Eğitim

Modern Dünyanın Bunalımı – Rene Guenon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Modern Dünyanın Bunalımı – Rene Guenon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Modern Dünyanın Bunalımı kimin eseri? Modern Dünyanın Bunalımı kitabının yazarı kimdir? Modern Dünyanın Bunalımı konusu ve anafikri nedir? Modern Dünyanın Bunalımı kitabı ne konu alıyor? Modern Dünyanın Bunalımı PDF indirme linki var mı? Modern Dünyanın Bunalımı kitabının yazarı Rene Guenon kimdir? İşte Modern Dünyanın Bunalımı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Rene Guenon

Çevirmen: Mahmut Kanık

Yayın Evi: Hece Yayınları

İSBN: 9789758988174

Sayfa Sayısı: 185


Modern Dünyanın Bunalımı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Modern dünya, bu ölümcül inişle uçurumun ta altına mi inecek, yoksa Greko-Latin uygarlığının çöküşünde olduğu benzer biçimde sürüklendiği uçurumun altına varmadan Ilkin, bu kez da gene yeni bir diriliş mi olacak? Öyleki göründüğü gibi, yarı yolda duruş artık asla mümkün değil. Ayrıca geleneksel öğretilerce verilen bilgilere gore Kali-Yuga’nın son safhasına, bu “karanlık çağ”ın en karanlık dönemine gerçeklen girmiş durumdayız. Zira lüzumlu olan kolay bir doğrulma değil, bütünsel bir yenilenmedir. Her alanda bir düzensizlik ve bir bunalım yargı sürmektedir.

Oldukça iyi biliyoruz ki onların zaferi sadece geçici ve görünüştedir. Bu durumun hakkaten dünyanın bugünkü durumu bulunduğunu idrak etmek, her yerde İncil’in “umutsuzluk belası” söylediği derin düşkünlüğü görüp saptamak için, insanoğlunun çevresine şu şekilde bir bakması yeterlidir.


Modern Dünyanın Bunalımı Alıntıları – Sözleri

  • Kötüden iyi çıkacak olsa bile bu kötülüğün karakterini değiştirmez.
  • Hint öğretisi Manvantara ya gore en karanlık çağ olan Kali Yuga dönemindeyiz, dördüncü cagdayiz.
  • Can bunaltan ve rahatsız edici insanlari asla sevmezdi
  • Hümanizm uygar ile laisizm in ilk şekliydi.Laisizm pozitivist , ateist tabanlı bir görüştür.
  • İnsan tabiatı daima doyum olabileceğinden daha çok yapay gereksinimler yaratır.
  • Modern dünya kendi kökeni mevzusunda Yunan_Latin uygarlığını gösterirken ve kendisinin onun bir devamı bulunduğunu iddia ederken, büsbütün haksız değildir.
  • Doğu batı karşıtlığının Doğu nun derin düşünmeyi eylemden üstün tutmasından, buna karşılık çağıl Batı nin da eylemin derin düşünmeye olan üstünlüğünü kabul etmesinden ibaret bulunduğunu söyleyebiliriz.
  • Çoğunluk devamlı bilgisiz insanlardan oluşur…
  • Modern insan kendisini hakikat seviyesine yükseltmeye çalışacağı yerde, hakikati kendi seviyesine indirmek istemektedir.


Modern Dünyanın Bunalımı İncelemesi – Kişisel Yorumlar

René Guénon, öteki adıyla Abdulvâhid Yahya. 1886-Fransa doğumlu yazar, 1912 senesinde müslüman olmuş, 1951 senesinde da Mısır’da hayata veda etmiştir. Matematik, felsefe, tasavvuf, din üstüne çalışmıştır. 20.yy ‘ın en büyük metafizikçilerinden biridir. Andre Gide 1943 senesinde günlüğüne şu şekilde yazmıştır; “Eğer gençliğimde Guénon’un eserleriyle karşılaşsaydım, neler gelirdi başıma! Artık oldukça geç…” Ve gene bir röportajinda Gide, “Guénon haklıysa, benim tüm eserlerim tepe taklak olur. Ve onun eserlerine hiçbir itirazım yok, kesinlikle yok, onlar çürütülemez.” diyor. 1930 senesinde Mısır’a yerleşen yazar, Batı’dan tam manasıyla kopmuştur. Kendini çağıl dünyayı, doğu ve batıyı anlamaya adamıştır. Kendisinin İslam’a yönelmesi de Hint kültürüne olan ilgisinden dünyaya gelmiştir. Doğu’nun maneviyatına, ruhuna fanatik kalmıştır.
.
Bu kitap yazarın Doğu ve Batı adlı kitabının tamamlayıcısı olarak yazılmış. Açıkçası benim yazardan okuduğum ilk kitap bu oldu, bunun peşine Doğu ve Batı ‘yı okumak daha verimli olur diye düşünüyorum. Kitapta ilk olarak çağıl son zamanların bunalım içinde geçtiğini gözler önüne seriyor yazar. Arkasından Doğu’nun gelenekçi yapısı ile Batı’nın gelenekdışı yapısını karşılaştırarak Batı’nın Doğu’ya kulak vermesi icap ettiğini söylüyor. Batı bir uçuruma sürükleniyordur ve reforma ihtiyacı vardır Guenon’a gore. Maneviyatçı bir görüş açısı olan yazar, maddenin anlamını yitirdiğini ve Batı’nın Tanrı’yı kaybetmesi ile maddeye sıkı sıkıya tutunduğu sadece yanlış yolda bulunduğunu belirtiyor. Batı’nın bu yanlış yola girişi ise Rönesans ve hümanizm ile başlamış. Yazarın fikirlerine ve eleştirilerine katılmak ile katılmamak içinde gidip geldim ben. Eleştirdiği mevzuları inançsızlığa ve materyalizme bağlamış olsa da Batı’yı uçuruma sürükleyen şey yalnızca bunlar değil. Batı’yı uçuruma sürükleyen şey Doğu’nun da yaşamış olduğu şey; insandan kaynaklı. Yalnızca inançla yalnızca geleneklere bağlılıkla düzeleceğini sanmıyorum. Guenon bana müthiş şeyler düşündürdü, beyin fırtınası dediğimiz şeyi yaşattı. Bu şekilde kitaplar okumak devamlı iyidir. Guenon’un bu kitabı yazdığı senelerden beri, çağıl dünyanın bunalımı daha da artmış durumda, teknoloji ile paracı sistemler ile toplumsal medya ile… Tıpkı onun söylediği benzer biçimde “çağıl son zamanların putları sözcükler” ve nesneler. Biz bu çağı yaşıyoruz, biz bu son zamanların ürünüyüz, biz bunalımı yaşıyoruz, bunalımı çoğaltıyoruz.
.
Yazar diyor ki Batı’nın felaketi kendi elinden ve kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. “Sorulan tek sual ise şudur: Doğu, çağıl fikir yüzünden geçici ve yüzeysel bir bunalıma mı düşecek; yoksa Batı, kendisi düşerken tüm insanlığı da bununla beraber mi sürükleyecek?” Bu suali sorduğunda yıl 1940’ları gösteriyordu, sanırım biz 2020’li yıllarda cevabı almak üzereyiz. Ne dersiniz? (Tuğba)

Guénon insanlığın sonu gelmeden ,insanları tuzaklardan kurtaracak yol arayışında olan matematikci felsefeci, tasavvufa yönelen araştırmalarıyla da tanınmak da..
#moderndünyanınbunalımı teknoloji ve inanç kavramlarıyla okuyucuyu bas basa bırakan sağlam bir pusula görevini üstlenmiş bir anlamda.
Bir de sezgi den bahsediyor ki,benim de bilhassa bizi tanımladığı o karanlık çağ in içinde anlatmaya çalmış olduğu sezginin ne işe yaradığını anlamaya çalıştım.Zira Guénon yakınlarını kaybedince batı yaşamına kendisini yabancı hissedip, İslam dinini benimseyip, Hint maneviyatı ile ilgili çalışmalari,ayrica Mısır a yerlesmis olması da bir başka nokta..Zira sayılı insanoğlu haricinde kimselerle görüşmemis senelerce ve adresini devamlı saklı tutmuş.
Modern insanı tanımlamaya çalışmış öncesinde,batı ile doğu ayrımının kimi zaman çizgilerle üstünden geçmiş,kimi zaman de aynı parallellikte ilerlediğini sadece gene de yoksun olan durumun duyular dünyasının tanrısal alandan çekilmiş olmasına bağlamış.
Bilimin bir tek maddeyle ilgilenen bir bilim olmadığını ,siyasetin insanların duymak istediklerini onlara vererek kitleleri arkalarindan sürüklediği o sonsuz kandirilmisliklari, demokrasi teriminin içinin iyi mi bir günde boşaltılarak hem fiil hem de kuvvet halinde olmasınin mümkün olmadığı , oy hakkının icadinin gerçekliğini okuyarak yeni yollarla karşılaştırmis okuyucuyu..
Bir anlamda mutlak olmadan izafi ,mecburi olmadan olağan, değişmeyen olmadan değişiklik , birlik olmadan çokluk olmaz bakış açısını birakiyor satır aralarına.
Okurken batı ve dogu ayrımına vardığı bazı düşüncelere katılmadım zira artık ne dogu ne de batı masum değil, dönem itibariyle. Nihayetinde orada ya da burada olalım odak noktası insan..İnsan varolduğu sürece problemler tekrardan dirilerek olusacaklardir.
Kali Yuga kısaca karanlık çağ periyodunu araştırmanızı tavsiye edebilirim naçizane.Ozellikle 1945 yilinda bu kitabın tamamlayıcısı olarak yazdığı Niceligin Egemenliği ve Dönemin Alametleri kitaplarınin olduğu bilgisini de buraya bırakıyorum.Ardindan 26 yaratı bırakan Guénon, eserlerini de Fransızca yazmış, gene insanyayinlari ndan çıkan yazarla ilgili kapsamlı bilginin de verildiği İslam Maneviyati ve Taoculuga Toplu Bakış kitabını da incelemenizi isterim.Bu yıl okuduğum kitaplar içinde yaşamı ve bakış açısıyla ilgiyle okuduğum notlar aldığım ve karanlık çağ ile ilgili bilgilere ulaştığım ender eserlerden biri oldu.Kitapla geçecek yedi gün dileğimle (beyhannova)

Daha evvelde bu kitap için yazdığım bir araştırma yazısıydı. İncelemeden ziyade kitabın bende bıraktığı izlenimleri dile getirmeye çalıştım. Burada paylaştığım ilk araştırma de bu oluyor ek olarak. Keyifli okumalar.
Günümüz insanı türlü dertlerin, sıkıntıların, belaların pençesinde çırpınmaktadır ve çırpındıkça da kurtulacağı yerde daha da derine batmakta ,umudunu yitirmektedir. Zira çağıl insan kendisini kurtaracağını sanıp sarılmış olduğu o dayanıklı dalların esasında çalı çırpıdan ibaret bulunduğunu görmekte ve bir kurtarıcı bulma umuduyla oradan oraya koşturup durmaktadır. En sonucunda insan için tek çözüm yolu gene kendisidir. Kanaatimce insan içindeki cevheri keşfetme yoluna çıktığında bir şeylerin düzeldiğini görecek en azından bu amaç uğrunda motive olacaktır. Peki nedir bu cevher ve iyi mi bulunur? Bu sürecin sıkıntılı bir süreç olduğu muhakkak. Bilhassa günümüzde kendisini telaş ve hız çağı içinde buluveren insan için neredeyse imkansızdır. Fakat ümit yok mu? Elbette var. Hayat devamlı onu bir yerden tutabilmemiz için bizlere olanaklar vermektedir. İnsan olarak biz bu olanakları vesile meydana getirecek ve her birimiz insanlık için bir meşale olabilme düşüncesiyle kendimize çekidüzen vereceğiz. Yeter ki isteyelim ve umudumuzu kaybetmeyelim. Ama daha ilkin de dediğimiz benzer biçimde günümüzde gereksiz bilgilerin, olumsuzlukların sağanağı altındaki insan için bu fazlaca zor.
Bir telaş çağı içinde yaşıyoruz. Çevremizde olup bitiveren güzelliklerin bilincinde bile değiliz. Güneşin doğuşunu, bir tohumun patlayıp çiçek vermesini, kuşların cıvıltısını umursamıyoruz artık. Hepsi bizim için gereksiz ayrıntılar. Geçip giden bu yaşam sahnesinde bizim için mühim olan tek şey kariyerlerimiz, diplomalarımız, madalyalarımız…Ve tüm bu tarz şeyleri elde edebilmek için kendimizi bulduğumuz yer delicesine bir telaş ve hızın tam da ortası. Acele edenin etmeyene üstün geleceği kanısındayız sanki. Halbuki acil etmek yaşamı kaçırmak değil midir? Az ilkin de söylediğim benzer biçimde kuşların cıvıltısını dinlemekten, güneşin doğuşunu izlemekten ve türlü türlü güzelliklerden bizi yoksun bırakan şey bu telaş ve acil değil mi? Bilmem kaç milyar yaşındaki bu dünyada averaj 70 senelik bir yaşam süresince üstünde asla yargı sahibi olamayacağımız şeyler için bunca çaba ve çaba fazla değil mi? Esasında tüm bunların farkındayız ve kabul ediyoruz. Kendimize de itiraf ediyoruz ki içinde bulunduğumuz bu hal acınası bir haldir.Tüm bunların bilincinde olduğumuz halde bir şeyleri değiştirebilmek için ortada ne bir çaba ne de bir çaba var.Zira artık öyleki bir konumdayız ki tüm kontrolü kendi ellerimizle o BÜYÜK BİRADER’e teslim ettik. Ve çağıl(!) insanoğlu olarak da bizlere düşen hisse bir tek yanıp yakılmak oldu.
Bu duruma iyi mi geldik? Medya vesilesiyle üstümüze başımıza boca edilen gereksiz bilgilerin sağanağından, yaşamın amacı olarak gördüğümüz o içi boş şeyleri kovalama sevdasından vazgeçip bir kenara çekildiğimizde kim bilir bunun yanıtını buluruz. Her şeye haiz olduğumuz halde niçin mutlu olamadığımızı ya da mutluluğun her şeye haiz olmaktan mı ibaret bulunduğunu işte bu sürecin sonunda daha net bir halde anlayacağız. Esasında en varlıklı insan ihtiyacı minimum olan insan değil midir? Fakat bu çağ bizlere yapay gereksinimler yaratıyor ve biz buna hakim olamıyoruz. Kendimizi bir gereksinimler silsilesi içinde buluveriyor ve tüm bu tarz şeyleri hayatımızın eğer olmazsa olmazları olarak nitelendiriyoruz. O ceketi almazsak hayatımızda bir şeylerin tamamlanmamış olacağını sanmak ya da o meşhur kafeye gidip İnstagram’a bir fotoğraf atmadığımız taktirde kendimizi öteki insanlardan daha aşağı bir konumda olabileceğimizi düşünmemiz hep bu Modern Çağ’ın herzeleridir.
Her süre gözümüz ötekinin tabağında. Kendi önümüzdekine bakmıyoruz bile. Zira razı gelmiyoruz bizim olana. Daha fazlasını istiyor ve bunun için deliler benzer biçimde uğraşıyoruz. Tüm bu uğraşın sonunda kazandıklarımızdan sual eden insanlara da ‘’Üzümünü ye bağını sorma’’ yanıtını veriyoruz. İşte Modern Çağ bizlere üzümü yedirip bağının sorulmaması icap ettiğini öğütlüyor. Eğer yüreklerimizde insan olabilmenin derdini taşıyorsak, biz ilkin bu bağın nereden geldiğini soracaktır sonrasında o üzümü yiyeceğiz. Geçip giden bu yaşam deveranında insan olarak bizlere düşen budur. Ancak bu çağda insan, insani yönünü unuttu. Robotlarla yarışıyoruz artık ya da kim bilir robotlar benzer biçimde yaşıyoruz. Dolayısıyla tüm güzellikleri bu amaç uğruna ıskalıyoruz. Niteliği unuttuk ve nicelin kurbanı olduk. Zira biz için bir şeyin ne denli iyi ya da fena olduğu mühim değil. Bunları sorgulamıyoruz bile. Tek mühim olan şey sayılar. Ne kadar oldukça, ne kadar fazla? Üretmemiz gerekiyor hem de asla durmadan üretmek. Üreteceğiz ve sonrasında o ürettiklerimizin esiri olacağız. Biz onlara değil onlar bizlere hükmedecek. Binlerce senelik insan macerasının hazin bir sonudur bu. Evlere kapandığımız bu süreçte bir şeyleri artık daha net görebilmeliyiz. Devletler tüm bu virüs tehdidine karşı fabrikaları tam kapasite çalıştırmaya devam ediyor. Sanırım bu virüs fabrikalarda ve öteki üretim yerlerinde paydos ediyor. Ülkeler bir halde üretebilmenin ardında, şu sebeple üretmemek demek bu sistemin iflası anlama gelir. Çalışanların enfekte olması ya da ölmesi kimsenin umrunda bile değil. Yeter ki üretelim. Şu manzaraya bakın ki kendi elimizle kurduğumuz bu sistem kendi sonumuzu hazırlıyor.
Yunan mitolojisindeki Sisifos’tan pek farkımız yok aslına bakarsak. Önümüzdeki kayayı zirveye kadar yuvarlıyor, yuvarlıyor ve en sonunda o kayanın altında kalıyoruz ve her defasında bunu yine yine yapıyoruz. Bunun sebebi hiçbir süre umudumuzu kaybetmediğimizden değil, bu son zamanların bizi buna zorlamasından kaynaklanıyor. Modern çağ her defasında altında kalacağımız o kayanın ebatını, rengini, şeklini değiştirip yine önümüze koyuyor ve ‘’Haydi zirveye’’ diyerek sırtımızı sıvazlıyor. En sonucunda bu kayanın altında kalacaksam ne diye tüm bu uğraş demek aklımızın ucundan bile geçmiyor. Zira o kayanın altında her kalışımızda muhakeme gücümüzden bir şeyler kaybediyoruz.
Yazımızın son kısmında merhum Necip Fazıl Kısakürek’in Destan adlı şiiri aslına bakarsak tüm bu yazının özeti mesabesinde olacaktır. Bu çağı ve bu son zamanların fiyakalı kaybedenlerini usta ozan şu şekilde açıklıyor:
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas benzer biçimde açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu sema bodurum!
Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey,

Nefes aldığımız süre süresince o ‘’Her şeyi tutan bir şey’in’’ peşinden inatla gidebilmek dileğiyle… (Batuhan Bozkaya)


Modern Dünyanın Bunalımı PDF indirme linki var mı?


Rene Guenon – Modern Dünyanın Bunalımı kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Modern Dünyanın Bunalımı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Rene Guenon Kimdir?

15 Kasım 1886’da Fransa’nın Blois kentinde geleneksel Katolik bir ailed mimar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Guenon, formel eğitimini matematik ve felsefe alanında görmüş oldu. 1906’da yirmi yaşlarındayken sonrasında Papus (Dr. Gerard Encausse) tarafınca yönetilen okült hareketin öncüsü olan Ecole Hermetique’in kurslarına katıldı. Daha sonrasında Papus’un bazı inançlarını (ruhçuluk, reenkarnasyon) reddetti. 1910 senesinde, İslamiyet’i benimseyip Abdülhadi adını alan meşhur Fransız ressam Gustav Ageli ile tanıştı ve onun vasıtasıyla 1912 senesinde Müslüman olup Mısır’da Şazeliye şeyhlerinden Abdurrahman Eliş el Kebir’e intisap ederek Abdülvahid Yahya adını aldı.Üniversite eğitimini 1916 senesinde Leibniz ve Sonsuz Küçüklerin Hesaplanması adlı teziyle tamamladı.


Rene Guenon Kitapları – Eserleri

  • Modern Dünyanın Bunalımı
  • Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm
  • Doğu Bilgeliği
  • Doğu ve Batı
  • Varlığın Mertebeleri
  • Maddi İktidar Manevi Otorite
  • Doğu Düşüncesi
  • Geleneksel Formlar ve Kozmik Devirler
  • Alemin Hükümdarı
  • Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar
  • İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplubakış
  • İnsan ve Halleri
  • Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi
  • Niceliğin Egemenliği ve Dönemin Alametleri
  • Niceliğin Egemenliği ve Dönemin Alametleri
  • Hristiyan Mistik Düşüncesi
  • Agarta Dünya Kralı
  • Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar
  • Modern Dünyanın Bunalımı
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar I
  • Büyük Üçlü
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar II
  • Ruhçu Yanılgı
  • Manevi İlimlere Giriş
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar I-II


Rene Guenon Alıntıları – Sözleri

  • Ölüm, insanî doğuşun direkt nedenidir. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Rönesans’m ”hümanizm”i de, tam anlamıyla rasyonalizmin direkt doğruya habercisinden başka bir şey değildi, şu sebeple her kim ”hümanizm”den söz ediyorsa, her şeyi tam anlamıyla insanî ögelere indirgedigini iddia ediyordur; dolayısıyle (açıkça anlatılmış bir kuram gereğince değilse bile, en azından pratikte) fert üstü alana ilişik her şeyi dışlıyordur. Daha sonrasında, ferdin dikkatlerini tamamen zahirî ve hissedilebilen şeylere doğru çevirmek gerekiyordu; bunu da bireyi bir tek insanî alan içinde değil, fakat oldukça daha dar bir sınırlandırmayla, bir tek maddî alanın içine hapsetmek için yapmak gerekiyordu.
    Işte, tüm çağıl bilimin hareket noktası burasıdır; bu yönde etkinlik göstermeye yönelmiş olan çağıl bilim, bu sınırlandırmayı gittikçe daha belirgin kılmak zorundaydı. Bilimsel ya da eğer deyim yerindeyse felsefî-bilimsel, teorilerin oluşumu da tedrici olarak doğan oldu; ve (daha ilkin yapmış olduğumuz açıklamaları burada da özetlemek gerekirse hatırlatmak zorundayız) mekanikçilik direkt doğruya materyalizme çıkan yolu hazırlamış oldu; böylece âdeta çaresiz kalmış bir tarzda, zihinsel ufkun maddî alana indirgenmesini elde etmiş oldu; artık bundan bu şekilde biricik ”hakikat” olarak bir tek maddî alan değerlendiriliyordu; ve nitekim, tam anlamıyla ”maddî” olarak değerlendirilmeyen her şeyden bizzat soyutlanmış oluyordu. Doğal olarak, fizikçiler tarafınca bizzat ”madde” (matiére) teriminin ortaya atılmış olması da burada mühim bir rol oynamalıydı.
    .
    Işte o andan itibaren tam olarak ”niceliğin egemenliği” içine girilmiş oluyordu: Descartes’tan beri devamlı olarak mekanikçi olan ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bilhassa maddeci olmuş olan, din dışı (profane) bilim, art arda gelen teorileri içinde gittikçe bir tek niceliksel bir bilim haline gelmek zorundaydı; bununla birlikte maddecilik de, genel zihniyetin içine iyice nüfüz etmiş olduğu için, her tür kuramsal iddiadan bağımsız olarak, bu tutumu açıkça yerleştiriyordu, fakat böylece daha oldukça yayılmış oluyordu ve sonuçta, ”ergonomik maddecilik” diye adlandırdığımız bir nevî ”içgüdü” (instinct) durumuna geçiyordu; ve gene bu tutum niceliksel bilimin endüstriyel uygulamalarıyla daha da güçlenip pekişiyordu; bu uygulamalar netice olarak insanı bir tek ”maddî” ideallere ve gerçekleştirimlere bağlıyordu. Insan her şeyi ”mekanikleştiriyordu” ve sonunda bizzat kendi de böylece ”mekanikleşiyordu”; tekbiçimliliğin ve ”kitle”ni’n belirsizliği kısaca tam anlarmyla çokluğu içinde kaybolmuş düzmece sayısal ”birimler” içine yavaş yavaş düşüyordu. Işte niceliğin kalite üstüne sağlamış olduğu tasarım edilebilecek en büyük zafer, kati olarak, bu noktadır.! (Niceliğin Egemenliği ve Dönemin Alametleri)
  • Varlığın olanaklarının tahakkuku, daima içsel bir etkinlik ile oluşur. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Hz. Muhammed’in ‘gece yolculuğunu’ azca oldukça şiirsel bir efsaneleşmiş benzer biçimde gören çağıl batı eleştirmenleri, bu efsanenin tam olarak İslamî ve Arap kökenli değil de Pers kökenli bulunduğunu düşünmektedirler. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Gerçekten de o semboldeki “insan başı” erdemi “aslan gövdesi” ise gücü simgeliyor şeklinde düşünülebilir. Sfenks’in başı, yönetici manevî otoriteyi, gövdesi ise eylemde bulunan maddî iktidarı göstermektedir. (Maddi İktidar Manevi Otorite)
  • Eliphas Lévi’ye gore “Gül’ün Romanı ile Ilahi Komedya, aynı eserin iki karşıt (birbirini tamamlayan denilse daha yerinde olurdu)formudur: ruhun bağımsızlığına giriş, uygar her türlü kurumun tenkidi ve Gül-haç Cemiyeti’nin büyük sırlarının allegorik formülü benzer biçimde.” (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Jüpiter gezegeninin İbranice karşılığı Tsedek’tir ve ‘âdil’ anlamına gelir. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Birey, mümkün olabilecek tüm yayılımıyla tasarım edildiğinde bile bütünsel bir varlık değildir. fakat bir tek bir varlığın hususi bir tezahür hâlidir. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Oryantalist çevrelerde hakim olan kanaatlerin aksine, Vedanta ne bir felsefe ne bir din ve ne de bu ikisiyle uzaktan yakından ilgili herhangi bir şeydir. Vedanta öğretisini bu çerçeveler içinde değerlendirmeye çalışmak batılıların düşmüş olduğu en vahim hatalardan biridir ve daha ilk adımda hiçbir şey anlamamaya mahkum ol­maktır. Batı düşüncesininkinden tamamen değişik cihetlere (mode) haiz olan ve aynı kalıplar içinde anlaşılması olanaksız Doğu düşüncesinin hakiki tabiatına ne aşama ya­bancı olunduğu böylece ortaya konmuş olmaktadır. Daha önceki bir eserimizde dinin (religion), eğer kelimeyi asli manasında kullanmak istiyorsak, tümüyle Batı’ya mah­sus bir vakıa bulunduğunu belirtmiştik. Aynı kelimeyi Doğu öğretileri için de kullanacak olursak, manasını, azca oldukça belirli bir tanımını yapmayı olanaksız kılacak kadar geniş­letmemiz gerekecektir. Keza felsefede münhasıran Batı’ya ilişik bir bakış açısını temsil etmektedir ve üstelik dini bakış açısından oldukça daha dışsal, dolayısıyla da burada söz­ konusu edilenden o nisbette daha uzak bir bakış açısıdır bu. Felsefe, birazcık ilkin de söylemiş olduğumuz benzer biçimde, aslı itibarıyla “ladini”dir’; hatta bir yanılsamadan ibaret ol­madığında bile böyledir. o denli ki, çağıl çağdaki türden bir felsefenin bir mede­niyet içinde mevcut olmamasında hayıflanacak hiçbir şey bulunmamaktadır. Kısa sü­re ilkin gösterilen bir kitapta, bir oryantalist “felsefe heryerde felsefedir,” diyordu. Böylece her türlü yanlış özdeşleştirme, bizzat yazarın bile kimi satırlarında oldukça haklı olarak karşı çıktıkları da dahil olmak suretiyle, zemin bulmaktadır. Heryerde felsefe gör­meyi kesinlikle reddetmekteyiz. Düşüncenin son aşama hususi bir tarzını, yazarın ifa­desiyle “evrensel fikir” tahtına oturtmayı da kabul edemeyiz. Doğu öğretilerini mevzu alan bir öteki tarihçi, batılı etiketlerin yetersizlik ve uygunsuzluğunu ilke olarak kabul etmekle birlikte, bu tarz şeyleri aşma imkanı bulamadığını açıklıyor ve seleflerinin ha­talarını aynen yine etmekte hiçbir beis görmüyordu. Bu durum bizi iyice şaşırtmak­tadır şu sebeple kendi payımıza, bir tek oldukça yanlış olmakla kalmayıp anlamsız bir karma­şıklık ve sevimsizlik de taşıyan bu felsefi terminolojiye müracaat etme zorunlµluğunu şimdiye kadar asla hissetmiş değiliz. Ancak oryantalistlerin hatalarını tartışarak süre kaybetmeye niyetimiz yok, Batı seçimi eğitimin düşüncelerini daha en başından hap­setmiş olduğu “klasik” çerçeveleri aşmanın kimileri için ne kadar zor bulunduğunu bu ör­nekler vasıtasıyla göstermekle yetineceğiz (İnsan ve Halleri)
  • Beşeriyetin atasını ifade eden Âdem adı ile toprak arasındaki yakınlığın “toprak” anlamına gelen humus sözcüğünün (insan anlamına gelen) homo ve humanus sözcükleriyle acayip bir yakınlık ihtiva ettiği Latin dilinde de başka bir şekilde bulunduğunu ekleyelim.
    Öte taraftan, Âdem isminin kırmızı ırk tradisyonu ile daha hususi olarak ilişkilendirilmesinde bu isim toprak ve Batı ile de ilişkisellik ihtiva eder. (Geleneksel Formlar ve Kozmik Devirler)
  • … biçim ferdin sıfatıdır. (Varlığın Mertebeleri)
  • Görünen anlam bir tek bir örtüden ibarettir. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Zaten, bu “değer” sözcüğünün günümüzde görmüş olduğu rağbetin kısmen ona kökenden
    mündem iç olmayıp, sonradan oluşturulm uş olan yeterince kaba maddi
    anlam ından kaynaklanması mümkündür: “değerli”den ya da “değerlendirme”den söz edildiğinde, derhal “sayılabilir” olan bir şey akla gelir ve
    bu şeyin m odern dünyaya özgü olan “nicelikçi” zihniyete uygun olması ehemmiyet taşır. (Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar)
  • Yol erbabı yürür iz bırakmaz,
    Söz erbabı konuşur sürçmez.
    Hesap ustası çetele tutmaz,
    Kapamada usta olanlar sürgü kullanmaz
    Ama kimse açamaz kapattıklarını.
    İlmede mahir olanlar düğüme gerekseme duymaz
    Ama kimse çözemez bağladıklarını.
    (Tao Te Ching, XXVIII) (Doğu Bilgeliği)
  • O, muhteşem sessizliğe telaşsızlığa ulaşmıştır. Hayat ve ölüm onun için birdir. (İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplubakış)
  • “Kalpte mukim olan Atma bir pirinç tanesinden daha küçüktür, bir arpa tanesinden daha ufak, bir hardal tanesinden daha ufak, bir darı tanesinden daha ufak, darı tanesinin içindeki tohumdan daha küçüktür; ve kalpte mukim olan Atma bununla birlikte (kesif zuhur sahası olan) dünyadan daha büyüktür, (latif zuhur sahası olan) atmosferden daha büyük, (şekil dışı zuhur sahası olan) gökten daha büyük, tüm bu âlemlerin toplamından daha büyüktür (kısaca kayıtlanmamış olduğundan her türlü zuhurun ötesindedir.)” (İnsan ve Halleri)
  • Şimdi de Avrupa yada Amerika’da tahsil görenlerden sözetmek istiyoruz; bu şekilde dışarıda tahsil görenlere, bugün, neredeyse derhal tüm Doğu vatanlarında rastlanır. aldıkları,eğitim sonucu, an’ane ruhunu yitirdiği ve kendi öz medeniyetleri hakkında hiçbir şey bilmediği için, en aşırı bir -asrîlik- modernizm» göstermekle iyi bir şey yaptıklarını sanırlar. (Doğu ve Batı)
  • Dikkat edilecek olursa eski paralar tamamen geleneksel sembollerle kaplıdır. Hatta bu semboller bir çok süre bilhassa oldukça derin bir anlam taşıyan semboller arasından seçilmiştir. İşte böylece Keltler’de paraların üstünde bulunan semboller sadece Drüidler’e özgü olan öğretisel bilgilere mal edilmiş olduğu takdirde o sembollerin bir açıklaması yapılabilmektedir. Nitekim bu durum, Drüidler’in bu alandaki etkilerini de açıkça göstermektedir. Kuşkusu bu ilgi içinde Keltler için doğru olan, kadim dünyanın diğeri toplumları için de doğrudur… Paranın mevcut olduğu yerlerde, sonrasında paranın kazanmış olduğu dindışı özellik o zamanlar yoktu. Yani bizzat para dindışı bir şey değildi. (Niceliğin Egemenliği ve Dönemin Alametleri)
  • Her ne düşünüyorsak oyuz. Her ne olursak düşüncelerimizle oluruz. Düşüncelerimizle dünyayı kurarız. Kim ki saf düşünceyle konuşmaz yada hareket etmez arabayı çeken öküzün ayak izlerini takip etmesi benzer biçimde tekerlerin, takip eder onu ıstırap (Doğu Bilgeliği)
  • Her belirleme bir sınırlamadır. Her sınırlama bir olumsuzlamadır; sınır koymak sınırın dışta bıraktığı her şeyi inkar etmek anlama gelir. (Varlığın Mertebeleri)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş