Eğitim

Zümrüt Ayna – Celal Şengör Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Zümrüt Ayna – Celal Şengör Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Zümrüt Ayna kimin eseri? Zümrüt Ayna kitabının yazarı kimdir? Zümrüt Ayna konusu ve anafikri nedir? Zümrüt Ayna kitabı ne konu alıyor? Zümrüt Ayna PDF indirme linki var mı? Zümrüt Ayna kitabının yazarı Celal Şengör kimdir? İşte Zümrüt Ayna kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Celal Şengör

Yayın Evi: Ka Kitap

İSBN: 9786056430831

Sayfa Sayısı: 240


Zümrüt Ayna Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bu kitapta bilimin ışığı; antik çağ düşünürlerinden Fransız İhtilali’ne, evrim kuramından C-47 uçaklarına, YÖK’ten Anadolu-Avrupa ilişkilerine kadar yaşamı -neredeyse bütünüyle- kapsayan bir alana; III. Selim’den Mustafa Kemal’e, Hasan Âli Yücel’den Ömer Hayyam’a, II. Mahmut’tan Cahit Arf’a, Kropotkin’den Sırrı Erinç’e hatta “coğrafyanın müzisyeni” Barış Manço’ya kadar bilim, sanat, kültür ve politika alanında var olmuş birçok öenmli adın üstüne düşüyor. 

Bilimin ışığı, yaşamı ve zamanı bilimsel fikir yöntemi ve eleştirel akılla aydınlatıyor.

ABD Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk bilim adamı ve Academia Eıropaea’ya seçilen ilk Türk üye olan, Londra Jeololji Cemiyeti Başkanlık ödülü sahibi, Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyesi A. M. Celâl Şengör’ün bu kitabı bilimin kılavuzluğunda “düşünen tecrübe etme” tadını taşıyor. 

(Tanıtım Bülteninden)


Zümrüt Ayna Alıntıları – Sözleri

  • Yanlışlanabilir teoriler ortaya atan ve bu teoriler yanlışlandığı süre da yanıldıklarını kabul edip doğrunun ardında koşan toplumlar bilimsel toplumlardır.
  • Seçkinleri olmayan cemiyet, seçkin toplumlar arasına giremez. Tarihe yön veren sonsuz yasalar değil, ölümlü bireylerdir.
  • İnsanı insan meydana getiren nedir? Düşüncelerini kafasında işleyebilmesidir.
  • Bugün Türk sivil eğitim ve öğretiminin en büyük problemi yetişenlere idol olabilecek, devlet ve toplumdan saygı gören bir seçkinler grubu olmamasıdır. Şu unutulmamalıdır: Seçkinleri olmayan bir cemiyet, seçkin toplumlar arasına giremez.
  • Bir toplumda standart yoksa orada her şey olabilir.
  • Mustafa Kemal 23 Nisan 1920’de toplanan meclise, insanoğlunun ne halifeye, ne padişaha, ne hacıya, ne hocaya ne de herhangi bir başka yardım merciine ihtiyacı bulunduğunu; kendi yaratıcılığının kendisinin en büyük sermayesi bulunduğunu söyledi.
  • Yanlışlanabilir teoriler ortaya atan ve bu teoriler yanlışlandığı süre da yanıldıklarını kabul edip doğrunun ardında koşan toplumlar bilimsel toplumlardır.
  • “Serbest fikir yoksa demokrasi felakete götürür. Kesin inançlarla demokrasi kuramayız.”
  • “Atatürk’ün amacı, Rumeli’de almış olduğu uygarlık terbiyesini tüm Türk vatandaşlarına verebilmekti: İcabında entelektüel, icabında şehit olabilmek için!”


Zümrüt Ayna İncelemesi – Kişisel Yorumlar

A. M. Celal Şengör: Efendim Zümrüt Ayna kitabı 99 senesinin yazılarından oluşan bir kitapmış. Kolaya kaçmışlar. Ama kitap şöyleki başlamış; Ahmet Necdet Sezer Bey’den bahsetmiş. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan.
Sezer üniversite nedir, iyi mi yönetilir mevzusunda hiçbir fikri olmayan bir adamdı. Entelektüel bir tarafı bulunmayan bir adamdı, diyerek kısaca sözüm ona birazcık kitaplarını okuduğunuzda görmüş olacaksınız, Türkiye’de adam yok. Bir tek Celal hoca var. Onu merkeze alıyoruz.
Bir her seferinde geri dönerek, ya bilim felsefesi hadi hoca, hadi bir şey anlat da şu ateizmin güzelliklerinden hep yardıra yardıra anlatıyorsun ya, bak birazcık muntazam bir şey çıksın diye arıyoruz şimdi. Ama dakika bir gol bir, sayfanın daha başlangıcında siyasetle başladık mevzumuza.
Abdullah Gül Bey’den de bahsediyor. Sezer’in kelimenin gerçek manasında simetriği diyor. Tek farkı Abdullah Bey’in İngilizce bilmesi diye ifade ediyor.
Enteresan bir halde Türk üniversite tarihinde, Türk akademi tarihinde altın harflerin tersinde, simetrisinde simsiyah harflerle yazılmış Kemal Gürüz’den internasyonal şöhret sahibi büyük bir eğitimcinin artık YÖK’ün başlangıcında bulunduğunu anlatmaktan geri durmayarak bir Kemal Gürüz hikayesi dinliyoruz. Hiç öyleki bir adam olmadığını da bilmekle birlikte.
Sonra, hani dedim ya filmin başlangıcında, kullanmayı asla aklıma getiremeyeceğim o iğrenç replikte o minik çocuğa Allahsız diye tabir ediyordu ya mahallenin bıçkın delikanlısı. YÖK’le geldik inkalar mayalara geçtik. Hoop geri dönüyoruz, sayfa daha üç. Bir edebiyat, en azından bir yazım akışı eğer bilimsel bir yazı yazmışsanız mevzular arası geçiş, sav, karşı sav yok. Bunların hiçbiri yok Celal amcada.
Poscidon’a 1000 boğa kurban et bir şey olmaz. Ediyorlar gene zelzele oluyor. Sonra bir dakika diyorlar, bu bu şekilde olmaz. Bunu da ilk söyleyen Miletoslu Tales. Tales Mısır’a gidiyor, orada kadastrocularla karşılaşıyor. Nil nehri her yıl taşkın yapıyor ve insanların tarla işaretleri yok oluyor.
Bunları ölçümlüyorlarmış.
Celal hocanın bir Tales takıntısı var. Dücane Bey’deki öteki takıntılar şeklinde onda Logos, öbüründe Platon. Bunda da Tales takıntısı var. Tales’le yatıp, Tales’le kalkacağız. Sonra bu Mustafa Kemal’e dönüşecek. Ama Tales’i zannedersem Celal hoca pek inceleyememiş bundan dolayı Nil kenarındaki ölçümler daha Firavun’dan fazlaca ilkin başlamış bir süreç hocam. Hani birazcık daha geçmişe gitseydiniz bir ihtimal mevzu güzeldir.
Bu informasyon kesindir ve kesinliği kanıtlama edilebilir deyip bakın mevzuyu nereye bağlıyor; bunun için tanrıya ihtiyacım yok diyor Tales.
Eğer Tales, Nil nehrinin kenarındaki su yükseliş artışının kısaca bu ölçümlemeden tanrıtanımazlığa gittiyse senin Tales’le bizim felsefe kitaplarında yazan Tales aynı Tales değil.
Kesinlikle fakat dinler içinde da bir fark yapmak mümkün diyor.
Bir taraftan din adamı olarak çıkıyor şimdi karşımıza. Siyasetçi, felsefeci, ahanda din adamı.
Kesinlikle fakat dinler içinde bir fark yapmak mümkün. Medeniyeti öldüren dinler genel anlamda tek tanrılı dinler diyor. Sadece bilim felsefesi tarihinde bu mevzunun tam tersi yazar. Tek tanrılı dinlerin uygarlık kurgusunun temeli bulunduğunu. Ha siz bu medeniyetlerin bu şekilde olmasını arzu etmeyebilirdiniz, der bilimsel olarak buradan bitirir. Yani ne yazık ki biz Celal hocadan beklediğimiz bilimsel terminolojiyi alamıyoruz. Mahalle köşesinde bekleyen, elinde tespih tutan amcadan fazlaca bir farkı yok. Diyorum ya gençlerimiz bu kitapları açıp okumayınca Celal hocanın birkaç programda acaip bir şeyler söylediğini zannederek entelektüel bir sepete koydunuz ya, heh o sepet Karamürsel sepeti bile değil.
Dollo Yasası’na bakılırsa evrim tersine gitmez diyor.
Dollo Yasası, evrimciler tarafınca bile hala yasa olarak net kabul edilmiş bir şey değil. Hatta patladığı anlatılır. Celal hoca 1947’de kalmış olabilir doğal olarak.
Aa Celal hocanın bir de tarihçi tarafı var. Yok yok Celal hocada.
Der ki Cengiz imparatorluğunun 44 milyon kilometre kareye yayılmış olmasının muazzamlığını hayal edebilirsiniz. Dünyada bu kadar büyük istilaları başarıyla meydana getiren başka bir topluluk yok.
Peki ne süre çözülüyor bu büyük imparatorluk?
Kubilay Budist oluyor. Çağatay İlhanlı ve Altınordu Müslüman oluyor. Kritik fikir ortadan kalkıyor. Allah’ın buyruğu geliyor. Dogmalar geliyor. Akıl mı vahiy mi şeklinde bir çatışma ortaya çıkıyor. Sonuçlar malum.
Lise zamanı zannedersem bunun yanlış bulunduğunu anlatmaya kafidir. Hiç girmeyeceğim Celal hoca fakat zannedersem seni lise mezunları bile okumuyordur.
İslam’da ise diyor, bireysel düzeyde oldukça zayıf emekler var. Mesela, cılızdan bahsetmiş olduğu adamları sayıyoruz şimdi, örnek olarak İbni Sina yaşarken 8000’den fazla kitabı hariç 7000 civarında yazı yazmış zat İbni Sina.
Bak kitapları hariç. Yazdığı kitaplar hariç. Hadi bir el notu tutayım söylediği 7000 başlık altında 140 bin sayfaya varan evrakı olan İbni Sina.
Gerisi yok diyor. Bak gerisi yok. İbni Haldun var, fakat gerisi yok. İslam’daki tek ciddi münakaşa diyor, Gazali’yle İbni Rüşd arasındaki tartışmadır.
E ne yapsın garibim, duymadı ki Hasan Basri’yi, duymadı ki İbrahim Ethem’i, duymadı ki İmam Caferi’yi, duymadı ki İmamı Azam Ebu Hahefi’yi. Bak duymadıkilerle, sonrasında video bitecek.
Sonra dönüyoruz. Şimdi Kemalist Celal.
Atatürk esasında bir bilim felsefecisi fakat kendi öyleki tanımlamıyor.
Kim tanımlıyor?
Bu kadar hatayı ilk 18 sayfaya sokan Şengör amca tanımlıyor.
Peki, Atatürk’ü de anlatacak bizlere.
Territorial bir parçalanmadan mı söz ediyorsunuz diye sual soruyorlar, ondan da söz ediyorum bundan dolayı bir millet değiliz. Birbirinden nefret eden bir kalabalığız diyor.
Sizin mahalle kaç şahıs Şengör abi? Ben onu sorasım geldi.
Peki bu Atatürk’ün bir öngörüsüzlüğü olabilir mi diye soruyor röportajda adamcağız.
Hayır diyor, bir hususi görüşmede Atatürk kendi hocasına ben çöküşü durduramadım, 60 yıl geciktirdim diyor.
Bu abi fazlaca okumuşluğu var ya Abdulhamit Hanlarla, Abdülmecitlerle filan bu tarz şeyleri karıştırıyor. E doğal olarak yaş da geçmiş.
Doğru diyor Atatürk fazlaca elegan bir diktatördü.
Hani bunun edebiyatından mı tutayım, fiilinden mi tutayım, sıfatından mı tutayım? Elegan kelimesiyle diktatörlük içinde hani metafor bile yapamazsın bunu mu anlatayım? Biri Türkçe dersi versin Allah rızası için Celal’e.
Demokrasinin çalmış olduğu toplumlar medenidir diyor. Şimdi bak burada bir cümle geldi şimdi. Geliyoruz aşağıya. Aşağıda bir yerde de diyor ki demokrasi diyor bu halka fazla.
Eski Sanayi Bakanlarımızdan merhum Dr. Nuri Bayar, onun oğlu Mehmet Ali Bayar’ı siyasete sokmaya çalışıyorlar. Keşke becerebilseler.
Mehmet Ali bayar asla bu şekilde bir şeyi yapamayacağını da ifade etmiş bir amcamızdı. Keşke bunu da yazaydın.
Mesela Avrupa’nın bazı vatanlarında olan Hristiyan demokrat partililer kendi içinde tutarsız kurumlardır.
Ya adamlar senelerdir Almanya’yı silip süpürüyor Celal hoca. Sen niçin bahsediyorsun?
Ya biri bunu uyandırsın. Dondurdular, yeniden mı getirdiler bu adamı?
Neyse.
Bu kitabı niçin baştan basıyorsunuz? Belki topluma yeni bilgiler verebilir onun içinde. Yeni fikirler uyandırılabilir diye. Bu umut, ümitsizliği yener.
Iı, benim için bilim zamanı açısından yeni bir ümitsizlik açıldı Celal hoca.
Rahmetli dayıcığım, burada ailesine giriyor. Bir bilim adamı kendi hayatındaki değerleriyle gençlere bir şey anlatacak. Dedesini, anasını, atasını anlatmadan duramıyor. Oraya da geleceğiz. Nasıl fabrikalar kurmuşlar, iyi mi varlıklı olmuşlar? Allah’tan ki dilinde kelime tutamayan birisi de dökülünce rahat rahat dökülüvermiş. Biz de hiçbir şey anlatmadan yorumsuz verebiliyoruz.
Efendim Selin Sipahioğlu bana bigün demişti ki paranı kaybedersen mühim bir şey yitirmiş olursun. Şerefini kaybedersen fazlaca daha büyük bir şey yitirmiş olursun. Ama ümidini kaybedersen her şeyini kaybetmişsin anlamına gelir.
Yorum yapayım mı?
Onur küçüktür umut. Neyse.
Bilimin yanıldığında en fazla ve en süratli artış 2. Dünya Savaşı esnasında ve ondan sonrasında olmuştur derken klasik İngiltere’de başlamış çelik dönüşümünü zannedersem atlamış. Unutmuş adamcağız. E yaşlı sonuçta.
Buradaki sözde liberal, gerçekte dar kafalı Reagan ve Thatcher hükümetleri kurtuluşu bilimsel araştırmaya ve üniversiteye verilen parayı kısmakta buldular.
Benim bildiğim Reagan yalnız Yıldız Savaşlarına harcamış olduğu para 200 milyar doları aşmış bir paraydı. Daha o dönemde. Sonrası da var. Yani NASA süreci Reagan’la başlamış bir süreçtir. Hatta bu fazlaca büyük bir soğuk cenk sürecinin de devamı olarak anlatılır. Keşke birazcık da siyaset bilseydik.
Devlet bilim ve kültürü kollamayı Napolyan’dan beri vazife edinmişti ve bunu Fransa’nın kollanması olarak görüyordu.
Napolyan’dan birazcık sonrasında olmasın o.
Geçtim. Daha doğru bir şey bulamadım.
Bizi affet fakat ilerde bigün Türk ulusu kendisini yaratan tüm tanrılarına bir Panteon diktiği zaman… dinsiz adam kime söylüyor bunu; Fuat köprülü’ye. Diyor ki fazlaca müthiş adamdı ve Fuat Köprülü’ye yazdığı tecrübe etme mi diyeyim fıkra mı diyeyim, ben bu ne diyeyim? Bir şeyin sonundaki ifade Allahsız Şengör’ün, tırnak içinde, Allahsız diye bir şey fazlaca fena bir söz fakat ne yazık ki bu adama cuk diye oturuyor.
Bizi affet fakat ilerde bigün Türk ulusu kendisini yaratan tüm tanrılarına bir Panteon diktiği zaman torunlarımız senin eserlerini hakikaten bilecek. Torunlarımız gelip sana saygı ve sevgilerini bizlerden fazlaca daha bilgili bir halde sunacaklardır. Rahat uyu büyük adam.
Senin için hani ölüm uyku değildi, çürümekti.
E hani tanrıları reddediyordun. E Fuat hocayı niye Panteonları tanrıların eline tutuşturdun.
Geçtik.
Maymunun sirke kazandırılması için tam 30 milyon ödenmişti bir başka sirke diye. Şimdi burada bir hakikatli öykü anlatmaya kalkıyor. Celal hocanın öykü denemesi. Maymunlu öğretmen. E öykü de maymundan olacak doğal olarak.
Şimdi bak, hikayenin sonu şuraya geliyor.
Bak evladım diyor, hepimiz hep yeteri kadar eğlenmediğinden yakınır. Onun için eğlencenin müşterisi çoktur. Aklının kıtlığından yakınanı asla duydun mu? ben akıl satıyorum, bunun alıcısı çoğu zaman gönüllü olmaz. Zira aklın yokluğu, acısı derhal çıkmaz. Nesiller sonrasında çıkar.
Celal hoca hikayenin başlangıcında 30 milyon dolar ödenen maymunun kendisi değil. Maymunu eğiten adama 30 milyon dolar veriyorlar. Ya daha yazdığın hikayenin faili kim, onun bilincinde değilsin. Sonda verdiğin çelişiyor. Allah okuyana yardım etsin.
Baha Bey öleli 30 yıl oldu diye bir yazı yazar. Arada bu şekilde bir eskilere kayıyor.
Edremit’te Atatürk’ün geleceği bir törende kravat takmamakta direnen uzun boylu imama iskemle üstüne çıkarak aşk etmiş olduğu tokat ise yobazlığın halkına yüzyıllardır çektirmiş olduğu acıları iyi bilen bir aydının isyanıydı.
Bu aydın bunu yapmış oldu mı bilmiyorum. Niye, bundan dolayı Celal hocanın kafa gidiyor geliyor. Adamcağızı bir kenara bırakalım fakat bu vakadan iskemle üzerine çıkıp bir imama tokatlamanın ne kadar da hoş bir şey bulunduğunu bana bir entelektüel bilim adamı diye anlatana da zeka ve terbiye problemi var derim. Bu kitabın içeriğini okumayan savcıya da hele bir bak artık derim.
Geçtik.
Babam demokrasiyi fazlaca ciddiye alıyordu. Halka karşın dayatmayla değil halkı ikna ederek, onların rızasıyla işlerin adım atması için istiyordu.
Kim için söylüyormuş bunu? Hasan Ali Yücel için.
Hasan Ali Yücel’e aşık.
Ama hocam diye itiraz ettim. Halk bilgisiz. Halk habersizse bu olmaz. Demokrasi bence muhakeme yapabilen, düşünebilen, tartışabilen insanların rejimidir. İki seçenekten hangisinin iyi olacağı bilgisiz, emsalsiz, eleştirel düşüncesiz kim bilir bulunamaz diyor.
E hani demokrasi medeniyetti.
Ha bunlar işte 1947 tek parti devrin dar kafalı bilim adamları. Dogmatik.
Devam ettik bakalım.
Lagari Hasan Çelebi’yi basınımız ve bilim geleneği derken hah diyorsun Celal hoca yavaş yavaş hadi bakalım birazcık bilim, ne vereceğiz?
1719 senesinde 3. Ahmed’in oğullarının sünnet düğünü esnasında Haliç’teki sandallar içinde birden ortaya çıkan bir timsah büyük paniğe yol açmıştı. Timsah tersane kasrı karşısında görüldükten sonrasında yeniden kaybolmuş, bir saat kadar sonrasında gene yüzeye çıkarak ağzını açmış. Bu sefer içinden çıkan Hanende, Sazende ve Rakkaseler bir gosteri yaptıktan sonrasında yeniden timsahın içine girmişler. Timsah da Haliç’in sularına dalarak geldiği şeklinde kaybolmuştu. Daha sonrasında timsahın tersane mimarı İbrahim Efendi’nin sünnet düğünü için tasarladığı bir denizaltı aracı olduğu öğrenildi.
Ne oldu İbrahim Efendi’ye? Adını kaçımız biliriz?
Celal hoca, bunun timsahla denizaltı arasındaki farkı belirleyemeyen 3. Ahmet öyküsünü halk içinde ünlü bir komiklik fıkrası bulunduğunu aşağı yukarı orta düzey tüm tarihçiler bilir.
Ne diyeyim ki?
Nasıl ki Çin’de buluş edilen barut, kağıt baskı makinesi, pusula şeklinde buluşlar Zang He’nin bulgu gezileri, bireysel kalıp geliştirilemediyse… Çin’den bahsediyor. Bireysel bir kalıp geliştiremediler diyor.
Muazzam kültürel birikimine ve uzun geçmişine karşın Çin uygarlaşamadıysa Osmanlı’da çağdaş olamadı. Eleştirel adla bilime dayanamayan her kültür şeklinde dünyayla ilişkisi kopup fosilleşip, için için çürüdü.
Hoca, senin uygarlaşma hocan kimdir? Yani uygarlık zamanı almışsındır büyük olasılıkla fakat.
Arada bir müziğe girmeye niyet etti. Şöyleki yazdı:
Eğer Türkiye’de Manço’yu ödüllendirecek düzeyde bir coğrafya cemiyeti olsaydı, Manço’yu coğrafya cemiyeti ödüllendirecek! Abdi İpekçi’nin ne de Uğur Mumcu’nun ölümünü anıyor olurduk.
Ölümsüz olacaklar ya.
İşte Manço öyleki bir Türkiye’yi entellektüellerini katletmeyen, dünyayı tanıyan, insanlığı bilen, ona katı meydana getiren bir Türkiye’yi özlüyordu.
İyi fakat bu katliamı meydana getiren devlet değildi Celal hoca. Bu devlet düşmanlığı nereden mi geliyor? İlerde birazcık görmüş olacaksınız. Hiçbir tarafınca tutamıyorum.
Bu kanunlarla… Hangi kanunlardan bahsediyor? 3 Mart Uygarlık Bayramı. Hani Osmanlı’da uygarlık yoktu. Cumhuriyetle geldi ya o uygarlık. Heh o maddelerden bahsederken şöyleki söylüyor Celal Bey; bu kanunlarla sözde tanrısal bir yetkiyle donatılmış bir ailenin Türk insanı üstündeki 600 senelik tahakkümü son buluyor.
Ya şimdi Celal hoca, hoca demeyeceğim. Celal bak, 600 senelik tahakkümat millete direnme yapılamaz. 10 yaparsın, 20 yaparsın, 30. yılda bu millet elinde tabanca olan yeni çeteleriyle o saltanatı insanın başına geçirirler. Zaten Yeniçeriler biliyorsun… Ha pardon bilmiyorsun. Tarihte bazen isyan ettiler Celal hoca. Yaz bu tarz şeyleri bir kenara isyan tarihlerini. İsyan edebilen bir milletiz biz. Hani uymadı bana kardeşim, yanlış yapıyorsun. Padişahım deyip isyan etmişler. Sen diyorsun yok. 600 yıl tahakkümat. Ya Celal, buna tarih desem değil. Buna ne bileyim hani eleştiri desem değil. Bilim desem değil. Yazı desem değil. Tahakküm kelimesinin kullanıldığı yer doğru değil.
Profesörlük ibaresini bilhassa mi kullanmıyor acaba?
Fakat bir kere faaliyete başladı mı her şey yavaş yavaş intizama girer ve düzelir.
Fikir birlikteliğinde bir aşamayı kendince öyleki çözümlemiş.
Hadi gidiyoruz. Büyük birader problemi.
Benim meydana getirecek daha mühim işlerim vardı, bilim yapmak şeklinde.
Evet Celal, bilim yapmışsın fakat bilimi yapmışsın. Yanlış olmuş.
Senelerdir bu acayip davranış türünün nedenini düşünüp duruyorum. Bulabildiğim tek niçin bilhassa Anadolu toplumunun pederşahi yapısının, otoriter havasının ferdin girişim enerjisini yok ettiğidir.
Kişi otoriteyi sarsmayı göze alamadığı için eleştiriyi öğrenememekte, eleştiri imkanı olmadığı için de kendi gözlemine güvenememektedir.
Celal hoca, köyde eleştiri olmaz. Hayvanlar olur, güdersin. Tarla olur, ekersin. Oradan elde ettiğin kazanç, alın terini harcar bu millet uğrunda savaşacak zamana kadar beklersin. Anadolu zamanı lütfen, birazcık, ucundan, azcık, hadi.
Evrim kuramı.
Hadi diyorum ya bak evrimcisin, ateistsin, aslan şeklinde ateistsin. Bak bir anlat şunu. Yok aslan şeklinde olmaz ya maymun şeklinde.
Konu neredeyse gün aşırı postadan çıkan ve güya bilimsel iddialarla Darwin’e ve Evrim teorisine sövüp sayan, buna karşılık Kuran’dan ilgili ilgisiz Ayetler sıralayan acayip bildirilere geldi. Ayhan Hanım, bundan acı acı suç duyurusunda bulundu.
Ee hadi bakalım. Şimdi bizlere anlatacak evrime geldi.
Bak diyor, çevrenin baskısıyla oluşan, gelişigüzel yenilikler yeni nesillere değişim olarak geçiyor.
Tamam hoca, hadi anlat.
Nasıl ki otomobil modelleri değişen çevreye bakılırsa her modelcinin aklına esen yeni uyarlamalarla ortaya çıkarılıyor. Mercedes’in yeni çevre koşullarına bakılırsa düşündüğünü egzoz şekli, Chrysler’ınkinden değişik oluyor. O da Toyota’nınkinden, o da Lada’nınkinden. Ama hepsi üç aşağı beş yukarı genel olarak benzeşiyor. Nasıl ki Asya’nın plasental kurguyla Avusturalya’nın keseli “kurdu” birbirlerine benziyorlar.
E Celal hoca, biz seneler ilkin senin şeklinde zeka seviyesi daha aşağıda olan kişilere diyorduk ki bak her şeyi meydana getiren birisi var. Bu arabayı iyi mi yapmış, bu sanatın bir sanatkarı var ise bu alemin de bir sanatkarı var diyorduk. E bu bizim örnekler hoca. Yani otomobille evrim anlatıyorsun. Biz senin düzeye inip bak şu sanata, sanatkar gerekmez mi diyince bilimsizlik bu deyiveriyorsun öyleki gıdıklarını şişirip. Chrysler anlatıyorsun, Lada anlatıyorsun. Evrimci bu adam.
Ya sevgili gençler birazcık okuyun ya birazcık. Bir tanesini oku, 30. sayfaya gel esasen diyorsun ki he yanlış yanlış. O televizyondaki pompaymış. Ver parasını konuş amcası.
Halk Partisi tüzüğü konuşulurken kürsüye gelen hoca milletvekillerinden biri yeniliklere atıp tutarak bu asri kelimesi de ne anlamına gelir diye kasıtlı olarak sorunca kendini tutamayan Mustafa Kemal başkanlık kürsüsünden konuşmayınca onu sarkarak adam olmak anlamına gelir hocam, adam olmak adam diye bağırmıştı.
Asri olmak, adam olmak.
Fotoğraf ne? Fotoğraf bu. Eh Celal’in asri yaşamı.
Ne yapsın adamcağız?
Kepler Kanunlarının zannedildiği şeklinde direkt gözlemlerden değil, Keplerin bazı doğa ötesi inançlarından türemesiydi.
Keplerin bazı doğa ötesi inançlarından türediğine dair sakın Amerika’da bir cümle kurmaya kalkma. Zar zor aldığın diplomanı da yakarlar. Keplerle ne alakası var metafiziğin. Bak altı okumayacağım. Acıyorum.
Frankel ve Laudan şeklinde bilim tarihçilerinin de giderek farkına vardıkları şeklinde levha taktoniği teorisi kökleri hatta 19. yüzyıla Edward Suzan’ın ölümsüz eseri arzın çehresine dayanan uzun ve detaylı bir evrimin zirve noktasıdır.
Yanlış. 19. yüzyıldan ilkin bu kuram vardı. Teori olarak hemen hemen kabul edilmemişti Celal’cim. Kendi mesleğinde birazcık, hadi.
Eski Yunan tanrılarıyla eski Ortadoğu tanrıları içinde mühim bir fark vardır. Tanrıtanımaz tanrıları benzetme ediyor, bakıyoruz.
Yunan tanrıları kainatı yaratmamışlardır fakat mevcut bir evren içinde daha ilkin den mevcud şekilsiz, yersiz malzemeyle ve ilelebet geçerli yasalar çerçevesinde her şeyi yaratmışlardır. Ortadoğu tanrılarıysa kainatın yaratıcısıdırlar. Taa kartal kafalı Mısır ilahı Plah’dan beri olanlar “ol” derler ve evren olur.
Hoca, tanrıları tanımıyorsun fakat tanrılar içinde seçim yapıyorsun. O denli politik bilim adamısın ki tanrılar içinde Ortadoğu geçmişine vardığında onu bile yerin altına sokmaya çalışıyorsun.
Hoca, Ortadoğu tanrılarıyla Mısır ilahları içinde bugüne dek sanat tarihinde özleşik tek bir ibare olmadı. Ama helal olsun, ilksin, ilklerdensin. Kalbimizde değilsin Celal hoca.
O gün benzerlerinin en eski ve en prestijli olan 1807 doğumlu, Londra Jeoloji cemiyeti bana 1876 senesinde ihdas edilmiş Bigsby madalyasını verdi.
Valla 1876 olur. Sana olur o 1876 uygun.
Konuşmanın sonuna yaklaştım ki salona doğru dönen bakışlarıma daha ilkin orada olduklarını asla fark etmemiş olduğum iki konuk takıldı.
Bak bir bilim adamı, her şey göreceli. Gördüğüme inanırım, gerisine inanmam. Hadi tanrı, göster, yok. Bak ben sana çikolata veriyorum kafasındaki insanın cümleye bak şimdi, ödül almış. Ödülden sonrasında gözü iki misafire takılmış. Vay diyorsun, kimdir acaba? Konuşmam, eşime teşekkürle bitmek üzereyken birden başka döndüm ve kendilerine şükran borcumu ifade etmek istediğim fakat asla tanımadığım iki adam daha vardı deyiverdim.
Nerede, salonda.
Kimmiş?
İçinde bilimin mümkün olduğu çağdaş Türkiye’yi yaratan Mustafa Kemal Atatürk ve Türklerin eğiticisi olarak onun tek gerçek seyircisi Hasan Ali Yücel.
Şimdi şizofren değil, bilim adamı. Ama salonda o, bakın şöyleki yazıyor; çıkık elmacık kemiklerinden bana bakıyor, hafifçe ona eğilmiş şeklinde oturan siyah saçlı iri ve güzel kaşları daha topluca çehresini söyleyen badem bıyıklı adamsa babacan yüzünde içten bir mutlulukla gülümsüyordu.
Ölülerle görüşebiliyor Celal hoca. Ama şey tanrıya inanmıyor.
Türkiye’de de bilimin en üst yönetimsel gruplarından birisi olarak vazife yaptım.
Yok yapmadın Celal.
Gördüğüm görünüm ne yazık ki Avrupa’da ve Amerika’da gördüklerimin tam tersi olmuştur. Genellikle hepsinden de çekilme yöntemiyle ayrılmışımdır.
İstifadan ilkin yaptığın kavgaları niye anlatmıyorlar? Çekiniyorlar bundan dolayı senden. Dil uzun olunca.
Türk meslektaş gelip de Turnquist Hattı internasyonal projesine Türkiye Yunanistan’ın baskısıyla alınmamış demesin.
Demesin mi?
Demedi.
Dışişleri Bakanlığından gelmemiş, senin arkadaşının gazete haberinden sana yapıştırdığı şeyi buraya almak oldu mu Celal?
Yapma ya.
Hah geldik büyük yalana.
1905 sonunda Selanik’e kaçtığı bundan dolayı özgürlük için en uygun iklimi yalnızca Rumeli’de görmüş olduğu malum bir gerçektir.
Kim? Hasan Tahsin.
Anadolu’ysa tam tersine yüzyıllardır bilgisizlik ve bağnazlık balçığına gömülmüş, başıboş bırakılmış.
Ya Anadolu yok, yok. Yani 1920’ye kadar Anadolu yok. İnsanlar bu şekilde şey, hebele, bu. Ondan sonrasında başladı. Bir anda hop altın çağa geçtik biz.
Sakarya Meydan Savaşı’ndan derhal ilkin askerin yarısının kaçtığını duyan Mustafa Kemal…
Tarihte hiçbir yerde bulamazsın bu yalanı.
Bir milleti yüzlerce yıl bilgisiz ve bilinçsiz bırakırsanız sonu bu olur diyerek, bu da Mustafa Kemal’in sözü değil. Feci vakası anlayışla karşılamış, kızmamıştı.
Bak ben size bir yalan daha söyleyeyim. İzmir’de işgalcilere ilk kurşun atan Hasan Tahsin değildir. Hasan Tahsin, işgalciler onu kelepçeleyip hapse atacaklar korkusundan sağa sola ateş atmış, onu da bir türlü tutturmayı becerememiştir.
Anlattırıyorsunuz ya.
Sultan Mahmut hastası. Nereden geliyor? E dinleyici biliyor bizim.
Sultan Mahmut’un tahta çıkmış olması fazlaca önemlidir. Sultan Selim’in tüm fikirlerini inançla benimsemiş olan bu delikanlı amcaoğlundan fazlaca daha emin ve sert bir karakterde daha büyük bir zekaya ve daha büyük bir sabra haizdir.
IQ testi de yapabiliyor Celal, güzel.
Ya fazlaca zor, hangi birini… Yani Vakıayı Hayriye’yi konu alıyor, yanlış. Baştan sona yanlış hani. Arada anlatacağım bir şey yok.
Bak güzel babası, dedesini konu alıyor.
Anasının babası Mehmet Nuri Sipahioğlu 14 Haziran 1969 cumartesi günü Yeşilköy’deki köşkünde, müthiş bir parası var fakat iyi mi var? Bak ne güzel dökülmüş burada.
Kurtuluş Savaşı zaferle neticelendikten sonrasında ve Cumhuriyet kurulduktan sonrasında şeker fabrikalarının kurulma faaliyeti Mehmet Nuri’ye de talih getiriyor. O sıralarda evlendirilmiş olduğu Çanakkale komutanlarından Esat Paşa’nın kuzeni Prevezeli Kudret Hanım’ın teyze evladı Kazım Taşkent onu sonrasında şeker kralı diye anılacak olan Hayri İpar’la tanışmamızı sağlıyor.
Şeker fabrikaları işi Mehmet Nuri’yi varlıklı etmiştir.
Bak dedesini anlatmış. Aferin, en azından dürüst adam. Hangi devletin parasını iyi mi yediğini de konu alıyor. Bak burada takdir ettim. Thank you.
Devam.
İyi bildiğim tek şey var ise, dur. Bildiği bir şey yakaladık. Ne biliyormuş?
Arkadaşım Kemal Gürüz’ün Ankara’da fazlaca bunaldığı zamanlarda Anıtkabir’e dönerek orada yatan adaşı ve hemşerisiyle sessiz fakat içten bir sohbete dalıp gittiğidir.
Yorumsuz.
Üniversiteye standart yerleştirmek için Gürüz, geçtiğimiz dört yılda neler yapmıştır?
İşte standart yerleştirmiştir binlerce kız kardeşimize, evlatlarımıza geçirdiği yılları iyi biliriz. Sonra içeri atılmadan ilkin iyi mi YÖK’ten para götürmüş olduğu hakkında meydana getirilen soruşturmalar. Neyse hadi…
Bilim konuşmayacak mıydık biz, ne oldu şimdi?
Avrupa ülkeleri de en görkemli örneğini Osmanlı İmparatorluğu’nda gördüğümüz şeklinde tarihe gömülüp yok olmuşlar.
Amerika’da ise durum bu şekilde değil. geçen yüzyıldan beri Amerika’daki yerbilim araştırmaları en fazlaca dört beş merkez tarafınca finanse edilmektedir.
Derdi finans olan Celal hoca 100’er bin doların da iyi mi onlardan alındığını kitabında ucundan yanlışlıkla yazıveriyor.
1923 Türkiye’si. Elde kalan sekiz milyonluk ülkede tahsilli sayısı sadece bir milyon.
Celal, bu rakamın doğru olmadığı bin kere kanıtlama edildi. Ne olur birazcık tarih oku. Yavaş söyleyeyim, süratli söyleyince anlamıyormuş.
Tales’in büyük marifeti kafasının başkalarınınkinden değişik çalışmasıydı. Her vakaya insan kafasının anlayabileceği rasyonel bir niçin araması onu mitolojiden uzaklaştırmış, kendi başına niçin netice ilişkileri kurmaya götürmüştü.
Bu yüzden de Tales felsefe tarihinde net, kati kabul görmüş bir kanıt olarak asla görülmedi. Bir Celal. Bir Celal fazlaca sevmiş bu Tales’i.
Filhakika, parantezle hakikaten yazmış sağ ol, bu İbrani ve Arap hurufatında bu şekilde olduğu şeklinde örnek olarak Orhun kitabelerindeki Türk alfabesinde de kısmen böyledir. İlkel insanlarda alfabenin sesli hurufatı muhtevi olmaması, içermemesi herhangi bir güçlük çıkarmaz. Zira kelime haznesi sınırı olan olduğu şeklinde yazılı metinlerden mahdut ve basittir.
İnanın bana Orhun kitabelerini okumamış. İddia ediyorum ve net bir halde söylüyorum. Bu sebeple Orhun Kitabeleri sürecinin en mühim edebiyat parçası olarak dünya genelinde kabul edilmiş.
Efendim…
Jeo=yer ve logos=söylem kelimelerinden oluşan yerbilim adının verilmiş olduğu bilim tüm tabiat bilimlerinin en temelidir.
Sakın üniversitede söyleme bu cümleyi.
Toplanılan notaları müzik haline getirmek her babayiğidin harcı değildir.
Celal, notalar toplanmaz. Ilkin hayal edilir o müzik kafada. Sonra o müzik notalara aktarılır. Girme. Valla girme, bu şekilde şeylere girme.
Doğanın horladığı cemiyet.
Batı Kızıldeniz’den yada Akdeniz’den burnunu her çıkardığında tabiat ananın tokadıyla… Batı 400 yüz yıl Osmanlı’yı methetti Celal.
Bu Osmanlı’yla bir şeyi karıştırıyor arada fakat her neyse.
Şehadetimizden neredeyse 80 yıl sonrasında bir zelzele, bir meydan muharebesi kadar insanı yok etmiş olduğu devletimizde biz ölüme koşarken en tiksindiğimiz ses güya tanrısal çağrılarla bizlere vatanı ihanete teşvik eden pespayelerin sesiydi.
Celal o tiksindiğin sesin ataları olmasaydı senin deden o şeker fabrikalarının sahibi olamazdı.
Yani Müslümanlara hakaret ederek bilim olmuyor. Ki birazdan ne yazık ki son kitabına geleceğim. Bilim adamı da değilsin. Daha kendi alanında çakabildiğin tek çivi olmadı, araştırdık bulduk.
Avusturyalı dahi yerbilimci Edward Suese, 1914. Viyana şehrinin naturel yapısıyla halkın sağlığı arasındaki ilişkileri inceleyen Suese ilkin Viyana’yı hala kullanılan ve hala kullanılan temiz suyuna kavuşturdu.
Hayır, yalan söylüyorsun. Viyana’ya temiz suyu götürme projesi Osmanlı’ya aitti. Viyana sonradan parayı bulunca yapmış oldu Celal. Jeolojide de yok. O da yok. Ne var ki? hangi gençler kitabını okuyup, seni tekrar dinleyecek ki?
Hayyam’ın rubaileri insanoğlunun içini açan, insana insan olma onurunu hatırlatan, insan zekasının ihtişamına ve sınırlarını bir arada özetleyen, insanoğlunun içinde yaşamış olduğu alemden görerek, düşünerek, sorarak ve hissederek iyi mi zevk alabileceğimizi gözler önüne seren bıt bıt bıt…
Senin için evren tasviri olması imkansız Celal. Bir ateistin evren tasviri olmaz. Hepsi tek, yek bir vücuttur. On sekiz bin evren terimi olmaz bir ateistte. En azından muntazam ateist ol ya.
Halkın önünde tartışmak bizim yalnızca tercihimiz değil, görevimizdir de.
E para getiriyor.
Bu en fazlaca halka en fena ihtimali açmak anlamına gelir. Tartışan bilim adamının kalibresini ölçmekse bu bilişim çağlarında halk için bile kolaydır.
Evet, biz gariban halk ölçtük. 262 makalenle dünyanın hiçbir yerinde net çözümlediğin hiçbir keşfin yokken, bu ülkede seni yerbilim mühendisi sandı ya. Helal olsun. Ki İTÜ’de tutunamadın ayrı sorun.
Fakat bu yazının konusu Keckermann’ın unutulmuş olması değil, genel coğrafya teriminin iyi mi buluş ettiğidir. Bunu izleyebilmek için reformasyon Avrupasına gidecek. Reformasyonu yaratan insanların dine ve tanrıya bakışlarına bir göz atacağız.
Atma bundan dolayı coğrafyadaki bu süreç reformasyondan ilkin 1400’lü yılların sonuna başladı canım benim. reformasyondan sonrasında değil.
Bana diyecekler ki sen yerbilim mühendisi misin? Yazın google’a, Celal’in söylediği her şeyin aksi var. Bu, hayal dünyası. Acaba şey miydi bu, öykü kitabı mıydı ya?
Neyse.
Kendi kuralları içinde insanoğlu tamamen bağımsız işleyen fakat anlaşılır olan zelzele şeklinde bir tabiat vakasını tanrıya yıkarak onu bebek katili durumuna sokanlar acaba asla kendi inançları çerçevesinde bile küfre girmiş olabileceklerini düşündüler mi?
Celal, akaid mevzusuna girme. Sen daha ateistin akaidini bilmiyorsun. Ilkin adam şeklinde ateist ol, yerbilim mühendisi ol, sonrasında gel bizim akideden konuşalım. Sen esasen yükümlü değilsin. Yanlış anlamayın Müslüman olmadığı için. Yoksa bir de İslam’da akıl baliğ olmadığı için mükellefiyet yok.
10 Kasım’dan önceki gece bilim kitabında.
Nereye geldik?
Ah be Hasan Ali. Akıllı yaşamın tek hedef bulunduğunu unuttu bunlar. Ne benim ne senin vaktin yetti. Aklın, insan yaşamının esası, eğitimin de aklın temeli bulunduğunu anlatmaya.
Bu cümleyi niye verdim? Entelektüel ya. Aha Türkçesi; geç.
Geç, geç baygınlık gelecek.
Sokrates şeklinde peygamber özentilerinin gözünde azaltıyordu.
Sokrates ve Platon kati tanrısal bilginin informasyon adına laik tek şey bulunduğunu öğreterek…
Bir bilim adamı kati kelimesi kullanıyor Sokrates’le Platon adına. Sanki görmüş adamları. Bu bilim adamı he. Geçtim. (Tevhid Ocağı)

Celal Hoca’nın geçmişte, değişik dönemlerde yazdığı denemelerin toplanıp kitap haline getirilmiş bir eserdir. Yazıların büyük kısmı 99 senesinde kaleme alınmış. Birfazlaca yazıda devrin mevzuları işlemiştir.
Celal Hoca kendi hayatına tesiri olan insanlardan, bir alanda öncülük etmiş insanlardan (Barış Manço, Arif Aşçı) bahsetmektedir.
Eğitim konusu yazılarda sıkça işlenmiş. Anlatılmaya çalışılmış, yanlışları göstermeye çalışmış. Bu yanlışlardan dönülmezse iyice çöküşe geçileceğini belirtmiş; ülkede toplumsal çöküşün Atatürk sonrası dönemde (1946 sonrası ve Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bakanlıktan ayrılması) başladığını belirtiyor ve yazıları yazıya döktüğü dönemde daha vahim bir duruma dönüştüğünü dile getiriyor. Yazıları okuyup da günümüzü düşününce fazlaca daha çok kötü bir durumun içinde bulunduğumuz anlaşılmakta.
Bir yazısında (Büyük Birader Sorunu) kültürümüzde yer edinen otoriteye mahkum kalma, otoriteye bağlanıp ve zaman içinde bu otoriteye telsim olmaya dönüşen sorundan bahsediyor. Eğitimden başlayıp gerek hoca, gerek talebe, gerek yönetici olsun; siyasal partilerde lidere bağlılık olsun tüm iş dallarında kişilerin yakınma edip inisiyatif kullanarak çözüm bulmaması yada yol aramamasından son aşama yakınma etmekte. Yazıyı okuyup kendimi de düşününce istemesek de biz de buna azca yada fazlaca boyun eğdimizi görüyoruz.
Bu mesele osmanlıdan bu yana gelmekte ve kültürel zenginliğine (müzik tasviri, mimari, tabiat bilimleri, bilimsel buluşlar, bir mevzuda önderlik yapma…) engel olmakta.
Anlatılan probleminin ülkenin kuyusunu kazandığını belirtmektedir. Bu kültürü aşmanın yolu da her düzeyde eğitim seferberliği ile çözümdür olarak ifade ediyor.
Kitabın sonlarına doğru sıkça işlenen bir mevzu da zelzele gerçeğidir. Bunun sebebi ise o tarihlerde meydan gelen acı 17 Ağustos 1999 depremidir. Deprem mevzusunda da insanları, yetkilileri uyarmaya (aydın bir insanoğlunun yapması ihtiyaç duyulan sorumluluğu yerine getirip) çalışmış.
Bir yazısında da  günümüzde de dile getirmiş olduğu “Türkiye’de tek bir üniversite yok” sözünün kastını konu alıyor. Bunu; ülkede bilimin bir standardının olmadığını, bundan dolayı de evrensel bilim ve evrensel standartların sadece azca sayıda kişiyi etkilediğini, “toplumu, toplumun kurumlarını, toplumun averajlarını etkilemiyor” olarak ifade ediyor.
Esen kalınca. (Emre YALDIRAN)

ZÜMRÜT AYNA – Dikkat spoiler içerebilir!: Zümrüt ayna Celal Hocanın öteki eserleri şeklinde içinde birçok değişik mevzu barındırıyor fakat hepsi bilime çıkıyor.
Kitabın başlarında ki maymun ile öğretmen hikayesi kitabın tamamını özetlemeye yeter. Hasan Ali Yücel’den Barış Manço’ya kadar birçok mühim isim hakkında güzel içerikler mevcut.
Keyifli okumalar diler, bu şekilde güzel bir mecrayı bizlere sunmuş olduğu için 1K ekibine teşekkür ederim. (Kilis Küçükşehir Belediyesi)


Zümrüt Ayna PDF indirme linki var mı?


Celal Şengör – Zümrüt Ayna kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Zümrüt Ayna PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Celal Şengör Kimdir?

24 Mart 1955’te İstanbul’da hayata merhaba dedi. 1973 senesinde Robert Kolej’i tamamladı. 1978’de State University of New York at Albany’den yerbilimci olarak mezun oldu ve aynı üniversiteden 1979’da yüksek lisansını tamamladı. 1981’de İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi, Genel Jeoloji kürsüsünde asistan olarak vazife halletmeye başladı. 1982’de de State University of New York at Albany’den doktora aldı. 1984 senesinde Londra Jeoloji Cemiyeti’nin Başkanlık Ödülü’nü, 1986’da TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü aldı. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalında doçent oldu. 1988’de Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi’nden onur bilim doktoru (Docteur ès sciences honoris causa) pâyesi aldı. Academia Europaea’ya 1990 senesinde kabul edildi ve cemiyetin ilk Türk üyesi oldu. Aynı yıl Avusturya Jeoloji Servisi muhabir üyesi, 1991 senesinde ise Avusturya Jeoloji Derneği onur üyesi oldu. Yine 1991 senesinde Kültür Bakanlığı’nın Bilgi Çağı Ödülünü kazanmıştır. 1992 senesinde İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Genel Jeoloji Anabilim Dalı’nda profesörlüğe yükseltildi. 1993 senesinde Türkiye Bilimler Akademisi en genç kurucu üyesi oldu ve Akademi konseyine seçildi. Aynı yıl TÜBİTAK Bilim Kurulu üyesi oldu. 1994 senesinde Rusya Doğa Bilimleri Akademisi üyeliğine, Fransız ve Amerikan yerbilim dernekleri onur üyeliğine seçildi. Ayrıca kendisine Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı tarafınca Rammal Madalyası verildi. Şengör 1997 senesinde, Fransız Bilimler Akademisi tarafınca yerbilimleri branşında büyük ödül (Lutaud Ödülü) ile taltif edildi. 1998 Mayıs ayı içinde Şengör, Collège de France’da konuk profesör olarak bir kürsü işgal etti. Burada “XIX. Yüzyılda Tektoniğin Gelişmesine Fransız Jeologlarının Katkısı” temalı bir ders verdi ve 28 Mayıs 1998’de Collège de France’ın madalyasını aldı. 1999’da Londra Jeoloji Cemiyeti kendisine Bigsby Madalyasını tevcih etti. 2000 yılının Nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi yabancı üyeliğine seçilen ilk Türk oldu. Rus Bilimler Akademisi’ne Fuad Köprülü’den sonrasında seçilen ikinci Türktür. Ayrıca 2013 senesinde Leopoldina Doğa Araştırıcıları Akademisi üyeliğine seçilmiştir.

Şengör, jeolojide bilhassa yapısal yerbilim ve tektonik dallarındaki emek harcamaları ile ün yapmıştır. Şerit kıtaların dağ kuşaklarının yapısına tesirini ortaya koymuş ve Kimmer Kıtası adını verdiği bir şerit kıta ortaya çıkarmıştır. Orta Asya’nın jeolojik yapısını ortaya çıkarmış, Kıta-kıta çarpışmasının ön ülkeleri iyi mi etkilediği meselesini çözmüştür. Yücel Yılmaz ile beraber, Levha tektoniği içinde Türkiye’nin yerini değerlendiren ve atıf klasiği haline gelen bir yazı yazmıştır. Jeoloji ve tektonik mevzularında 6 kitap, 175 bilimsel yazı, 137 bildiri özeti, pek fazlaca popüler bilim makalesi, tarih ve felsefe ile ilgili de iki kitap ve 300’e yakın tecrübe etme yazısı yayınlamıştır. 86 ülkenin Bilimler Akademisine üye olan Şengör’ün yayınlanmış 1826 makalesi vardır ve bu makalelere 12658 atıf yapılmıştır. Bunların 1997-1998 yılları aralığında Cumhuriyet Bilim Teknik dergisindeki “Zümrütten Akisler” köşesinde çıkmış olanları Yapı Kredi Yayınları tarafınca 1999’da “Zümrütnâme” başlığı altında kitaplaştırılmıştır.

Fransa, İngiltere, Avustarya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde konuk öğretim üyesi olarak çalışmalarda bulunan Şengör, Collège de France haricinde İngiltere’de Oxford (Royal Society Araştırıcı bursuyla), ABD’de California Institute of Technology (Moore Distinguished Scholar olarak) ve Avusturya’da Salzburg Lodron-Paris Üniversitesi’nde konuk profesörlük yapmıştır. Şengör ek olarak pek fazlaca internasyonal dergide editör, destek editör ve gösterim kurulu üyeliği yapmıştır ve yapmaktadır.

Hususi yaşamı

Jeolojiye olan merakının iyi mi başladığı, “Bir Bilim Adamının Serüveni” adlı kitapta, Şengör’ün “Ben jeolojiyi minik yaştan kısaca Jules Verne’in Arzın Merkezine Seyahatkitabını okuduğum günden itibaren sevmeye başladım. Hemen arkasından Denizler Altında Yirmi Bin Fersah ‘ı okudum. Onu da okuduktan sonrasında kendi kendime, ‘Adam olmak demek, Jules Verne’in tarif ettiği gibi olmak demektir’ diye düşündüm. Bana jeolojiyi Jules Verne sevdirdi…” şeklindeki ifadeleriyle anlatılmıştır.[6] Bir röportajında kendisine ilişkin kütüphanesinde 30000’in üstünde kitabı bulunduğunu söylemiştir.

Şengör 1986 senesinde Oya Maltepe ile evliliğe ilk adımını atmıştır. Tek evladı olan oğlu H. C. Asım Şengör 1989 senesinde dünyaya gelmiştir. “Şengör Gayrimenkul Yatırım Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi” adlı bir şirketi de vardır.

Çalmış olduğu üniversiteler

State University of New York At Albany, A.B.D – “Yüksek Lisans, Doktora”

Collège de France, Fransa – “Misafir Profesör”

Oxford Üniversitesi, İngiltere – “Misafir Profesör”

Caltech, A.B.D – “Misafir Profesör”

Salzburg Lodron-Paris, Avusturya – “Misafir Profesör”

İstanbul Teknik Üniversitesi – “Öğretim Üyesi”

Kitapları

Kendi yazdıkları:

“Zümrütname” (Yapı Kredi Yayınları, 1999)

“Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması” (TÜBİTAK Yayınları, 2001)

“Yaşamın Evrimi” (İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, 2004)

“99 Sayfada İstanbul Depremi” (İş Bankası Kültür Yayınları, 2006)

“Zümrüt Ayna: Bilimsel Fikir Üstüne Denemeler” (Yapı Kredi Yayınları, 2003)

”Bilgiyle Sohbet – Popüler Bilim Yazıları” ( İş Bankası Kültür Yayınları, 2014)

Hakkında yazılanlar:

“Bir Bilim Adamının Serüveni – Celal Şengör Kitabı” (Söyleşi: Sefa Kaplan) (İş Bankası Kültür Yayınları, 2010)

Katkıda bulundukları:

“Pîrî Reis 1513 Dünya Haritası” (Boyut Yayıncılık, 2013)

Ödülleri

Yurtdışında birçok üniversitede bulunmuş olan Prof. Şengör, birçok internasyonal ödülün de sahibidir. Ayrıca, TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazanan en genç bilim adamıdır.

Ödüllerinin bazıları:

Londra Jeoloji Cemiyeti, Başkanlık Ödülü [1984]

TÜBİTAK, Bilim Ödülü [1986]

Neuchâtel Üniversitesi Fen Fakültesi, Onur Bilim Doktoru (Docteur ès sciences honoris causa) [1988]

Kültür Bakanlığı, Bilgi Çağı Ödülü [1991]

Fransız Fizik Cemiyeti ve École Normale Supérieure Vakfı, Rammal Madalyası [1994]

Collège de France Madalyası [1998]

Londra Jeoloji Cemiyeti, Bigsby Madalyası [1999]

Guztav-Steinman Madalyası [2010]


Celal Şengör Kitapları – Eserleri

  • Dahi Diktatör
  • Aptalı Tanımak
  • Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?
  • Bilgiyle Sohbet
  • Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması
  • Bilimin Büyüsü
  • Zümrüt Ayna
  • Cehennemdeki Üniversiteliler
  • Newton Neden Türk Değildi?
  • Zümrütname
  • Yaşamın Evrimi
  • Jeolojinin Eduard Suess’e Kadarki Kısa Tarihi
  • Tectonic Evolution of the Tethyan Region
  • Globale Geologie und ihr Einfluss auf das Denken von Eduard Suess: Der Katastrophismus-Uniformitarianismus-Streit
  • Une Autre Histoire De La Tectonique
  • The Large Wavelength Deformations of the Lithosphere
  • The Face of the Earth: The Legacy of Eduard Suess
  • The Permian Extinction and the Tethys: An Exercise in Global Geology
  • Cimmeride Orogenic System And The Tectonics of Eurasia
  • Is the Present the Key to the Past or the Past the Key to the Present?: James Hutton and Adam Smith Versus Abraham Gottlob Werner and Karl Marx in …
  • Revising the Revisions


Celal Şengör Alıntıları – Sözleri

  • Evrim, yalnız yaşamın süre içinde değişimi değil, doğadaki tüm süreçlerin devamlı açınımı ve dönüşümü olarak düşünülmediği takdirde anlaşılması imkansız. (Yaşamın Evrimi)
  • İnsanoğlu düşünmeye başladığı en eski zamanlardan beri ölüm olgusuyla başa çıkabilmek için gövde-ruh ikiliğini buluş etmiştir. Ölüm sonucu bedeni yok olsa da ruhunun ebediyen yaşayacağını var sayarak kendini avutmuştur. (Bilgiyle Sohbet)
  • buluş çıkarma’’ şeklinde bir deyimi üretecek kadar salaklaşmış bir toplumun üyesidir. (Aptalı Tanımak)
  • Bizi kurtaracak ne duygusal solculuk, ne de gariban sağcılıktır! Unutmayalım: En hakiki mürşit ilimdir, fendir, ondan ayrılmak gaflettir, dalalettir. (Cehennemdeki Üniversiteliler)
  • Anaksimandros tüm dünya bir zamanlar sularla kaplı idiyse, ilk canlılar içinde insanoğlunun olamayacağını düşünmüştür. Ona bakılırsa ilk canlılar balık gibiydi. Daha sonrasında kabuklu canlılar türedi ve bunlar ortaya çıkmaya başlamış olan karalara göç etti. Bunlardan da insan türedi. (Bilimin Büyüsü)
  • Evet, din de sosyolojik bir olgudur, bunun öğrenilmesi, bilinmesi gerekir. Ama devletin yapacağı şey en fazla dinler tarihini okutmak, din felsefesini, sosyolojisini öğretmek olabilir. Bu kadar. (Dahi Diktatör)
  • “Bu hurafelerin üstüne bir cemiyet bina edemeyiz. Sen
    buna inanmak istiyorsan inanabilirsin, fakat bunu dayatmana müsaade
    etmeyeceğim. Sizin dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok
    etti. Ben bu çökmüş toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakete doğmasına
    müsaade etmeyeceğim.” (Dahi Diktatör)
  • Marx ve Engels, Darwin’in evrim kuramını ‘insanlık hakkında acı bir hicviye’ olarak nitelemiştir. (Yaşamın Evrimi)
  • “Ancak düşündüğü şekilde hare­ket eden insan hürdür. Hiçbir riyakar, hiçbir yalancı hür olması imkansız. …Doğrudan doğruya hakikati ve hayrı kendi ruhuna amaç bilmiyen, bir ihtimal kurnaz bir adam olabilir. Fakat hiçbir süre akıllı sayılamaz ve hür olması imkansız.” (Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması)
  • “Cehaletten, sadece tutsaklık çıkar.” (Hasan Ali Yücel ve Türk Aydınlanması)
  • Yaşam rahat şekillerle başlamış, giderek daha karmaşık, giderek daha gelişmiş türlere doğru evrimleşmişti. (Yaşamın Evrimi)
  • — Lan, ananı da al git..
    — (Şikâyetçi bir yurttaş hakkında) …bak bakalım ne istiyor bu sahtekâr…
    — (Muhalefet partisi hakkında) Kadrolaşmanın en kaşarlanmışını…
    — (Muhalefet partisi başkanına) Sevsinler seni…
    Yerim olsa daha da uzatacağım bu listeyi. Çocuğunuzun terbiyesinin bozulmaması için duymamasını isteyeceğiniz bu sözlerin sahibi ülkemizin Başbakanlık Makamı’nda bulunan zattır. (Aptalı Tanımak)
  • Devletimizde de hele son son yirmi-otuz yılda “kampüsleşmek,” kısaca okulları şehirden kırsala kaçırmak pek moda oldu. Öğrenciyi şehrin, kısaca uygarlığın dışına, kırsal ortamın içine atan bu saçma sapan eğilimin nedenlerini acaba birileri sorguladı mı? Şehrin içindeki kütüphanelerden, kültür yuvalarından, hatta lokanta ve sinemalardan evladı niçin koparıp aldık? (Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?)
  • Marx ve Engels’in savundukları şekliyle diyalektik, bilimsel (ve mantıki) bir fikir seçimi değildir.Bir kere, doğada hiçbir şey lüzumlu olarak içinde kendi çelişkisinin tohumlarını taşımaz. Bazı süreçlerin ortadan kalkması, kendi iç mekanizmalarının bir ürünü değil, çevredeki tesadüfi değişimlerin sonucu olarak gelişir. (Yaşamın Evrimi)
  • tabiat bilimiyle çelişen, insanoğlunun çocukluk çağlarındaki cehaletin ürünü olan envai çeşit inançlara bakılırsa yaşamı düzenlemeye kalkmak, eninde sonunda tabiat ile çarpışmaya mahkum bir projedir. (Newton Neden Türk Değildi?)
  • Bizi, insan uygarlığından nasibini alamamış bilgisiz kişiler yönetiyor. Her yeni hükümetle birazcık daha dünyanın alay konusu ve şamar oğlanı oluyoruz; Atatürk’ün bizlere bahşettiği dünyayı fanatik bırakan Türk imajının yerine yeniden Osmanlı’ nın hasta adam imajı geliyor. (Bir Toplum Nasıl İntihar Eder?)
  • Cahille münakaşa, dışarıdan bakanlar aranızdaki farkı anlayamayabilirler!” (Aptalı Tanımak)
  • Her kitabın bir maksadı vardır. Kur’an’ın maksadı insanların kafasını anlamadığı seslerle doldurmak değildir. Bir ileti vermektir. Atatürk bunun bilincinde, yapmış olduğu ilk işlerden biri de Kur’an’ı çeviri ettirmek oluyor.
    Şunu söylemek istiyor aslına bakarsak: İnanıyor musun? Evvela neye inandığını bil, bunu bilmen lazım. (Dahi Diktatör)
  • Yanlışlanabilir teoriler ortaya atan ve bu teoriler yanlışlandığı süre da yanıldıklarını kabul edip doğrunun ardında koşan toplumlar bilimsel toplumlardır. (Zümrüt Ayna)
  • İhvan al Safa ve Hillan al Vafa üyelerinin Kur’an’ın yanılmaz bir kılavuz olmadığını düşündükleri kesindir. Kur’an’ın içine karıştığını düşündükleri yanılgı ve çelişkileri akıl yönetiminde felsefenin temizleyebileceğine inanıyorlardı. (Yaşamın Evrimi)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş