Eğitim

Mezarda Hayat – Stratis Mirivilis Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Mezarda Hayat – Stratis Mirivilis Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Mezarda Hayat kimin eseri? Mezarda Hayat kitabının yazarı kimdir? Mezarda Hayat konusu ve anafikri nedir? Mezarda Hayat kitabı ne konu alıyor? Mezarda Hayat PDF indirme linki var mı? Mezarda Hayat kitabının yazarı Stratis Mirivilis kimdir? İşte Mezarda Hayat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Stratis Mirivilis

Çevirmen: Nevzat Hatko

Orijinal Adı: I Zoi En Tafo

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750709777

Sayfa Sayısı: 276


Mezarda Hayat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Kitabın eski basımları “Savaştan Korkuyorum” adıyla yapılmıştır.

Defterleri, 908 râkımlı tepeye yaptığımız o korkulu, iğrenç saldırının başarıyla sonuçlandığı bir sırada, Adalar Tümeni’nin 4. Alayı’ndan bir sırt çantasında bulmuştum. Bu sırt çantası Andon Kostulas’ındı. Bu uzun boylu, uzun suratlı üniversite talebesi, devamlı karışık, sık ve gür saçlarıyla dipdiri gözlerimin önünde. Kusursuz bir adam. Sessiz, ağırbaşlı, uysal, bir genç kız kadar utangaç, ölçülü, çekingen.

20. yüzyıl Yunan edebiyatının önde gelen yazarlarından Stratis Mirivilis’in, 1910’ların başlarındaki Balkan Savaşlarını mevzu alan Mezarda Hayat adlı romanı, harp karşıtı edebiyatın en etkisi altına alan yapıtlarından biridir. Andon Kostulas adlı çavuşun cepheden sevgilisine yazdığı mektuplardan oluşur.

Günümüzdeki savaşların yol açmış olduğu dehşet ve yıkımların geçen yüzyıldaki köklerine ışık tutan bu romanı, Nevzat Hatko’nun Yunanca aslından yapmış olduğu çeviriyle sunuyoruz.


Mezarda Hayat Alıntıları – Sözleri

  • Beraberce yiyecek yedik… ve hiçbirimiz ötekinin lisanını bilmeden saatlerce konuştuk… Ve, muhteşem bi şekilde birbirimizi anladık. Sevgi ve düşmanlığın lisanı uluslararasıdır… Herkes karşısındakini anlamış olur…
  • Bu şekilde saatlerde sana “bunu yapman gerek” diyecek o kimse var ise, sana “ateşe atla!” dese dahi isteğini zevkle yerine getirirken kendisini derhal tanrılaştırır ve seni ateşe attığı için de, yaşlı gözlerle ona şükredersin.
  • Savaşta hayvanlar! Sabahtan beri bir tek bunu düşünüyorum. Pekiyi… biz insanoğlu… çıkarlarımız, ideolojilerimiz, sapıklıklarımız, coşkularımız, büyük hayallerimiz var… ve, tüm bunlardan pekala, harp hazırlanıp doğabilir. Kaldı ki zoru gördüğümüzde, kurtulmamız için bin bir ayak oyunumuz da var. Ama… ya, bizlerle savaşmak için işin içine soktuğumuz zavallı hayvanlar?
    Zannediyorum ki, insanoğlu içlerinden toptan yok etme sar’asını çekip attıklarında, yaşamları süresince utanmaları için bir tek bu niçin yetecektir: Savaşa zavallı hayvanları da sürüklemiş olmaları. Zannediyorum ki, insanlık tarihinin en karanlık noktalarından biri de bu olacaktır.
  • Sevgilim, yağmur yağarken insan bir evde olmalı. Bu ev de senin kendi evin olmalı, yağmuru da panjurların arkasından seyretmelisin. Yamacında da aşk olmalı, bir çiçek vazosu ve de bir kitap!
  • Bombanın düşmesinden sonrasında, yaşam daha da acı bir hal aldı. Artık, tamamımız savaşı tattık… ve onun kanlı tadı dilimizden çıkmaz oldu.
    Ama, verilmiş olan tüm izahlara karşın, askerlerin de başlarını sallayarak onları kabul ettiklerini göstermelerine karşın; kolay ruhlarda daima yanıtsız bırakılan bir sual kalır:
    “Öyleki ise, niçin biz burada çivilenip durduk da, savaşmadan teker teker avlanıyoruz?”
  • Kıvırcık başlı, uysal, pamuk bulutçuklar dizilir ufuklar boyu. Gökyüzünün tüm melekleri mavi basamakların en altına inip otururlar, ıslak kanatlarını kuruturlar.
  • Ama sen, söylesene bana, yaşamış olmanın kıymetini özetleyen bir çift göze rastladın mı asla ömründe.
  • … “Eğer doğada hiçbir şeyin kaybolmadığı bir gerçekse, yalnızca maddenin şekil değiştirdiği doğruysa, bu dev delikanlının harcanmış tüm o güçleri ne oldu öyleyse? …”
  • “Kararsızlık” en korkulu ruh hastalığı.
  • Kişioğlu zaman içinde her şeye alışıveriyor. Hep dikkat etmişimdir buna: İçimizde alışma gücüyle doldurulmuş bir depo vardır. Bu depo bizi türlü tehlikelerden korur. Bilhassa de çıldırmak tehlikesinden. … Bazen düşünür de derim ki, eğer sonsuz cehennem acıları gerçekse, bunlara kişioğlu bir güzel alışabilir. …


Mezarda Hayat İncelemesi – Kişisel Yorumlar

” https://soundcloud.com/3li_elshamy/fcwlkupclbnv ”
… Cama vuran suretiyle ve sanki herzaman 25 yaşındaymış benzer biçimde gür, oldukça sık ve canlı saçlara haiz; gözleri yaşam, gözleri aşkla gülen bir adam. Önceleri yanıldığımı sandım.. İnsan, bir aynanın parçası benzer biçimde bir cama baktığında, bulanık da olsa kendi suretini görür değil mi? Oysa karşımdaki suret, adımlarımla adım atıyor, korkumla daha da sevecen bakıyor.
Perdeyi çekmeyi deniyorum, gözleri perdenin en üzerine takılıyor, gözlerime bakıyor yine.. Sevecenlik derinlere gitmiş ve bir tek tek bir söz söyler benzer biçimde..
Dinle beni..
Duy!!!
Korkuyla gerileyen adımlarım yerini buluyor yine ve camın ucundayım. Ona daha yakın..
Dinliyorum..
Kadife koltuğumun derhal tarafındaki ceviz kaplama ahşap sahpede bir kıpırtı.
Ardıma bakıyorum, bir kitap..
Daha ilkin burada değildi..
Suret.. O buradaydı.
Kitaba doğru ayakkabısız sessiz bir şekilde ve ürkek bir halde yürüyorum.. Tıpkı cama yaklaşır, ona dokunur benzer biçimde.. ve garip yüreğimde bir uğultu, tepeler benzer biçimde..
– Dinle beni..
Duy. –
Kitaba dokunmamla tutuşması bir..
Ve yalın ayaklarıma değen bir soğukluk..
Bu su.. Nereden geliyor?
Tavana bakıyorum, kurumuş bulutlarla dolu..
İsli ve sanki fena birer tablo benzer biçimde.
En iyi ressamların ellerinden çıkmış.
Duvarlar, eşyalar, herşey fakat herşey zamanda değişiyor tek tek…
Sönmeyen bir ateşe dokunuyorum..
Kuruyorum, bir toprağın kuruması benzer biçimde…
İçinde filizlenen bir yaşamın olduğu toprağın.
..
Savaştayım…
Nasıl geldim ki buraya? Üstelik yüzyıla uyum sağlamayan bu kıyafetimle. Mavi bir kalemle karalanmış benzer biçimde bir desene haiz kot pantolon ve gecenin o en koyu renginde bir bluzle..
Hayır ben buraya uyuyorum.
Saçlarım, onlar esasen gece..
Etrafımda hangi milletten bulunduğunu anlayamadığım ve bir tek bayrakların yarıştığı, tüm dünyanın dahil olduğu bir çember…
Dünyanın kuruluşundan itibaren koşuyorlar benzer biçimde.
O zamandan beri görevli birer er. Bir çok benim yaşımda, bir çok benden genç.. Ve benden büyük olanlar ise çocuktan çocuk..
Dikkatle bakıyorum en oldukca onlara..
Akıllarını yitirmiş benzer biçimde…
Toprağa gömülüp yine doğuyorlar, büyüyorlar ve yaşlanıyorlar..
Bir filiz benzer biçimde, yüreğinde ağacın ve yaşamın gölgesini taşıyan.
Birini tanıyorum içlerinden..
Yüreğimle birini..
Bir Yunan.
İsmi Andon Kostulas.
Yüzüne bakıyorum.. Yoo bu benim tanıdığım suret değil.. Bu yüzünü , gülüşünü, neşesini, yaşam ışığını yitirmiş bir sivilce benzer biçimde irinle kaplı bir yüz.
Dokunuyorum.. Ellerim, yanıyor…
Bir Akdeniz serinliği, kalabalıkları, o çemberi aşıyor ve buluyor Andonun yüzünü…
.. Tekrar gülüyor ve Çark,
yine yine dönmeye başlıyor…
Durduramıyorum..
Çıkamıyorum
Nefes alamıyorum..
Bakacak bir göğüm dahi yok…
… Bir efsane patlıyor çemberin nefes mesafesinde ve kağıtlara döktüğümüzde bu mesafeyi, duyamayacağımız, kulaklarımızı yitirecek kadar ağır.
Çember benide içine alıp bir çiçek benzer biçimde kapanıyor…
Birbirimizi koruyoruz…
Irkımız, milliyetimiz, renklerimiz bir…
Ve bizi bir kağıda yazsanız ya da bir fotoğraf kareye dökebilse bu anı, şunu söyleyebilirdi, bir tek:
İnsan!!
Çember, yapraklarını güneşe kavuşur benzer biçimde yavaş açıyor.. ve koşmaya devam ediyor erler, tekrardan.
Ellerinde insan eli yapımı düşmanı öldüren silahlarıyla.

” Birbiri ardına koşuyorlarda bulamıyorlar düşmanı..
Dünya dönerken dönüyorlar, aynı çizgide ve işte tamamımız biraradayız. Bulamıyorlar düşmanı.. ”
Bir efsane daha patlıyor..
Yeni açmıştı ellerimiz oysa..
Bir yakarış benzer biçimde..
Güneş de yokken üstelik..
Umutla içi solmuş bir gökyüzüne karşı
Nefessiz…
Erlerin gözleri kan çanağı, birşeyleri, bir oyunu bilir gibiler…
Ve benim bir şey söyleme zamanım gelmiş benzer biçimde…
Kelimelerim, onların ruhunda bütünleşiyorlar…
Hatırlayışla, koşmaya devam ediyorlar…
Tek bir farkla!!!
Çarkı kıran, filizlenen bir yaşlanmış, toprağını bulamamış olacak ki parçalara ayrılıyor ve her bir parçasından bir çocuk yaratılıyor.
Çocuklar gözleri kan çanağı yanıma koşuyorlar.
Gözlerimi gizlemeye çalışıyorum fakat ne mümkün…
görüyorum,
göremiyorlar..
Korkuyla, koşuşturan çemberi dinliyorlar teker teker.
O yeryüzünün kiri bulaşmış botların sesini.
Yüreklerinin serçe çarpıntısı birlikte rol alıyor bu sese…
Ve içlerinden biri derhal sol yanımda lüle lüle
saçlarıyla ve rozetindeki yazılı ismiyle Linba!
” Kesin artık benim buklelerimi. Ağabeylerim benzer biçimde bana da pantolon giydirin, adam olmak isterim! ” diyor..
Ağabeylerine bakıyorum sıklaşıyor dünyanın, milliyetlerin, ırkların sesi..
Tatlı, zehirli bir çağrı benzer biçimde..
Ellerinden daha sıkı tutuyorum Linbanın,
Linba ise öteki evlatların.. Ellerim benzer biçimde.
Ve bizde kendi içimizde bir çember oluşturuyoruz…
Dünyanın içinde, dünyaya ve o gürültülerine karşı bir çember.
Minik bir kelebeği işaret ediyor çocuklardan diğeri, minimum kendi kadar ufak olan.. Gözleri aşkla, gözleri sevgiyle ve barışla bakan bir kelebek..
Çocuk bir yansımaya bakar benzer biçimde yaklaşıyor kelebeğe ve dokunuyor ellerimle.
Kelebek, çocuğun yüreğinde bir tablo..
Kalbiyle yaşamın müziğine doğru tüm gürültüsüyle çarpan.
Belki bir bot sesinin titreyen gölgesi benzer biçimde.
Yağmur yağıyor….
Ayaklarımıza batan boş mermi kovanlarının eşliğinde birbirimize daha oldukca sokuluyoruz, çemberimiz daha oldukca sıkı.

Bir kıpırdama…
Hepimiz, hissediyoruz…
Çemberin bu tarafında…
.. Bir sincap çıkıyor boş mermi kovanın derhal yanından gülümseyerek. Sanki yüreğinde yaşamı getirmiş…
Bizlere doğru koşuyor.
Evlatların her biri, ellerinin birini uzatıp sincabı çemberin bu tarafına doğru çekmeye çalışıyor ve arkasından bu küçük gürültüyü duymuş olacak ki karıncalar, böcekler, – bilhassa cırcır böcekleri – kurtlar, yılanlar.. kuşlar… canlıların bir çok bu tarafa geliyor…
Bir ses birlikte rol alıyor hayata!
İnsan ellerinde bir silahın hazırlanış sesi benzer biçimde…
Düşmana doğrultulan…
Sincap korkusuz, yürekli bir duruşla gözlerindeki o kan birikintisine bakıyor insanoğlunun ve bir ihtimal bulabilmek için kendinden bir parça.
Kin tutmuyor, çekiyor kendini insandan…
Gözlerine Hayat benzer biçimde bakıyor.
Bir boş mermi daha toprağa düşen…
Kurşun, çemberi geçemiyor.
Doğayla, evlatların elleriyle,
İnsanla, hayvanla.. .
Hepbirlikte tutuyoruz birbirimizin elinden.
O mermi kovanlarına basa basa…
Çocuklardan bir başkası ise toprağın altındaki tohumla konuşuyor o an…
Tohum, ürkek..
Tohum, çocuk dahi değil ve çocuk görmeyen gözleriyle gözlerime bakıyor..
Görmeye başlıyor.
Tek tek hepsi…
Soruyor: ” İyi olan nedir? Fenalık nerede adım atar? diye…
Ona bu suali tohum sormuş..
O da bana soruyor.
Sen cevaplamalısın desemde bir cevabı yokmuş benzer biçimde bakışlarını düşürüyor ya toprağa.
” Ona güzele dair hiçbir şey öğretilmemiş benzer biçimde ve aslolan korkulu olan, hiçbir şey bırakılmamış benzer biçimde. ”
– Öyleki mi? – …
Gözlerime yüreğimdeki tüm yıldızları alıp yine bakıyorum gözlerine…
Çemberimizin ışığı daha da kuvvetleniyor,
Gözlerimizle.
İyi olan sensin ve fenalık seninle adım atar.
Herşey bir adımınla..
Herşey yüreğinin seçimiyle adım atar..
Tıpkı bu tohumun varlığı benzer biçimde..
Toprağın altındaki bu tohumun..
Bu yemyeşil, oldukca renkli nefesin….
Gürültüler yavaşlıyor…
Güneş, savaştan çıkmış kadar bitkin.
Yüzyıllardır doğmamış benzer biçimde…
Erlerin adımları duran.
Namlularının ucu toprakta!
Bir hatırlayış ırk, dil, din ayırmayan…
Bir ses.. Fısıltı..
Çocuk nefesi benzer biçimde tül…
” İyi olan nedir? Fenalık nerede adım atar? ”

Tüm o boş kovanlar, dirilen, yaşam dolu tohumların yuvasına göz dikercesine çıkıyor topraktan ve hedefliyor insanı.
Çember içindeki çemberi..
Bizleri..
Gözlerimiz bir göz benzer biçimde ve yeryüzünün kulaklarında bir tek bir ses…
Hedefliyor insanı..
Doğayı..
Canlıyı…
Toprağa dahi düşemiyor boş bir mermi olarak,
O şansını çoktan yitirdi….
….
Ceviz kaplamalı sahpemde tutuşmuş bir mektup destesi ve üstünde de ufak bir kağıt:
“Andon Kostulas Çavuşun Notları. ”
Dokunuyorum, o ufak kağıt harici hepsi yine yine tutuşuyor..
Üstelik yağmurlu..
Tatlı bir suya, gözyaşına yakalanmış benzer biçimde..
Mutlu bir gözyaşına…
Kapalı pencerelerin arkasından tüm rüzgarıyla gidiyor mektup destesi.
Gittiği yerde bütünleşecek muhakkak.
Kapalı pencereler ardında mı?
Koşarak gidiyorum başladığım noktaya.
Cama yaklaşıyorum…
Karşımda!!
Onunla tekrardan gözgöze geliyoruz ve karşımda 25 yaşındaymış benzer biçimde gür, oldukça sık ve canlı saçlara haiz, gözleri yaşam, gözleri aşkla gülen bir adam.
Perdeyi çekmeyi deniyorum..
Korkuyorum..
Gözleri perdenin en üzerine takılıyor, gözlerime bakıyor yine…
Sevecenlik derinlere gitmiş ve bir tek tek bir söz söyler benzer biçimde..
Aşkla, Sevgiyle, Barışla, İnsanla ve İnsan olarak..
Bana,
Sana,
Bize…
Duyuyor musun??
Dinle beni…

Ilk olarak söylemeliyim ki bu asla mi asla planlamadığım bir incelemeydi 🙂 .. Ama harp o tüm planıyla ben doğmadan ilkin yüreğime kazınmış bir harita, bundan da inanırım.
Ve bir çığlığın, sessizliğin kelimesi olur muymuş? Olabilirmiş, bunu gördüm..
Sessizliğime ses olan Nordavind ‘ya incelememi armağan ediyorum.
Ve onun Işığıyla “Tüm Dünya Çocuklarına. ”
Kitaptan belirli kesitleri incelemeyle bilhassa tüm kılmaya çalıştım fakat;
Dinlemek için duymak,
Duymak için görmek
ve görebilmek için Işıkla, okumak okumak okumak gerek…
Bilhassa bu eseri.
Vaktiniz için teşekkür eder,
Şimdiden iyi okumalar dilerim.
Daima Sevgiyle kalınca.
Sevgi ki yaşama karşı yüreğin mürekkebi…
Unutmadan:
” https://www.youtube.com/watch?v=BWf-eARnf6U&app=desktop ” 🙂 (hasret)

UYARI : İncelemelerimde spoiler yoktur .. Bu platformda okuduğunu anlamış olmayan ve yazdıklarımı spoiler sanan bir ekip “ÇOK AKILLI” insanoğlu vardır !!! Ben spoiler bulunduğunu düşünmüyorum fakat sen bulunduğunu düşün ve ona nazaran oku ..
Annemin , zeytinyağlı kuru patlıcandan yapılmış dolmalarını (kuru patlıcan cidden über alles bir vaka!! gene söylüyorum kabağı el birliği ile yeryüzünden silmeliyiz !! mücver bol miktarda yapılıp deep freezelerde saklanabilir lakin ) leblebi misali lüp lüp mideye indirip gelecek olan mazot ikmali için dakikaları sayar iken shuffle a bağlamış olduğum Beyond the Grave adlı mu-SICK listemden bir parcaya denk geldim.. Kitabı da bugün okumuş , bitirmiş bulunmaktayım.. Yazsam mı yazmasam mı diye çelişkilere el ense çektiğim şu anlarda , kontağı cevirip dörtlüleri yakmayı yerinde buldum bu parça ile ..
Kitabın adı kaçınızın inbox ını aydınlattı bilemicem fakat bu kapak ve benzeri başlıklarla objeler gördüğümde genel anlamda aklıma ilk gelen şey harp.. Daha önceki incelemelerimde de belirttim, bir kez daha belirteyim .. Karanlık olanı ve negativiteyi seven insanların kesişim kümesinde yer edinen bir insan olarak bu tip kitapları ve yayınları zevkle takip ediyorum .. Niçin savaşıyoruz ? Bugünlerde tüm dünyada ekonomiye , yaşamımıza , idolojilere , stratejilere ve arada çıkan anlaşmazlıklarla patlak veren savaşlara ne yön veriyor çoğu zaman ? İlk sırada kafadan petrol ve petro-dolarlar .. İkinci sırada bu ilk maddeye kılıfı uydurmak için dinler mezhepler ve ırk ayrımı.. Üçüncü sırada hammadde falan fıstık .. Siz asla bu üçü haricinde çıkan bir harbe denk geldiniz mi ? Ve eskilerin deyimiyle CASUS BELLI şu demek oluyor ki harp sebebi olarak deklere edilen vakalar içinde “Amanda efendim Almanya’ da müze sayısı niçin 500000 değil , siz operaya ihtiyaç duyulan önemi vermiyorsunuz mösyö ŞİRAK !! ” falan kıvamında açıklamalar çalındı mı kulağınıza? Olamaz ..Olması olanaksız !!
———————–
İki dakka bekle kapı çaldı geliyorum .. Oh ikmal tamam !! ÇIKIR – ÇUKUR !! (açma efekti koh koh koh!! ) =)) DÜNYA VARMIŞ!! Taarruza devam !! =))
———————–
Varsa yoksa maddi olana duyulan açlık ve bu açlıkla köreltilen, halde yaz sıcağında çöpe bırakılan ve belediyenin gelip toplaması için burunlarımıza güzide sinyaller yollayan kokuşmuş balıklar kıvamında takılan zihinler ve beyinler (yalnız mazot gelir gelmez zihin şaha kalktı.. VAR OL KT!) ..
Kitap Anadolu işgali esnasında müttefikimiz olan Almanların desteğini ardına almış Bulgarlarla Yunanlar içinde meydana getirilen siper savaşları döneminde geçiyor .. Şimdi yukarda saydığım üç maddeyi aklınıza getirin, ben de bir fıstık atayım ağzıma .. Evet !! Yunanlılar gücü tükenen İngiltere’ nin parasal yardımıyla bu işgale kalkıştılar ..Eğer muvaffak olabilselerdi ilerde ortadoğu petrolleri için yapılacak öteki savaşlara bir aktarım , bir üs noktası olacaklardı kukla devlet olarak ..Rusya’ ya da ayar verilecekti akıllı ol diyerek ve “BOĞAZ’ına” çökülerek .. Evet buna lüzumlu kılıfı onlara MEGALI IDEA diye yutturdular .. Yunanlılar da bu gaza oldukça güzel geldiler .. Irksal ve dinsel farklılıklar kartını oldukca güzel oynadı İngilizler .. Hammaddeyi esasen saymayayım bi zahmet .. İşte bu muharebede yer alıp, flame-thrower la (alev makinesi ) yanarak can veren Andonis Kuçulas adlı bir çavuşun ardında bıraktığı kişisel notlardan ve anılardan oluşuyor kitabımız .. İlk günlerdeki fish and chips kıvamında tüketilen milliyetçilik sosuna bandırılmış coşku , sonrasında gelen sıkkınlık , azap , korku ,bunlar dahilinde kendi varlığını sorgulama , dini ve tanrıyı sorgulama ve doğal en önemlisi sonlara doğru meydana getirilen bu “oldukca lüzumlu savaşı” sorgulama o aşama güzel işlenmiş ki baya baya şaşırdım .. Daha önceleri Konstantin Simonov okuduğum için bu siper savaşı denen illeti ve insanların neler hissettiğini azca buz biliyordum fakat bu adam üç dört tık üste taşımış anlatımı ve metaforları ..Daha ilkin yazara asla denk gelmemiştim .. Cidden her sayfada korku ve nefret kusan , o efsaneleşmiş “MG-42” lerin sesi kulaklarıma çalındı.. Siperlerde düşen bombaların yarattığı basıncı hayal edebildim.. Hiç habersizken sizi yakalayan Fosgen gazının size verdiği tedirginliği duyumsadım..Gömmüş olduğunuz ceset tarlalarını kasıtlı olarak top ateşine tutan Bulgarlardan dolayı rüzgarın da yardımıyla leş ve kükürt kokuları geldi burnuma.. Tekrar ediyorum ; ifade ve mevzuyu işleyiş o aşama güzel ki !! Kendinizi azca ilkin saydığım etkenler dahilinde tüm bir gündüz vakti cephede siperin içinde elinizle kürekle habire kazıp siper genişletirken düşünün.. Kafanızı dahi çıkarmanız olanaksız siper dışına .. İki büklümsünüz .. Bacaklarınız tutulmuş.. Altınızda beş altı aylık iç çamaşırınız ve üstünüzde sırıkla atlama icra eden olimpik bitler .. Birden kazdığınız toprağa saplanan küreğiniz bir solucanı ikiye bölüyor.. O aşama bıkmışsınız, o aşama usanmışsınız ki bu savaştan, kendinizi aniden o solucanın yaşamını sebebsiz yere aldığınız için hayatınızı , burda bulunma sebebinizi , doğaya karşı acizliğinizi sorgularken buluyorsunuz .. Tüm bu tarz şeyleri anlattım benden günah gitti .. Oku ya da okuma..Artık o sana kalmış güzel kardeşim ..
Ha tüm bu tarz şeyleri söyledim fakat kendim karşı mıyım harbe? TÖBE BİLLAH HAYIR!!! Bu aşama akılsız , mantıksız , izansız işler icra eden bir tür niçin varolsun ? Teknoloji bunca ilerlemiş , oraya buraya rüzgar gülleri kıvamında santraller dikilip işbu santrallerin bir aylık üretimi New York benzer biçimde bir şehri 1 yazıyla BİR yıl ışıklandırmaya kafi gelecek enerjiyi üretmeye yetiyor iken , elimizde akarsız kokarsız bunca varlıklı enerji alanları var iken fosil yakıtlar için birbirini gırtlaklayan binmiş olduğu gemiyi kemiren fareler misali yaşayan insanoğlu !! Azıcık bir tölerans ve güler yüz ile halledilemeyecek hiçbir şey yok iken bahçeme tavuğunu saldın diyerek pompalı tüfeklere sarılan insanoğlu!! Din kispesi ve ırksal hezeyanlarla öldürmeyi kendinde hak gören , KENDİ DÜŞMANINI KENDİ ELİ İLE BİLEREK , İSTEYEREK İMAL EDEN insanoğlu!! HEPSİ YOKOLSUN !! Hatta ve hatta SURVIVOR ADASINDA NİHAT DOĞAN’ I SOKAN AKREPLER SOKSUN SİZİ !! KOMPLE ORTADAN KALKIN !! Evet insan sevmiyorum .. Ne kadar azca , o denli öz !! İsteyen aşşağıda linkini verdiğim parçanın başındaki açıklamayı bir dinlesin.. Kulaklıkla dinle sayın abicim ..At pazarından aldığın SQNY marka hoparlörlerle değil .. Sesi azca aç yoksa YOKOLURSUN ! Demedi deme =)) Viva İŞSİZLİK diyor ve bu incelemeyi de burada bitiriyorum ..
Bu sizin için : Mallika bacımız söylüyor..

Gazı alanlar (ki bir tane bile çıkmaz fakat olaki olur ) alttaki bağlantıya de bakabilirler =))
Bu da benim için : Sevgili kardeşim Keisuke !!! Hızar benzer biçimde döşemiş davulları !!
USTAAAAA!! BOL SOĞAN BOL DOMATES.. POLONYUMU BOL OLSUN!!!
https://www.youtube.com/watch?v=HUE36cqeCWA (Tuco Herrera)

Siperde açan, solan bir gelincik çiçeğim: ” “İyi” olan nedir? “Fenalık” nerede adım atar? ” “Ortada bir tanışıklık, ortada bir kin, bir kişisel düşmanlık yokken iyi mi öldürebiliriz birbirimizi?” diye soruyor çavuş Kontulas. Bir şey anlatmaya çekiniyorum. O gür saçlarıyla, ışıl ışıl bakan, daha 25’inde yaşam dolu çavuşa karşı derin bir saygı ve hüzünle karışık, sordurulmuş olduğu sorular zihnime mıhlanıyor birer birer. Ve sonrasında siperlerden başını çıkarmaya dahi fırsat bulamayacak çavuşa ‘Girme o yıkımların olduğu alev almış çemberin içine. Gitme!’ diyorum sesim titriyor. Hıçkırığımı zor tutuyorum. Gözü yaşlı elimi uzatıyorum, ayrı milletlerden olsak da dillerimiz ayrı olsa da anlıyor beni. Yüzündeki ifadesinden gitmesi icap ettiğini elden bir şey gelmeyeceğini anlıyorum. Hiç kimselerle bir kavgası olmayan çavuş düşmanlık duymadığı milletlere karşı savaşmaya gidiyor. Boğazımdaki yumru çözülmüyor gidişini izlerken dünya olanca ağırlığıyla üzerime çökmüş hiçbir şey yapamadan, çavuş siperlerde en ön birliklerde savaşmaya gidiyor.
Gidiyor… Gidiyor…
Gelincik çiçeğinin önünde mermiler vızır vızır geçerken izliyorum çavuşu. Derin bir saygıyla çiçeği, savaştan korumaya çalışıyor -ruhunu savaştan korumaya çalışıyor gibi- fakat nafile bir çaba! Tüm benliği ile savaşın içinde bir tüm artık harbe giren tüm erler.
Siperler kazılıyor tekrardan. Düşman tatlı kokulu zehir bombayı atıyor siperlere. Gaz maskelerine sarılıyor eller kıyamet telaşı yaşanıyor daracık siperlerde. Kör oluyorum derim yanıyor, kusuyorum. Yağmur yağsa diyorum. Sonra ‘Savaş bitse. Biter mi sahi?’ diye soruyor yanıbaşıma oturan çavuş. Susuyorum. Sevgilisinin saçlarını gösteriyor. Dokunuyorum o sarı saçlara. Ellerim yanıyor.
Birinci dünya savaşı yıllarında bu sefer karşı cephede Yunanlılar’ın içindeyiz. Çavuşun yüreği satır satır atıyor ümit ile özlem ile. O ümit ve özlem ile savaşı konu alıyor.
Bir an olsun kendimi cephede elimde kürekle siper kazarken hayal ediyorum, bir an bombalar üzerime yağarken ve ben o anı hayalimde iyi mi canlandıracağımı bilemiyorum, bir an yüzümde gaz maskesi ile karşı tarafa kendimi savunurken, elimdeki ölüm makinesinden karşı taraftan kaçını vurduğumu kaçının ise kurtulduğunu hesap ederken düşünüyorum. Kendimi insan öldürürken düşünüyorum. Kanım donmuş, yüreğim taş bağlamış, gözlerim kan çanağına dönmüş bir halde kafamın boşaldığını hissediyorum. Midem bulanıyor. Kusmak isterim..
Bu güzel eseri Agustosmevsimi ‘nin incelemesi ile oldukca etkilenmiştim ve eseri okumak istemiştim, bu güzel eserden bizleri haberdar etmiş olduğu için teşekkür ederim
Savaşı anlamaya yönelik okuduğum yoğun anlatımın olduğu bu eserde (duygularım hırpalanmış benzer biçimde bitkin hissediyorum şuan) harbe anlam arayışı içinde olan benliğime kızıyorum utançla. Şu yeryüzünde sulh ile yaşamak umudu el ele vererek çoğalsın. Sevgi ile …
https://youtu.be/3azC0_AVLIY (Aimée)


Mezarda Hayat PDF indirme linki var mı?


Stratis Mirivilis – Mezarda Hayat kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Mezarda Hayat PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Stratis Mirivilis Kimdir?

STRATİS MİRİVLLİS, 1890’da Midilli’de hayata merhaba dedi. Asıl adı Efstratios Stama­to­­pulos’tu. 1912’de Atina Üniversitesi’ne girdiyse de, Balkan Sava­şı’na gönüllü olarak katılmak için öğrenimini yarıda bıraktı. Ağır yaralanmasına rağmen, 1922’ye kadar tüm savaşlara katıldı. Terhis olduktan sonrasında Midilli’ye dönerek Kampana ve Tahidromos ga­ze­telerini çıkardı. 1932’de yerleştiği Atina’da bir süre gazetecilik yap­tı, 1938’den 1955’e kadar Millet Meclisi Kütüphanesi’nde işgören ola­rak çalıştı. Yaşamının sonuna kadar çeşitli gazetelerde öyküleri, seyahat anı­ları, çocuk romanları, eleştiri ve denemeleri yayımlandı. 1956’da Ati­na Akademisi’ne kabul edildi ve bir süre Yazarlar Birliği başkanlı­ğı­nı yapmış oldu. Cephede yazmaya başladığı Mezarda Hayat adlı romanı, 1924’te Midilli’de Kampana gazetesinde tefrika edildikten sonrasında, 1930’da Atina’da kitap olarak basıldı. Dünya edebiyatının en kuvvetli sa­vaş karşıtı yapıtlarından biri sayılan Mezarda Hayat, yerleşik de­ğer­leri gözüpek bir şekilde sorgulaması yüzünden tutucu çev­re­le­rin tepkisiyle karşılaştı. Mezarda Hayat haricinde Altın Gözlü Öğretmen, Arnavut Vasil, Denizkızı Meryem Ana ve Dörtlerin Romanı adlı ro­manları da piyasaya sürülen yazarın ek olarak Mavi Kitap, Yeşil Kitap, Kır­mı­zı Kitap ve Mor Kitap adlı dört öykü kitabı bulunuyor. Mirivilis, 1969’da Atina’da zatürreeden öldü.


Stratis Mirivilis Kitapları – Eserleri

  • Mezarda Hayat
  • Savaştan Korkuyorum
  • Midilli’den Arnavut Vasil
  • Post Avcısı


Stratis Mirivilis Alıntıları – Sözleri

  • Savaşta hayvanlar! Sabahtan beri bir tek bunu düşünüyorum. Pekiyi… biz insanoğlu… çıkarlarımız, ideolojilerimiz, sapıklıklarımız, coşkularımız, büyük hayallerimiz var… ve, tüm bunlardan pekala, harp hazırlanıp doğabilir. Kaldı ki zoru gördüğümüzde, kurtulmamız için bin bir ayak oyunumuz da var. Ama… ya, bizlerle savaşmak için işin içine soktuğumuz zavallı hayvanlar?
    Zannediyorum ki, insanoğlu içlerinden toptan yok etme sar’asını çekip attıklarında, yaşamları süresince utanmaları için bir tek bu niçin yetecektir: Savaşa zavallı hayvanları da sürüklemiş olmaları. Zannediyorum ki, insanlık tarihinin en karanlık noktalarından biri de bu olacaktır. (Mezarda Hayat)
  • Ama sen, söylesene bana, yaşamış olmanın kıymetini özetleyen bir çift göze rastladın mı asla ömründe. (Mezarda Hayat)
  • “Kararsızlık” en korkulu ruh hastalığı. (Mezarda Hayat)
  • Sevgilim, yağmur yağarken insan bir evde olmalı. Bu ev de senin kendi evin olmalı, yağmuru da panjurların arkasından seyretmelisin. Yamacında da aşk olmalı, bir çiçek vazosu ve de bir kitap! (Mezarda Hayat)
  • … “Eğer doğada hiçbir şeyin kaybolmadığı bir gerçekse, yalnızca maddenin şekil değiştirdiği doğruysa, bu dev delikanlının harcanmış tüm o güçleri ne oldu öyleyse? …” (Mezarda Hayat)
  • Kişioğlu zaman içinde her şeye alışıveriyor. Hep dikkat etmişimdir buna: İçimizde alışma gücüyle doldurulmuş bir depo vardır. Bu depo bizi türlü tehlikelerden korur. Bilhassa de çıldırmak tehlikesinden. … Bazen düşünür de derim ki, eğer sonsuz cehennem acıları gerçekse, bunlara kişioğlu bir güzel alışabilir. … (Mezarda Hayat)
  • Bombanın düşmesinden sonrasında, yaşam daha da acı bir hal aldı. Artık, tamamımız savaşı tattık… ve onun kanlı tadı dilimizden çıkmaz oldu.
    Ama, verilmiş olan tüm izahlara karşın, askerlerin de başlarını sallayarak onları kabul ettiklerini göstermelerine karşın; kolay ruhlarda daima yanıtsız bırakılan bir sual kalır:
    “Öyleki ise, niçin biz burada çivilenip durduk da, savaşmadan teker teker avlanıyoruz?” (Mezarda Hayat)
  • Bu şekilde saatlerde sana “bunu yapman gerek” diyecek o kimse var ise, sana “ateşe atla!” dese dahi isteğini zevkle yerine getirirken kendisini derhal tanrılaştırır ve seni ateşe attığı için de, yaşlı gözlerle ona şükredersin. (Mezarda Hayat)
  • ” Kararsızlık ” en korkulu ruh hastalığı. (Savaştan Korkuyorum)
  • Beraberce yiyecek yedik… ve hiçbirimiz ötekinin lisanını bilmeden saatlerce konuştuk… Ve, muhteşem bi şekilde birbirimizi anladık. Sevgi ve düşmanlığın lisanı uluslararasıdır… Herkes karşısındakini anlamış olur… (Mezarda Hayat)
  • Kıvırcık başlı, uysal, pamuk bulutçuklar dizilir ufuklar boyu. Gökyüzünün tüm melekleri mavi basamakların en altına inip otururlar, ıslak kanatlarını kuruturlar. (Mezarda Hayat)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş