikrin Gerekliliği)
  • – ” (…) “Velilik bir mecburiyettir!” diyen Batılı yazarın, aklî planda mecburiyeti kabul ederken, gene aklî plandan da olsa işaret etmesi ihtiyaç duyulan hakikati, adresi gösterememesi…
    Batılı, metodik düşünme ve kılı kırk yarma hususunda bir mükemmel; fakat havada kalmaya mahkûm…” (Berzah)
  • – ” (…) Atom altı parçacıklar yaşamına âit hakikatlerle uğraşırken, günlük yaşam-tabiî yaşam dediğimiz dünyamıza âit hakikatlerle alâkamızı kopartmamak gereği. Ki, “hâdiseye yanaşan insan şuuru” dediğimiz dava, atom altı parçacıklar dünyasında oldukça daha derin olarak, tecrübede insanoğlunun etken olarak direkt doğruya müdahil unsur rolünü gösteriyor; orada, eşyayı, birebir bizimle ilgili, bizlerden bağımsız genel geçerli bir hakikat olarak ele alınamaz niteliğiyle farkediyoruz. Besbelli ki, iş bizi de aşan bir müessire doğru gidiyor; öyleyse ikimiz de istidatlarımızla “eşyanın hakikati” işinin içindeyiz. Tecrübede insanoğlunun müdahil-bağımlı görevi, bunu gösteriyor. Bu sorun, ruh ve akıl, ruh ve nefs, ruh ve madde şeklinde karşıtlıklarda, akıl-nefs-madde’nin üstüste gelen kavramlar oluşunda görülüyor (Madde Nedir?)
  • Ne aşkınız aşka, ne hırslarınız hırsa, ne gamınız gama, ne neşeniz neşeye benziyor; dostlukta hodbin, kinde korkak ve fedâkarlıkta gösterişçisiniz! (Marifetname)
  • – ” (…) “Bizi kulluktan çıkarıp, kişi (ferd) icra eden Cumhuriyet” cinsinden salak ifâdelerin, İslâm bir yana, mücerret düşünce edebiyatı içinde de yerinin olmadığı, üstünde durduğumuz meselelerden anlaşılmıyor mu? Güya “kulluk” kelimesinin düşüklük mânâsına nisbetle bir hörölenme ve şahsiyet edâsında olduklarını sanan bu hödükler, “şahsiyet”in “abid”likten doğan bir “acı çekme ve muzdarip olma” mânâsını, ilim edinmenin de bu mânâyla ayniyetini biliyorlar mı? Batı felsefesinde, müstakil bir “varlık” ve “varoluş” ekolü olan “Personalizm-şahsiyetçilik” davasını, meselelerini? Hayata dair ne biliyorsunuz ki ki, yaşamın tertibine dair fikriniz (!) bir mânâ ifâde etsin?
    “Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu!” çığlığı bir şey diyebilir mi size? Aleks Carrell?” (Büyük Muztaribler 2)
  • – ” (…) Husserl: Kendime baktığım süre, bazı bilgiler görüyorum, sezgilerim var ve bunun yanında şüpheler, kuşkular…
    Bilgilerimle ve hayâllerimin gerektirdiği davranışlarla yaşıyorum; bir bakıma, tüm bunların ortasında kendimi yitirmişim. Bilgilerimin, hayâllerimin ve davranışlarımın haricinde acaba ben neyim? Özümün saf bilgisine, mutlak hakikate varabilmek için tüm bilgilerimi, hayâllerimi, davranışlarımı unutmam gerek; kendimi araştırırken, bende ve çevremde ne var ise, bir çantaya koyup ortadan kaldıracağım, tüm verilmişlerden soyunacağım.
    Böylece, asla kuşkuya kapılmaksızın mutlak olarak var diyebileceğim biricik varlığı, “ben”imi inceleyip tasvir edebileceğim. Bu ruhsal bir araştırma değildir, bundan dolayı psikoloji beni bilgilerim-hayâllerim-davranışlarımla beraber ele alır; oysa ben, tüm bunlardan soyunuyor ve yalnız bir fenomen olarak kalıyorum. O hâlde yapacağım bu araştırma, fenomenolojik bir araştırma; kendimi bir fenomen-görünen olarak inceleyeceğim ve tasvir edeceğim. Kendimdeki ve çevremdeki her şeyi paranteze alınca (ortadan kaldırınca), ortada mutlak ben kalıyorum. Kendimden başka hiçbir şeyin şuuruna varamam ve kâinatı kavramak istiyorsam ilkin kendimi anlamalıyım; kaldı ki kendimden başka hiçbir şeyi kavrayacak durumda da değilim. (Husserl’e gore, buradaki öncelik bir süre önceliği değil, bir fikir düzeni önceliğidir; bundan dolayı süre da paranteze alınmıştır.) Kendimi kavramam için bir bilinç faaliyeti gerçekleştirmeliyim. Ben’im için kendimi belli eden tek şey vücudumdur; vücudum tüm nesneler içinde “ben” e en yakın biricik nesnedir. Peki vücudum ne türlü bir nesnedir? Dıştan bakıyorum, gördüğüm bir cisimdir; içten bakıyorum gördüğüm bir organdır, cisimden bambaşka bir şey olan canlı bir organizmadır. Demek ki, vücudum, hem cansız bir cisim, hem de canlı bir organizmadır; başka bir ifâdeyle, canlı organizmam cansız bir cisimli bir şeydir. Bu bir ikilik değil, tekliktir. Organizmalılık ile cisimlilik, vücutta beraber vardır: Ben vücutlu-ruhlu bir bütünüm, vücudumu ruhumdan ve ruhumu vücudumdan atamam, her ikisini de beraberlik içinde taşımak zorundayım, bundan dolayı ben sadece böylelikle ben’im. Ben, müşahhas psiko-fizik bir bütünüm; bir cisim (madde) olan vücudumun hem de algı-idrak organı olması, vücudumun kendi kendine verilişini de açıklamaktadır. Ben, başkalarını algı ettiğim şeklinde, kendi kendimi de algı etmekteyim: Sol elim fail olur ve sağ el nesnemi algılar. Vücudum yalnız bir idrak organı değil, hem de hür olarak kullandığım bir irade organıdır…
    “Ben”i, vücudumda emreden bir varlık olarak yaşarım, her şeyi vücudumla denerim ve kâinata vücudumla açılırım; ruhu ve maddesiyle vücudum, ölçümdür ve çevreye dair her şey-bilgiler-hayâller ve davranışlar onunla mânâ kazanırlar…
    Uzak ona gore, yakın ona gore, sağ ona gore, sol ona gore, ötesi ona gore, berisi ona gore. Bana verilen her şey vücudumla verilir, daha doğrusu her şeyle beraber bana vücudum da verilir. Başkayı bilebilmek için, “ben”i bilmek zorundayım. (Husserl, böylece tüm nesneleri ve küllî oluşları insan şuuruna bağlamakta, ferdi insan şuuruyla özdeşleştirmektedir) Kendi “ben”imden başkasının “ben”ine iyi mi geçebilirim? Başka “ben”, bana direnebilen “ben”dir. Başkasının vücudunun, sadece kendi vücudumla mânâ kazanabileceğini öğrenmiş bulunuyorum ve başkasını sadece kendi vücuduma dayanarak algı edebilirim. (Husserl buna, “mânâ aktarması” diyor; ona gore data, nesneye yönelen failin şuurudur.) Ama başkasının vücudunu, kendi vücudum olarak değil, başkasını vücudu olarak algı edebilirim: İkisi arasındaki benzerlik’ten dolayı, kendi vücudumdan aldığım vücut anlamını, başkasının vücuduna aktarırım. Başka vücudun benim için başkasının vücudu olarak varolabilmesi, kendi vücudumun örnek olmasıyla mümkündür. Kendi vücuduma bakarak başka vücudun ne işe yaradığını bilebilirim; aktarma ve tedâîyle… Bu tedâî, nesnelerden birinin kayarak öbürünün mânâsıyla birleşmesidir. Bilgilerimin, hayâllerimin, davranışlarımın tümün kaldırıp paranteze alıp ortadan kaldırmışım ve “görünen-fenomen” den başka hiçbir bilgim, bilgim olmayınca da hatırlamam yoktur. Dünyalı olarak hiçbir aracıdan yararlanmıyorum ve fenomenolojik tasavvurlarımı fikrî bir tecritle elde ediyorum. (Husserl’e gore düşünme, ruhsal bir akt-hareket değil, fikrin süre ve mekândan soyutlama edilmiş muhtevasıdır.) Yaşadığım dünyayı daha iyi kavramak ve tekrardan oluşturmak için, fenomenolojik metodla çalıştığım sürece, yaşadığım dünyadan isteğimle vazgeçmişim; demek ki çalışmam, dünya dışı bir çalışmadır. Elde ettiğim tasavvurları da bu açıdan değerlendirmek zorundayım; yâni, onlara hiçbir data, hayâl ve davranış katamam. Elde ettiğim fenomenler -meselâ, vücut derken sözünü ettiğim fizyolojik bir vücut değil- yalnız cisimli ve ruhlu mutlak bir bütündür. Kendi vücudumdan aldığım bir mânâ aktarmasıyla başkasının vücudundan başkasının “ben”ine geçmektir. Başka “ben”i, ilkin, vücudumun idrakine dayanarak bir cisim olarak buluyorum. Onu deneyebilirim. Denemelerim esnasında bu cisme âit olan bir “ben” görüyorum ve yalnız bir kanadını gördüğüm kapının görmediğim kanadını iyi mi algı edebilirsem, vücudunu gördüğüm başkasının “ben” ini de öylece algı edebiliyorum. Bu, bir varsayım, bir tahmin, bir sezgi değildir; direkt doğruya bir idraktir. Vücut, ruhlu bir cisimdir; ruh vücutta kendini verir. Bu verilişi, kendi vücudumda iyi mi yaşamışsam, başkasının vücudunda da kıyasen öylece yaşarım. Başkasının benini algılayışım, elbet orijinal bir algı değildir; başkasının benini dolaylı olarak, onun vücudu dolayısıyla algı etmekteyim ve bu onunla yakınlık kurma tecrübesiyle gerçekleştirilmiştir.. Böylece onun benin, kendi benim şeklinde yaşamaya başlıyorum; ve kendi benimi hiçbir kuşkuya kapılmadan iyi mi biliyorsam, başkasının benini de öylece bilmekteyim. Bu data bana, tek başıma yaşamadığımı öğretecektir; ben, “ego”sunun içinde kapanık tek “ben” değilim ve fenomenolojik ego’nun uçsuz bucaksız sahasında başka benlerle birlikteyim. Artık fenomenolojik mânâda başkası benim için öylesine temel bir varlık olmuştur ki, onu kendimden ayıramam. Şimdi biliyorum ki, kendi benimin içinde bir yabancı yaşamaktadır, içimde başkaları var. Demek ki ben, onlarla beraber, çevremle beraber benim; dışta kendimi bulmak, dışa bakarak içi ayarlamak şeklinde bir usûlle, kendimi daha bir aydınlık görüyorum. Kendimden başkasına gittim, başkasından da kendime döndüm; besbelli ki “ben-insan”, sadece başka insanlarla vardır, varlığımı başkasına borçluyum. Kendimi aydınlık olarak kavrayabilmek için, başkalarıyla beraber olmam gerekiyormuş; o hâlde kâinat, benim için değil, bizim içindir. (Böylece, fertten yola çıkılmakta ve topluma varılmaktadır.) Bu netice beni alemşümûl bir beraberlik içinde bulunan “insan-kültür-cemiyet-tarih” dünyasını idrake götürüyor; “geist-dünyası”na… Ben, işte bu şekilde bir dünyada yaşamaktayım. İnsanın çevresi, tek başına yaşayabileceği bir çevre değildir ve çevre tabiî olarak başkalarıdır. Bu çevre, ferdin başkalarıyla paylaşmış olduğu, fakat kendi payını almış olduğu bir çevredir; bu şekilde bir ortamda yer almışım ve mecburi olarak bulunduğum nokta, tarihîliktir, tarihî bir zorunluluktur. O şekilde ya; konuştuğum dil, bağlı bulunduğum anane onlarındır ve varlığım bu sayısız başkalar içinde kımıldamaktadır. Kendimi denemem bana başkasını, başkasını denemem bana dünyayı, dünyayı denemem bana kâinatı, kâinatı denemem bana oldukça daha aydınlık olarak kendimi vermiştir. Kâinat, dünya, başkaları ve ben, birbirimizi denemekle aydınlanabiliriz.” (Büyük Muztaribler 2)
  • unutulmuş bir duyarlıktı sabrımız
    dönemin örttüğü eski bir yerde. (Anafor “Kalemin Yaz Dediği”)
  • “Hakim bir davayı temsil ettiğime göre, mahkum tavrı takınmayacağım tabiidir!” (Hikemiyat)
  • Gerçek kahramanlar sevenlerinin yüreğinde gülümser ve heykelleri çevresinde düzmece tılsımlar örülmesine gereksinimleri yoktur. (Tarihten Bir Yaprak)
  • Bende kıymet görünen her şeyde, ben Necip Fazıl’ın kendisiyim! (İslama Muhatap Anlayış)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş