Eğitim

Unutulan Yıllar – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Unutulan Yıllar – Niyazi Berkes Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Unutulan Yıllar kimin eseri? Unutulan Yıllar kitabının yazarı kimdir? Unutulan Yıllar konusu ve anafikri nedir? Unutulan Yıllar kitabı ne konu alıyor? Unutulan Yıllar PDF indirme linki var mı? Unutulan Yıllar kitabının yazarı Niyazi Berkes kimdir? İşte Unutulan Yıllar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Niyazi Berkes

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789754705973

Sayfa Sayısı: 536


Unutulan Yıllar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Niyazi Berkes, 1940’lı yıllarda Türkiye’de kaynatılan “cadı kazanı” sı­rasında ırkçı turancı saldırılara hedef olmuş, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav ile beraber Ankara Üniversitesi’nde yürütülen tasfiye sonucunda kürsüsü elinden alınmış bilim adamlarımızdan biridir. Daha sonrasında Kanada’ya giderek bilimsel nitelikli yaşamını McGill Üniversitesi’ndesürdüren Berkes, Unutulan Yıllar adını verdiği anılarında yaşamış olduğu vakaları çocukluklarından başlayarak dile getiriyor. Bunu yaparken,devrin toplumsal ve siyasal panoramasını da çizen Berkes, bir top­lumbilimci olarak yorumlarda bulunup; çizdiği tablonun içine o yılların siyasetçilerini, bürokratlarını, gazeteci, ozan ve yazarlarını da yerleşti­riyor. Millî Şef’ten Menderes’e, Hasan Ali Yücel’den Reşat Şemsettin Sirer’e, Nihal Atsız’dan Peyami Safa’ya, Zekeriya Sertel’e, Şevket Aziz Kansu’dan Suut Kemal Yetkin’e kadar nice portrenin yeraldığı Unu­tulan Yıllar’da, İkinci Dünya Savaşı’nın atmosferi içinde bastırılmak istenen demokrasi ve insan hakları mücadelesini, Millî Şef sürecinin totaliter yöntemlerini, faşist eğilimlerin, ırkçı turancı akımların kolgezdiği çevreleri, tek parti rejiminin kuklalaşmış siyasetçi ve siyasetçi­lerinin yanısıra azca da olsa ayakta kalabilen namuslu ve demokrat bilimadamlarının ve yazarların öyküsünü bulacaksınız. Kanada’da Berkes’in öğrenciliğini meydana getiren Ruşen Sezer’in yayına hazırladığı Unutulan Yıllar,bugün hâlâ tekrarlanan benzeri komplolar sonucunda ülkesindeki üniversite ve fikir dünyasından uzaklaştırılan bir bilim adamının Türkiye’de demokrasinin önüne engeller ç›ıkarmaya çalışan bir zihni­yete yanıtıdır.


Unutulan Yıllar Alıntıları – Sözleri

  • Nihal, Sivas’ın doğusundakileri Türkten saymadığına bakılırsa Rumeli, Adalar benzer biçimde yerlerden olanları da Türkten saymazdı. Onun için Selanik doğumlu olan Mustafa Kemal’e düşmandı. Ona düşman olunca onun Cumhuriyet’ine de düşmandı. Bu cumhuriyet yüzünden Türk devleti Türk kanından olmayan soysuzların eline geçmişti.
  • Karşısında el pençe divan oturan yüksek kişilerden kabul edilen ak sakallı ulusal ozan Mehmet Emin Bey : ” Ah paşam o köpeğin yerinde olmayı ne kadar arzu ederdim” diyince Atatürk bu sözden o denli huylanmış ki kendini tutamayıp, “Sen o köpekten de aşağı birisin” diye süregelen bir hakaret yağmuru yağdırmış.
  • Amerika Birleşik Devletleri strateji generalleri için İngiltere, Hitler’i sırası ulaşınca arkadan vurmak için devasa bir tayyare gemisi, bir lojistik deposuydu.
  • Naziliğe yataklık eden öteki bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların tesiri altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye’ye Atatürk’ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi çevresinde toplaştıklarını Hatıralar’ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini bulunduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Ufak Yalı’da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa’nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa’dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan’da görmüş olduğu başka subaylar da çağrılıymış. “Bu toplantı esnasında bahçeye adam sokulmadı” söylediğine bakılırsa, sadece kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulmuş olduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek “Turan Devleti” problemi, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız hovardalık serüvenlerini mi konuşmuşlardı?
    Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef’ten fazlaca Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Bilhassa iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonrasında gazetelerde cenk durumunu özetleyen yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca
    Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha
    mühim. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üstüne informasyon edineceğiz. İçerdeki emekleri ise en fazlaca Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür.
    Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı
    dergisiydi. Derginin başlangıcında görünüşte bu şekilde şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun’un, sonraları Milli Şef’in partisine alındığını, Meclis’te onun başta gelen şakşakçısı bulunduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta fazlaca kez CHP yerine “Milli Şef’in partisi” deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften ilkin ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için).
  • Nihal’in ırk ve ırkçılıkla ne anladığını tanıtmak için öğrenciliğim yıllarındaki bir vakası anlatayım. Devlet bursu ile üniversitenin fakülte ve bölümlerinde okuyan öğrenciler Yüksek Muallim Mektebi öğrencileri sayılırdı. Bitirenlerin belirli bir süre lise öğretmenliği benzer biçimde ödevlerle emek harcama borcu olurdu. Bu okulda geleceğin öğrencileri için pedagoji dersi verilirdi, bunun hocası olan Sadrettin Celal’in (Antel) uyguladığı yöntem gereği, ders yılı sonlarına doğru öğretmen adayları birer örnek ders verir, sonrasında öğrenciler bu ders konusu üstünde tartışırlardı. Nihal’in verdiği örnek ders, edebiyat dersi adı altında ve sözde Türk zamanı üstüne. Sivas’ın doğusuna düşen illerde yaşayan halkın Türk değil, Kürt bulunduğunu ileri sürmüş. Bu Türk olmayan halk ya imha edilmeli ya da başka bir yere sürülerek onların yerine Orta Asyalı ırkdaşlar getirtilerek yerleştirilmeliymiş. Bu sözleri dinleyen Erzurumlu talebe Sırrı Numan (Fransız asker Chauvain’i bile güldürecek olan) bu şekilde bir fikre itiraz edecek olunca Nihal köpürmüş: “İki bin metrelik dağdan inen ayılar işte bu kadar anlamış olur benim konferansımdan” karşılığını verince, öğrenciler birbirlerine girmişler. Çelebi bir adam olan Sadrettin Celal’in bu görünüm karşısındaki hali görülecek şeydi. Nihal bu hocasını ve öteki arkadaşları olan Pertev Boratav ile Sabahattin Ali’yi suç duyurusu eden kişidir ki, o aşamaya geldiğimiz süre bu hareketinin nedenini belirtmeye çalışacağım.
  • Herkes istediği bilimsel doktorine inanmakta serbesttir.
    Komünizme inanmak bir kabahat ise bu adliyeye aittir.
    Biz ona karışmayız.
    Üniversitede ders olarak komünizm de, sosyalizm de, liberalizm de objektif bir halde incelem edilebilir
  • Saraçoğlu kanunun amaçlarını bildirirken şu şekilde demiş: “Bu kanun bir devrim kanunu dur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız.
    Piyasamıza egemen olan yabancıları ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz”.
  • Bugün meydana getirilen araştırmalardan öğreniyoruz ki gerçek niçin insanı güldürecek özellikte.
    Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı!
    Her şey onun keyfine bakılırsa.
    Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf’un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı’nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi.
  • Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, “eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?” dersiniz naturel olarak.
  • Milli Şef lakaplı ve tutuk sözler eden sönük, ilhamsız bir “Şef” Onun, açıklıktan uzak, şüphe ya da korku verici sarsak söylevlerini dinleyen bir ülke için Hitler bir harikaydı.
    Bilhassa Peyami Safa benzer biçimde histerik kişiler ya da onun tersi olan Palavracı tipler onun nutukları dinledikleri süre kendilerinden geçerlerdi.


Unutulan Yıllar İncelemesi – Kişisel Yorumlar

BERKES, OSMANLI, CUMHURİYET VE UNUTULAN YILLAR İLE İLGİLİ BİR İNCELEME: Niyazi Berkes adını ilk kez, “Unutulan Yıllar” kitabı ile duymuştum.
Bu kitabı ararken onun “Türkiye’de Çağdaşlaşma” adlı fazlaca mühim araştırma araştırma kitabı elime geçti.
Berkes bu eserinde Osmanlı’nın son üç yüz yılını didik didik ediyor, başka pek fazlaca sebep içinde, Osmanlı’nın çöküşünde temel nedenin, eğitimsizlik ve bilgisizlik olduğuna vurguluyordu.
Berkes, söz konusu eserinde “Osmanlı sadece hadis ve Kur-an öğretilen ve buna da ‘ilim’ denilen bir eğitim sistemine sahipti. Osmanlı’nın âlimi ile cahili arasındaki fark ortadan kalkmıştı. Pek çok Osmanlı Paşa’sı imza atacak kadar bile okuma yazma bilmediğinden, imza mührü kazıtır, imza yerine o mührü kullanırdı. Bu sebeple de Osmanlı’nın çöküşü kaçınılmazdı” diyor.
Ayrıca, “İslami / dini rejimlerde, yönetici halka değil, ‘Allah’a hesap verme iddiasında olduğu için, din ile demokrasinin yan yana gelmesinin düşünülemeyeceğini” de belirtir.
Adı geçen eserinde Berkes, çağdaşlaşmada Cumhuriyet’in rolüne ise pek değinmemiş, kitabın yalnız son sayfasında: “O, (M. Kemal) geleceğin kuşaklarına çağdaş dünya çerçevesi içinde, geleceğin bütün özgürlük kapılarını açan bir miras bırakıp gitmiştir.” demekle yetinmişti.
Berkes’in Unutulan Yıllar’ını okuyunca, M Kemal’in iyi mi bir “özgürlük mirası” bıraktığı bizzat Berkes’in kaleminden ve kendi yaşam hikâyesinden anlaşılıyordu oysa.
Milli Şef ve Ebedi Şeflerimiz 30’lu yıllarda Nazilerin terkisinde Turan’a yetişme hayalleriyle, hayranı oldukları Hitler’e yaranmak uğruna cadı avı başlatmışlar, “komünistlikle” yaftaladıkları, özgür fikir sahibi aydınlarımızı zindanlara doldurmuşlardı.
1940’lı yıllarda ise Nazilerin Amerika tarafınca hezimete uğratılması üstüne, Milli Şef ve avenesi, bu kez de dümeni “yeni efendi” Amerika’ya kırmak zorunda kalmışlar, Nazi işbirlikçisi olduklarının üstünü örtmek için, Tan Matbası basılmış, Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boran benzer biçimde, evrensel fikir sahibi, özgürlükçü aydın, yazar ve yurtseverleri hedef tahtasına oturtmuştu.
Bunun sonucunda da Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Sabahattin Ali benzer biçimde değişik fikir sahibi yazar ve aydınların akıbetine uğrayacağını anlayan Berkes, sadece yurt dışına kaçarak canını kurtarabilmişti.
Berkes, Unutulan Yıllar adlı bu eşi olmayan çalışmasında, Atatürk ve tek parti sürecinin de minimum Osmanlı ve günümüzde olduğu benzer biçimde, insanların mal ve can güvenliğinden yoksun bırakıldıklarını, devletin vatandaşına devamlı tuzaklar kurduğunu, kitleleri birbirine düşürdüğünü, köylü, aç, yoksul ve işsizin insan yerine konulmadığını, CHP’li olmanın liyakatin önüne geçtiğini belgeleriyle ortaya koyar.
Arap harfleri yerine Latin harflerinin kullanılması, fes yerine şapka giyilmesi, Almanya’dan tecim kanunu, İsviçre’den uygar kanun ithali, tekke ve zaviyelerin kapatılması, ezanın Türkçe okutulması, dinin fiilen yasaklanması benzer biçimde dayatmalar Kemalistler tarafınca “devrim” olarak nitelendirilse de, bunların Tanzimat’la süregelen yenileşme hareketlerinin karikatürize edilmesinden öteye bir kıymet taşımadıkları ortadadır.
Osmanlı’nın geri kalmasındaki en mühim sebeplerden kabul edilen din ile devletin arasına mesafe konulamaması mevzusunda M. Kemal’in getirmiş olduğu “laiklik” normal olarak önemlidir fakat M. Kemal ve İnönü kesinlikle din ile devleti işlerinin ayırmadıkları benzer biçimde, bu ülke ve milletin başına “Diyanet İşleri / İlahiyat Fakültesi, İmam Hatip” belasını sarmışlar, dini vasıta olarak kullanmayı sürdürmüşler, Kemalizm’i bir din haline dönüştürme gayretine girmişlerdir.
Bunların sonucunda ise altı yüz senelik Osmanlının ürettiği hurafeden daha fazlası Cumhuriyet döneminden üretilmiştir.
Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı mevzularında ise, Kemalist rejimin Osmanlı’nın ilerisinde bulunduğunu söylemek Kemalist propagandanın komik iddialrından öteye bir anlam ifade etmediği ortadadır.
Tüm bunların sonucunda da, sele gidenin yılana sarılması benzer biçimde, günümüzde insanı maalesef Osmanlı’dan medet umar hale gelmiştir.
Fakat Osmanlı ve Cumhuriyet’i, geri kalmışlığımızın sebeplerini fazlaca yönlü ve fazlaca doğru çözümleme etmesine karşın Berkes, M. Kemal’in 1926’dan ölümüne kadar olan dönemde Stalin seçimi infazlarından, ülkeyi zindana çevirmesinden ya asla söz etmez ya da bu tarz şeyleri “döneme, şartlara” vs bağlar.
Olumsuzluklardan, rejimin kurucusu ve mimarı olan M. Kemal’i değil, onun rahat bir minyatürü, karikatürü olan İnönü’yü görevli meblağ, iyilikleri ise M. Kemal’den, bilir.
Tabi Berkes benzer biçimde, son aşama bilgili, kültürlü ve fazlaca yönlü düşünebilen, özgür fikirlere haiz bir aydının, M. Kemal’in askeri alandaki başarılarının siyasal alanda, dar bir seçkin zümre haricinde, ülke ve millet için tam bir kâbusa dönüştüğünü görememesini düşünmek bir fazlaca zor.
“Unutulan Yıllar” aslına bakarsak bir Kemalizm eleştirisi olmasına rağmen, Bonapartist M. Kemal diktatörlüğün hatalarının İnönü’ye yüklenmesi, kitabın hedef kitlesi olan Kemalistlerle ters düşmemek kaygısından kaynaklanmış olabilir.
Zira bu durumda kitabın hedef kitle tarafınca kabul görmeyeceği aşikârdır. Farklı düşüncelere asla tahammül göstermeyen yobaz Kemalist zihniyet tüm bunlara karşın onu ülkesinde barındırmaz.
1948’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesindeki görevine son verilip, kendisi faşist rejimin hedef tahtasına oturtulunca, nice aydınlarımız benzer biçimde o da linç yada üleşkesini terk içinde bir seçime zorlanır.
Kemalist faşist diktatörlük din simsarlarının elinde başka bir boyuta evrilmiş olsa da, doğal olarak Türkiye hiçbir süre bir hukuk devleti olamadığından Berkes bu çıkıştan sonrasında fazlaca sevilmiş olduğu yurduna sadece gezgin olarak gelebilmiş, vatan hasreti ile vatanından fazlaca ötelerde, ülkesi ve milleti aleyhine tek söz etmeden ölmüştür.
Evet, M. Kemal’in celladı, infazcısı ve rakı sofrası arkadaşlarından kabul edilen Necip Ali’nin, “Niyazi bizde öyle adam yok” sözü Osmanlı, M. Kemal ve günümüz Saray rejimi içinde bir fark bulunmadığını, en açık şekilde ortaya koymuyor mu?
Zira halka hesap vermeyen “yarı tanrı” despot liderler çevrelerinde liyakatli, dürüst insan istemedikleri için, ister istemez onların etrafını ya Behçet Kemal benzer biçimde “soytarılar” , ya da Mehmet Emin Yurdakul benzer biçimde “Paşanın köpeği”nin yerinde olmak isteyen ve “köpekten de aşağı” tipler sarıyor. İşte bu sebeple de maalesef 300 senedir geriye gidiş ve çöküşü durduramıyoruz.
Kitapta benim en fazlaca dikkatimi çeken mevzu, uygulanan devlet teröründen dolayı, korku ve dehşetin yargı o dönemde Berkes:”Halkın koyunlaştığını, aydınların ise toplumsal görevini yapamayan adi bir parazitlere dönüştüğünü” belirtir.
Evet, bu gün de aynı şeylerden şikâyet etmiyor muyuz? Anlaşılan o ki, yöntemler aynı olunca, sonuçlar da aynı oluyordu. Hiç kimsenin can ve mal güvenliği olmayınca, asla kimse de, hak, hukuk, demokrasi, insan hakları mücadelesi yapamıyor, yağma talanı düşünemiyordu.
SONUÇ OLARAK
Son üç yüz senelik geçmişimizi olabildiğince doğru ve yansız değerlendirebilen Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaşma ve Unutulan Yıllar’ını okumadan, geçmişi ve bu günü gereği benzer biçimde anlamanın mümkün olmadığını söylersem abarttığımı sananlar olacaktır kesinlikle fakat bu iki yaratı hakkaten de bu kadar mühim.
Zira, bizde maalesef tarih çoğunlukla gerçekleri ortaya çıkarmak için değil, gerçeklerin üzerini örtmek için yazılır.
Eğer Osmanlı’yı, kendi hastalıklı din ve tanrı anlayışlarını tarihe diye bizlere sunan Necip Fazıl, Yılmaz Öztuna, Kadir Mısıroğlu, Ahmet Şimşirgil ve benzerlerinden öğrenmeye kalkarsanız, karşınıza Yunus, Karacoğlan benzer biçimde duyarlı ruhlu gönül adamı ve Olympos tanrıları benzer biçimde, “her şeye kadir” kahraman padişahlarla karşı karşıya gelirsiniz.
Oysa tahta çıkan her padişah, kaç kardeşi var ise, ilk iş olarak ilk olarak onları boğdurur, bunların hamile yada hamilelik ihtimali olan cariyelerini ise, ağzı bağlı çuvallar içinde, Sarayburnu’ndan denize attırırlardı.
M. Kemal’i de Turgut Özakman, Sinan Meydan, Yılmaz Özdil benzer biçimde militarist Kemalistlerden öğrenecek olursanız, gene aynı durumla karşı karşıya gelirsiniz ve ‘Zeus’ benzer biçimde bir Atatürk çıkar karşınıza.
Oysa zamanı bunlardan değil de din, tanrı ve ideolojik fikirleriden bağımsız düşünebilen, zamanı bir bilim olarak gören, bilimsel nitelikli ve entelektüel ahlakı olan gerçek tarihçilerden öğrenecek olursanız, bu günkü Saray rejimi, M. Kemal, II. Abdülhamid, Dördüncü Murat, Yavuz Selim hatta Hz. Muhammed içinde pek bir fark olmadığını görürsünüz.
Okuyarak kalınca.
KİTAPTAN ALINTILAR.
“Kılık giysisinden “halktan” olduğu belli olan biri geçiyordu.
Bunu gören Ziya Gevher adeta bir hister’i geçirdi. Bağırıp çağırıyor adamı kovuyor, hademeler koşuşuyordu.
Adamı yaka paça dışarı attılar.
Zavallı meğer tiyatro bileti almaya gelmiş.” (Sayfa 72)
“Benim için diktatör diyorlar. Evet, ben diktatörüm fakat kalpleri kazanarak diktatör oldum.” (M. Kemal)
Necip Ali’nin M. Kemal’e biat etmeye ikna için göndermiş olduğu Nazım Hikmet’le ilgili: “Onu kazanabilseydik, hem büyük bir ozan kazanırdık, hem de komünistliğini yok ederdik. Azizim bana mısın demedi. Kaya benzer biçimde adam. Hiçbir çıkar karşılığında eğilmeyecek bir adam. Niyazi, bizde o şekilde adam yok. Şu Behçet Kemal benzer biçimde soytarılarla iş mi olur?” (Sayfa 83)
“Halkevleri’nin emek harcama bölümlerinden birinin adı ‘Köycülük Şubesi’ydi.
Üyelerin köylere gitmesi şu şekilde dursun, tek köylünün oraya gelmesi akla bile gelecek bir şey değildi.
O süre ‘halk’ teriminin içine ‘köylü’ terimi girmiş değildi.
Gerçekte aslolan ‘halk’ bir tür ‘parya’ idi. Halkçılık kısmı toplantılarında bir alay halkçılık yapılır, Behçet Kemal’in palavraları ve şiirleri dinlenirdi.” (Sayfa 88)
“Atatürk bigün mühim bir zatla beraber görüşürken sevilmiş olduğu köpeği bacakları arasına otururken hayvanın başını okşamış.
Karşısında el pençe divan oturan yüksek kişilerden kabul edilen aksakallı ulusal ozan Mehmet Emin Bey Yurdakul: ‘Ah paşam o köpeğin yerinde olmayı ne kadar isterdim’ diyince Atatürk bu sözden o denli huylanmış ki kendini tutamayıp, ‘Sen o köpekten de aşağı birisin’ diye süregelen bir hakaret yağmuru yağdırmış.” (Sayfa 147)
“Saraçoğlu dönemi gerçekten bir âlemdi. Fakat Milli Şef rejiminde bunları tartışmak, soruşturmak, incelemek olanağı yoktu. Zaten herkes o denli koyunlaştırılmıştı ki böyle şeyler kimsenin aklına bile gelmezdi.” (Sayfa 187)
“Bunlar (aydınlar) Milli Şef sürecinin nesinden korkarlardı?
Tek, bir şeyinden: “şüpheli şahıs” olarak mimlenme tehlikesinden.
Öyleki bir korku devam eden bir toplumda, sözde ‘aydın’ denen adam yalnız ‘nemelazım’ adamı olur.”
Toplumsal görevini yapamayan adi bir parazit.” (Sayfa 273)
“Yeni seviye kendi eliyle kendi ‘iç tehlikesini’ de yaratmalıydı.
Yarım yüzyıl çekince hastalığı oynayan bir seviye için bunu yapmak güç olmayacaktı.
İlk iş olarak bileşik toplumcu partilere olanak sağlanmalı; Amerikalılara kilidin Yunanistan’da değil, Türkiye’de olduğu gösterilmeliydi.” (Sayfa 366)
“Türkiye’de demokratik özgürlükler kazanma uğruna meydana getirilen çabalara karşı tabanca olarak ‘komünizm” damgalaması ile hükumet ve bir parti yardımı ile saldırma geleneği Şükrü Sökmensüer’in bu söylevi ile adım atmıştır.
Bu şekilde bir konuşma bir takım vakası başlatmak amacıyla hususi olarak düzülmüş ve uydurulmuştu.
Bu geleneği de o açmıştır. (Sayfa 372)
Doç. Hamit Dereli: “Niyazi Bey” , dedi ansızın, “bu memlekette yaşanmaz kaçın kaçmaya bakın yazık olur size”, (Sayfa 463) (Halil Korkmaz)

1940 ve 1950 yillari arasindaki siyasal zamanı elestirel bir görüş açısı ile anlatmıştır. Niyazi Berkes’in yaşam hikayesi ve anıları ile derlenmiş olan bu kitap Ruşen Sezer tarafınca yayına hazırlanmıştır. (Elpisphantasos)

Niyazi Berkes hakkaten de unutulan, fakat aslına bakarsak unutulmaması ihtiyaç duyulan yıllara ışık tutuyor. 1940’li yıllarda yaşanmış olan antikomünizm furyasını, Milli şeflik sıkıntılarını, yaşamış olduğu bireysel sıkıntıları, ülkede süregelen cadı avını, binbir etiketleme ile mesleğinden edilen kıymetli akademisyenleri, içi boşaltılan siyasal bilgiler fakültesinin içler acısı halini, Türkiye’de kavramların ne kadar içi boş ve doğru anlamlandırılmaktan yoksun bulunduğunu gözler önüne sererek bizlere ders veriyor. Okumalı ve dersler çıkarmalı… (Merve E.)


Unutulan Yıllar PDF indirme linki var mı?


Niyazi Berkes – Unutulan Yıllar kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Unutulan Yıllar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Niyazi Berkes Kimdir?

1908’de Kıbrıs’ta hayata merhaba dedi. 1927’de İstanbul Lisesi’ni bitirdikten sonrasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Kısmı’nde felsefe ve sosyoloji öğrenimi görmüş oldu. Bu sırada aynı fakültenin Tarih bölümünden de sertifika alan Berkes, bir süre Ankara’da Türk Ocağı Kütüphanesi’nde ve Türk Eğitim Derneği’nin kurduğu tecrübe etme lisesinde öğretmenlik ve müdürlük yapmış oldu. 1934’te üniversitenin tekrardan yapılanması esnasında Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Kısmı’nde sosyoloji asistanı oldu. Bir yıl sonrasında ABD’ye giderek Chicago Üniversitesi Sosyoloji Kısmı’nde çalıştı. 1939’da Türkiye’ye döndükten sonrasında Ankara’da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki sosyoloji doçenti olarak göreve süregelen Berkes, 1945’e kadar burada çalıştı. Aynı yıl tasfiye hareketi sonucunda kürsüsü kaldırıldı. Bunun üstüne gelişen vakalar sonucunda 1952’de yurtdışına gitti. Kanada’da McGill Üniversitesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde ilkin konuk profesör olarak vazife meydana getiren Berkes, 1956’da aslî profesör oldu. 1958-1959 içinde bu görevinin yanısıra Hindistan’da Aligarh Üniversitesi’nde de ders verdi, Pakistan, Endonezya ve Japonya’yı ziyaret etti. Emekli olduktan sonrasında İngiltere’ye yerleşen Niyazi Berkes, çalışmalarını burada sürdürdü. 18 Aralık 1988’de İngiltere’de Hythe’da öldü.


Niyazi Berkes Kitapları – Eserleri

  • Türkiye’de Çağdaşlaşma
  • Türk Düşününde Batı Sorunu
  • Atatürk Ve Devrimler
  • Unutulan Yıllar
  • Teokrasi ve Laiklik
  • Türkiye İktisat Tarihi
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz
  • Felsefe ve Toplumbilim Yazıları
  • 200 Senedir Neden Bocalıyoruz
  • Asya Mektupları
  • Türkiye’de Çağdaşlaşma
  • Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2
  • İslamlık, Ulusçuluk, Sosyalizm
  • Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler
  • 100 Soruda Türkiye İktisat Tarihi 1. Cilt
  • Patrikhane ve Ekümeniklik


Niyazi Berkes Alıntıları – Sözleri

  • Okumuşların Avrupa’ya gitmesinden hükümet son
    derecede kuşkulanır, onlara geçişlik vermezdi. Buna karşın şu yada bu yollardan birçok aydın memleket dışına çıkabilmişti.Çeşitli gösterim organlarında ve toplantılarda yavaş
    yavaş üç grup belirmeye başladı. Bunların birinin başlangıcında bulunan Ahmet Rıza, Fransa’da ziraat öğrenim etmiş, dönüşünde Tarım Bakanlığı’nda vazife alarak bu
    bakanlığın hiçbir iş yapmadığını görmüş köylünün bilgisizlik yüzünden verimsiz olduğuna hükmederek ve
    köylünün sadece okulla kalkınacağına inandığından
    Eğitim Bakanlığı’na geçmiş, orada da bir iş olmadığı­nı görünce, Avrupa’ya gitmişti. Ilkin Abdülhamid’i
    devirmek, anayasayı yürürlüğe koymak, sonrasında da köylüyü okutmak lazımdı. (İki Yüz Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Katolik nüfusu ile Protestan nüfusu içinde şaşıran Rum kilisesi Osmanlı Devleti’nin eteklerinde yapışıyor ara sıra bu dinlere karşı ortodoksluğun himayesini elde eden kararlar koparıyordu. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • XVIII. yüzyıla doğru ve bu yüzyılda bunların dört tanesi bilhassa fazlaca önemliydi: silahtarlar, mirahorlar, bostancıbaşılar, kapıcıbaşılar. Oldukca mütevazı unvanlar değil mi? Birincileri padişahların silahlarına bakan, ikincileri padişahın ahırlarını temizleyen, üçüncüleri bahçe ve bostanlarına bakan, dördüncüleri de kapı bekçileri sanacağımız gelir. Halbuki gerçekte bunlar fazlaca kuvvetli, fazlaca azametli, fazlaca varlıklı ve fazlaca korkulacak adamlardır. Bilhassa bu dört tanesi sarayı, yalnız halkı değil boy boy vezirleri bile titretecek güçte bir yer haline getiren adamlar olmuşlardır. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Bu kadar elverişli şartlar içinde Türkiye’nin, ekonomik kalkınma, toplumsal değişme, modern uygarlı­ğa uyma işlerini başaramamış olmasını izah için, bu kuvvetlerin ötesinde sebep aramamıza lüzum yoktur. İlk yüz senelik bocalama hikayesindeki gözlemlerimiz; yersiz bir bedbinliğin değil, Türk toplumunun taşıdı­ğı büyük imkanların dar kafalı çıkarcıların elinde öldürülmüş olması karşısında Türk aydınının aciz kalı­şının verdiği acının eseridir. (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Bugün meydana getirilen araştırmalardan öğreniyoruz ki gerçek niçin insanı güldürecek özellikte.
    Başkomutan eski Onbaşı Hitler yönetiyordu bu büyük savaşı!
    Her şey onun keyfine bakılırsa.
    Kendini dünyanın en büyük stratejisti sayan onbaşı Adolf’un askerlikte öğrendiği şey, Birinci Dünya Savaşı’nda onbaşı rütbesinde olan bir askerin öğrenebileceği şeydi. (Unutulan Yıllar)
  • Çin imparatoru olan Kubilay Han 1281 senesinde Japonya’yı zaptetmek için çok büyük bir armada hazırlamış. Bunun hikâyesini Kyoto’yu ziyaretim esnasında öğrendim. Kubilay Han 1275-1279 içinde Japonlardan haraç istiyor. Reddedilince, efsaneye bakılırsa 4000 (tarihçilere bakılırsa sadece 350) vapur ve gene efsaneye bakılırsa 150000 (tarihçilere bakılırsa 100000) askerlere hazırladığı donanma yelken açıyor. Kıyılara kadar geliniyor, hatta bir iki yerde çıkarma da yapılıyor. Tüm Japonya korku içinde. Fakat Kami (Tanrı) onlara acıyor. Görülmedik bir tayfun gönderiyor. Kubilay Han’ın birliği paramparça oluyor. Japonların meşhur “Kamikaze” sözcüğü o zamandan kalma. “Tanrısal Fırtına” demek. Son Pasifik harbinde düşman üzerine dalma hücumu yaparak ölümü göze alan pilotlara verilen ad buradan gelme. (Asya Mektupları)
  • Naziliğe yataklık eden öteki bir çevre, Turancı emekli generaller ile onların tesiri altında bulunan, eski Enver Paşa Turancılığı kafasından kurtulamamış olan kimi subaylardı. Zeki Velidi, Türkiye’ye Atatürk’ün ölümünden sonraki gelişinde Turancı paşaların kendi çevresinde toplaştıklarını Hatıralar’ında iddia eder. Bunların en tanımınışı değilse bile fabrikatörlüğü dolayısiyle en zengini bulunduğunu tahmin edebileceğimiz Nuri Paşa, Ufak Yalı’da Çamlık gazinosunda onun şerefine ziyafet vermiş (s. 603). Toplantıya Enver Paşa’nın üvey kardeşi olan Nuri Paşa’dan başka amcası Halil Paşa, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Cafer Tayyar, Mürsel Paşalarla Türkistan’da görmüş olduğu başka subaylar da çağrılıymış. “Bu toplantı esnasında bahçeye adam sokulmadı” söylediğine bakılırsa, sadece kendi aralarında konuşulabilecek şeylerin konuşulmuş olduğu anlaşılıyor. Bu adların çoğuna daha sonraları von Papen-Saracoğlu dolayısıyla rastlayacağımız için bir tahmin yapabiliriz: ya Nazi makamları ile görüşülecek “Turan Devleti” problemi, ya da Nazi yanlısı bir iktidar değişikliği konusu konuşulmuş olabilir yoksa, Turan ülküsü serüvenlerine uzaktan yakından karışmış olan bu kişiler yalnız hovardalık serüvenlerini mi konuşmuşlardı?
    Bu generallerin en önemlilerinin Milli Şef’ten fazlaca Mustafa Kemal düşmanı olan kişiler oluşu ilginçtir. Bilhassa iki tanesi: İkisi de Nazi Doğu cephesi açıldıktan sonrasında gazetelerde cenk durumunu özetleyen yazılar yazan; sık sık Alman generallerine ders veren Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile Ali İhsan Sabis ikisi de Almanca
    Türhische Post gazetesinde maaşlı görevli. Birincisinin adı daha
    mühim. İleride Nazi belgelerinde dışardaki eylemler üstüne informasyon edineceğiz. İçerdeki emekleri ise en fazlaca Çınaraltı adlı dergide çıkan açık faşizm propagandası niteliğindeki yazılarında görülür.
    Bu derginin kendisi basın çevresinin en tanınmış ırkçı-turancı
    dergisiydi. Derginin başlangıcında görünüşte bu şekilde şeylerle ilgisi olmayan iki Babıali ozanı bulunuyordu. Bunların birincisi olan Orhan Seyfi Orhun’un, sonraları Milli Şef’in partisine alındığını, Meclis’te onun başta gelen şakşakçısı bulunduğunu da göreceğiz. Bu dönemde bunlar bu Çınaraltı dergisinin arkasını örten paravan rolündeydiler. (Not: bu kitapta fazlaca kez CHP yerine “Milli Şef’in partisi” deyimini bilerek kullanıyorum; onu şeften ilkin ve şeften sonraki partiden ayırmak, onların üyelerini eleştirilerime karıştırmadığımı göstermek için). (Unutulan Yıllar)
  • Protestanlar, Türklerin gittikleri yerlerde dinlere özgürlük verdiklerini görerek bir devletin tuttuğu tek bir resmi dinle tüm halkı zorla sokması siyasetini kötülüyorlar din ve devlet ayrımı rejimini istiyorlardı. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Eskiden kalmış Türk aydınlarının Milli Kurtuluş Savaşı’ndan bir şey öğrenmemiş olması insanı şaşkınlıklar içinde bırakacak seviyede olmuştur. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 2)
  • Büyük adam önderliğinin aslolan anlamı da budur. Atatürk devrimleri dediğimiz devrimlerin derhal hiçbirini Atatürk buluş etmemiştir. Hepsi ondan ilkin düşünülmüştür. Ama bu düşünülmelerin asla sonu gelmezdi. Düşünüleni bir vuruşta eyleme çevirmektir önderlik sırrı! Hele o, ortalığı kaplayan gericilerin en mukaddes saydığı, en dokunulmaz, en tabu saydığı kadınlık problemi üstüne “gordiyon” kılıcını indirirse. Bugün bu şekilde bir önderin yokluğunun hasreti içindeyiz. (Teokrasi ve Laiklik)
  • Merkantilist devletlerin siyaseti yalnız dış ticareti teşkilatlandırmakla kalmiyordu. Mühim olan şey, elde edilmiş servetlerin, İspanya ve Osmanlılarda yapıldığı benzer biçimde heba edilmemesi, ekonomik verimliliği olacak işlere yatırılmasıdır. Bu gelişmelerin bir ihtimal en önemlisi yeni bir tüccar tipinin ortaya çıkmasıdır. Yeni tecim o zamana kadar âdet olan tecim loncalarıyla başarılamazdı. Sermayeleri bir araya getiren ortak hisseli firmalar bundan hayata merhaba dedi. Yeni ticari girişimlerin büyük ana paraya ihtiyacı vardı. (Türkiye İktisat Tarihi)
  • Merkantilizm: üllkenin refahini, haiz olduğu altın ve gümüş benzer biçimde kıymetli madenlere bağlayan, ülkedeki kıymetli maden yataklarının işletilmesine ehemmiyet veren ve ihracı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan ekonomi öğretisi. (Patrikhane ve Ekümeniklik)
  • Bu “bilgisiz ve dejenere ulusa yardım değil, cenk lâyıktır.” (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • Abdülhamit rejiminin efsaneye ve yalana dayanan ideolojisi göz önündeki gerçeklerin rağmına, kahramanca bir inatçılıkla otuz üç yıl sürdü; Türk toplumu Batı uygarlığının şahmerdanı altında sıkıştırıla sıkıştırıla teneke benzer biçimde kupkuru, ipince bir hale getirildi. Türk toplumunu bu hale getirdikten başka düşün yaşamını da kuruttu; üstelik Batıcılığı da, Osmanlıcılığı da, İslamcılığı da adamakıllı dejenere ederek üçünün de iflasını meydana çıkardı. Üçünün de Türk toplumunun kalkınmasına yetersizliğini, ona hiçbir faydası olmadığını kanıtlama etti. (Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler 1)
  • Hazine sıkıntısını gidermek için son olarak deva olarak başvurulan bu yoldan, sikkelerden çalınan değerlerle hazineye gelir sağlanıyorsa da bu, gerçekte halkın geçim sıkıntısını artıran, cemiyet ekonomisini daha da baltalayan bir tutumdu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • bugün çoğumuza bakılırsa Batılılaşmış olmak
    Batının tüketim ekonomisinin kapışıcısı olmak, hatta çöplenicisi
    olmaktır. Bundan değişik ve buna üstün bir görüşün
    Tanzimat’ta ortaya çıkmış olmasının sebebi, sanıma bakılırsa
    bir taraftan Avrupa uygarlığının hemen hemen bugünkü kadar, kişinin
    (bilhassa hanım kişilerin) başını döndürecek, ağzının
    suyunu akıtacak çeşitte ve bollukta tüketim eşyası uygarlığı
    haline gelmemiş olması; öte taraftan da, onu görenlerin
    çoğunda hemen hemen bu eşyaya karşı iştahların kabarmamış
    olmasıdır. Gelen tüketim eşyası da (1830 yıllarında bile
    makarnadan ayakkabıya kadar fazlaca şey gelmeye başladı)
    hemen hemen daha bizde el ile de olsa yapılabilecek şeylerdi.
    Gerçi tüketim eşyasının hayatta, bilhassa dış görünüşlerde
    tesirleri belli olacak hale gelmişti. Ahmet Vefik Paşa
    benzer biçimde aklı azca fazlaca ekonomiye yatık birinin yerli malı kullanma
    gayretleri bir antikalık şeklinde kaldı. Daha o zamandan,
    Batı tesiri altında kalmış halklar içinde en fazlaca
    Türkler dış görünüşte en fazlaca değişmeye başladılar; bilhassa
    kılık-giyim, sakal-bıyık “devrimleri” dönem dönem
    tekrarlanmıştır. Halbuki, Japon, Rus, Hint toplumlarına
    tesir, bu derecede olmadı yada buna fırsat vermediler.
    Bugün çatal bile ne Hint toplumuna, ne de Japon toplumuna
    iyice girip yerleşememiştir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)
  • Vaktiyle, Lausanne konferansında çetin didişmelerden sonrasında anlaşmaya varıldığında, avuca giren kuşu kaçırmış olmanın hıncıyla İngiliz delegasyonunun başı Lord Curzon şu şekilde demiş: ” Davayı kazandınız, size istediklerinizi derhal hepsini bahşettik. Fakat unutmayınız ki bigün gene bizim yardımımıza muhtaç olacaksınız. Bir gün mali güçlükler sizi umarsızlık içine koyunca, bütçenizi denkleştirmenin mümkün olmadığını görünce, hatta memurlarınızın maaşlarını veremez hale ulaşınca gene bizlere gelecek ve Paris’ten Londra’dan yardım isteyeceksiniz. İşte o süre, şimdi elde etmekle iftihar ettiğiniz hakların çoğunu birer birer yine elinizden alacağız. ” (200 Senedir Neden Bocalıyoruz)
  • Aklını oynatmamış bir kişinin bu denli kesinlikle konuşmasına bakınca, “eee, elinde herhalde belgeler olmalı? değil mi?” dersiniz naturel olarak. (Unutulan Yıllar)
  • Adil olmayan bir fiil, bir toplumun tüm kişileri tarafınca desteklense ve yürütülse bile, gene de hakkaniyet değildir; o gene bir istibdat olur. Namık Kemal iradenin çoğunluk tarafınca uygulanmasını bile istibdat saydığı halde, hakların uygulanmasının hükümdara devredilmesini istibdat saymıyordu. (Türkiye’de Çağdaşlaşma)
  • Batılılaşma
    işini toplumda hiçbir değişiklik yapma yapmadan çarşıya gidip
    eve öte beri alır benzer biçimde Avrupa’dan uygarlık malı almak,
    en komiğinden Hamdullah Suphi benzer biçimde Suriye hacıağaları
    tarzında nargile ve ibriklerle çevrili sedirlerde Türk harsı
    oyunu oynamak, en ağırından da, Türk toplumunu Alman
    yada Amerikan medeniyetinin petrol kumpanyalarına ve
    ana para konsorsiyumlarına ihale etmek anlamına gelir. (Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş