Eğitim

Melek Kavşağı – Jachym Topol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Melek Kavşağı – Jachym Topol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Melek Kavşağı kimin eseri? Melek Kavşağı kitabının yazarı kimdir? Melek Kavşağı konusu ve anafikri nedir? Melek Kavşağı kitabı ne konu alıyor? Melek Kavşağı PDF indirme linki var mı? Melek Kavşağı kitabının yazarı Jachym Topol kimdir? İşte Melek Kavşağı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Jachym Topol

Çevirmen: Martin Alaçam

Editör: Selim Karlıtekin

Orijinal Adı: Anděl

Yayın Evi: Dergâh Yayınları

İSBN: 9786257005623

Sayfa Sayısı: 143


Melek Kavşağı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Sema kan kırmızı, yırtılmak suretiyle. Bir ülkenin delirttiği karakterlerin resmi geçidindeyiz. Müptezeller, deliler ve mafya hikâyeleri; komünizmin çöküşü, madde bağımlılığı ve yükselen dini taassupla iç içe geçiyor ve tamamı içinde bir devir kapanıyor.

Çek edebiyatının en oldukca çevrilen adı Jáchym Topol’dan Çekoslavakya’da Aralık 1989’daki Kadife Devrim’in derhal öncesinde süregelen ve sonrasının bilinemezliğine dair sınırları zorlayan bir Prag anlatısı Melek Kavşağı.

Sovyetlerden çıkışın ve yeni döneme geçişin yarattığı kaosun tam ortasında, akıl almaz bir çürümüşlükten başımız dönerek, Yatek’in eşliğinde çöken bir dünyanın enkazı altında kalıyoruz.


Melek Kavşağı Alıntıları – Sözleri

  • “İlaçların yatıştırdığı umutsuzluklar içinde yaşayan insanlar.”
  • İnanç ile bir güreş bekliyordu onu, umuda rastlayacaktı.
  • İnanç, ümit ve aşk. Büyük harflerle. İnsanların bunlara ihtiyacı var.
  • “Munis delilerin kolay felsefesine gore aslına bakarsanız her insanın ya bir eksiği ya da fazlası vardı.”
  • İnanç, ümit ve aşk. Büyük harflerle… İnsanların bunlara ihtiyacı var.”
  • “Kimi gider, kimi ölür, kimi kaybolur.”
  • “Her birinin dünyası parçalanmış, her biri onu yeniden ve başka bir yerde yaratmak mecburiyetinde bırakılmıştı.”
  • Şansını tarttı, pek ağır çekmiyordu.
  • Yatek bir kütüphanede büyümüştü. Herhalde gerçek yaşamın kendisine sonradan zor gelmesinin aslolan sebebi de buydu.
    Bağımsızlığa hasretti, tabiri caizse: Sonbahar göğünde uçan turnaların bilinmeze duydukları hasret şeklinde. Elbette, turnaların nefes gözlerini esrarengiz bir şekilde gizleyen donuk bir zar ve bununla beraber, kanatları ve genlerine programlanmış uçuş rotaları vardır; Yatek bir anlaşılmazın içinde kaba bir sırıtış ve bir çift sol el ile duruyordu.
    Çocukluğunu unutmuştu, gençliğini içgüdüsel olarak polisten kaçmakla geçirmiş, öylesine geçen ilk gençliğini şimdiki haliyle değiştirmişti. Girdiği çeşitli işler, can sıkıntısı, eziyet ve onu ilgilendirmeyen yada rahatsız eden insanlarla mecburi ilişkilerden oluşan bulanık bir lekeye dökülmüştü. Mümkün mertebe çalışmıyor, yaşamı izliyor, sokak köşelerinde sürtüyordu.
    Bir zamanlar beşiğinden heyecanla izlediği, baba, anne ve çocuk modeli aileden, göz açıp kapayıncaya dek, hık demeye kalmadan ayrılmıştı. Arada sırada telefonlaşırlardı. Yatek bir kulübeden arardı. Genelde bir şeye ihtiyacı olduğu süre. Genelde paraya. Ama kantarın topuzunu kaçırmıştı ve aile desteği, Yatek’in bilincindeki sonsuzlukla eşdeğerli yadigâr antika duvar saati durmuşçasına, ansızın ve kararlılıkla kesilmişti. Aslında sözünü etmeye değmeyen bu paraları almakla, anne ve babasına asla eğer olmazsa hayatta olduğuna dair bir kanıt sunduğunu biliyordu. Paranın deposu kurumuş olduğu anda, mantıken, yaşıyor yada ölü olmasının bu ikisinin umurunda olmadığı sonucunu çıkardı.
    Bu, bir güz sabahı olmuştu. Telefon kulübesinde öfkeyle bağıran kişinin yanından ürkek bir gölge ayrıldı. Yatek hoparlöre küfrediyor, tarafındaki sevdiği onu terk ediyordu. Sonuncuydu. Birkaç ay sonrasında adını bile hatırlamayacaktı.
    Kulübede yalnız kaldı. Olsun, dedi kendi kendine. Cama yaslandı ve derin bir nefes aldı. Daha kendi yalnızlığıyla, ruh karışıklığıyla, gerçek zulümle karşılaşacak, ölüm kokusu soluyacaktı. İnanç ile bir güreş bekliyordu onu, umuda rastlayacaktı. Tüm bunlar onu bekliyordu ve o bunu bilmiyordu. Ama bir şeyler sezinliyordu. Havada bir koku vardı.
    Yeni işi, başlangıçta ona bayağı keyifli gelmişti. Kitaplarda, buna benzer bir şeye asla rastlamamıştı. Fakat oldukca geçmeden işin ne kadar iğrenç bulunduğunu, şimdiye dek yaptıklarının en beteri bulunduğunu anlamış oldu, bu iş, saf alevler ve dehşetengiz cürufun en kuvvetli aşırılıklarını alıyor, kazanların çevresinde dolanan herkesi, ilkin yaralıyor, sonrasında yok ediyordu. Fabrikanın kazan dairesinde gerçek bir ucube takımının çalıştığım anlaması uzun sürmedi. Başlangıçta kendini düşman topraklarında bir casus şeklinde hissediyordu. Ta ki tekdüzelik her şeyi tutsak alana kadar.
    İlk gün, güya onun şerefine kazana bir kedi attılar. Miyavlayamadı bile, ete kemiğe bürünen alevler sessiz bir cızlamayla sıska vücudunu anında yuttu. Dışarı çıktı. Çekip gitmek geldi aklına. Geri döndü. Ona güldüler. Aldırmamak olmazdı, belli belirsiz bir şeyler geveledi… Kömürleri tırmıkla süpürüyorlardı, süpürge olsa ilk kordan alev alır, bir meşale şeklinde yanardı. Bunu ona açıklamışlardı.
    Ama alevleri izlemeyi seviyordu. Kazanlar fırına benziyorlardı, her biri ısıya dayanıklı tuğlalardan yapılmış, çelik kaplama bir fırındı. Alevleri izlemeyi seviyordu, ışıltılı korları beslemek için kazan kapağım her açtığında dışarı püsküren alevin, o alevden dilin önünden sıçrayarak kaçmayı seviyordu.
    Bir zamanlar kitaplar, odasının duvarları süresince raflarda dizili dururdu, kitaplık odasının tek penceresini de kapatmıştı. Odası hep loştu, kim bilir bu yüzden sabahın dördünde işe gitmek suretiyle kalktığında çocukluğunu anımsıyordu. Loşluğu hatırlıyordu.
    İş ağırdı, elleri kısa bir süre içinde su toplamış ve nasır tutmuştu. Bazen elinde kitap, kazanların üstündeki platforma çıkıyordu, fakat okuduğuna dikkatini vermek asla mümkün değildi. İşçiler okumuş olduğu için onunla alay ediyorlardı. Sadece ibnelerin kitap okuduğunu söylemişti biri. Platforma tırmandığında ona kömür fırlatıyorlardı. Bazen platformdaki çelik plakaların içinde beyaz bir köpük görüyordu. Bu, zehirli buharın tortusuydu. Yukarıda uzun süre kalsa uyuyakalabilirdi.
    Orada hep bir cehennem sıcağı olurdu, aşağıda ise dev vantilatörlerden soğuk bir rüzgâr esiyordu. Kazan dairesinin tam ortasında, ampulün tavandan sarktığı yere çömeldiği süre, kafasında, gözlerinden yukarıda ağır ve boğucu bir sıcak hissederdi, çenesi ve yanakları ise buz keserdi.
    Arka taraftan kömür almak için bir tünelden geçmesi gerektiriyordu, yolda sıçanları kaçırmak için küreğini duvarlara vuruyordu. Bu aç yaratıklardan daha oldukca öteki işçilerden nefret etmeye başlaması uzun sürmedi.


Melek Kavşağı İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Ne beğendim diyebiliyorum ne de beğenmedim. Güzel ve anlaşılır anlatılsaymış mevzu güzel ve ilgi çekiciydi. Ama yazarın üslubu beni oldukca yordu. Kafamın yorgunluğundan mı yoksa yazardan mı bilmiyorum fakat okuması zor bir kitaptı. Uyuşturucu kullanıp satan bir insanın çevrenin de etkisiyle değişen ruh hali anlatılıyor. Tek beğendiğim çek cumhuriyetinin sokaklarının güzel tasvir edilmiş olmasıydı. (Gülcan Aktan)

Herkese Merhabalar!
Bu kez Dünya Edebiyatına dair Çek yazar Jáchym Topol’un Melek Kavşağı isminde kitabını okudum. Aman Allah’ım ben ne okudum. Aslında mevzu belli. Birtakım ruhsal sorunları olan, bununla birlikte fizyolojik rahatsızlığı olan ana karakterden bahsediyor. Ancak kitabın içinde bana gore olmaması ihtiyaç duyulan birçok şey mevcut. Kadife Devrimini ve o zamanki insanların her türlüsünü özetleyen bu kitaptaki birkaç vaka kanımı dondurdu. Bu sizde herhangi bir merak uyandırmasın gene de. Ayrıca çevirmenin başarısızlığı mı, yazarın başarısızlığı mı gene anlayamadığım bir yazı dili. Sanki Google Translate’den tercüme yapılmış. Ard arda anlam ifade etmeyen cümleler topluluğu. Yani Dünya Edebiyatı diye de her kitabı bünyenize almasanız mı acaba diye düşündürdü. Gerçekten ben ne okudum bu şekilde. İlk kez devrimlerle ilgili bir kitap okumuyorum. Nice bu tip kitap okudum içlerinde en kötüsü bu oldu. Sırf yarım bırakmamak için okuduğum bir kitap oldu ne yazık ki. Kitabın başta konusu iyiydi. Her yeri bir ihtimal hastalığından kim bilir kullandığı madde kafasından gözleri her şeyi kızıl gören bir karakter var mevzu hep bu şekilde gidecek sanıyorsunuz fakat ordan oraya, ordan oraya bir yazı dizisi okuyorsunuz. Olayları birlestirseniz elinizde kalıyor. Karakterler aniden bölümün içine giriveriyor. Olayların bir çok birbirinden kopuk. Her yeni okuduğunuz karakter için, bu kim şimdi diye düşünüp duruyorsunuz. Kitabın arka kapak yazısında aslına bakarsak bu karmaşıklık birazcık anlatılmış fakat okuyunca bu kadarını beklemezdim ne bileyim 🙂 Hiçbir süre sevmediğim kitapları dahi tavsiye etmiyorum demem. Alın siz okuyup karar verin derim fakat bunu almayın, yazık paranıza. Kağıt israfı olmuş kağıda da yazık. Bunu şunun için diyorum, evet, bir devrimi özetleyen kitap yazılmış, üstelik bu kitap Çekoslovakya’da birçok kez çevrilmiş. Ama bana gore hiçbir yazınsal yönü yok. Ha eğer ben devrimlerin iç yüzlerini kurgularla buluşturulmuş halini severim, okumak isterim diyenleriniz var ise onları doyum edebilir fakat onun haricinde benim şaşkınlıkla okuduğum bir kitap oldu. Sevemedim. (Selen Sevim)

Ben bir şey okudum, fakat ne okudum?! Garip bir öykü desem yeridir.. Ama yarım bırakmayı sevmediğim için gene de okuyup bitirdim.. Çek edebiyatının en oldukca çevrilen isimlerinden biri olmasına saygım sonsuz fakat maalesef bana hitap etmedi. 🙁 (Seval D.)


Melek Kavşağı PDF indirme linki var mı?


Jachym Topol – Melek Kavşağı kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Melek Kavşağı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jachym Topol Kimdir?


Jachym Topol Kitapları – Eserleri

  • Melek Kavşağı
  • Sirk Bölgesi


Jachym Topol Alıntıları – Sözleri

  • “Kimi gider, kimi ölür, kimi kaybolur.” (Melek Kavşağı)
  • “Munis delilerin kolay felsefesine gore aslına bakarsanız her insanın ya bir eksiği ya da fazlası vardı.” (Melek Kavşağı)
  • Şansını tarttı, pek ağır çekmiyordu. (Melek Kavşağı)
  • İnanç ile bir güreş bekliyordu onu, umuda rastlayacaktı. (Melek Kavşağı)
  • “İlaçların yatıştırdığı umutsuzluklar içinde yaşayan insanlar.” (Melek Kavşağı)
  • Yatek bir kütüphanede büyümüştü. Herhalde gerçek yaşamın kendisine sonradan zor gelmesinin aslolan sebebi de buydu.
    Bağımsızlığa hasretti, tabiri caizse: Sonbahar göğünde uçan turnaların bilinmeze duydukları hasret şeklinde. Elbette, turnaların nefes gözlerini esrarengiz bir şekilde gizleyen donuk bir zar ve bununla beraber, kanatları ve genlerine programlanmış uçuş rotaları vardır; Yatek bir anlaşılmazın içinde kaba bir sırıtış ve bir çift sol el ile duruyordu.
    Çocukluğunu unutmuştu, gençliğini içgüdüsel olarak polisten kaçmakla geçirmiş, öylesine geçen ilk gençliğini şimdiki haliyle değiştirmişti. Girdiği çeşitli işler, can sıkıntısı, eziyet ve onu ilgilendirmeyen yada rahatsız eden insanlarla mecburi ilişkilerden oluşan bulanık bir lekeye dökülmüştü. Mümkün mertebe çalışmıyor, yaşamı izliyor, sokak köşelerinde sürtüyordu.
    Bir zamanlar beşiğinden heyecanla izlediği, baba, anne ve çocuk modeli aileden, göz açıp kapayıncaya dek, hık demeye kalmadan ayrılmıştı. Arada sırada telefonlaşırlardı. Yatek bir kulübeden arardı. Genelde bir şeye ihtiyacı olduğu süre. Genelde paraya. Ama kantarın topuzunu kaçırmıştı ve aile desteği, Yatek’in bilincindeki sonsuzlukla eşdeğerli yadigâr antika duvar saati durmuşçasına, ansızın ve kararlılıkla kesilmişti. Aslında sözünü etmeye değmeyen bu paraları almakla, anne ve babasına asla eğer olmazsa hayatta olduğuna dair bir kanıt sunduğunu biliyordu. Paranın deposu kurumuş olduğu anda, mantıken, yaşıyor yada ölü olmasının bu ikisinin umurunda olmadığı sonucunu çıkardı.
    Bu, bir güz sabahı olmuştu. Telefon kulübesinde öfkeyle bağıran kişinin yanından ürkek bir gölge ayrıldı. Yatek hoparlöre küfrediyor, tarafındaki sevdiği onu terk ediyordu. Sonuncuydu. Birkaç ay sonrasında adını bile hatırlamayacaktı.
    Kulübede yalnız kaldı. Olsun, dedi kendi kendine. Cama yaslandı ve derin bir nefes aldı. Daha kendi yalnızlığıyla, ruh karışıklığıyla, gerçek zulümle karşılaşacak, ölüm kokusu soluyacaktı. İnanç ile bir güreş bekliyordu onu, umuda rastlayacaktı. Tüm bunlar onu bekliyordu ve o bunu bilmiyordu. Ama bir şeyler sezinliyordu. Havada bir koku vardı.
    Yeni işi, başlangıçta ona bayağı keyifli gelmişti. Kitaplarda, buna benzer bir şeye asla rastlamamıştı. Fakat oldukca geçmeden işin ne kadar iğrenç bulunduğunu, şimdiye dek yaptıklarının en beteri bulunduğunu anlamış oldu, bu iş, saf alevler ve dehşetengiz cürufun en kuvvetli aşırılıklarını alıyor, kazanların çevresinde dolanan herkesi, ilkin yaralıyor, sonrasında yok ediyordu. Fabrikanın kazan dairesinde gerçek bir ucube takımının çalıştığım anlaması uzun sürmedi. Başlangıçta kendini düşman topraklarında bir casus şeklinde hissediyordu. Ta ki tekdüzelik her şeyi tutsak alana kadar.
    İlk gün, güya onun şerefine kazana bir kedi attılar. Miyavlayamadı bile, ete kemiğe bürünen alevler sessiz bir cızlamayla sıska vücudunu anında yuttu. Dışarı çıktı. Çekip gitmek geldi aklına. Geri döndü. Ona güldüler. Aldırmamak olmazdı, belli belirsiz bir şeyler geveledi… Kömürleri tırmıkla süpürüyorlardı, süpürge olsa ilk kordan alev alır, bir meşale şeklinde yanardı. Bunu ona açıklamışlardı.
    Ama alevleri izlemeyi seviyordu. Kazanlar fırına benziyorlardı, her biri ısıya dayanıklı tuğlalardan yapılmış, çelik kaplama bir fırındı. Alevleri izlemeyi seviyordu, ışıltılı korları beslemek için kazan kapağım her açtığında dışarı püsküren alevin, o alevden dilin önünden sıçrayarak kaçmayı seviyordu.
    Bir zamanlar kitaplar, odasının duvarları süresince raflarda dizili dururdu, kitaplık odasının tek penceresini de kapatmıştı. Odası hep loştu, kim bilir bu yüzden sabahın dördünde işe gitmek suretiyle kalktığında çocukluğunu anımsıyordu. Loşluğu hatırlıyordu.
    İş ağırdı, elleri kısa bir süre içinde su toplamış ve nasır tutmuştu. Bazen elinde kitap, kazanların üstündeki platforma çıkıyordu, fakat okuduğuna dikkatini vermek asla mümkün değildi. İşçiler okumuş olduğu için onunla alay ediyorlardı. Sadece ibnelerin kitap okuduğunu söylemişti biri. Platforma tırmandığında ona kömür fırlatıyorlardı. Bazen platformdaki çelik plakaların içinde beyaz bir köpük görüyordu. Bu, zehirli buharın tortusuydu. Yukarıda uzun süre kalsa uyuyakalabilirdi.
    Orada hep bir cehennem sıcağı olurdu, aşağıda ise dev vantilatörlerden soğuk bir rüzgâr esiyordu. Kazan dairesinin tam ortasında, ampulün tavandan sarktığı yere çömeldiği süre, kafasında, gözlerinden yukarıda ağır ve boğucu bir sıcak hissederdi, çenesi ve yanakları ise buz keserdi.
    Arka taraftan kömür almak için bir tünelden geçmesi gerektiriyordu, yolda sıçanları kaçırmak için küreğini duvarlara vuruyordu. Bu aç yaratıklardan daha oldukca öteki işçilerden nefret etmeye başlaması uzun sürmedi. (Melek Kavşağı)
  • İnanç, ümit ve aşk. Büyük harflerle. İnsanların bunlara ihtiyacı var. (Melek Kavşağı)
  • “Her birinin dünyası parçalanmış, her biri onu yeniden ve başka bir yerde yaratmak mecburiyetinde bırakılmıştı.” (Melek Kavşağı)
  • İnanç, ümit ve aşk. Büyük harflerle… İnsanların bunlara ihtiyacı var.” (Melek Kavşağı)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş