Eğitim

Bilinçdışı ve İnsan – Jean Paul Charrier Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bilinçdışı ve İnsan – Jean Paul Charrier Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bilinçdışı ve İnsan kimin eseri? Bilinçdışı ve İnsan kitabının yazarı kimdir? Bilinçdışı ve İnsan konusu ve anafikri nedir? Bilinçdışı ve İnsan kitabı ne konu alıyor? Bilinçdışı ve İnsan PDF indirme linki var mı? Bilinçdışı ve İnsan kitabının yazarı Jean Paul Charrier kimdir? İşte Bilinçdışı ve İnsan kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Jean Paul Charrier

Çevirmen: Hüsen Portakal

Yayın Evi: Cem Yayınevi

İSBN: 9789754067170

Sayfa Sayısı: 127


Bilinçdışı ve İnsan Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Fransız psikanalizcisi Jean Paul Charrier’nin güzel bir incelemesi olan Bilinçdışı ve İnsan adlı bu kitap, insan psikolojisinin evrimini, temel yapısını ve psikanalizle ilgili ana kuramların tartışmasını bizlere sunuyor. İnsan psikolojisinin zor anlaşılırlığının ve değişkenliğinin, sanıldığından oldukça daha karmaşık ve dinamik bir yapıya haiz olmasından ileri geldiğini konu alıyor. Bu kitap, kendimizi daha iyi tanımaya destek olurken, başta psikologlar ve eğitimciler olmak suretiyle, çocuk sahibi tüm aileler için bir kılavuz niteliğini de taşıyor.


Bilinçdışı ve İnsan Alıntıları – Sözleri

  • Tüm yasak arzular, doyumsuz duygular düşlerle ortaya çıkar. Bu arzu edilmeyen düşler, cinselliği organik saymayan insanı suçluluk duygusuna götürür.
  • Şundan dolayı bir düşünceye ya da bilimsel bir çalışmaya istila etmek ya da onu yadsımak, anlamaktan oldukça daha kolaydır, bilhassa de kendi saldırganlık tepkilerini doyurmak isteyenler için.
  • Toplum, daha çocukluktan başlayarak her birimizde birincil eğilimleri,öteki bir deyişle,ilkel bir psişizmin dışavurumunu bilinçdışına gönderir fakat insan sonrasında bunu aşar fakat tümüyle ortadan kaldıramaz.
  • Hangi dinde olursa olsun, bilhassa sofu insanoğlu cinsellikten kaçtıkça, suçluluk duygularını beslerler ve suçluluk duygusu şiddetlendikçe de kendilerini, insanı insandan soyutlayan inançlara verirler. Doğu’da Sufizm, Batı’da Hıristiyan manastırları bunun tipik birer örneğidirler.
  • İnsanın büyüklüğü anlama gerçeği üstüne kurulur.
  • Toplum, daha çocukluktan başlayarak her birimizde birincil eğilimleri, öteki bir deyişle, ilkel bir psişizmin dışavurumunu, bilinçdışına gönderir fakat insan sonrasında bunu aşar fakat tümüyle ortadan kaldıramaz.
  • Kültür geliştikçe, toplumlar insanoğlunun cinsel tepilerinden daha oldukça özveride bulunmasını istemişlerdir.
  • Gerçekte insan olgunlaşmaya karşı bir direnme gösteriyor, çocukluğun verdiği rahatı ve istemiyor. Bunun şeklinde, insanlık da eski değerleri, eski ayrıcalıkları terk etmek dünyanın verdiği rahatlığı terk etmek istemiyor. İşte bu yüzden kimi toplumlar, bu toplumların içinde kimi tabakalar ya da bireyler kendi ayrıcalıklı durumunu, kendi rahatlarını ve önyargılarını terk etmek istemezler.


Bilinçdışı ve İnsan İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Kitap informasyon açısından oldukça dolu olarak ele alınmış. Her satırında es geçilemeyecek bilgiler yer ediniyor.Bilhassa psikoloji/ruhsal danışmanlık alanında eğitim alanlar icin kaynak niteliği taşıyan bir kitap.Sadece dilinin ağır olmasından dolayı bir oturuşta okunup kalkılacak bir kitap değil.. (Sena)

Nereden, iyi mi başlasam diye düşünürken dil ve söylem üstünden insan ve bilinçdışı dinamikleri ele almak oldukça daha doğru olacaktır diye düşünüyorum. Söylemler, bilinçdışı alana direkt tesir eden ve bilinçdışı alanı belirleyen bir potansiyele haiz. Bu yüzden kitabı anlatırken en doğru yol bu olacak kanaatindeyim.
Göstergeler, niteliklerine ve taşıdıkları simülakr özelliklerine bakılırsa bireyde öznel bir yere haiz olurlar. Toplumdan topluma olduğu şeklinde bireyden bireye de değişim gösteren göstergeler, anlam ve oluş şekillerine bakılırsa bilinçdışı alanı etkilemeye başlarlar. Göstergelerin yapısökümünü sadece dil ile gerçekleştirebileceğimiz için bilindışı alanın direkt dil ve söylem ile ilgili bulunduğunu söylemek bilimsel bir tespit sayılmaktadır.
Gündelik konuşma dilinde kullandığımız kelime haznemiz, mevzuya yaklaşım ve söylemsel reaksiyonlarımızın sınırı bilinçdışı alanımızın sınırlarını imliyor. Lacan bu yüzden eserlerinde retorik ve şiirle oldukça çok ilgilenmiştir. Şundan dolayı bu yaklaşım insanoğlunun bilinçdışı alanını çözümlemeye yaramıştır.
Lacan bilinçdışını oldukça güzel tanımlar; ”Oradaydı ve artık orada değil, fakat hem de bir sonraki saniyede de: birazcık ilkin orada olmuş olabilirdi orada olmuş olan artık yalnızca bir gösteren olarak kaybolur.”
Bellek ile gerçek arasındaki kopukluk ve kişinin geçmiş ve gelecek düşününde yarattığı aşksal şiddetle şekillenmiş hakikati peşine düşme arzusu onu yanılsatır. Ve bu insanoğlunun bilinçdışı alanının ta kendisidir. Jung, bu alanı din ile de ilişkilendirir.
Charrier de bu bilinçdışı alanın oluşumu, yapısı ve bilinçdışı alana yaklaşımlar üzerine derinleştirilebilir bir yola çıkış kitabı hazırlamış. Bilinçdışı alan üzerine okuma yapmak isteyenler için bu kitap güzel bir başlangıç kitabı olabilir. (Uğur De Molinari)

Psikanalizm için kılavuz kitap: Fransız psikanalist Charrier, bu kitabıyla birlikte; psikanalizm okuyucuları için psikanalizmi baştan aşağı tasvir ederek okuyucusunun bilgilerini yine etmesini elde etmiştir. Eğer öncesinde psikanalizm okuması gerçekleştirmemiş biri için bu kitap ağır gelebilir. Kimi yerde oldukça temelden anlatılar icra eden Charrier, kimi yerde de ayrıntıların içinden mevzuyu okuyucuya açmaktadır. Kitapla ilgili puan kırma sebebim, tamamen tercüme ile ilgilidir. Bazı yerlerde cümleler eksiltili. Bazı yerlerde cümleler devrik ve idrak etmek için birden fazla kez okumanız gerekiyor. Yayınevinin metin düzenlemesini de başarı göstermiş bulduğumu söyleyemem.
Çevirmen, kitabın giriş kısmında kendi cümleleriyle psikanalizm hakkında konuşur. Bu kısa bölümün varlığı son aşama hoştur, zira okuyucuyu kitaba hazırlayıcı bir işlev görür. Bilhassa psikanalizmin erekleri anlatılır ve “kişilik – kültür” içinde çatışmanın eğitim ile dizginlenebileceği, bu eğitime psikanalizmin enjekte edilmesi gerektiği vurgulanır.
Genel olarak birinci bölümde bilinçdışının iyi mi ortaya çıktığına dair bir sorguya gidilir. Bunu yaparken çocukluk çağı ile hipnozun birbirine benzediği, bu açıdan yaklaşıldığında, çocuğun kendi arzularına ve eğilimlerine ters düşen etkilere ve telkinlere uğramış olduğu söylenir. Bunun da çatışmalara ve ruhsal travmalara yol açmış olduğu belirtilir. Çocuk bu şeyleri bilinçdışına iter (röfülman), bu da ruhsal çatışmanın aslolan temelidir. Röfülmanın bu fena etkisine karşılık, kaçamayacağımız (kaçınılmaz olan) röfülmanı, süblime etmemiz gerektiği dile getirilir.
Elbette kişinin komplekslerinin kökeni de, dış çevreden gelir. Yani cemiyet, üst-ben yaratımıyla, kişide karmaşa yaratır. Varoluşçuların da eleştiri odağı olacak olan bu Ben konusu, psikanalizm’de şu şekilde yorumlanıyor: şuur demiş olduğumuz katman, tamamıyla Ben’in bir görünüşünden ibarettir. Bu katmanın derinleri vardır ve Freud’un tabiriyle “zihinsel arkeoloji”, bu derinliği açığa çıkaracaktır.
Bunu söylemişken “alt-ben” terimine da değinmek gerek. Bu kavram, bir noktada psişik karakteri ihtiva etmekte. Ancak bu karakter; bizim açıkça bildiklerimizin haricinde olanlardır. Bu kavramdan doğan arzular ön-şuur’e gelir ve toplumun korkulu yüzüyle karşılaşır karşılaşmaz yok olurlar.
Bilinçdışı diye tariflenen sistem, temel hatlarıyla çocukluğun tüm acılı deneyimlerini ihtiva eder. Bu yönüyle “kalbin aklını” içerdiğini söylememiz, yerinde olur. Bu da bir nevi ilkel bir duygusallıktır. Bilinçdışını salt nesnel bir şey olarak görmek de, bir yerde hatadır. Bilinçdışını bireyselleştiren aslolan şey, röfulmanın deposu olan kişisel heyecanların izleridir. Röfulman derken, bu kavramın da başlı başına simgesel ve anlam ifade etmeyen (saçma) ögelere ayrılabildiğini (daha doğrusu bu ayrımı, kategorik bir taksonomi olarak görmek lazım) söylememiz gerek. Anlamsız ögeler içinde dil sürçmesi (lapsus), düş vardır. İşte bu aşamada da, ikincil bir özümlemeyle karşılaşacağız. Düşlerde olduğu şeklinde; gizli saklı duyularımız açık duyular haline geliş sürecinde tekrardan örgütlenmelidirler. Bu tekrardan örgütlenmenin, ikincil bir değişiklik olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz. Bu süreçte “sıkıdüzen”, röfule halin varlığını sürdürmeye yarar. Bu da, acıların azalmasını sağlayacak bir adaptasyondur. Burada röfule edilen şeyin, zevk ilkesine olan uygunluğunu da belirtmek gerek. Zevk ilkesi, davranışa başlı başına dinamik özellik kazandıran etkendir. Sansüre uğradığında, devingen insan edilgen hale getirilmiş olur. Bu da enerjinin birikmesi şeklinde bir tabloya neden olur ki, bu mevzu kitap içinde irdelenmediği için oldukça detayına girmiyorum.
Gelelim; tartışmaların babası olan “cinsellik ve libido” vakasına. Bir asırdır Freud’u anlamamakta ısrar eden (daha doğrusu Freud’u salt penis yada vajina sembolleriyle bilerek kof tenkitler savuran kitle!) olan kitlenin, en büyük problemi “cinsellik” mevzusudur. Ilk olarak, bu kavramın ne anlama geldiğini bilmeden, kendi algıladığınızca bir adım atarsanız, saçma sapan bir yola çıkmanız ihtimaller içinde. Freud’un anladığı cinsellik, adeta bir yaşam enerjisi niteliği görür ve biz bu enerjiye “libido” adını veririz. Bunu tanımladık. Bir de “yatırım” terimini konuşalım. Bu da libido’yu yönelttiğiniz, kısaca yaşam enerjisi olan cinselliği yönelttiğiniz, şeyi ifade etmektedir. Mesela bu enerjiyi oral evrede, ağzımıza yöneltiriz. Böylece bebek, emme ile ilgili işlevlere yönelir. Belirtmek gerekir ki, Freud’u eleştiren kitlenin algıladığı “cinsellik”, salt genital bölgeye yöneliktir. Bu şekilde bir algılamaya gitmek, düpedüz hatadır. İnsan bedeninin tümü cinsel’dir, zevk bölgeleridir, yaşam alanıdır. Yeniyetme periyodu itibari ile erojen bölge, genital bölgede toplanır. Ancak ruh çözümü yaparken salt buradan yola çıkmak büyük bir hatadır. Erişkin şahıs, sıhhatli ise, bu libido’yu Başka Ben yada Nesne’lere yöneltecektir. Eğer kendine yöneltirse, bu durumu Narsist olarak adlandırıyoruz. Yani, görüldüğü suretiyle, Freud düpedüz bir seksten bahsetmemektedir. Bunu bu şekilde algılamak, psikanalizm öğretisine aykırıdır.
Genital evrenin ayrı bir önemini söylemem gerek ki; bu evre, duygusal anlamda geriye dönüşü ifade eder. Yavaşça, erojen bölge genital kısımlarda toplanır. Yani, bir nevi geriye dönüş vardır. Tepilerin kökeni ile ilgili aktardığımız libido, Freud tarafınca geliştirilmiş ve Eros ile Thanatos’a evrilmiştir. Yani, yaşam ve ölüm güdüsü. Bu ikisi, kişiliğin oluşumunda bir denge vazifesi görür. Bu ikisinin çatışması, bir nevi saldırganlık doğurur. Öyleyse son haliyle (Freudyen açıdan) Libido ile Saldırganlık, mevcud iki temel güdüdür.
Zevk’in karşısında adeta asker olarak mevcud gerçeklik ilkesinin ilk çıkışı, oral evredir. Bu evrede olduğuna bakılırsa, kişinin (bebeğin) kendi ruhsal (iç evren) süreci ile ilgili gerçeklikleri düşünmemiz gerekir. Bu gerçeklik ile zevkin çatışmasını uzlaştırmaya çalışan bir şey var ise da, kültürdür. Kültürün ve uygarlığın bu tesiri, Freud tarafınca detaylıca aktarılsa da, Horney şeklinde psikanalistler, bu mevzuda Freud’dan ayrılıp apayrı kültürel psikanalist kuramlar kurmuşlardır.
Oral ve anal evrelerinin üst üste gelmesiyle oluşan Ben, fallik döneme girildiğinde tepileri dengelemeyi öğrenir. İşte tam da bu nokta, yukarıda anlattığımız Alt-Ben ve Üst-Ben içinde dengeyi sağlamaya adım atar.
Bir çocuk için üst paragrafta oluşabilecek bir suçluluğun temelinde; röfulmanlar vardır. “Sansür” ile acıyı azaltmaya çalışan röfulmanlar, kendi doğaları gereği yoksunluk yaratırlar. Bu yoksunluk ise saldırganlık yapar. Ancak bu durum, sevgiyle çatışma yarattığı için direkt bir suçluluk durumu doğmaktadır. Mesela; bir annenin çocuğuna karşı saldırganlık beslediği durumlarda, bu duyguyu yaşamasının, kendine verdiği dehşetle, çocuğuna duyduğu sevgiyi hatırlayıp suçluluk duygusu yaşamaya adım atar.
İçeriğinde röfüle tepileri barındıran şey ise komplekslerdir ve azca evvel de söylediğim şeklinde toplumsal olan’dan doğmaktadır. Toplumsal ilişkilerimiz, aile ilişkilerimiz ile model açısından benzerlik taşır. Zira ilk sosyolojik kurum ailedir ve burada görülen ortam, toplumsal olan’a göç eder. Üst-Ben kimliğini; aile ve sonrasında cemiyet sürdürür. Aile; cemiyet’a hazırlanma evresidir. Bahsi geçen Üst-Ben genezis’ine bakmış olduğunuzda ise, direkt doğruya bir “içe mal etme” durumunu görürsünüz. Bu da ilinti duygusunun çıkışında kaynaktır.
Meydana gelen karmaşa; kısacası tutarsız ve bilinçdışı davranışların bütünüdür. Bu da duygusal bir sistem oluşturur.
Değerli okurlar; Freud, kurmuş olduğu okul içinde her anlam ifade etmeyen-görüngü’nün anlamlı bulunduğunu savunur. Bu da bir nevi deterministik yaklaşımdır. Bu fikrin kurulmasında; Schopenhauer, Nietzsche şeklinde filozofların çeşitli katkıları vardır. Freud için anlam ifade etmeyen olan şey, anlamlılığın bir kurnazlığıdır. Dolayısıyla psikanalizm, gizil olanı çözme yolunda büyük adımlar atmaktadır. Freud, bu bilimin kurucusudur. Kendisinden sonrasında Neo-Freudcular (Adlerciler, Jungcular vb. ekoller) dünyaya gelmiştir. Kitap içinde, azca da olsa, bu ekollere de değinilir.
İlgisi olan arkadaşlarımın okumasını öneriyorum. Psikanalizm okumalarınıza, bu kitap ile bir ara verebilirsiniz. Şundan dolayı bu kitap; bilgilerinizi yenileyecek bir el kitabı işlevindedir. Diğer ileri okumalarınızda, size destek olması açısından yanınızda bulundurabilirsiniz. (Yusuf Bozdağ)


Bilinçdışı ve İnsan PDF indirme linki var mı?


Jean Paul Charrier – Bilinçdışı ve İnsan kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Bilinçdışı ve İnsan PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Jean Paul Charrier Kimdir?


Jean Paul Charrier Kitapları – Eserleri

  • Bilinçdışı ve İnsan


Jean Paul Charrier Alıntıları – Sözleri

  • Toplum, daha çocukluktan başlayarak her birimizde birincil eğilimleri,öteki bir deyişle,ilkel bir psişizmin dışavurumunu bilinçdışına gönderir fakat insan sonrasında bunu aşar fakat tümüyle ortadan kaldıramaz. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Gerçekte insan olgunlaşmaya karşı bir direnme gösteriyor, çocukluğun verdiği rahatı ve istemiyor. Bunun şeklinde, insanlık da eski değerleri, eski ayrıcalıkları terk etmek dünyanın verdiği rahatlığı terk etmek istemiyor. İşte bu yüzden kimi toplumlar, bu toplumların içinde kimi tabakalar ya da bireyler kendi ayrıcalıklı durumunu, kendi rahatlarını ve önyargılarını terk etmek istemezler. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Toplum, daha çocukluktan başlayarak her birimizde birincil eğilimleri, öteki bir deyişle, ilkel bir psişizmin dışavurumunu, bilinçdışına gönderir fakat insan sonrasında bunu aşar fakat tümüyle ortadan kaldıramaz. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Tüm yasak arzular, doyumsuz duygular düşlerle ortaya çıkar. Bu arzu edilmeyen düşler, cinselliği organik saymayan insanı suçluluk duygusuna götürür. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • İnsanın büyüklüğü anlama gerçeği üstüne kurulur. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Şundan dolayı bir düşünceye ya da bilimsel bir çalışmaya istila etmek ya da onu yadsımak, anlamaktan oldukça daha kolaydır, bilhassa de kendi saldırganlık tepkilerini doyurmak isteyenler için. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Kültür geliştikçe, toplumlar insanoğlunun cinsel tepilerinden daha oldukça özveride bulunmasını istemişlerdir. (Bilinçdışı ve İnsan)
  • Hangi dinde olursa olsun, bilhassa sofu insanoğlu cinsellikten kaçtıkça, suçluluk duygularını beslerler ve suçluluk duygusu şiddetlendikçe de kendilerini, insanı insandan soyutlayan inançlara verirler. Doğu’da Sufizm, Batı’da Hıristiyan manastırları bunun tipik birer örneğidirler. (Bilinçdışı ve İnsan)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş