Eğitim

Ocağımız Sönmesin – Refik Özdek Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ocağımız Sönmesin – Refik Özdek Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ocağımız Sönmesin kimin eseri? Ocağımız Sönmesin kitabının yazarı kimdir? Ocağımız Sönmesin konusu ve anafikri nedir? Ocağımız Sönmesin kitabı ne konu alıyor? Ocağımız Sönmesin PDF indirme linki var mı? Ocağımız Sönmesin kitabının yazarı Refik Özdek kimdir? İşte Ocağımız Sönmesin kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Refik Özdek

Yayın Evi: Ötüken Yayınları

İSBN: 9789754375237

Sayfa Sayısı: 264


Ocağımız Sönmesin Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bayrağın dalgalandığı yere doğru meydana getirilen öle-yite yürüyüşün adıdır. 93 Harbi fazlaca çetin geçer. Bir taraftan Rus orduları öteki taraftan Sırp, Bulgar ve Rum çeteleri memleketi baştanbaşa talan ederler. Balkanlardaki sayısız masum insanımız evlerini yurtlarını terk edip harbin yıkım ve vahşetinden kaçmak zorunda bırakılırlar. Kâh yayandırlar, kâh limanlara kâh istasyonlara doluşurlar. Kovalanırlar, kaçarlar, yakalanırlar. Kimileri açlıktan ölür, kimileri donarak soğuktan. “Rasim vagonla birlikte yürürken bağırıyordu: “Ocağımızı söndürme, bacalar tüter olsun! Koşuyordu. Önüne çıkanlara çarpa çarpa, trenle beraber hızını artıra artıra. Kalabalık sıklaşıp adım atamaz olunca koynundan Mesude’nin verdiği çevreyi, o büyük mendili çıkarıp salladı… salladı…. ”


Ocağımız Sönmesin Alıntıları – Sözleri

  • Leylekler, turnalar geliyor, Türkler gidiyordu. Buğday başaklanıyor, mısırlar tane dolduruyor, tarla yağmurdan sonraki kokusuyla toprağa çağırıyor… Türkler gidiyordu. Asmalar budanmış, tomurcuklar çiçeğe, çiçekler meyvaya dönüşmüş… Türkler gidiyordu.
  • – Evet Elif Bacı, izsiz otomobil, kızsız göç olmaz!
  • Hacı Ömer’in kafilesi Kızanlık’tan çıkan bir göç kolu ile karşılaşmış ve onlardan birine sormuştu:
    – Biliyorum, Kızanlık’ta Urus var, bizlerden kalan var mı? Kalanların hali nicedir?
    Adam, Hacı Ömer’e, kafilesine, atlı otomobillere baktı:
    – Nicedir mi diyorsun, cehenneme düşenlerin hali nice olur?
    Sonra, “Tövbe! Tövbe!” diye mırıldandı. Kanlı gözlerini Hacı Ömer’in gözlerine çevirdi:
    Kızanlık’ta bir Pazar Meydanı var, Pazar Meydanı’nda sıra sıra iskemleler var, iskemlelerin üstünde elleri bağlı dimdik duran insanoğlu var. Boyunlarında ilmikler! Sandalyeleri devirmeye başladıkları süre ayrıldım oradan. Daha söyleyim mi? Meydanın bitişiğinde bir de cami var, caminin avlusunda uzun salıncak demirleri var, dörder ayaklı ve yüksek demirler.. işte bu demirlere asılı yirmi çan saydım. Kocaman, çocuk uzunlukta, bazıları büyük adam uzunlukta çanlar… Moskof bu tarz şeyleri camilere asmak için Rusya’dan getirmiş. Caminin içi de dünden beri cemaatla dolu, asla dışarı çıkmadılar. Bu sebeple vücutları süngü ile delik deşik olmuş.. avlunun taşları kırmızı…
    – Yeter artık anlatma! Yeter! diye bağırdı Hacı.
    Hıçkırarak karşısındakinin boynuna sarıldı. Bir süre öylece kaldı ve sarsıla sarsıla ağladı. Sonra, yüz metre geride kendi kafilesinin beklediğini, onlara ne yana gideceklerini haber vermesi icap ettiğini düşünerek, kucakladığı insanın göğsünden usulca ayrıldı. Gözyaşlarını silip kendisini toparlamaya çalıştı.
    Kafilenin yanına geldiği süre hiçbir şey söylemedi, söyleyemedi. Yalnız eliyle bir yön gösterdi ve onun gösterdiği tarafa ilerlediler.
  • Bu ırkın Dobruca’ya gelişi de bir ummanın taşması benzer biçimde olmamış mıydı? Yüzlerce, binlerce yıl ilkin, Avar, Peçenek Türkleri gelmişlerdi. Tatar, Kuman ve Karaoğuz Türkleri gelmişlerdi ve yurt edinmişlerdi burasını. Sonra Selçuk Türkleri, Osmanlı Türkleri… 1357 senesinde, Oğuz Türklerinin beği olan Dobritçe, bu topraklara adını verdi ve zaman içinde “Dobritçe” Dobruca oldu.
    Toprağa bolluk, insanlara hakkaniyet getirdiler. Işık ve kuvvet getirdiler. Kara toprak yeşillendi, buğday verdi. Yabani ağaçlar aşılandı, meyva verdi. Anılar kovanlara sokuldu, bayrak yücelere dikildi. Itri’nin tekbiri yankılandı kubbelerde.
    Şimdi çekilen, işte o ummanın suları idi.
  • Bu şekilde bir dikkat ve coşku içinde giderken, kafilenin arka taraflarından bir ninni sesi duyuldu. Ayşe Nine idi ninni söyleyen. Atlılardan biri yaklaşıp susmasını söyleyecek oldu fakat sonrasında vazgeçti. Zavallı nine, ölen torununun yastığını, battaniyesini ayaklarına koymuş, sanki torunu orada uyuyor benzer biçimde ayağını sallıyor ve neşeli, övünçlü bir ninni söylüyordu:
    Benim balam bay olacak, batur olacak
    Top elleri kılınç, kalkan meblağ olacak,
    Bir başına on düşmana yeter olacak…
    Şehit atan Hak katında yatur balam hey… Uyu balam, büyü balam, batur balam heyy…
    Ninniii… Ninniii…
  • Bir göz ağlarken diğer göz gülmez.
  • Allah bizim odumuzu ocağımızı söndürmesin!
  • Gerçek harpte ihtiyarlar gençleri, barışta ise gençler ihtiyarları gömer. Bu ne şekil savaştır ki; evladı anasıyla, genci atasıyla birlikte ölüyor.
  • Unutmayın, ayrılanı ayı, bölüneni börü yer!
  • “TUNA doğuya akıyor, biz batıya batıya kaçıyoruz; Tuna yukarı gidiyor, biz aşağı sarkıyoruz. Aşağısı diyorsam düzlere, alçaklara değil, koca Balkan dağlarına yaklaşıyoruz. Suyun ötelerine geçip gitmek, koşup gitmek, kaçıp gitmek… Bizim olanı almamasıya terkediyoruz benzer biçimde geliyor bana… Vatan yitirmek benzer biçimde dayanılmaz acılar içindeyim…”


Ocağımız Sönmesin İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Herkes okumasın bu kitabı!.. Yalnızca yüreği yetenler, yalnız yüreği yetenler okusun. Ben okudum… fakat yüreğim yetmedi biliyor musunuz. Paramparça oldu, kanlı gözyaşları ile sayfalar arasına döküldü. Üç gündür ruh benzer biçimde dolanıyorum ortalıkta. Dayak yemiş benzer biçimde, kolum kanadım kırılmış benzer biçimde, yıkıntı altında kalmış benzer biçimde…
Yani…
“Vatan yitirmek benzer biçimde dayanılmaz acılar içindeyim!”
Şu an tüm benliğimde hissettiğim acının tarifi 124. sayfadaki şu cümle işte:
“Vatan yitirmek benzer biçimde dayanılmaz acılar içindeyim!”
Bu sarsıntının tesiri ne süre geçer bilmiyorum.
Sadece: Ah Mustafa Kemal Paşa, Mustafa Kemal Paşa!.. Seni bu talihsiz milletin karanlık ufuklarına güneş benzer biçimde doğduran Tanrı’ya şükürler olsun diyorum.
Dünya döndükçe, insanlık alemi var oldukça, Türk’ün odu, ocağı sönmesin Ulu Tanrı! Sönmesin. (Mâvi)

Ufak bir çocukken yaşadığım Anadolu şehrinde onlara bölgesel şiveyle maacirler kısaca muhacirler derlerdi. Orta öğretimim için İstanbul’a geldiğimde adları Bulgaristan,Yunanistan,Yugoslavya ve Balkan göçmenleri oldu. Akrabalarımız vardı, bir fazlaca tanıdığımız aileler vardı içlerinde. Aile büyükleri çocukluklarının, gençliklerinin geçmiş olduğu o güzel bölgeleri büyük bir üzüntü ve özlemle anlatırlardı. O dönemdeki çocukluğumun verdiği bilmezlikle onları dinlerken asla duygulanmazdım. Sadece dinlerdim. Onların içlerinde kopan fırtınaları nereden bilebilirdim ki ? O çocukluğumla onları iyi mi anlayabilirdim ki ? Maalesef o insanların asla biri bugün hayatta değil.
Bu kitabı okuduğumda ilk olarak kitapta yazılanların benzerini yaşamış olan o insanları hatırladım. O günlerde anlatmış oldukları vakaları, bölgeleri, bahsettikleri yaşantılarını hatırladım. İnanın bana o denli üzüldüm ki. Keşke bu kitabı o insanoğlu hayattayken okumuş olsaydım diye düşündüm. Keşke onlar şimdi hayatta olsalardı da, yüzlerine ”sizi fazlaca iyi anlıyorum, çektiğiniz acıları hissedebiliyorum, doğduğunuz toprakları terketmek zorunda kalmanın verdiği ızdırabı biliyorum , acınızı paylaşıyorum” demeyi o denli fazlaca arzu ederdim ki. Ama maalesef buna artık olanak yok.
Bunları size anlatmamın sebebi bu kitabın içinde yazanların beni üzmüş olduğu kadar, o insanları, o günlerde anlayamamamın daha da fazlaca üzdüğünü bildirmekti.
Kitapta, tarihe 93 harbi diye geçmiş olan Osmanlı – Rus Savaşında yaşanmış olan göç vakaları anlatılmaktadır. Romanya’nın Tulça şehrinden hareket eden hanım, çocuk, yaşlılar ve daha ergenliğe yeni girmiş delikanlılardan oluşan büyük bir kafilenin Rus işgalinden kaçarak Edirne ve İstanbul’a geliş öyküsü anlatılmaktadır. Bu o şekilde bir öykü ki her türlü tehlikeyle savaşarak meydana getirilen bir yol öyküsü. Bir taraftan Rus askerleri, öteki taraftan başta Bulgarlar olmak suretiyle öteki milletlerin komitacılarının saldırıları, katliamları , fena doğa şartları, yokluklar, hastalıklar ve açlıkla savaşım edilerek aylarca meydana getirilen bir göç yolculuğu. Başlayanların sadece yüzde beşinin tamamlayabildiği bir seyahat.
Acılarla meydana getirilen bir seyahat. Yaşadıkları , gördükleri vahşetlerden, yolculuğu yapanların bile yüreklerinin taş haline geldiği fakat okuyanların bir kelimesini bile ah çekmeden okuyamadığı bir seyahat. Tüm bunların, kim bilir kat kat fazlasının hakikaten yaşanmış olmasını düşünmek bile insanı kahreden bir seyahat.
Kitabın teknik özelliğinden bahsedecek olursak, hakikaten fazlaca akıcı bir üslupla yazılmış ve müthiş bir sürükleyicilikle okunuyor. Kesinlikle elinizden bırakamıyorsunuz.
Yazar Refik Özdek’in tamamen gerçek olaylardan derleyerek kurgulayıp yazdığı bu kitabın ilk olarak bir insan olarak, sonrasında ise, tarihte bu acıları yaşamış olan yüz binlerce insanoğlunun soydaşı, dindaşı olarak kesinlikle okunması gerektiğine inanıyorum. (mehmet temiz)

Vatanınız, düşman askerleri tarafınca işgal edilse ve kaçınılmaz olarak göçe zorunlu bırakılsanız ne yapardınız?
Topraklarını kısa sürede terk edeceklerinin bilincinde olan Tulça halkı, ekinlerini ekmeye, akan damını onarmaya, ağaçlarını aşılamaya, yarım kalan işlerini tamamlamaya tüm gayretiyle devam etmişler. Bir gün geri geleceklerine, topraklarını temelli bırakmayacaklarına inanmışlardı. Halkı göçe hazırlamak için görevlendirilen Said Paşa, daha ilkin Kırım’dan göç etmiş olan Şevki Ustayı göç kervanının idaresi için görevlendirir ve çoğunluğu kadınlardan, yaşlılardan ve çocuklardan oluşan kafile, akıbetini bilmedikleri bir yolculuğa başlarlar. Yanlarında tüten ocaklarından aldıkları közlerle beraber elbet. Şevki Usta sık sık uyarır hanımını, kızını ve oğlunu. Ocak hep yanmalıdır. Nereye giderlerse gitsinler yanlarında getirdikleri közlerle ocaklarını yakmaya devam edeceklerdir. Tek dileği vardır: Ocağımız asla sönmesin!
Tarih kitaplarında okuduğumuz bir kaç cümlelik bilgilerin aksine, savaşın en acımasız tarafıyla yüzleşmiş olan köylülerle beraber seyahat ediyor, yaşanılanların canlı birer tanığı haline geliyorsunuz. Yazar, günümüzde artık pek hatırlamadığımız ve esasında Türk milletinin en fena şartlarda dahi düşmanlarına meydan okumasını ve devlet bütünlüğünü müdafaasını elde eden cemiyet olma bilincini, fazlaca güzel bir halde yaşanılan vakalar üstünden okurunun bilgisine sunuyor.
Göç yolculuğunun meşakkatli olması ve bir fazlaca düşman unsuruna maruz kalmaları sebebiyle, okuyucunun da bazı yerlerde kitabı akıcı okuması oldukça güçleşiyor. Yaşanılan olayların detaylı anlatılması ve benzer olayların sık sık yeniden etmesi neticesinde kitap bazı kısımlarda akıcılığını kaybediyor. Sanırım bu da benim açımdan kitabın tek negatif yanı olabilir. (Onur Tunç)


Ocağımız Sönmesin PDF indirme linki var mı?


Refik Özdek – Ocağımız Sönmesin kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Ocağımız Sönmesin PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Refik Özdek Kimdir?

Refik Şevki ve Gaffaroğlu imzalarını da kullandı. Elif Hanım ile inşaat ustası Şevki Özdek’in oğlu. Galatasaray Lisesi’nden sonrasında bir süre İÜ Hukuk Fakültesi’ne devam etti; Çapa Eğitim Enstitüsü’nü tamamladı. 1959’da Yeni İstanbul’da gazeteciliğe başladı. Büyük Doğu, Bugün, Babıâli’de Sabah, Tercüman ve Yeni Haber gazetelerinde çalıştı. Tercüman Çocuk dergisinin genel gösterim müdürlüğünü üstlendi. Bir süre Galatasaray Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmış oldu. Uzay Yayınevi’ni kurdu (1968). Roman ve öykülerinin yanı sıra bilhassa Cengiz Aytmatov çevirileriyle tanındı. Türk Edebiyat Vakfı üyesi, Basın Onur Kartı sahibiydi. Evli ve bir çocuk babasıydı. Edebi ürünlerinin yanı sıra, Yeni İstanbul ve Tercüman gazeteleri için çocuk kitapları, güncel ansiklopediler ve kitaplar hazırladı.


Refik Özdek Kitapları – Eserleri

  • Ocağımız Sönmesin
  • Gece Yarısı Güneşi
  • Hücre
  • Türklerin Altın Kitabı (4 cilt)
  • Yazı Yazmaktan Karnı Nasırlaşan Adam
  • Kiziroğlu Mustafa
  • Harikalar Ansiklopedisi
  • Merhaba Halley Uzay ve Kuyruklu Yıldızlar
  • Yüreğim Yanardağ
  • Çanlar ve Zindanlar


Refik Özdek Alıntıları – Sözleri

  • Şehirliler niçin daha fazlaca şey biliyordu? Nedenini biliyordum ben: Biz kuyuda oturuyorduk, onlar yüksekte; biz karanlıkta oturuyorduk onlar aydınlıkta. Kuyunun dibindekiler bir şey görmezdi. Orada uzun seneler kaldıktan sonrasında yüzeye çıkanların gözleri kamaşır, onlar da bir şey görmezlerdi. Ben bu kuyudan kesinlikle çıkmalı, gözlerimin kamaşmasına da engel olmalıydım. (Yüreğim Yanardağ)
  • Dünyadan seyredilebilen kuyruklu yıldızların en güzeli, en muhteşemi Halley Kuyruklu Yıldızı’dır… Edmund Halley 1656’da Londra’da doğmuştu. 16 yaşına ulaşınca ” Mutlaka gökbilimci olmak isterim, başka hiçbir şey olmak istemiyorum.”demişti… Keşfinden güvenli olan Halley artık kehanette bulunabilirdi: 1758 senesinde kuyruklu yıldızın yeniden geleceğini söylemiş oldu!… Devrin astronomları Halley ile alay ettiler… E. Halley’in söylediği benzer biçimde, her 75 yılda bir artık onun adını taşıyan kuyruklu yıldızın çıplak gözle görülecek kadar dünyaya yaklaştığını biliyoruz. (Merhaba Halley Uzay ve Kuyruklu Yıldızlar)
  • Türk dilini öğreniniz, şu sebeple onların hakimiyeti uzun sürecektir. (Hz. Peygamber) (Türklerin Altın Kitabı (4 cilt))
  • ” ‘Düşünüyorum, öyleyse deva bulabilirim.’ demelisin.” (Kiziroğlu Mustafa)
  • Bir göz ağlarken diğer göz gülmez. (Ocağımız Sönmesin)
  • Ben, kuşku etmeyenin azca öğrendiğini ve fazlaca yanıldığını biliyorum artık. (Yüreğim Yanardağ)
  • —Seni gözümle içiyorum, başka görüntülere ihtiyacım yok. (Hücre)
  • Kötülüklerin anası cehalettir. (Türklerin Altın Kitabı (4 cilt))
  • Aşkın kıldı şeydâ beni, cümle âlem bildi beni
    Kaygım sensin gece gündüz bana sen gereksin sen!
    Gözüm açtım seni gördüm, hep gönülü sana verdim
    Uruklarımı terkettim, bana sen gereksin sen!
    Söylesem ben dilimdesin, gözlesem ben gözümdesin
    Gönlümde hem canımdasın, bana sen gereksin sen!
    Fedâ olsun sana cânım, döker olsan benim kanım
    Ben kulunum sen sultanım, bana sen gereksin sen!
    Alimlere kitap gerek, sufilere mescit gerek
    Mecnunlara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen!
    Âlem tamam aden olsa, hep huriler karşı gelse
    Allah bana nasip kılsa, bana sen gereksin sen!
    Hoca Ahmet’tir benim adım, gece gündüz yanar oldum
    İki cihanda ümidim, bana sen gereksin sen! (Türklerin Altın Kitabı (4 cilt))
  • – Evet Elif Bacı, izsiz otomobil, kızsız göç olmaz! (Ocağımız Sönmesin)
  • Bey olmaya layık olmayan şahıs bey olursa, her kavşağa bir sopalı koyar; layık olmadığı şöhrete ulaşan şahıs de, her dağın sırtına kendi damgasını vurur. (Türklerin Altın Kitabı (4 cilt))
  • Onu kabul ettim, ona teslim oldum: (Hücre)
  • “ Düşünüyorum, öyleyse deva bulabilirim “ demelisin… (Kiziroğlu Mustafa)
  • Yarım başarı başarısızlıktır. (Hücre)
  • Könglüm içün örtedi
    Yatmış başıg kartadı
    Keçmiş ödük irtedi
    Tün kün geçip irtelür.
    *
    Gönlüm ta içten yandı
    Onulmuş yarayı kaşıdı
    Geçmiş günleri aradı
    Tün, gün geçer o aranır. (Türklerin Altın Kitabı (4 cilt))
  • Yeter ki sen yüreğinin ateşini söndürme! (Yüreğim Yanardağ)
  • Mutluluk, doyulmayan şeydir. Ben taddım fakat asla doymadım. (Hücre)
  • İnsanın iyisi ve kötüsü, uzun ve meşakkatli yolculukta belli olur. (Hücre)
  • “TUNA doğuya akıyor, biz batıya batıya kaçıyoruz; Tuna yukarı gidiyor, biz aşağı sarkıyoruz. Aşağısı diyorsam düzlere, alçaklara değil, koca Balkan dağlarına yaklaşıyoruz. Suyun ötelerine geçip gitmek, koşup gitmek, kaçıp gitmek… Bizim olanı almamasıya terkediyoruz benzer biçimde geliyor bana… Vatan yitirmek benzer biçimde dayanılmaz acılar içindeyim…” (Ocağımız Sönmesin)
  • Bu ırkın Dobruca’ya gelişi de bir ummanın taşması benzer biçimde olmamış mıydı? Yüzlerce, binlerce yıl ilkin, Avar, Peçenek Türkleri gelmişlerdi. Tatar, Kuman ve Karaoğuz Türkleri gelmişlerdi ve yurt edinmişlerdi burasını. Sonra Selçuk Türkleri, Osmanlı Türkleri… 1357 senesinde, Oğuz Türklerinin beği olan Dobritçe, bu topraklara adını verdi ve zaman içinde “Dobritçe” Dobruca oldu.
    Toprağa bolluk, insanlara hakkaniyet getirdiler. Işık ve kuvvet getirdiler. Kara toprak yeşillendi, buğday verdi. Yabani ağaçlar aşılandı, meyva verdi. Anılar kovanlara sokuldu, bayrak yücelere dikildi. Itri’nin tekbiri yankılandı kubbelerde.
    Şimdi çekilen, işte o ummanın suları idi. (Ocağımız Sönmesin)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş