Türkçülüğün Tarihi – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Türkçülüğün Tarihi – Yusuf Akçura Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Türkçülüğün Tarihi kimin eseri? Türkçülüğün Tarihi kitabının yazarı kimdir? Türkçülüğün Tarihi konusu ve anafikri nedir? Türkçülüğün Tarihi kitabı ne konu alıyor? Türkçülüğün Tarihi PDF indirme linki var mı? Türkçülüğün Tarihi kitabının yazarı Yusuf Akçura kimdir? İşte Türkçülüğün Tarihi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…
Kitap Künyesi
Yazar: Yusuf Akçura
Yayın Evi: Kaynak Yayınları
İSBN: 9789753432429
Sayfa Sayısı: 184
Türkçülüğün Tarihi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Kemalizmin ve Türkçülüğün önde gelen ideologlarından
Yusuf Akçura bu eserinde, Türkçülük akımının Tanzimat’tan İkinci Meşrutiyet’e kadar geçirdiği tüm aşamaları tahlil etmekte ve Türkçülüğün devrimci geçmişine ışık tutmaktadır.
Akçura eserinde, Türkçülüğün iyi mi başladığını ve yayıldığını, emperyalizme karşı savaşım içinde oluşan halkçı ve devrimci karakterini ortaya koymaktadır.
Akçura’nın Türkçülüğün Tarihi adlı bu kitabı, Kemalist Devrim’in düşünsel kaynaklarını, Akçura ve Gökalp’lerin öncülük etmiş olduğu Türkçülük ve Halkçılığın köklerini idrak etmek için hâlâ en özlü, en temel yapıt niteliğindedir.
Türkçülüğün Tarihi Alıntıları – Sözleri
- … bayanlar yaşamı anlamayacak olurlarsa, çocuklarını hayata yetenekli olarak yetiştiremezler. Milletin yarısı, kadınlardır; onlar yaşam ve faaliyetten uzak kalırlarsa, milletin yaşam ve faaliyeti de yarım kalır…
- “Türk’ün her şeyi güzeldir ve her şeyden güzeldir.”
- “Türkçülük Türklükle yaşıttır.. Türklükle varolmuştur. Türklük var oldukça Türkçülük de sürecektir.”
- Bu topraklar ecdadımın ocağı; evim köyüm hep bu yerin bucağı.
- “En güzel yüz bizlere çirkin, biz severiz: Türk yüzü.
En iyi öz bizlere kötü, biz isteriz: Türk aslı.
Milletimiz alkışlarız, anıldıkça “Türk” sözü.
Biz Türkleriz, biz bu kanla, biz bu adla yaşarız!” - “Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat süre bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru bulunduğunu normal olarak tasdîk edecektir.”
- Tanzimatta öykünmek olunan şey, esaslardan ve usullerden oldukca ergonomik sonuçlardı. Tanzimat Nizam-ı Cedidin devamıdır.
- Gasprinski’nin ilkelerinden birisi de, Türk hanımına özgürlük ve erkeklerle eşitlik sağlaması gereğidir. Bu ilkesini de ısrarla ve devamla gerçekleştirmek ister. Onun gözünde milletin anaları, milletin birinci eğitimcileri kadınlardır; bayanlar yaşamı anlamayacak olurlarsa, çoçukları hayata yetenekli olarak yetiştiremezler. Milletin yarısı kadınlardır; onlar yaşam ve faaliyetlerden uzak kalırlarsa, milletin yaşam ve faaliyeti de yarım kalır… Kadın meselesine dair İsmail Bey’in hoş bir eseri vardır: Kadınlar Ülkesi.
- “Türklerin kuram ve düşünme ile uğraşıp yorulmaktansa, başkalarının kuramsal düşüncelerinden çıkan ergonomik neticeleri uygulama ile işi kolaylaştırmayı seçtiklerini gösteren tarihî vakalar pek çoktur.”
- “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur!..”
Türkçülüğün Tarihi İncelemesi – Kişisel Yorumlar
Yusuf Akçura kesinlikle boş bir idealin ardında koşan hayalperest bir kişilik değildi. Amacı yüce Türk milletinin dilinin yozlaşmadan sıyrılıp özüne dönmesiydi. İttihat ve terakki cemiyetinde yer almış, jön Türklere katılmış, mütareke zamanında Anadolu’ya geçmiş, ilk Meclis’te milletvekilliği yapmış ve Türk tarih kurumu başkanlığı yapmış bir zattır. Yazdığı bu kitapta da Türkçülüğe katkısı olan kişilerin kronolojik sıralamasını yapmış ve kendi üslubuyla değerlendirmiştir.
İncelememi oldukca sevdiğim bir söz ile bitirmek isterim.
“Bizim ırkçılığımız hayasız bir renk ayrımcılığı değil, Türk’e düşman olan soysuzlara karşıdır!”
Hüseyin Nihâl Atsız (Mehmet Sırmalı)
Millet, kavramından başlayarak Türklük ve Türkçülük gelişimi daha oldukca lisan ve topluluk üstünden ilerleyerek Türklüğünün yükselmesi uğruna bir ekip şeyler yapmış kişiler üstünden biyografileri ve icraatlarından bahsederek Garp,Doğu,Şimal ve Kafkas Türklüğünün gelişimi, 1,2,3. etkin devreleri, siyasal Türkçülük ve örgütlenme safhası Mehmed Emin ve Hamdullah Suphi beylerin tesiri ve arkasından Gazi Mustafa Kemal’in de etkisiyle Türklere ilişik bir devletin oluşum sürecindeki Türklük fikrinin ehemmiyetini eserde bahsediliyor.Türk Milliyetçiliğinin bir tek silahla,kılıçla değil, kalemle ve fikirlerinde etkisiyle yükseleceğini gösteriyor. (BERK ÜNAL)
Yusuf Akçura – Türkçülüğün Tarihi: Yusuf Akçuraoğlu bu kitabında, Türkçülüğün iyi mi ortaya çıktığını, iyi mi fikri bir cereyana dönüştüğünü ve Türkçülük fikrine hizmet eden Türkçüleri detaylı bir halde anlatmıştır. Sadece Osmanlı memleketinde değil, tüm Türk memleketlerindeki Türkçüleri de tanıtmıştır. Kitabın içinde tanıtılan Türkçülerin resimleri de var. Bu kitabı okuduğunuzda, Türkçülüğün Tarihini hakikaten öğreniyorsunuz. Kendisine Türkçüyüm diyen her kişinin okuması ihtiyaç duyulan bir kitaptır. (Berat Cenup)
Türkçülüğün Tarihi PDF indirme linki var mı?
Yusuf Akçura – Türkçülüğün Tarihi kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Türkçülüğün Tarihi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yusuf Akçura Kimdir?
Yusuf Akçora, Kazanlı Yusuf Akçora (Tatarca: Yosıf Aqçura; d. 2 Aralık 1879[1] Ulyanovsk, Simbir – ö. 11 Mart 1935 İstanbul), Türkçülük akımının önde gelen temsilcilerinden olan Tatar yazar ve politika adamı.
Türk Tarih Kurumu’nun kurucu üyelerindendir. TBMM’de 2, 3 ve 4. dönem İstanbul milletvekili, 5. dönemde 1935’te Kars milletvekili olarak mecliste yer almıştır. 1904 senesinde yayımladığı Üç Tarzı Siyaset adlı makalesi Türkçülük akımının manifestosu kabul edilir.
Akçora’nın Türkçü fikir tarihindeki yeri, çağdaşı olan Ziya Gökalp’in gölgesinde kalmıştır fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün emek verme arkadaşı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel yapısının oluşmasında katkıları olmuştur.
Yusuf Akçora’nın Türkçü fikirleri, Sovyetlerin çökmesi ve Orta Asya’daki Türk Devletleri’nin bağımsızlıklarına kavuşmalarıyla tekrardan güncellik kazanmıştır.
Yusuf Akçura Kitapları – Eserleri
- Üç Tarzı Siyaset
- Türkçülüğün Tarihi
- Suriye ve Filistin Mektupları
- Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri
- Siyaset ve İktisat
- Muasır Avrupa’da Siyasi ve İctimai Fikirler ve Fikri Cereyanlar
- Doğu Meselesine Dair
- Türk Devriminin Programı
- Hatıralarım
- Cengiz Han
- Darülhilafet Mektupları
- Türk Yılı 1928
- Tarih-i Siyasi
- Damolla Âlimcan el-Barudî
- Zamanımız Avrupa Siyasi Tarihi
- Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi
- Aydınlara Düşen Vazife
- Birinci Dünya Savaşı Sonrası Rusya’da Esaret yılları
- Yeni Türk Devletlerinin Öncüleri
- Türk Cermen ve İslavların Münasebat-ı Tarihiyeleri
Yusuf Akçura Alıntıları – Sözleri
- XIX. yüzyıl iptidasından başlatmak doğru olur. Bu dağılmanın birçok amilleri vardır; bu amillerin bizce en mühimleri şunlardır:
1. – Garp müverrihlerinin Reformation ve Renaissance dedikleri fikri hareketin, XV. ve XVI. asırlarda, Garpta zuhur edip yayılmış olduğu süre, medeniyetçe Hıristiyan Garba mütefevvik bulunan İslam Şarkın ve onun aksamından bulunan Osmanlı müslüman toplumunun başka dillerle konuşup başka mezheplere doğal olarak bulunmasından dolayı, bu harekete iştirak etmemiş olması;
2. – Garp kavimlerinin geniş denizlere seferler düzen edip, müstemlekeler elde ederek servet ve marifetlerini arttırdıkları XVI. asırda, Osmanlıların bu Avrupa hareketine tamamen iştirak edememeleri;
3. – Rönesansın, Reformasiyonun, denizaşırı kıt’alara yayılmanın, elhasıl yeni kurunu orta kurundan ayıran bellibaşlı hareketlerin Avrupa hıristiyan halkında husule getirmiş olduğu fikri ve bilimsel intibah ile servet artmasından neş’et eden maddi ve içsel tefevvuka umumiyetle İslam Şarkın, hususile Osmalı aleminin muvaffakıyetle karşı koyacak vasıtalardan yoksun kalması;
4. – Büyük devletlerin cümlesi şeklinde çeşitli dinlere, mezheplere inanan, çeşitli dillerle konuşan birçok kavim
lere hakim Osmanlı İmparatorluğunun tebaasını, maddi, içsel tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeğe muvaffak olamaması;
5. – İmparatorluğun oldukca geniş sahaya yayılmış bulunması, merkezi kuvvetin tüm memleketlere kat’i bir denetim yapmasını, o zamanki muhabere ve muvasala vasıtalarına nazaran olanak haricine çıkardığından, iyi ve muntazam bir idarenin kabil olamaması;
6. – Türklerde doğal bir haslet olan salgın ve tevessü arzusunu, görkem ve azamet emelini doyum ve gittikçe genişliyen memleketin mu’dil idaresini temin için, o zamanki usullerle dahilden toplanan varidatın kifayet etmemesinden naşi, harp ve istilaların bir varidat membaı sayılarak. sonu gelmiyen harplere girişilmesi;
7. – Bu mütemadi harplerin devlet bünyesini zafa uğrattıktan başka, barış devirlerinde yönetim ve intizamın bozulmasına bir sebep teşkil etmesi;
8. – XVII. yüzyıl ortalarından sonrasında, harplerin varidat membaı olmaktan ziyade büyük harcamaları mucip olması;
9. – XVII. yüzyıl sonlarındaki Viyana ricatinden itibaren harp ve barış inisiyativi artık Osmanlı Devletinin elinden çıkmış olduğundan komşu devletin ardı arası kesilmiyen taarruzlarına mukabele etmek için hazırlanmak zarureti hasıl olan orduların, edilmek lazımgelen harplerin derhal asla
bir varidat temin etmeksizin sadece devletin askeri ve iktısadi membalarını oldukca daraltmağa sebep olması;
10. – XVII. ve XVIII. asırların muvaffakıyetsiz harplerile, Devletin önemli varidat temin eden ve ahalisinin
ekserisi hıristiyan olan eyaletlerinden bir kısmı elden çıkmakla birlikte, devletin kudret, nüfuz, onur ve sultasının da
oldukca rahnedar olması;
11. — Kanuni Süleyman zamanında temeli atılıp, Mahmut 1. devrinde vazih ve kat’i bir biçim alan Kapitülasyonlar,
Osmanlı Devletinin harici ticaretinde Osmanlı tebaasının oldukca zarar görmelerini bais olduğu şeklinde, Doğu sularında Fransız
sancağına daha sonraları Felemenklilere, Venediklilere ve İngilizlere verilen imtiyazların da Osmanlı tüccar gemilerinin inkişafına engel teşkil etmesi;
12. – Kapitülasyonlarla gayri müslim Osmanlı tebaasının bir nevi himayesine hak kazandıklarını iddia eden ecnebi
devletlerin tesirlerile, çeşitli mezheplere mensup hıristiyan tebaasının hükumet tarafınca idaresinde bazı müşkülatın yüz göstermesi;
15. – Osmanlı Devletinin zayıflamasından fırsat gören ecnebi devletlerinin Kapitülasyonlarda münderiç bazı maddeleri fazla özgür tefsire başlıyarak, Osmanlı tebaası hıristiyanları himayeye kalkışıp onları metbu devletlerine karşı itaatsizliğe teşvik etmeleri;
14. – Fatih zamanında İstanbul Rum Patrikliğine bahş ve kayra olunan imtiyazları, Rum Patrikhanesinin mütemadiyen tevsie emek harcaması ve hıristiyan tebaanın, herhangi cins ve mezhepten olursa olsun, cümlesi üstüne pek geniş olan sultası ile de iktifa etmiyerek, adli, yönetimsel ve hatta siyasal hususlarda daha geniş iddialara kalkışması;
15. – Rum Patrikhanesinin gölgesi altında üreyip artan Fenerli Rum Beylerinin, oldukca kez Osmanlı Devletinin harici siyasetinde ve mali işlerinde önemli mevkiler tutarak, bu kudret ve nüfuzlarını bazan Osmanlı menafiine münafi bir surette kullanmaları;
16. – Harplerin mağlubiyetle kapanmasından dolayı, iktısaden alettevali zararlara uğrıyan Osmanlı içtimai heyetinde husule gelen hoşnutsuzluk ve tezebzübün ve idarei
hükumette iktısadi sıkıntılardan naşi, gittikçe artan suiistimallerin neticesi olarak, hükumetle ahali içinde imtizaç ve ahengin eksilmesi; alelhusus hıristiyan tebaanın gerek dahili sıkıntılar, gerekse harici propagandalar tesirile Osmanlı
camiasından ayrılmak emel ve arzularının kuvvetlenmesi, nihayet bunların fili hareketlere bile kalkışmaları;
17. – Osmanlı devletinin siyasal, adli ve yönetimsel teşkilatının esaslarından kabul edilen İslam şeriatinin süre ve mekana
nazaran terakki ve tekamül ettirilememesinden naşi, devleti ve
içinde bulunan kavimleri idareden aciz kalması;
18. – Gerek merkezde, gerekse vilayetlerde adaleti tevzi ve saltanatı temsil eden makamların şeriata ve kanuna muğayir hazzı hareketlerinin artması ve binnetice zulmün, irti
kap ve irtişanın meydan alması;
19. – Şeriat esaslarına nazaran tanzim olunan mektep ve medreselerin, XVII. asırdan itibaren garpta açınma eden özgür ulumu benimsiyemediğinden dolayı, müslüman Osmanlıların uygar tekamüllerine kafi derecede hizmet edememesi, hatta bu mektep ve medreselerin XV. ve XVI. asırlarda bulunmuş olduğu seviyeden aşağı düşerek ilim ve marifetçe Osmanlıların garbe nazaran geri kalmalarına sebep olması;
20. – Garpte Rönesanstan sonrasında, üniversiteler, doğrusu medreseler mütemadi terakki ve açınma ettikten ve dini alakalar dan yavaş yavaş sıyrılmağa yüz tuttuktan başka, ek olarak ihtisas mektepleri, örnek olarak barbin usul ve kaidelerini, gemilerin inşasını, top ve tüfek yapım ve istimalini, istihkam hafir ve tanzimini öğreten mektepler açılmış iken Osmanlı memleketlerinde ve umumiyetle şarkta, XVIII. yüzyıl sonlarına kadar
bu şekilde teşebbüslerin derhal asla vaki olmaması;
21. – Harplerde muvaffakıyetsizliklerin, idarede tezebzüplerin, maliyede sıkıntıların, adliyede adaletsizliklerin, hükümdarlarda zaf ve aczin, ulum ve maarifte inhitatın doğal bir neticesi olmak suretiyle cehil ve taassubun hakim mevkie geçmesi ve her nevi teceddüt ve terakkiye mümanaat edebilecek bir kuvvete malik olması;
22. – XVIII. asırda buğu kuvvetinin ve buharlı makineler, imalinin garpte keşfolunarak XIX. yüzyıl başlarından itibaren Oarpte servetin tezayüt ve temerküze başlaması ve bu suretle Garbin Şarka karşı korkulu bir iktısadi tefevvuk kazanması; nihayet garpte büyük endüstri sermayesinin ve buharlı büyük sanayiin mütemadiyen inkişafı esnasında, şarkın ufak ana para ve endüstri seviyesinden yükselemiyerek, ana para ve endüstri sahasında, doğrusu siyasal ve içtimai yaşamın ruhu demek olan bir sahada, şarkın garpten oldukca geriye kalması. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri) - Emperyalistlerin “ Doğu meselesi” adını verdikleri sorun , O’na ( Yusuf Akçura’ya) nazaran, Mazlumlar Dünyasından bakılmış olduğu süre “ Batı Meselesi” idi. (Türk Devriminin Programı)
- Cengiz, Türklerin en güzîde bir sıfatı olan tab’-ı selîme [doğru/sağlam karaktere], kavrayışlı nazara kemâlen mâliktir. (Cengiz Han)
- Kadîm ve köhne bir uygarlık sâhibi olan İranîler gürültülü cenkten çekilip fikrî uğraşılarla ve malî ve ticarî işlerle meşgul oluyorlar, Sâmî asıllı Araplar ise akıllara şaşkınlık veren ilk genişlemeleri ile kazandıkları servet ve refahtan zevkyâb olmayı harb ve darb ile iştigale tercih ediyorlardı. Sanatı askerlik olan Türk’e ulaşınca, o, dövüşten asla bıkmıyordu. (Doğu Meselesine Dair)
- Arap genci ile benim İslâm’ı algılamamız içinde oldukca büyük bir fark vardır.
O, İslam’ı, Yahudilik şeklinde ulusal bir din olarak düşünmekte, bense umumi, cihanşümul (beşerî) bir din olarak anlıyorum.
Arap da İslâm’ın tüm insanlığa yayılmasını oldukca istiyor; sadece, hem de “ Araplık da Yayılsın!…” diyor; “ Müslüman olan hepimiz Arap olsun, tüm İslâm dünyası bir Arap imparatorluğuna bağlansın “ diyor. (Mektuplarla Suriye-Filistin-Kudüs Seyahati ve Siyonizm Meselesi) - ‘’Hanımlar, Efendiler!
İçinde yaşadığımız büyük zamanı devreyi kişiliğinde cisimleştiren Büyük Adam’ın komut ve kumandası altında birleşen harp erleri, Türk milletinin yaşamını muhafaza içgüdüsünü dahiyane yönetim ederek, şahidi olduğumuz askeri zaferleri temin ettiler. O Büyük insanın etrafına toplanan tam şuurlu, açık kanaatli aydınlar da, gene milletin yaşamını muhafaza içgüdüsüne dayanarak uygar Türk devletini kurabilirler. Türk aydınlarının bugünkü vazifesi, işte bu çok önemli işe el birliğiyle, dağılmaksızın sarılmak ve yan çizmelere kapılmaksızın birlik halinde çalışmaktır.’’ (Aydınlara Düşen Vazife) - Driyo diyor ki:
“16. yüzyıl Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi’nden Ganj’a, Bengale Körfezi’ne, cenubi Rusya isteplerinden, Türkistan’dan Arabistan ve Sahra kumluklarına kadar çeşitli Türk kabileleri kendilerine Garp İmparatorluğu’ndan da, Makedonya İmparatorluğu’ndan da vasi bir İmparatorluk kurdular.” (Doğu Meselesine Dair) - Evvelde beri Suriye halkının ahlâkının fena bulunduğunu işitiyordum. Bunlara aldatıcı, dolandırıcı, hilleci diyorlar. Seyahate gidenlere, insanı suya batırmayan, ateşte yakmayan dualıklar kadar lüzumlu bir kitap, “seyahat rehberi”nde bu mevzuda şu şekilde yazıyor: Kalabalık yerlerde cüzdanınıza haiz olunuz, bir şey satın alırken pazarlık yapın, geri verilen paranın doğru olduğuna, düzmece olmadığına dikkat edin… Ve başka şeyler yazmakta. (Suriye ve Filistin Mektupları)
- Türklerin büyük çoğunluğu geçmişlerini unutmuşlardır. Bu nedenledir ki, her şeyden ilkin bir ulusal şuur uyandırmak ve yaratmak gerekecektir. (Üç Tarzı Siyaset)
- Bugün de olduğu suretiyle, ufak evlatları evlerinden büyükçe bir şahıs refakatinde mektebe götürüp getirmek, medresede aynı yaşlarındaki evlatların istirahat ve oyunlarına, birbirlerine olan davranışlarına dikkat ve nezaret etmek, nihayet ders sonunda evlerine iletip teslim etmek şeklinde nizamlar doğal o zamanlar asla yoktu. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- İnsan, gerçek kitap olan doğa ve eşyayı okuyup ondan bilimsel keşfedebilmeli; yazıya, söze bağlanıp tutsak kalmamalı, özetlemek gerekirse her kişinin ideali bizzat kaşif olmak, insaniyete yararlı bir düşünce yada şey buluş etmek olmalıdır. (Damolla Âlimcan el-Barudî)
- yaşam esasen zindan değil mi!.. (Hatıralarım)
- “Muharebelerde taraflar birbirine asla acımaz; muharebeye aşure dağıtmak için gidilmez.” (Cengiz Han)
- Seccadeyle alnım arası yazılan tüm dilekçeler yanıtsız kaldı. (Hatıralarım)
- Karadeniz ve Kafkas dağlarının şimalinde, ya direkt doğruya saltanat merkezinden yönetim olunan ya da Osmanlı sultanlığına tâbi Kırım Hanlığı ülkesinden sayılan kıt’alar, XVIII. asrın sonlarına değin vaziyetlerini muhafaza ettiler. (Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri)
- Her yaşam,sadece öteki hayatları bitirmekle sadece devam edebilir.İşte bu “tenazû-ı bekâ”,”cidal-i yaşam” şeklinde çeşitli suretlerle lisanımıza geçen “Struggle for life” kanun-ı azîm-i doğal olarak’yyesidir. (Doğu Meselesine Dair)
- İnsan esasen neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- İnsan esasen neyi ararsa çoğunlukla onu bulur! (Türk Devriminin Programı)
- “Birtakım kûteh nazarların(kısa görüşlerin) işbu beyânâtıma bir nazar-ı hayretle bakacaklarını iyi biliyorum;fakat süre bu sözleri şerh ve tefsîr edince,erbâb-ı zekâ (zeka sahipleri), şu sözlerin ne kadar doğru bulunduğunu normal olarak tasdîk edecektir.” (Türkçülüğün Tarihi)
- Darbe-i devlet, bir devlette mevcut kuvvetlerden birisinin, meselâ: hükümdârın, ya da millet meclisinin (yâhut ordunun ve sâir) yasanın kendisine verdiği hukukun dışına çıkıp, bir harekette olmasına denir. (Darülhilafet Mektupları)
Yorum Ekle
[
YORUMLAR
YORUM YAZ!