Eğitim

Türk Dış Politikası 1774 – 2000 – William Hale Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türk Dış Politikası 1774 – 2000 – William Hale Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kimin eseri? Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kitabının yazarı kimdir? Türk Dış Politikası 1774 – 2000 konusu ve anafikri nedir? Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kitabı ne konu alıyor? Türk Dış Politikası 1774 – 2000 PDF indirme linki var mı? Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kitabının yazarı William Hale kimdir? İşte Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: William Hale

Çevirmen: Petek Demir

Orijinal Adı: Türkish Foreign Policy

Yayın Evi: Mozaik Yayınları

İSBN: 9789756899946

Sayfa Sayısı: 412


Türk Dış Politikası 1774 – 2000 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Türk Dış politikasında karmaşıklıkları tahlil eden bu kitabı fazlaca kapsamlı ve güvenilir buldum. Uzun sayılabilecek bir dönem içindeki gelişimleri muhteşem bir şekilde sunuyor. Esaslı bir araştırma yapılmış ve harikulade bir halde yazılmış. Gerek öğrenciler için bir ders kitabı olarak, gerekse Türk meselelerinde uzmanlaşmış akademisyenler için başvurabilecekleri bir kaynak olarak çokk yararlı olacağına inanıyorum. Türk dış Politikası alanında verilmiş mükemmel bir yaratı.

Sabri Sayarı, Türk Araştırmaları Enstitüsü,

Georgetown Üniversitesi, Washington DC

Bu kitapta iki yüzyıldan daha uzun bir periyodu anlatılan Osmanlı ve Türk Dış Politikasının zamanı ve coğrafi içinde ne olduğu tek kelimeyle örnek gösterilecek cinsten. Yazar bu benzersiz çalışmasında yapmış olduğu tahlillere Türk politikasına uzun seneler duyduğu ilgisinin ve pek fazlaca yetkiliyle kurduğu kişisel diyalogun ürünlerini eklemiş. Ayrıca bu tahlillerin yaparken yaar, Türk ve uluslarararsıbilgi kaynaklarını ustaca kullanmış.

Kemal Kirişci, Boğaziçi Üniversitesi

Bill Hale bizlere iyi anlatılmış bir tarih ve Türk Dış politikasının iki yüzyıldan uzun bir dönemine ilişik bir tahlil sunuyor. Bu dünyadaki en karmaşık ve en enteresan diplomatik tarihlerden birinin anlatılıp açıklanmasında elde edilmiş dikkate kıymet bir başarı.

Barry Rubin, Stratejik Bilimler

Begin-Sadat merkezi, Bar-Ilan Üniversitesi


Türk Dış Politikası 1774 – 2000 Alıntıları – Sözleri

  • Özal programının en ayırt edici özelliği, Ronald Reagan ve Margaret Thatcher’ınkine benzer şekilde liberal ekonomiye sarılmasıydı. Ekonomide gelişme sağlamak ve Türkiye’nin dış borç açıklarını kapatmakta etkili olmuş ve dönemin Batılı liderleriyle mühim ideolojik bağlar kurulmasını sağlamıştı. Onlar şeklinde Özal da şuna inanıyordu: “Yetmişlerin ikinci yarısında sadece komünist sistem değil, aynı zamanda… Keynesçi ekonomilere dayalı savaş sonrası toplum modelleri de başarısızlığa uğramıştır”. Vizyonu, Türkiye’nin bir Avrupa Birliği üyesi bulunduğunu, tarih teriminin, dış politikasının ve yaşam görüşünün tam olarak laikleştiğini görmekti. Türkiye, Hıristiyanlarla ötekiler arasındaki aşağılayıcı ayrımcılığın sona erdiği küresel ve hümanist bir çerçevede yer alacaktı. Bu vizyon gerçeklerden fazlaca uzak olsa da, 1960’larda ve 70’lerde Türkiye’yle Batı içinde yaşanmış olan gerginliklerin ve karşılıklı şüphelerin giderilmesine zemin hazırlamıştı.
  • Azerbaycan ‘la Ermenistan arasındaki kanlı savaşım, Ermeni azınlığa meydana getirilen saldırıların peşinden, Sovyet birliklerinin Azerbaycan’ın başkenti Bakü’yü ele geçirirken yüzlerce Azeri’yi öldürmesiyle, Sovyetler Birliği’nin parçalanmasından ilkin, Ocak 1990’da başlamıştı. Bu aşamada Türkiye hala, Sovyetler Birliği’nin toprak bütünlüğünün bozulmayacağını bekliyor ve umut ediyordu. Gorbaçov’un düzeltim programını desteklemiş ve yaşanmış olan çekişmelerin Sovyetlerin iç meselesi olduğu
    görüşüne sadık kalmıştı. Buna karşın yaşanmış olan vakalar bu politikayı olanaksız hale getirmişti. 30 Ağustos 1991 ‘de Azerbaycan’ın bağımsızlığını açıklamasının peşinden, 21 Eylül’de Ermenistan bağımsızlığını duyuru etmişti. Bundan ilkin 2 Eylül’de Azerbaycan’ın sınırları içinde bir çok Ermenilerden oluşan Dağlık Karabağ ayrı bir cumhuriyet bulunduğunu duyurmuştu. 26 Kasım’da Azeri meclisi, Sovyet anayasasıyla Dağlık Karabağ’a verilen özerklik statüsünü kaldırdı. Bağımsızlık coşkusu içindeki Azeriler ve Ermeniler kendilerini bir çarpışmanın içinde bulmuşlardı.
  • Stalin’in vefatından kısa bir süre sonrasında Mayıs 1953’te, Sovyet Hükümeti Kars ve Ardahan üstündeki taleplerinden vazgeçtiklerini ve “Türk topraklan üstünde herhangi bir iddiaları bulunmadığını” duyurdu
    (aslına bakarsak bu iddialarından boğazlar rejiminde bir değişim yapılması için vazgeçip geçmediği beli değildi). Menderes Hükümeti bunu memnuniyetle karşıladı fakat uzatılan zeytin dalını almaya girişim etmedi. 1956 senesinde Montreux Sözleşmesi’nin süresi sona erdiğinde, akit taraflardan hiçbiri feshi yada değişikliği için başvuruda bulunmadığı için anlaşmanın kendiliğinden yenileneceği düşünülüyordu. Türkiye’nin ekonomik sıkıntılar içine girmiş olduğu 1958 yılı başlarında Moskova’ya ekonomik yardım amacıyla bir delegasyon gönderilmiş fakat bir netice alınamamıştı. Türkiye’yi bu zor durumdan IMF paketi kurtarmıştı. 1960 yılının başlangıcında Türk tutumundaki bir başka değişim, Menderes’le Kruşçev’in birbirlerine resmi ziyaretlerde bulunacaklarını
    açıklamasıydı. Ama Menderes Hükümeti bunlar yapılamadan, 27 Mayıs 1960 hükümet darbesiyle devrilmişti. Kruşçev, 28 Haziran 1960’da Orgeneral Cemal Gürsel’e, Türkiye’nin tarafsızlık yoluna girmesi icap ettiğini ve iki tarafın ortak mevzuları görüşmek suretiyle bir araya gelmeleri icap ettiğini bildiren bir mektup yazmıştı. Bu, Sovyet politikasındaki bir değişikliğe işaret ediyordu; Sovyetler Türkiye’yi bir uydu haline getirmekten vazgeçmişlerdi ve yansız kalmasını talep ediyorlardı. Fakat, Türkiye’deki rejim değişikliğinin batıya olan bağlılığına bir zarar vermediğini kanıtlamak isteyen Gürsel, cevap veremedi•
  • 1935 yılının sonlarında, 1 923’te alınan boğazlarla ilgili kararların mimarı olan lngilizler, Türklerin boğazlara tekrardan asker yerleştirmelerinin zarardan fazlaca yarar getireceğini fark ettiler. Bölgenin askerden arındırılması Türkiye’yi ltalyanlara karşı savunmasız bırakıyor ve Türkiye’de devlet egemenliğinin kısıtlanması olarak algılanıyordu. ltalyan tehdidi kendini iyice hissettirmeden ilkin, 1932 senesinde Türkler tekrardan silahlandırma konusunu gündeme getirmişlerdi. lngilizler bununla beraber,
    Almanya’nın, 1936 yılının Mart ayında Ren Bölgesi’nde yapmış olduğu şeklinde, Türklerin son dakikada uluslararasına danışmadan alacağı tek taraflı bir kararla bölgeyi silahlandırabileceğini fark ettiler. Türkler yasal olmayan yollarla asker yerleştirmek yerine internasyonal bir antlaşma yapmayı tercih ettiler. Buna karşılık, 22 Haziran 1936’da lsviçre’nin Motreux kentinde, daveti reddeden ltalya hariç Lozan Antlaşması’nın tüm akit devletleri internasyonal bir konferansta toplandılar. 20 Temmuz’da yeni bir ‘Boğazlar Rejimi Sözleşmesi’ imzalandı. /56-57
  • Ekim 1 992’de Ankara’da tüm Türki devletlerin devlet başkanlarının katılacağı ilk “Türki zirvesi” gündemini hazırlamışlardı. Orta Asya gezisi esnasında Demirel, Türkiye’nin egemenliğinde olmamakla beraber, bir tür “Türki milletler topluluğuna” ya da “bağımsız Türki devletler birliğine” atıfta bulunmuştu.
    Tavsiye edilen öteki modeller lskandinav ülkeleri birliğiydi. Zirvenin sonunda “Ankara Siyasi Deklarasyonu” ya da “Ekonomik Deklarasyon”
    çıkması bekleniyordu. Ekonomik yönden Özal, özgür ticaretin önündeki engeller açılarak ve yeni taşımacılık sistemleri geliştirilerek, bir
    “Ortak TürkiPiyasası” kurulmasını umut ediyordu .
    Ama gerçekte, ilk Türki Zirvesi’nde bu beklenenlerin asla biri olmadı.
    1992 yılının sonbaharında Orta Asya’lı liderler bir araya gelmiş olarak, Türkiye’yle ilişkilerinin gerçekçi bir değerlendirmesini yapmışlar ve Pantürkist fikri benimsemeleri halinde Rusya’yla ilişkilerinde ciddi problemler yaşayacaklarına karar vermişlerdi. Rusya’ysa Orta Asya’daki ekonomik çıkarlarını korumak ve bölgedeki -özellikle de Kazakistan- Rus etnik topluluk mevzusunda kaygılar taşıyordu. Ama bu, Rusya’ya karşı
    Türkiye’nin Pantürkist birlik oluşturması endişesiyle, Rusya’yı “eski
    SSCB’nin tüm topraklan üstünde istikrarın siyasal ve askeri garantörü” yapma amacına kadar uzanabilirdi ı 6. Yeni cumhuriyetlerin liderleri Ankara’da toplandıklarında cumhurbaşkanı Nazarbayev, dini ve
    etnik kriterlere nazaran gruplaşmaya karşı bulunduğunu ve Kazakistan’ın
    BDT’nin öteki üyelerine karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmesi
    kaydıyla sadece bölgesel ortaklaşa iş planlarında yer alabileceğini açıkça
    belirtmişti (Rusya’nın dışarıda bırakılmaması gerektiğine işaret). Rusya’nın, Tacik iç cenginde İslamcı ve öteki karşıcılık kuwetlerin galip
    gelmesini engellemiş olan, komşu Tacikistan politikasını kendi menfaatleri
    sebebiyle destekleyen Özbek İslam Kerimov bu yaklaşımı destekledi.
    Türkmenistan şeklinde öteki bölge cumhuriyetleri de, Orta Asya’da nüfusu en kalabalık devlet olması bakımından, bu şekilde bir birleşmede Türkiye yerine Özbekistan’ın baskın gelmesi endişesiyle ”Türki Milletler Topluluğu” projesine şüpheyle yaklaştılar. Ayrıca öteki Orta Asya temsilcileri, Türkiye’nin beklentisinin aksine Azerilerin Dağlık Karabağ davasını desteklemediler. Sonuçta her iki “Ankara Deklarasyonu’ndan”
    da vazgeçildi ve zirve, siyasal ilişkilerle ekonomik ortaklaşa iş hakkında
    kimsenin itiraz etmediği iki resmi bildiri açıklanmasıyla sonlandı. Tüm
    bu olanlar katılımcıları, azca bir yükümlülükle gelecekte yapılacak zirvelere katılmaya teşvik etmiş oldu.
    Ocak 1994’te Bakü’de gerçekleştirilmesi planlanan ikinci Türki zirvesi, Rusya ‘nın Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e yapmış olduğu baskılar sebebiyle ertelenmek mecburiyetinde bırakıldı.
  • Nisan 1941 ‘de Iraklı milliyetçi bir politikacı olan Raşit Ali Geylani liderliğindeki Mihver taraftarı cunta hükümeti devirip, Geylani’yi başbakan yapınca, tüm dikkatler lrak’a çevrilmişti. Başbakan olduktan sonrasında Raşit Ali, lngiliz askeri desteğini kısıtlamış ve lrak kuwetleri Bağdat’ın 40 kilometre batısında bulunan İngiliz üssünü kuşatma altına almışlardı22. Raşit Ali ‘ye yardım edecekleri haberi gitmiş olsa da Almanlar, yönetimi ele geçirmesini planlamamışlardı ve ek olarak ona yardım etmeye hazır değildiler. Bu safhada Hitler’in lngilizleri Orta Doğu’dan çıkartmak şeklinde bir planı yoktu. Daha fazlaca Balkanlarla ilgileniyor ve Barbarossa Savaşı’nın hazırlıklılarını yapıyordu. 3 Mayıs’ta Hitler in Alman harp uçaklarını lrak’a göndermesi, lngilizlere karşı verilen mücadeleye destek olmuştu. Almanların lrak’a asker göndermesinin en kestirme yolu, Vichy idaresinin Suriye’de bıraktığı üsleri ele geçirmekti. 5 Mayıs’ta Fransa’da bulunan Vichy Hükümetinden bu planları için izin aldılar. Görünürdeki tek problem, Suriye’yle Irak arasındaki demiryolu hattının Türk topraklarından geçmesi ve bu sebeple operasyonun Türk iznine bağlı olmasıydı. Bir kaynağa nazaran Türklerin Irak üstünde -Musul 1926 senesinde terk edilmişti- lngiltere yada Almanya ‘yla ortaklaşa iş yapmak suretiyle uygulayacakları ciddi planları vardı. Buna karşın bu şekilde bir hevesleri var ise, tehlikeyi kendilerinden uzak tutmaları daha iyi olacaktı. Hafif silahlarla yüklü dört tren, Mayıs ayının ikinci yarısında Suriye’den yola çıkarak lrak’a varmış fakat planlanan sevkiyatın geri kalan kısmı tamamlanamamıştı (aslına bakarsak
    gönderilen silahlar lrak’ta varılan askeri sonucu asla etkilememişti)
    Bu sırada Türk Hükümeti Raşit Ali’yle lngilizler içinde faydasız arabuluculuk girişimlerinde bulunmuştu. Haziran ayında Almanlarla meydana getirilen pazarlıklarda Türkiye, Almanya’nın lrak’a sınırsız sayıda tabanca gönderme ve Alman birliklerini Türk topraklarından geçirme taleplerini kabul etmemişti. Almanlar bu teklifi yapmak için esasen fazlaca geç kalmışlardı; lngilizler kuwetlerini çoktan lrak’a göndermişler ve 30 Mayıs’ta Raşit Ali’yi devirmişlerdi. Bu sırada tekrardan Suriye’yi salgın etmeye hazırlanan İngilizler, Türklere bu kampanyanın bir parçası olarak Halep’i işgal etmelerini önermişlerdi. Suriye sınırında asker bulundurdukları halde, Türkler bu öneriyi bir kez daha geri çevirdiler. Türkiye’yle ortaklaşa iş yapma olasılığının uzaklaşması üstüne, son Alman birliklerinin çekilirken, lngiliz, Hint, Avusturya, Arap ve bağımsız Fransız kuwetleri 8 Haziran’da Suriye’ye saldırdılar. 1 4 Temmuz’da bağlaşık güçler Suriye’deki Vichy idaresini devirdiler. Türkiye’yse her iki tarafa da bulaşmadan bu krizin içinden sıyrılmayı başarmıştı.
  • Barbarossa Savaşı ‘nın başlamasıyla Ankara nihayet derin bir nefes almıştı. Artık Hitler’in yakın bir gelecekte Türkiye’ye ya da Orta Doğu’ya hücum etmek için ayıracak kuwetli yoktu. Türkiye asla zaman geçirmeden yaşanmış olan bu mücadelede tarafsızlığını deklare etti. Ama gene de, uzun solukta tehlikeler devam ediyordu. Bu savaşı Sovyetler Birliği kazanacak olursa, büyük olasılıkla Avrupa’daki tek büyük güç olacak ve boğazlarda istediklerini yaptırabilecek ti. Diğer taraftan, (1917 senesinde olduğu şeklinde) Rusya’nın çökmesi ya da teslim olması durumunda, Hitler’in bir sonraki kurbanı Türkiye olabilirdi.
  • 1956-58 yılları aralığında lngiltere Hükümeti Kıbrıs’ta kendi kendini
    yöneten ayrı hükümetler kurulması yolunda planlar yapmış fakat İngilizler egemenlik ilkesini benimsemedikleri için Yunanlılar bu fikre karşı çıkmışlardı. Bu sırada Kıbrıslı Rumların politik ve dini lideri Başpiskopos Makarios, Mart 1956’da Seychell’de gözaltına alınınca EOKA bir ayaklanma başlatmıştı. Makarios, Nisan 1957’de özgür bırakıldı.
    Çekişme 1958 senesinde, Yunanlılarla lngilizler arasındaki mücadeleden fazlaca, bir Türk-Rum iç savaşı halini almaya başlamıştı. 1959 yılı başlangıcında lngilizler Doğu Akdeniz’de stratejik askeri üs bulundurmak için tüm Kıbrıs’ta egemenlik sağlamaya gerek olmadığını fark ettiklerinde bir dönüm noktasına gelinmişti
  • 1950-51 yıllarında 150.000 Bulgaristan Türk’ü Türkiye’nin BM tarafında Kore Savaşı’na iştirak etmesi sebebiyle Türkiye’ye sürgün edilmişti.
  • Türkiye’nin elektrik üretimi ve sulama yapmak için Fırat ve
    Dicle nehri sularını kullanarak Güneydoğu Anadolu Projesi’ni başlatması ve Suriye’yle lrak’ı sularını kesmekle tehdit etmesi üstüne sürtüşmeler daha da arttı. 1987 senesinde Fırat Nehri üstünde dev Atatürk Barajı’nın inşasına başlandığında, Turgut Özal, Şam’ı ziyaret ederek Hafız Esat’la, Suriye’nin birbirlerinin topraklarında etkinlik gösteren direnişçi gruplara destek vermeyeceğini taahhüt etmesi karşılığında, Türkiye’nin Suriye’ye saniyede 500 metreküp su göndermeye devam edeceği bir anlaşmaya vardı. Kağıt üstünde bu antak kalma Türkiye için yeteri kadar doyum ediciydi fakat Suriye daha sonradan bir tek barajın yapım aşamasında bu rakamı kabul ettiklerini vurgulayarak, inşaat tamamlandıktan sonrasında gönderilecek suyun saniyede 600-700 metreküpe çıkartılmasını talep etti. Her ne kadar reddetmiş olsa da Suriye, PKK’ya verdiği desteği kesmedi….
  • Neyse ki, Demirel davranışlarında ölçülü davranıp Moskova’ya yaklaşarak diplomatik bir çözüm bulmaya karar vermişti. Başarılı da oldu. 25-26 Mayıs tarihlerinde Demirel ‘le Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin içinde geçen görüşmelerde liderler, Laçin’in işgal edilmesini ve Ermenistan’la Nahçıvan arasındaki bölgede yaşanmış olan savaşı kınayan bir deklarasyon yayınladılar. Ermeniler iki gün sonrasında saldırıları durdurdular.
  • Politik ve ekonomik birlik fikrinden vazgeçilince, Türkler gayretlerini bölgeyle kültür, tecim, eğitim ve yatırım bağlarını geliş tirmeye yoğunlaştırdılar. llk olarak Türk liseleri ve üniversitelerine gidebilmeleri için her yıl 10.000 Orta Asyalı öğrenciye burs verildi. Ya bancı dışişleri bakanlıklarına bağlı olan ve 1992 senesinde kurulan Tür kiye ortaklaşa iş ve Kalkınma Ajansı {TlKA) şemsiyesi altında, teknik yardım, eğitim ve kültür ortaklaşa iş ve bölgedeki minik sanayilerin geliştirilmesi şeklinde uygulamalar yürütüldü. Milli Eğitim Bakanlığı, Orta Asya’da, ulusal dillerin yanı sıra Türkçe ve ingilizce eğitim veren okullar açtı. Ama Fethullah Gülen’in liderliğindeki “Fethullahçılar” tara fından bölgede yaptırılan hususi Türk okullarının sayısı bu okullardan daha fazlaydı. 1999 senesinde Fethullahçıların Tacikistan hariç tüm Orta Asya cumhuriyetlerinde 73 okula haiz olduğu söyleniyordu. Fethullahçıların haiz olduğu, ulusal dillerde ve Türkçe basılan, islamcı milliyetçi bir çizgiye haiz Zaman Gazetesi bölgede dağıtılıyordu .
  • ilk problemler ve politikalar 1991 -1995 yılları aralığında ortaya çıkmaya başlamıştı. 1980’1erde Türk Hükümetleri her iki Iraklı Kürt partisiyle -Mesut Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi (KYB)- de arasını soğuk tutmuştu. Bu şüpheler karşılıklıydı. Aslında1983’den 1987 ‘nin sonunda PKK masum insanlara ve hatta KDP üyelerine saldırana kadar KDP ile PKK ittifak içindeydiler. Bundan sonrasında Öcalan’ın örgütü, KYB’le ittifak kurmuştu. 1991 Körfez Krizi’nden sonrasında durum esaslı bir değişikliğe uğradı. Mart 1 99 1 ‘de Saddam Hüseyin ‘e karşı Kürt isyanı tüm hararetiyle devam ederken, Turgut Özal Türk geleneğini bozmuş ve Celal Tal abani’yle KDP temsilcisi Muhsin Dizai ‘nin Ankara’ya gizli saklı bir ziyaret yapmalarını sağlamıştı. Her
    iki Kürt önder de gerek kendi aralarında gerekse Amerika Birleşik
    Devletleri ‘yle temasta bulunmalarını Türkiye’nin onaylaması sebebiyle bu bağlantıya sıcak yaklaşmışlardı. Bu ilgi, Kürtlerin “Huzur Operasyonu ” vasıtasıyla Türkiye’den aldıkları yiyecek ve öteki malzemelere m uhtaç olmalarından dolayı, Saddam Hüseyin’in isyanı acımasızca bastırmasının ve Kuzey lrak’ta “güvenlikli bölgenin ” kurulmasının peşinden d a devam etti. Öte taraftan, Türkiye’nin Kuzey lrak hakkında güvenilir kaynaklardan data alması ve orada yaşananlar üstünde bir miktar nüfuz sahibi olması gerekiyordu -özellikle PKK ile KDP ya da KYB’nin tekrardan ittifak kurmalarını önlemek maksadıyla.
  • 1962′ deki Küba roket krizini takiben süper güçler, aralannda meydana gelebilecek
    ihtimaller içinde bir yıkım riskini azaltmak için daha ılımlı politik ilişkiler yürütme sonucu aldılar. Bu, Soğuk Savaş tarihinde yepyeni bir sayfa açtı.
  • Prens adlı eserinin 21. bölümünde Machiavelli, minik bir ülkelerin yöneticisini zorunlu kalmadıkça daha kuvvetli bir devletle ittifak kurmaması yolunda uyarır.
    Bundan dolayı bu ittifakla yönetici müttefikinin arzu ve isteklerine boyun eğmek durumunda kalacaktı. Robert Rothstein’in de söylediği şeklinde, “minik olan kuvvet, emniyetsizlikten itimat ortamına geçmek yerine uydu konumuna geçebilir” Bağlaşık seçimi de düşündürücüdür bundan dolayı müttefiklerin çıkarları aynı olmasa bile en azından birbirini tamamlayıcı olmalıdır. Buna alternatif olarak, orta güçlü bir güç daha güçlü bir devletle ittifak kurmanın tehlikelerinden korunmak için daha zayıf bir devletle ya da birkaç minik kuvvetle ittifak kurarak kumar
    oynayabilir.


Türk Dış Politikası 1774 – 2000 İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Hollywood ve Film seti ekipli Dış Politika: Merhabalar ilk olarak 1k sakinleri!
Ilk olarak Dış politikanin ne olduğundan anlatmak isterim. Dış siyaset: bir devletin, ulusal çıkarlarının biçimlendirdiği amaçlara ulaşmak için öteki devletlerle ve internasyonal kurumlarla olan diplomatik siyasal, iktisat ve hukuki ilişkileri kapsayan politikaların tümüdür.
Bu kitap bazı üniversitelerimizde ders kitabı olarak okutulmaktadır. William Hale kitabı yazma sebebinin Türkiyenin orta güçlükle ki bir devlet oluşu ve bu mevzu hakkında araştırmanın yetersiz oluşu sebebiyle ele aldığını anlatmaktadır.
*Osmanlı son dönemdeki gerileyişi ve titizlikle yürütülen dış ilişkiler , güç dengesi siyaseti
*Osmanlı’nın 1 Dünya savaşına katılma süreci
*Türkiye kuruluşu ve dönemine uygun siyaseti
*İkinci Dünya Savaşı ve Tarafsız Türkiye
*Soğuk Savaş ve Türkiye
İlk evre( 1945-63) Küba krizi karşılık
Jüpiter füzesi
gonderi/46918614
Ve bu evre de iç politika dinamiği olan etkisinde bırakır / 27 Mayıs 1960 darbesi
Menderesin Kruşcev ile yakınlaşması
gonderi/47285311
Soğuk Savaş ikinci evre (1960/90)
Değişen Küresel boyutlar, iç çekişmeler
-1971 darbesi
-1974 Kıbrıs Barış harekatı
Ortadoğu /İsrail / İran devrimi
*Soğuk Savaş sonrası Dış siyaset
Özal Başbakanlık ve Cumhurbaşkanligi periyodu dış politika de daha da vizyon ve risk alma periyodu olarak adledilebilir.
* Özal dan sonrasında Koalisyon dönemleri ve iç dinamiği sebebiyle dış siyaset da yetersizlik dönemleri.
*Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu politikaları ve iç siyaset dinamiklerin dış politikaya tesiri
Dış politikada devletimizde belirlenen siyasetlerin sebebi
Devletimizde Tansu çiller ve Erbakan koalisyonun haricinde bir dış siyaset kamuoyunun ilgisini bile çekmiyordu.
Ferenc Vali: Basit bir Türk vatandaşının dış siyaset mevzularıyla fazla ilgilenmediğini ve şahane “Milli duyguları ya da dini hisleri harekata geçiren sorunlara ilgi gösterdiklerini ileri sürmüştür. (S/355)
Kibris, Kosova, Bosna , Ermenistan-Azerbaycan şeklinde .
Dış siyaset ülkelerin gelecekleri için önemlidir. Ve o koltuğa erişmiş insanoğlu yada partilerin siyaseti gelecek nabızlı olmak durumundadır.
Ve daima bir denge olmak durumundadır dış politikanın ve bunun dersini almamız gerekir . Hem kamuoyunu hem de siyasetin mercileri olarak .
Şimdi kendi insanlarımız dış siyasette atıp kesmeli naralara alışkın oldukları için bu kitabı okumalarını tavsiye ederim . Bundan dolayı bir çok vakit ne için nara attıklarını bilmiyorlar.
Mesela köktencilik İslamiyeti benimseyen Erbakan bile İsrail ile olan ekonomik boyutlu anlaşmaların dışına çıkamıyordu.
Türkiyenin israil ile yakınlaşması, hem ABD eksenli desteklenmesine hemde, Suriye yada Ermeni lobilerinin Amerika da tesirini azaltabiliyordu.
Veya İslamiyeti bir tek taslak olarak kullanılacaģı bilen Abdülhamid.
Yani dış politikanın gereklikleri bildiğinizden değişik oluyor.
Bu nedenle bu kitabı tavsiye ediyorum
Dili fazlaca ağır değil ve mühim mevzulara değeniyor. Ve tüm detayları kaynaklar ile belirtilmiştir.
Ülkemiz uydu konumuna geçip, bölgesel siyasette etkin rol revizyonu olan bir siyaset gütmelidir.
Sabit ve tutarlı bir dış siyaset seyretmek ve uygulamak oldukça zor olsa gerek.Hele dengelerin devamlı bozulmuş olduğu ülkemizin bulunmuş olduğu coğrafyada. Kısa dönem avantajlar yada dezavantajlar bunların uzun dönem neticeleri içinde bağlantı oluşturmak, bunların öteki milletler üstündeki tesirini değerlendirmek ve kararları süratli ve etkili bir halde vermek ve başarısız olma riskide yüksektir.(Alıntı)
Dış siyaset da herşeyden ilkin ulusal çıkarlar çerçevesinde belirli ve durağan(durgun) amaçlar saptanmalı, bu amaçları gerçekleştirecek stratejiler geliştirilmeli ve bu stratejileri geliştirmek için taktikler üretilmeli ve süreç sürekli şekilde tekrardan gözden geçirilmeli ve yorumlanması gerekir..
Ülkemiz için dış siyaset yada halkımız için pek bir kıymeti olmuyor. Ama ülkenin geleceği ve bölgedeki etkinliği için fazlaca önemlidir. Ne kadar anlaşılması kolay insanoğlu olsa da Türk heyeti , bu iş Trump söylediği şeklinde Hollywood film seti değil .
Bu biçim kitapların daha çok okunması ümidiyle
Okuyacaklara şimdiden keyifli okumalar. (Gökhan)

Kitap Osmanlı’nın son zamanlarından Türkiye Cumhuriyeti nin 2000 li yıllarına kadar dış politikaları mevzu alıyor. Bu kitabından da net olarak anlaşılıyor ki tüm bu süreç süresince Türkiye daima denge politikası izleyerek devamlı bir müdafa pozisyonunda dır. Osmanlı nın son zamanlarında denge politikasını uyguladığı her insanın bilmiş olduğu bir gerçektir. Ancak bu kitap vesilesiyle Türkiye nin Batı, ABD ve Rusya arasındaki denge detaylarını görmek benim için güzel bir tecrübe olmuştur. İlave olarak, Kıbrıs meselesi, PKK ile savaşım, 90 lı koalisyon yılları ve Irak İran ilişkilerini bil ek isteyen dostlar için güzel bir kaynaktır.
Türkiye nin kendi meselelerini yabancı bir yazar vesilesiyle görmek benim için ayrı bir merak mevzusuydu. Kitap mevzuları parça parça ele alması ve kim bilir tercüme sebebiyle fazlaca akıcı değildir. Türkiye hakkında data sahibi olmak isteyen ve sıkılmadan okuyabileceğini düşünen arkadaşlara önerilir. (sinan arslan)


Türk Dış Politikası 1774 – 2000 PDF indirme linki var mı?


William Hale – Türk Dış Politikası 1774 – 2000 kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Türk Dış Politikası 1774 – 2000 PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı William Hale Kimdir?

Profesör William Mathew Hale, Türkiye ve Türk siyaseti uzmanıdır.


William Hale Kitapları – Eserleri

  • Türk Dış Politikası 1774 – 2000
  • Türkiye’de Ordu ve Siyaset
  • Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı


William Hale Alıntıları – Sözleri

  • 18 Nisan 1960’ın patırtılı meclis tartışmasında CHP lideri, “şartlar zorunlu ettiğinde, ihtilal milletlerin meşru hakkıdır” meşhur sözünü sarfetti; fakat partisinin hükümete karşı muhalefeti açık isyan noktasına kadar götürmeyeceğini de açıkça söylemiş oldu. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset)
  • yabancı yatırım fonları, Türkiye şeklinde gelişmekte olan piyasalardan yüz çevirilmiş olduğu için, 2008 senesinde lira, dolar karşısında ortalama yüzde 30, Avro karşısında ortalama yüzde 20 kıymet yitirdi. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • ilk problemler ve politikalar 1991 -1995 yılları aralığında ortaya çıkmaya başlamıştı. 1980’1erde Türk Hükümetleri her iki Iraklı Kürt partisiyle -Mesut Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği Partisi (KYB)- de arasını soğuk tutmuştu. Bu şüpheler karşılıklıydı. Aslında1983’den 1987 ‘nin sonunda PKK masum insanlara ve hatta KDP üyelerine saldırana kadar KDP ile PKK ittifak içindeydiler. Bundan sonrasında Öcalan’ın örgütü, KYB’le ittifak kurmuştu. 1991 Körfez Krizi’nden sonrasında durum esaslı bir değişikliğe uğradı. Mart 1 99 1 ‘de Saddam Hüseyin ‘e karşı Kürt isyanı tüm hararetiyle devam ederken, Turgut Özal Türk geleneğini bozmuş ve Celal Tal abani’yle KDP temsilcisi Muhsin Dizai ‘nin Ankara’ya gizli saklı bir ziyaret yapmalarını sağlamıştı. Her
    iki Kürt önder de gerek kendi aralarında gerekse Amerika Birleşik
    Devletleri ‘yle temasta bulunmalarını Türkiye’nin onaylaması sebebiyle bu bağlantıya sıcak yaklaşmışlardı. Bu ilgi, Kürtlerin “Huzur Operasyonu ” vasıtasıyla Türkiye’den aldıkları yiyecek ve öteki malzemelere m uhtaç olmalarından dolayı, Saddam Hüseyin’in isyanı acımasızca bastırmasının ve Kuzey lrak’ta “güvenlikli bölgenin ” kurulmasının peşinden d a devam etti. Öte taraftan, Türkiye’nin Kuzey lrak hakkında güvenilir kaynaklardan data alması ve orada yaşananlar üstünde bir miktar nüfuz sahibi olması gerekiyordu -özellikle PKK ile KDP ya da KYB’nin tekrardan ittifak kurmalarını önlemek maksadıyla. (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • Bir kadının Başbakan seçilmesi, Müslüman bir ülkede kendi başına mühim bir dönüm noktasıydı. Bayan Çiller, göreli olarak genç, liberal ve hem siyaset açısından hem kültür açısından sıkı bir Batı yanlısıydı. Dahası, Demirel’in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Türk siyasetinde sivilleşmenin başka bir işareti olarak görülebilirdi. İki kez generaller tarafınca iktidardan uzaklaştırılan bir adam, şimdi onların üstünde, devletin en üst kademesindeydi. Yeni bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan seçme süreci, geçmişle karşılaştırıldığında, pürüzsüz ve demokratik kurallar içinde gerçekleştirilmişti. Türkiye hâlâ şahlanan enflasyonla yüz yüzeydi ve Kürt problemi, en ciddi iç çatışma olarak duruyordu. Bununla beraber, başka bir askeri müdahale olasılığı, ülkenin harp sonrası tarihinde her zamankinden daha uzak bir olasılık olarak görülüyordu. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset)
  • AKP’nin 2007 seçimlerindeki aday seçimi, merkeze yaklaşma yolunda bilgili bir çaba harcandığını düşündürmektedir. Gazetelerde yazıldığına nazaran ulusal görüş geleneğinden gelen birçok milletvekili tekrardan aday gösterilmemiştir ve halen toplam 341 milletvekili içinde bu gelenekten gelen ortalama 90 milletvekili vardır; 100 civarında milletvekilinin liberal bir dünya görüşüne haiz olduğu tahmin edilmektedir. Yaklaşık 70 milletvekili, daha ilkin ANAP ve DYP şeklinde merkez sağ partileri temsil etmişlerdir. Yeni AKP parlamento grubu, CHP’nin eski genel sekreterlerinden olan ve yeni AKP kabinesinde kültür ve gezim bakanlığına atanan Ertuğrul Günay şeklinde, bazı önde gelen eski solcuları da içine almaktadır.207 ANAP ve DYP’nin (yeni adı DP) nerede ise tamamen tasfiye edilmeleriyle, AKP, siyasal yelpazenin merkez sağına ve merkezine sağlam şekilde yerleşmiş görünmektedir. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Tayyip Erdoğan halkın uyanışının bir sembolü, mütevazı bir kökenden gelen, inançlarından dolayı hapis yatmış olan ve sonrasında da kurulu devlet düzenine karşı başarı göstermiş bir savaşım başlatan, “bir halk adamı” imajı yaratabilmiştir. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Siyasal İslamın yükselişinin, İslamiyetin Türkiye’deki toplumsal ve ekonomik nüfuzuna zarar vereceğini algı eden AKP, kendi kendisini yenik eden başarısından kurtulabilmek için, kendisini ‘muhafazakâr demokrat’ olarak tanımlamıştır (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Geleneksel olarak Batı siyasetteki sol-sağ boyutu, partilerin sosyoekonomik politikalar üstündeki konumlarıyla ilişkilidir. Sol partiler, üretim araçları üstünde daha fazlaca kamu mülkiyetini, servetin zenginden yoksula doğru tekrardan dağıtımını ve toplumsal refah programlarının genişletilmesini, sağ partiler ise bunların aksini savunurlar. İlginçtir ki, Türkiye siyasetinde sol-sağ bölünmesinin önemini vurgulayan emek harcamalar, bu siyaset boyutlarınin hiçbirine değinmeyip, kültürel-dinsel problemler üstünde yoğunlaşmaktadır. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Türkiye’nin elektrik üretimi ve sulama yapmak için Fırat ve
    Dicle nehri sularını kullanarak Güneydoğu Anadolu Projesi’ni başlatması ve Suriye’yle lrak’ı sularını kesmekle tehdit etmesi üstüne sürtüşmeler daha da arttı. 1987 senesinde Fırat Nehri üstünde dev Atatürk Barajı’nın inşasına başlandığında, Turgut Özal, Şam’ı ziyaret ederek Hafız Esat’la, Suriye’nin birbirlerinin topraklarında etkinlik gösteren direnişçi gruplara destek vermeyeceğini taahhüt etmesi karşılığında, Türkiye’nin Suriye’ye saniyede 500 metreküp su göndermeye devam edeceği bir anlaşmaya vardı. Kağıt üstünde bu antak kalma Türkiye için yeteri kadar doyum ediciydi fakat Suriye daha sonradan bir tek barajın yapım aşamasında bu rakamı kabul ettiklerini vurgulayarak, inşaat tamamlandıktan sonrasında gönderilecek suyun saniyede 600-700 metreküpe çıkartılmasını talep etti. Her ne kadar reddetmiş olsa da Suriye, PKK’ya verdiği desteği kesmedi…. (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • 1950-51 yıllarında 150.000 Bulgaristan Türk’ü Türkiye’nin BM tarafında Kore Savaşı’na iştirak etmesi sebebiyle Türkiye’ye sürgün edilmişti. (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • Neyse ki, Demirel davranışlarında ölçülü davranıp Moskova’ya yaklaşarak diplomatik bir çözüm bulmaya karar vermişti. Başarılı da oldu. 25-26 Mayıs tarihlerinde Demirel ‘le Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin içinde geçen görüşmelerde liderler, Laçin’in işgal edilmesini ve Ermenistan’la Nahçıvan arasındaki bölgede yaşanmış olan savaşı kınayan bir deklarasyon yayınladılar. Ermeniler iki gün sonrasında saldırıları durdurdular. (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • DP, dini eğilimli muhafazakârların oylarından güvenilir olmakla beraber, onlara pek azca ve daha ziyade iktidarının ilk yıllarında olmak suretiyle ödün verdi. Bu tavizler içinde ezanın Türkçeden Arapçaya çevrilmesi, imam ve hatipler yetiştirmek suretiyle, imam-hatip okullarının açılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinin artırılması ve bir çok vakit devletten ziyade hususi vakıflarca finanse edilmekle birlikte birçok yeni caminin inşa edilmesi vardı. Öte taraftan DP iktidarı, laik Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nu muhafazakâr Müslüman inançları doğrultusunda değişiklik yapmak ya da cumhuriyetin laik tanımını ortadan kaldırmak yolunda hiçbir girişimde bulunmadı. 1951’de Atatürk aleyhindeki suçlar hakkında bir kanun çıkararak, Atatürk heykellerine saldırıda bulunan Ticani tarikatı mensuplarını kararlılıkla kovuşturdu ve cezalandırdı. Koyu dini muhafazakârların oylarını alan, muhalefetteki Millet Partisi (MP) 1953 senesinde kapatıldı; ondan sonra, partinin daha liberal unsurlarınca, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) adı altında tekrardan kuruldu.23 Daha sonrasında, DP liderleri, 1960-61 askeri rejimi tarafınca yargılandıklarında (bu, Menderes ve iki kabine arkadaşının idamıyla sonuçlandırılmıştır) kendilerine yöneltilen birçok suçlama içinde, laikliği yıkmaya girişim yoktu. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • RP sözcüleri bir çok vakit, Türkiye nüfusunun yüzde 99’unun Müslüman bulunduğunu, dolayısıyla Türkiye’de bir tek iki grup seçmenin var bulunduğunu vurgulamışlardır: RP seçmenleri ve potansiyel RP seçmenleri; bu görüş, gerçek anlamda çoğulcu bir cemiyet anlayışıyla {hiç de} bağdaştırılabilir özellikte değildir. Hatta Erbakan, 1996 ekiminde, RP’nin yakında pek fazlaca üyeye haiz olacağını, dolayısıyla seçimlere gerek kalmayacağını, adayların bir tek notere gidip mazbatalarını alacaklarını söylemiştir. RP’ye sempatiyle bakan bir yazar dahi şunları anlatmaktadır: “Erbakan’ın temel görüşü, çoğulculuk politikası değil, hakikilik politikası idi. O, hakiki bir Müslüman kimliğinin ve sesinin günlük politikaya hâkim olması gerekliğine inanıyordu. Erbakan’ın hakikilik kavramı bağlamında, çoğulculuk ve hoşgörüye ancak sınırlı bir alan olduğu görünüyordu.” Erbakan’ın 13 mayıs 1990’da bir RP mitingindeki hitabı iyi bir örnektir: “Refah Partisi’ne hizmet etmezseniz, hiçbir duanız kabul olunmaz. Biz, bütün inananlar cemaati, Refahın emirlerine itaat edecek ve bu orduya katılacağız. Katılmayanlar patates dinine mensuptur. Refah, ordudur. Siz ordunun büyümesi için çalışmalısınız. Bunu yapmazsanız, o zaman patates dininden olursunuz. Bu cihat çağrısına itaat etmek, sizin dini görevinizdir.” (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • 1960 darbesindeki idamlar askeri rejimin işlediği en ciddin hata olarak nitelendirilir. Türk siyasetine gölge düşürmüş ve geri dönüşü olmayan salt düşmanlıklara niçin olmuştur. Ayrıca ordunun siyasetteki yansız duruşu ciddi şekilde zedelenmiştir. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset)
  • DP şeklinde AP de, imam-hatip okulları ve Kuran kursları kanalıyla dini eğitimin yaygınlaştırılmasını desteklediyse de, hiçbir vakit dinin siyasetteki rolünü sınırlandıran kanunları yada laik kodları ortadan kaldırmaya kalkışmadı. Demirel’in ifadesiyle, “İslamiyete hizmet” şayanı kabuldür, “ama İslamiyet siyasetin hizmetine sokulamaz”. 1970’li yıllarda daha alev ateş muhafazakâr Müslüman seçmenlerin desteğini eline geçiren, Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’yle (MSP) rekabet sebebiyle, AP’nin kimliğinde dinin taşımış olduğu ehemmiyet daha da azaldı. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Geçmişe bakıldığında, 2007 senesinde yaşanmış olan deneyimler, silahlı kuvvetlerin en yüksek kademesinde ciddi bir siyasal kavrayış eksikliği bulunduğunu ve kamuoyunun yanlış yorumlandığını gösterdi. Eğer 27 Nisan “e- muhtırası”ndan görevli olanlar, direkt bir hükümet darbesine başvurmaksızın cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu etkileyebileceklerini ciddi olarak düşünmüş idiyseler, büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir. Onlar, ordunun baskısının “Refahyol” hükümetinin devrilmesinde mühim bir rol oynadığı 1997 yılındaki durumla paralellik gösterdiğini düşünmüş olabilirler, fakat 2007 yılının ortamı tamamen farklıydı. “Refahyol”un tersine, AKP hükümeti, gerek ülke içinde halkın büyük desteğine, gerek ülke haricinde desteğe sahipti. 1997 senesinde “Refahyol”a karşı olan iş dünyasından insan hakları örgütlerine kadar fazlaca çeşitli kurumlar, 2007 senesinde AKP’yi devirecek bir askeri harekete şiddetle karşıydılar. Orgeneral Başbuğ’un farkına varmış görünmüş olduğu şeklinde, eğer silahlı kuvvetler siyasal erkek oyuncular olmaya devam edeceklerse, onların da halka hitap etme tarzlarını değiştirmeleri –halka konuşmak yerine halkla konuşmayı, ya da tamamen kendi aralarında konuşmayı öğrenmeleri, gerekir. Konu her ne kadar pek tartışılmış olmasa da, askeri zihniyetin değişmesi, askerlerin toplumsal şartlar ve tutumlar hakkında daha çok data sahibi olmaları ve böylece subaylar ile sivil toplumun büyük kısmı arasındaki kültürel uçurumun daraltılması için, katı duvarlar içindeki askeri eğitim sisteminde ve bu sistemin beslediği kolektif kültürde düzeltim yapılması gerekir. Ama gerek birbiri ardına gelen hükümetler, gerek ordu komutanları bu mevzuya derhal asla dokunmamışlardır. (Türkiye’de İslamcılık, Demokrasi ve Liberalizm, AKP Olayı)
  • Nisan 1941 ‘de Iraklı milliyetçi bir politikacı olan Raşit Ali Geylani liderliğindeki Mihver taraftarı cunta hükümeti devirip, Geylani’yi başbakan yapınca, tüm dikkatler lrak’a çevrilmişti. Başbakan olduktan sonrasında Raşit Ali, lngiliz askeri desteğini kısıtlamış ve lrak kuwetleri Bağdat’ın 40 kilometre batısında bulunan İngiliz üssünü kuşatma altına almışlardı22. Raşit Ali ‘ye yardım edecekleri haberi gitmiş olsa da Almanlar, yönetimi ele geçirmesini planlamamışlardı ve ek olarak ona yardım etmeye hazır değildiler. Bu safhada Hitler’in lngilizleri Orta Doğu’dan çıkartmak şeklinde bir planı yoktu. Daha fazlaca Balkanlarla ilgileniyor ve Barbarossa Savaşı’nın hazırlıklılarını yapıyordu. 3 Mayıs’ta Hitler in Alman harp uçaklarını lrak’a göndermesi, lngilizlere karşı verilen mücadeleye destek olmuştu. Almanların lrak’a asker göndermesinin en kestirme yolu, Vichy idaresinin Suriye’de bıraktığı üsleri ele geçirmekti. 5 Mayıs’ta Fransa’da bulunan Vichy Hükümetinden bu planları için izin aldılar. Görünürdeki tek problem, Suriye’yle Irak arasındaki demiryolu hattının Türk topraklarından geçmesi ve bu sebeple operasyonun Türk iznine bağlı olmasıydı. Bir kaynağa nazaran Türklerin Irak üstünde -Musul 1926 senesinde terk edilmişti- lngiltere yada Almanya ‘yla ortaklaşa iş yapmak suretiyle uygulayacakları ciddi planları vardı. Buna karşın bu şekilde bir hevesleri var ise, tehlikeyi kendilerinden uzak tutmaları daha iyi olacaktı. Hafif silahlarla yüklü dört tren, Mayıs ayının ikinci yarısında Suriye’den yola çıkarak lrak’a varmış fakat planlanan sevkiyatın geri kalan kısmı tamamlanamamıştı (aslına bakarsak
    gönderilen silahlar lrak’ta varılan askeri sonucu asla etkilememişti)
    Bu sırada Türk Hükümeti Raşit Ali’yle lngilizler içinde faydasız arabuluculuk girişimlerinde bulunmuştu. Haziran ayında Almanlarla meydana getirilen pazarlıklarda Türkiye, Almanya’nın lrak’a sınırsız sayıda tabanca gönderme ve Alman birliklerini Türk topraklarından geçirme taleplerini kabul etmemişti. Almanlar bu teklifi yapmak için esasen fazlaca geç kalmışlardı; lngilizler kuwetlerini çoktan lrak’a göndermişler ve 30 Mayıs’ta Raşit Ali’yi devirmişlerdi. Bu sırada tekrardan Suriye’yi salgın etmeye hazırlanan İngilizler, Türklere bu kampanyanın bir parçası olarak Halep’i işgal etmelerini önermişlerdi. Suriye sınırında asker bulundurdukları halde, Türkler bu öneriyi bir kez daha geri çevirdiler. Türkiye’yle ortaklaşa iş yapma olasılığının uzaklaşması üstüne, son Alman birliklerinin çekilirken, lngiliz, Hint, Avusturya, Arap ve bağımsız Fransız kuwetleri 8 Haziran’da Suriye’ye saldırdılar. 1 4 Temmuz’da bağlaşık güçler Suriye’deki Vichy idaresini devirdiler. Türkiye’yse her iki tarafa da bulaşmadan bu krizin içinden sıyrılmayı başarmıştı. (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • Bir kadının Başbakan seçilmesi, Müslüman bir ülkede kendi başına mühim bir dönüm noktasıydı. Bayan Çiller, göreli olarak genç, liberal ve hem siyaset açısından hem kültür açısından sıkı bir Batı yanlısıydı. Dahası, Demirel’in Cumhurbaşkanlığına seçilmesi, Türk siyasetinde sivilleşmenin başka bir işareti olarak görülebilirdi. İki kez generaller tarafınca iktidardan uzaklaştırılan bir adam, şimdi onların üstünde, devletin en üst kademesindeydi. Yeni bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan seçme süreci, geçmişle karşılaştırıldığında, pürüzsüz ve demokratik kurallar içinde gerçekleştirilmişti. Türkiye hâlâ şahlanan enflasyonla yüz yüzeydi ve Kürt problemi, en ciddi iç çatışma olarak duruyordu. Bununla beraber, başka bir askeri müdahale olasılığı, ülkenin harp sonrası tarihinde her zamankinden daha uzak bir olasılık olarak görülüyordu. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset)
  • Stalin’in vefatından kısa bir süre sonrasında Mayıs 1953’te, Sovyet Hükümeti Kars ve Ardahan üstündeki taleplerinden vazgeçtiklerini ve “Türk topraklan üstünde herhangi bir iddiaları bulunmadığını” duyurdu
    (aslına bakarsak bu iddialarından boğazlar rejiminde bir değişim yapılması için vazgeçip geçmediği beli değildi). Menderes Hükümeti bunu memnuniyetle karşıladı fakat uzatılan zeytin dalını almaya girişim etmedi. 1956 senesinde Montreux Sözleşmesi’nin süresi sona erdiğinde, akit taraflardan hiçbiri feshi yada değişikliği için başvuruda bulunmadığı için anlaşmanın kendiliğinden yenileneceği düşünülüyordu. Türkiye’nin ekonomik sıkıntılar içine girmiş olduğu 1958 yılı başlarında Moskova’ya ekonomik yardım amacıyla bir delegasyon gönderilmiş fakat bir netice alınamamıştı. Türkiye’yi bu zor durumdan IMF paketi kurtarmıştı. 1960 yılının başlangıcında Türk tutumundaki bir başka değişim, Menderes’le Kruşçev’in birbirlerine resmi ziyaretlerde bulunacaklarını
    açıklamasıydı. Ama Menderes Hükümeti bunlar yapılamadan, 27 Mayıs 1960 hükümet darbesiyle devrilmişti. Kruşçev, 28 Haziran 1960’da Orgeneral Cemal Gürsel’e, Türkiye’nin tarafsızlık yoluna girmesi icap ettiğini ve iki tarafın ortak mevzuları görüşmek suretiyle bir araya gelmeleri icap ettiğini bildiren bir mektup yazmıştı. Bu, Sovyet politikasındaki bir değişikliğe işaret ediyordu; Sovyetler Türkiye’yi bir uydu haline getirmekten vazgeçmişlerdi ve yansız kalmasını talep ediyorlardı. Fakat, Türkiye’deki rejim değişikliğinin batıya olan bağlılığına bir zarar vermediğini kanıtlamak isteyen Gürsel, cevap veremedi• (Türk Dış Politikası 1774 – 2000)
  • Huntington, toplumlar daha fazlaca karmaşıklaştıkça ve sivil siyasal kurumlar güçlendikçe, ordular da daha muhafazakâr olurlar şeklindeki mühim önermesini yapar: ‘Oligarşi dünyasında asker bir radikaldir; orta sınıf dünyasında, bir katılımcı ve hakemdir; kitle toplumu ufukta görünmeye başlayınca, mevcut düzenin tutucu muhafızı olur’. (Türkiye’de Ordu ve Siyaset)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş