Eğitim

Ezgili Yürek – Ruhi Su Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ezgili Yürek – Ruhi Su Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ezgili Yürek kimin eseri? Ezgili Yürek kitabının yazarı kimdir? Ezgili Yürek konusu ve anafikri nedir? Ezgili Yürek kitabı ne konu alıyor? Ezgili Yürek PDF indirme linki var mı? Ezgili Yürek kitabının yazarı Ruhi Su kimdir? İşte Ezgili Yürek kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Ruhi Su

Yayın Evi: Everest Yayınları

İSBN: 9789752893290

Sayfa Sayısı: 220


Ezgili Yürek Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ruhi Su’nun dünyasının kapılarını aralamak için türküleri kadar mühim olan bir başka kapı da söyleşileri, yazıları… Kendi kaleminden, kendi ağzından düşündükleri, yaptıkları, yapmayı amaçladıkları.

Ezgili Yürek, Türkiye’nin çağıl çağının en mühim kültür insanlarından birinin yaşamına çağırıyor sizi. Zamanın akışına direnmeyi başarmış bir ustanın dayandığı ve enerjisini almış olduğu kaynakları bilmek, tüm kültürel yaşantımız üstüne bulanıklaşmış görüşlerimizi berraklaştırmamıza destek olacaktır kesinlikle.


Ezgili Yürek Alıntıları – Sözleri

  • Ama benim memleketimde bugün
    İnsan kanı sudan ucuz
  • Günlük ekmek derdine biz yaşamak demişiz yanlışlıkla. Tüm dava bu hatası düzeltmek!
  • Sanat sanat içindir sözü oldukca tartışıldı. Yapısal durumu iyi mi olursa olsun insan için yapıldığı anlaşıldı sanıyorum. Toplumu etkileyen her vaka, her fikir sanatı da etkisinde bırakır.
  • Bakmayın siz bu egoist
    Bu hayvansal kavgaya
    Değişen dünyanın içinde
    İnsana biz yeni geldik.
  • “Sevindiğim, üzüldüğüm, kızdığım, beğendiğim, nefret ettiğim şeylerin hepsini türkülerle söylüyorum.”
    “Bu şekilde bir araca haiz olmak ne büyük mutluluk!” diyorum.
    Dostça gülüyor.
    “Söz yetmiyor bir yerde!” diyorum.
  • “Şu bizim türküler ne kadar da ah’lı, of’lu imiş. Şen, şakrak türkülerimiz yok muymuş? İnsanları neşelendirmek lazımmış. Halbuki bu hazin türküler insanı bunaltıyormuş.”
  • Sanatçı hem dünyadaki hem de kendi toplumundaki gelişmelerin haricinde kalamaz, fakat sanatçıyı da sanatı da icra eden aslolan bir toplumun kendi kültürü ve koşullarıdır. Şimdiye kadar bizim eğitim yöntemimiz “En hakiki mürşit” olan bilime ve cemiyet gerçeklerine oturamadığından, yalnız sanatımızda değil toplumumuzdaki tüm gelişmeler geçici, kopuk ve kaypak bir kalite taşır.
    9 Nisan 1968


Ezgili Yürek İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Hangi taşı kaldırsam / Anamla babam / Hangi dala uzansam / Hısım akrabam / Ne güzel bir dünya bu / İyi ki geldim / Süt dolu bir torbayla / Şöylece çıkageldim / Kime elimi verdimse / Döndürüp yüzümü baktımsa / Kısmet kapıyı çaldı / Kör pınara su geldi / Ben şakıyıp durdukça öyleki / Gülün kokusu geldi / Bebesi olmayana / Bunalıp da kalmışa / Acılarla yüklü / Dargın yüreklere / Yetiştim geldim / İyi ki geldim.
“Ezgili Yürek” Ruhi Su, sesindeki içtenlik ve sevgiyle “Yetiştin geldin / İyi ki geldin.” Söylediğin türkülerle tâzeleniyoruz…
“VAN’DAN YARINLARA ENGEBELi BİR YOLDA”
Bir insanoğlunun yaşamında kaç kez olur böylesi, bilemiyorum. Hani, öylesine yoğun bir an yaşarsınız ki, sanki o anı yaşamamış olsanız, tamamlanmamış, yarım, kolu kanadı kırık, yoksul kalacağınızı bilirsiniz, duyumsarsınız. O yoğun anı yaratan bir görüntü, bir ses, bir söz, bir sessizlik, bir bakış, bir davranış ya da ne bileyim, herhangi bir şey olabilir… Ben bu şekilde bir anı, geçen yıl yaşadım. Üstelik tek başıma değil, ya da bir iki de değil, bin kişiyle beraber yaşadım. 1983 Şubatı’ydı. Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Haftası’ndaydı. Şan Tiyatrosu’nun koca sahnesinde, o, elinde sazı öylece duruyordu. Ve iltifatlar dinmiyordu. Daha ne sazının bir teline dokunmuş, ne bir ses vermişti. Adı söylenmiş miydi, yoksa söylenmemiş miydi, şimdi anımsamıyorum, fakat iltifatlar bitmiyordu. O, öylece duruyor, kâh çarpan ellere, yüreklere bakıyor, kâh başını öne eğiyor, alkışların bitmesini bekliyordu. Oysa sanki iltifatlar asla bitmeyecekti… Sonunda, baktı ki bu çarpan, çırpınan yüreklerin durulacağı yok, sazına davrandı. O anda bin şahıs soluğunu tuttu. (O güne dek ben bu şekilde bir sessizlik duymamıştım.) Neden sonrasında sahneden gelen ses, oradakilerin sesi, soluğu oldu.
O, Ruhi Su’ydu. Salonu dolduran insanoğlu, o gece, o alkış ve alkışın arkasından gelen sessizliğin yoğunluğunu, içlerindeki özlemle, hasretle bütünlediler. Hasret, özlem… Bu sebeple üç senedir Ruhi Su konser veremiyordu, sahnelere çıkamıyordu.
Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Haftası’ndaki o yirmi dakikalık hasret gidermeyi saymazsak, dört senedir, dinleyicileriyle karşı karşıya, karşı karşıya gelemiyor Ruhi Su. Ama sesi, türküleri her zamankinden daha oldukca içimizde, aramızda. (Plakları, kasetleri her zamankinden oldukca satılıyor şimdilerde.) Ankara’da, Evrensel Kitabevi’nde plaklarını imzaladığı gün yanında olmak, onu seyretmek, plak, kaset, hatta korsan kasetleri imzalatmaya gelen gençleri seyretmek olanağını buldum. Belki bugüne dek onu sahnede asla dinlememişlerdi, hiçbir konserine gitmemişlerdi. (Öyleki ya, içlerinde bir çok 18 yaşındaydı.) Ama onu tanıyorlar, biliyorlardı. Ruhi Su’nun önünden yüzlercesi geçiyor, bir imza alma, bir iki sözcük söyleyebilme süresini elden geldiğince uzatmaya çalışıyorlardı. Gözlerinde sonsuz sevgiyi, saygıyı görüyordum. Ruhi Su’nun yanında, yakınında olabilmekten duydukları sevinçle, yüzlerinin iyi mi güldüğünü görüyordum. Hepsi sayısız sual sormak için yanıp tutuşur gibiydiler. O gençlerin ağzı, dili olmaya çalıştım, bu “konuşa, konuşa”da. Akıllarından geçen her suali (bilhassa günümüze ilişkin olanları ya da falanca filanca sanatçıyı illaki etiketlemek ardında olan soruları) irdeleyemedikse, bağışlasınlar.
Ruhi Su’nun evindeyiz. Kitaplar, resimler, kilimler içinde, söylenenler, söylenebilenler, söylenemeyenler içinde. Oldukça gerilerden başladık. Çocukluktan. “Bunları şimdiye dek pek kimselere anlatmadım,” dediklerinden. “Anlatmadım… Bu sebeple… ” (En iyisi baştan başlamış olalım. Çünküleri siz kendiniz de bulabilirsiniz.)
1912’de Van’da hayata merhaba dedi Mehmet. Anasını, babasını asla tanımadı, bilmedi. Kendi deyişiyle, “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardandı.”
Oldukça küçüktü Van’dan Adana’ya bir ailenin yanına ulaştığında.
Aile oldukca yoksul bir aileydi. “Amca” diyor, “amca” biliyordu erkeği. Altı yaşına ulaştığında Adana İngiliz ve Fransız işgali altındaydı. İşgalin getirmiş olduğu sorunlara dayanamayarak Toroslar’a kaçtılar. Toroslar’a sığındılar, oradan oraya göçtüler. “Kaç kaç” deniliyordu bu vakaya. Kurtuluş Savaşı’nın sonunda Adana’ya döndüler. Zaman içinde, “Amca”nın gerçek amcası olmadığını öğrenmişti bile. Ama anasız, babasız, amcasız, teyzesiz öyleki oldukca çocuk vardı ki o sıralar, asla önemsemedi. Çocuk olmayı önemsemediği benzer biçimde.
“Adana’ya döndüğümüzde on yaşındaydım. Hüseyin isminde bir mahalle dostum vardı. Annesi beni oldukca severdi. Bir gün, “Gel oğlum, seni de Hüseyin’in okuluna yatırayım, daha rahat edersin,” dedi. Hüseyin’in okulu söylediği, Öksüz Yurdu -Darül Eytam’dı.
O zamanlar Adana’da, Suphi Paşa derler, asil aileden, nüfuzlu bir paşa vardı. “Köyden geldi, kimsesizdir,” diye bir mektup yazıp “al bunu Öksüz Yurdu müdürüne ver,” dedi.
Cebinde mektupla öksüzler yurduna vardı Mehmet. Müdür, “Banyo yapsın, çocuğa elbise verin,” söylediğinde, okula alındığını anlamıştı. Amca’nın bu olup bitenden haberi bile olmamıştı.
“O günden sonrasında hep yatılı okudum,” diyor Ruhi Su. “Oyun diye bir şey varmış, onu öğrendim. Öksüzler yurdunda çocukluğumu yaşamaya başladım.” Ve öksüzler yurdunda müzik yaşamı başladı.
“Ilkin sesimin farkına vardılar. Marşlar, şarkılar söyleyerek taburun önünde yürüyen gruba aldılar beni… Zaten evvel, mevzu komşu hep beni çağırır türkü söyletirlerdi.”
Yaşı büyüktü, derslik atlatıp 3. sınıfa aldılar. Bir yıl sonrasında öksüzler yurdunun müzik öğretmeni Mehmet Tahir yurda bir keman aldıracak ve Mehmet kemana başlayacaktı.
Yıl 1925. Ankara’da Müzik Öğretmen Okulu kurulmuştur. Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına bir bildiri yollanmıştır. “Müziğe istekli, istidatlı evlatları bizlere yollayın.” Bu amaçla sınavlar açılmaktadır. Adana Öksüz Yurdu’nda 4. sınıftan Mehmet ve 5. sınıftan Şaban sınava girer. Mehmet kazanır, Şaban kazanamaz. Okul müdürü Mehmet’i çağırır, “Sen bir yıl daha bu okulda okuyabilirsin, fakat Şaban açıkta kalır. Bu yıl onu kazanmış gösterelim, sen seneye nede olsa gene sınava girersin,” der. “Peki,” der Mehmet.
“O anda bana oldukca organik geldi,” diyor Ruhi Su. “Yoo, asla içimde ukde kalmadı. Müdür doğru söylüyordu. Böylelikle hem Şaban da açıkta kalmayacaktı. Nasılsa, bir yıl sonrasında imtihanı kazanacağımdan emindim. Hiç üzülmedim.”
Bir yıl sonrasında, beşinci sınıftan Suphi ve Mehmet girdi aynı sınava. İkisi de kazanmıştır. Kayıt işlemleri için dosyaları Ankara’ya gitti. Aynı anda Ankara’dan devrin Savunma Bakanı Recep Peker’den, Türkiye’deki tüm öksüz yurtlarına bir başka tamim yola çıkmıştı: “Okulu bitiren tüm çocuklar mecburi olarak askeri okullara girecek.”
“Bu karar okula ulaşınca, bizim müzik imtihanı sayılmadı. Suphi de, ben de oldukca üzüldük, fakat çaresiz İstanbul’a, Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne geldik… ”
Hayır, o süre da “Keşke geçen yıl hakkımı Şaban’a vermeseydim,” diye içinden geçirmemiş Ruhi Su, fakat o andan sonrasında tek amaç, ne yapmış olup edip Ankara’daki Müzik Öğretmen Okulu’na girmek olmuş.
Sürdürüyor anlatmayı:
“Adana’dan ayrılmadan ilkin bizi muayene eden askeri doktorlar, isimlerimizi duydukça gülümsüyordu: Ökkeş, Cumali, Ali Merdan, Durmuş vb. Sonunda bizlere dediler ki: ‘Çocuklar, siz bu isimlerinizin yanına bir de kibar, güzel adlar koyun, sonrasında İstanbul’da size gülerler.’ Biz de öyleki yaptık. Cumali, Ali Ulvi oldu. Suphi, Suphi Nijat oldu. Ben de Mehmet Ruhi oldum. Ruhi’yi ekledim adıma. Böylece kibar adlarımızla çıktık yola.”
Ve İstanbul’a geldiler:
“İstanbul bir masal ülkesi gibiydi. Haliç’ten denize girilirdi. İnsanlara bakıyoruz, yapılara bakıyoruz. Askeri Lise’de hepimiz beraberce dayanışma içine girdi. Yazdı geldiğimizde. İstanbul öksüz yurtlular bizlere yol gösterdi. Beni, kendi yurtlarındaki müzik öğretmeni Ahmet Muhtar Bey’le tanıştırdılar. Akşamları kantinde toplaşırdık. Ağabeyler, ‘Hadi Ruhi çal,’ derler, keman çaldırırlardı.”
Akşamlardan bir akşam Ruhi (artık Mehmet unutulacak, Su soyadını alıncaya dek Ruhi olacaktı) gene kantinde ağabeylere keman çalarken, okul komutanı içeri girdi. “Ne bu rezalet!” diye haykırdı. Kemanı kaptığı benzer biçimde kırması bir oldu. Keman onun değildi, Adana’dan arkadaşı İsmail’indi.
“Birkaç gün sonrasında okul komutanı beni çağırıp kemanın parasını ödemek istedi, fakat ben kabul etmedim,” diyor Ruhi Su. “Oldukça ağrıma gitmişti, oldukca üzülmüştüm. Askeri Lise’den ayrılma yolları arıyordum. Aklım fikrim Müzik Öğretmen Okulu’na girmekteydi. Bir gün Ahmet Muhtar Bey, ‘Ankara’ya gelebilirsen iyi olur, gelebilir misin?’ söylediğinde, asla düşünmeden gelirim dedim.”
Bilinçaltında düşünmüştü bile. Askeri Lise’den kaçacaktı. Kimliği bile müdüriyetteydi. Ama bir arkadaşının iki kimliği vardı. Onu verdi Ruhi’ye. Diğeri dostlar yol parasını topladılar. Ve bir akşam elinde bavulu, cebinde düzmece kimlik okuldan kaçtığı benzer biçimde kendini trende buldu.
“O süre trenlerde sıkı denetim vardı. Tam Polatlı’ya yaklaşırken polisler geldi, her zamanki soruları sordular. Nereden geliyorsun?. Nereye gidiyorsun? Nerede kalacaksın?… Cevaplarımı tutmadılar ki, kimliğimi alıp yarın merkezden alırsın dediler… Ankara’da istasyonda indim. Sırtımda koca bavul, sora sora Ulus’a yürüdüm, oradan Cebeci’ye yürüdüm, Müzik Okulu’ nun önüne geldim. Müzik Öğretmen Okulu’nda Ahmet Muhtar Bey’i buldum. Kaçıp geldiğimi söyleyince, bir ‘Eyvah!’ çekip beni doğru Askeri Liseler Müdürlüğü’ne yolladı. Oraya gidip diplomamı ve kimliğimi isteyecektim. Sırtımdan bavulu indirmeden oraya gittim. Karşıma çıkan ilk yetkiliye durumumu anlatmaya başladım. Yanılmıyorsam masada bir albay oturuyordu. Hikayeyi ta Adana’dan başladım anlatmaya. Başlamamla beraber gözlerimden yaş boşandı. Bir taraftan konu alıyor, bir taraftan ağlıyordum.”
(Ey okur, Ruhi Su’nun hala çocukluğundayız, niye bunca detay, deme sakın. Bir insanoğlunun ne istediğini oldukca iyi bilip o uğurdaki amansız çabasının, azminin, var olabilme mücadelesinin ilk adımlarıdır bunlar. Üstelik, Van’dan Ankara’nın Müzik Okulu’na uzanan yol, uzun mu uzun, engebeli bir yoldur. Sabırsızlanma, biz yolun hemen hemen başındayız.)
Yetkilinin yanıtı şöyleki oldu: “Senin gözyaşlarına kanıp peki dersem, hepimiz Askeri Lise’den kaçar… Sen şimdi İstanbul’a okuluna dön. Oradan bizlere dilekçeyle başvur.”
Cebinde düzmece kimlik, yüreğinde sonsuz bir luk ve umutla gittiği yolu yanında iki inzibatla geri döndü o akşam. Ne raylar, ne vagonlar, ne de karanlık, bir gece öncekine benzemiyordu. Onca yıkılmışlığın içinde gene de yoldan ayva alıp okuldaki arkadaşlarına götürmeyi dikkatsizlik etmedi. Okulda arkadaşlarından ilkin nöbetçiyi görmüş oldu. Kaçtığı için derhal hapsedildL Orada kalmış olduğu iki gün içinde daha da bilendi. Artık biliyordu. Bir gün kesinlikle Müzik Öğretmen Okulu’na girecekti…
Şimdi, askeri liselere başvuruların çoğaldığı günlerdeyiz.
“Öksüz Yurdu’ndan gelen evlatları grup grup Gülhane Hastanesi’ne gönderip sıhhat muayenesi yaptırıyorlardı. Çürük çıkanları başka okullara yolluyorlardı. Okul komutanına çıkıp beni muayeneye yollamalarını istedim. ‘Oğlum sen demir şeklindesin, bir şeyin yok,’ dedi. Ben ısrar edince, ‘Peki, git bakalım’ , dedi. Herkes Askeri Lise’ye girmek isterken benim bu şekilde Müzik Öğretmen Okulu diye tutturmama şaşıyordu. ‘Oğlum ben burada müzik kısmı da açacağım, seni başına şef yaparım,’ diye yumuşak sözlerle beni kandırmaya çalışıyordu. Göz muayenesinde tüm harfleri ters ve yanlış okudum. Ama doktorlar öksüzüm diye bana acıyıp sağlamdır diye rapor verdiler. Kulak muayenesine girdim. Oradaki doktora durumumu, isteğimi anlatıp yalvardım, beni çürük çıkarsın diye. İyi adammış, asla unutmam, ‘iltiha-ı uzeniyesinden dolayı mektebe devam edemez’ diye rapor verdi.”
Siz, “Çürük çıkan” Ruhi Su’nun sevincini görecektiniz. Ağabeyler, dostlar derhal bir dilekçe yazdı, müzik okuluna girebilmesi için, gene aralarında para toplayacaklardı ki, dilekçeye cevap geldi:
“Mektebimize ek bina yapıldığından, yerimiz yok, alamayız.”
Çürüğe çıktığından Halıcıoğlu Askeri Lisesi’yle ilişkisi kesilen Ruhi Su, Adana Öksüz Yurdu’na geri yollanır.
Lanet olsun!..
Şu yukardaki satırı ben söyledim, Ruhi Su değil. Peki, o asla nalet etmedi mi? Öfkeden çıldırmadı mı, kahrolmadı mı? isyan etmedi mi?… Soru değil tüm bunlar. Sormuyorum. Şimdi karşımda her zamanki benzer biçimde sakin, kendinden güvenli, sıcak, hoşgörülü, inançlı, bilgili gülümseyen yüzüne bakıyorum ve sormuyorum. Yanıtı biliyorum bundan dolayı: Hayır, Ruhi Su öfkeden çıldırmadı, kahrolmadı, nalet etmedi, isyan etmedi. Bu sebeple bigün o okula kesinlikle gireceğini biliyordu. Adana Lisesi. Parasız yatılıdır Ruhi Su. Oradan Adana Öğretmen Okulu’na, 15 dakikalık teneffüslerde keman çalışıyor. Bu sebeple nede olsa bigün Ankara’daki o tek müzik okuluna girecek.
Batı müziğini ilk o dönemde tanıdı, Adana’da sessiz filmler oynatan beyaz perdede bir de ufak orkestra vardı. Filmdeki sahnelere bakılırsa orkestra müzik yapıyordu. Orkestradaki Avusturyalı kemancı Erwin, Adana Öğretmen Okulu’nun keman hocasıydı. Ruhi Su, Klasik Batı Müziği parçalarını ilk ondan öğrenecekti.
Yaz geldi mi, evi olan evine, evi olmayan Konya’da bir okula yollanıyordu. O, evi olmayanlardandı. Konya’dadır. Ankara Müzik Öğretmen Okulu’nun öksüz öğrencileri de yazın Konya’ya aynı okula gönderilir. “Orada o çocuklar beni dinleyince şaşırdılar, çalmamı oldukca iyi buldular. Mutlaka Ankara’ya gelmeye bak, dediler.”
Yine dostlar para topladı. Ruhi Su gene Ankara’ya Müzik Öğretmen Okulu’na gitti. Aylardan eylül. Bir ay sonrasında giriş imtihanı var.
“Ne çalarsın?” diye sordu öğretmenler. Ben de bazı morsolar (morceau’lar, Fransızca parçalar demek) dedim. O süre öyleki derdik. Konçerto falan çalmıyor musun dediklerinde oldukca şaşırdım. İlk kez duyuyordum bu sözü. Armoni, müzik imlası sözlerini de… Öğretmenlerden biri sınava hazırlamam için bir konçerto verdi. Vivaldi. Sol majör keman konçertosu. Birinden bir keman ödünç alıp bir otel odasında gece gündüz çalıştım.”
Imtihan günü geldi çattı. Girdiği her dersin imtihanını başarıyla verdi. Ulvi Cemal Erkin’in “Son sınıfa girerse zorlanır, bir derslik aşağısına girsin,” önerisine tüm öğretmenler katıldı. Ve Ruhi Su Ankara Müzik Öğretmen Okulu’na girdi.
Oh! En sonunda oldu işte! demeyin sakın. Ve sıkı durun: Imtihanı kazanıp okula alındığına ilişkin belgeye bir de not eklenmişti: “Şimdilik gündüzlü, başarıya ulaşmış olursa, yatılı olmak suretiyle” diye.
Hasan Ali Yücel, Orta Eğitim Müdürü, Ruhi Su’yu çağırıp, “Gündüzlü iyi mi okursun?” diye sordu. “Arkadaşlar yardım edecek” “Arkadaşların yardımıyla olur mu, sen en iyisi Konya’ya git,” dedi Hasan Ali.
Talim Terbiye Dairesi üyesi Kazım Nami Duru (hepsinin hocasıydı) Ruhi Su’yu teselli etti, “Üzülme, harcamalarını ben üzerime alıyorum derim. Sen kal,” dedi ve onu Çocuk Esirgeme Kurumu’na yolladı.
Çocuk Esirgeme’de, “Sen her öğlen kabını al gel, bir yiyecek verelim sana,” dediler.
Müzik Okulu Müdürü Müderris İsmail Hikmet Bey, “Oradaki yemeklerle olmaz, sen gel bizim misafirimiz ol,” dedi.
Tüm bu gel git’leri, dedi demedi’leri duyan Hasan Ali oldukca kızdı. “Neden bu çocuk hâlâ Konya’ya dönmedi?” diye sordu.
İsmail Hikmet Bey, “Çocuk hasta, revirde yatıyor,” diye yönetim etti.
İdare edile edile, birinci yılı başarıyla tamamladı ve yatılı olmaya hak kazanmıştır Ruhi Su. (Okula girmiş olduğu yıl, güzel, mütevazi, söylenmesi kolay ve oldukca sevilmiş olduğu için Su soyadını almıştı.)
1935-1936. Ankara’da Riyaseti Cumhur Orkestrası yenilendi. Müzik Öğretmen Okulu’ndan orkestraya seçilen öğrenciler içinde Ruhi Su da vardı. “Ben öğretmen olacağım diye kararlıydım, fakat provalara da katılıyordum. Ankara’da konservatuvar kurulduğunda, bizim vatanımızda asla geçmişi olmadığından, Opera Kısmı’ne kimse girmek istemiyordu. Hindemit, Karl Ebert benzer biçimde hocalarımız başlarına vurur, “Niye bunlar opera istemiyor, opera güzel meslek. Sonunda eviniz, otomobiliniz olacak,” derlerdi. Sonunda bana da “Siz gene öğretmen olun, fakat Opera Kısmı’ne de girin,” dediler.”
1936-1942. Ruhi Su konservatuvarın Opera Kısmı’ndedir. Şan hocası Prof. Hay, “Sesinin bazı tonları zayıf çıkmasın istiyorsan, kemanı daha azca çalış,” söylediğinde kemanı daha azca çalışamayacağından tümüyle bıraktı. Konservatuvarı bitirince Devlet Operası’na girdi. (1942-1952).
1945’te Opera Kanunu çıkınca öğretmenliği bırakacaktı. Öğretmen okullarına geçmeden bir geriye dönüş. Müzik Öğretmen Okulu’na girmeden ilkin evlenmiş, bir oğlu olmuş Ruhi Su’nun: “22 yaşlarında evlendim. Evet, oldukca genç. Ama kararımı vermiştim. Madem bir türlü Müzik Okulu’na giremiyorum, öğretmen olacaktım, sevdiğim hanım ebe-hemşireydi. Hayat benim için tamamdı, yolum çizilmişti…” Müzik Öğretmen Okulu’na girdikten iki üç yıl sonrasında eşi de Ankara’ya gelecek, Ankara Numune Hastanesi’ne girecek, sadece bu evlilik oldukca sürmeyecekti.
Opera’da roller de 1952’ye dek birbirini izledi Ruhi Su için. Bastien-Bastienne, Madam Butterfly, Fidelio, Satılmış Nişanlı, Maskeli Balo, Figaro’nun Düğünü.
“Opera’dan büyük tat alıyordum. Ama türkü söylemekten de geri kalmıyordum. Benim türküleri dinleyen Avusturyalı çalıştırıcımız Markoviç, “İlk kere Türk Müziği’nin bu kadar güzel bulunduğunu görüyorum,” dedikten sonrasında, o süre Radyo Müdürü olan Vedat Nedim Tör’e benden söz etmiş. Her gün bir saat radyoda program teklif ettiler. Ben on beş günde bir olsun dedim.
1943-1945 içinde, iki haftada bir pazar, basbariton Ruhi Su radyoda türkülerimizi söylüyordu.
“Müzik eğitimim, müzikteki gelişmem, dünyaya bakış açımdaki gelişmemin türkülere eğilmeme oldukca yararı oldu. Batı’nın lied’leri benzer biçimde, bizim türkülerimiz de çeşitli konulardaydı. Her mevzunun kendine özgü yorumu bulunduğunu, olması icap ettiğini anlıyordum. Klasik Türk Musikisi’nde mevzu tekti, hep aşktı. Oysa halk türkülere korkusunu, yangınını, sevincini, pireden rahatsız oluşunu, özetlemek gerekirse dışarıya duyurmak istediği ne var ise, hepsini koymuştu… Türküye eğilişim, gördüğüm eğitim sonucu, farklıydı. Hem sesimi kullanıyordum, hem yorumumu. O güne dek türkücünün eğitimi ‘şarkı geçmek’ti. Ses formları, informasyon, müzik kültürü yoktu.”
Radyodaki programları sonsuz tutuluyordu. Söylediği türkülerden sonrasında, asla görmediği, bilmediği, tanımadığı insanoğlu telefon ediyor, “Bir çorbamızı içmeye bizlere gelmez misiniz?” diyorlardı… Kimi çevreler de bunların halk türküleri olduğuna bir türlü inanmak istemiyordu. “Halkın bu şekilde güzel şeyler düşünebileceğini düşünmek istemiyorlardı. Mesela, Âşık Ali İzzet’in Bir Allahı tanıyalım/Ayrı gayrı bu din nedir/ Senlik benliği nidelim/ Bu kavga, döğüş, kin nedir’i bunlardan biriydi… Sonra söylentiler aldı yürüdü.”
Ve bigün, 1945’teydi. Mesut Cemil, söylentilerden söz edip, “Ruhiciğim seni harcamayalım, birazcık ara verelim,” dedi. Ruhi Su, “Ben bu yolda harcanmaya hazırım,” dediyse de, Mesut Cemil, “Senin için şöyleki şöyleki diyorlar,” diye diretti ve Radyo’daki görevi bitti Ruhi Su’nun. Ruhi Su’nun biyografisinde, “1952’de elinde olmayan nedenlerle Opera’dan ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı” yazılı. Doğrusu bu ya, hem mapusta olup, hem operada aryalar söylemesi elinde değildi.
1952-1957. Beş yıl tutuklu kaldı. Mapusta nişanlandı, mapusta evliliğe ilk adımını attı, kendi benzer biçimde tutuklu olan Sıdıka Hanım’la. O gün bugün eşi olan insanı evliliğin ilk yıllarında haftada on dakika görmüş oldu. Tahliye olduklarında eşi Ankara’ya, kendi Konya’nın Çumra nahiyesine yollandı. 20 aylık güvenlik nezarete için. Sonra… Sonra işsizlik, iş arama, işsizlik, ayrılıklar, göçmeler, gene söylentiler, gene işsizlik ve hep türküler. (Hiç unutmaz, Çumra’nın o güzelim insanlarını. Fırında çalışan arkadaşları bigün gelip, “Biz arkadaşlarla düşündük, sizi bir fırına alacağız, fırından çıkan ekmekleri sayın, ayda birkaç yüz lira verebiliriz” demişlerdi.) Sonra, “Karacaoğlan”, “Barbaros”, “Lale Devri” filmlerinde türkü söylemiş oldu. Sonra işsizlik, güvenlik nezarete bittikten sonrasında Ankara’da gene işsizlik, sonunda eşini çocuğunu alıp (ikinci oğlu olmuştu) İstanbul’a geldi.
Yıl 1960. Ruhi Su, Taksim Belediye Gazinosu’nda gecesi 100 liradan (büyük para) türkü anlatmaya başladı.
Bu tarihten sonrasında sürdürecekti kulüplerde türkü söylemeyi. “27 Mayıs Devrimi, o güne dek kulüplere egemen olan yabancı toplulukları engellemiş, gece kulüpleri yerli sanatçılara, yerli orkestralara açılmıştı.”
Bu arada Yapı ve Kredi Bankası’ndan bir teklif alır Ruhi Su. Bu banka her yıl halk oyunları şenlikleri düzenliyordur. Ruhi Su, bu şenliğe katılan tüm ekiplerin müziklerini banda, notaya alacak ve arşiv oluşturacaktır. Çalışmaya başladı. (Ayda bin liraya.) Arşivin tohumlarını attı. Emekler doludizgin ilerliyordu ki, “Bitmeyen Yol” adlı filmimizde bir türkü söylemiş oldu. Hani, “Serdâri halimiz bu şekilde n’olacak/Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü. “Dünya” gazetesinin o devrin fıkra yazarı öyleki öfkelenecekti ki türküye, ertesi gün Ruhi Su aleyhine bir kampanya başlatacaktı.
“Bir süre sonrasında bankadan bana oldukca nazik bir halde, ‘sen artık tüm aletleri, notaları, bandları alıp evinde çalışsan, buraya uğramasan da olur’ dediler. Ben de, ‘Peki, anladım’ deyip oradan ayrıldım,” diyor Ruhi Su.
Şu yukarıdaki benzer biçimde sayısız örnek verebiliriz, fakat gereği yok. Yaşamı süresince yılmadı, sesiyle, sazıyla, türküleriyle yaşadı Ruhi Su. “Halkımın bir desteğini gördüğüm için sürdürdüm ve hep bu işle yaşadım. İşimin hiçbir süre furyası olmadı, fakat sevenler ciddi halde sevdiler, derinden bağlandılar. Bu sebeple halk işime ciddiyetle eğildiğimi biliyor, seziyor ve ileriye dönük olanı benimsiyor.”
Genç yaşlardan başlayarak Ruhi Su’nun dünyaya perspektif sanatını, sanatçı duyarlılığı da dünyaya bakışını geliştirdi, biçimlendirdi, güçlendirdi. Ve bu süreç içinde kendi deyişiyle “sanatın ölçüleri dışına çıkmadı.”
“Müziğimiz içinde ileriye açık yeni bir ses getirdiğime inanıyorum. Hiç eğer olmazsa, çoksesli batı müziğinin içinde, bizlere özgü bir üslubun gerekliliğine inandırdım insanları. Yalnız besteciler açısından değil, tüm yorumcular açısından da türkülerimizin, şarkılarımızın Türk toplumuna özgü bir rengi olmalı. Ben sesimle bu şekilde bir kişilik, bu şekilde bir renk getirdiğime inanıyorum… ”
Bugüne dek binlerce türkü derledi Ruhi Su. Bunlardan sadece birkaç yüzünü söyleyebildi. Bu sebeple onunki bir “sanat işi”ydi. Eğitimle, bilgiyle, kültürle, bilinçle bütünleşmiş bir söyleyişti. Türküleri seçiminde dünyaya perspektif mühim bir etken oldu: “Sözü ve ezgisiyle halkı en iyi özetleyebilen türküleri aldım. Zaten ilk şimşekleri radyoda bu yüzden çektim ya!… Bunları seslendirirken, halkın söyleyişinden oldukca yararlandım, fakat halkın ağzına öykünmekten, taklitten, özenmekten kaçındım…”
“Bir şeyler getirmiyor, ileriye doğru bir şey değiştirmiyorsa, yaşıyor sayılmaz bir sanat. Gelenekler bile yaşayanla zenginleşir. Yaptığımız iş, hem halkın özlemlerini gerçekleştirmeli, hem de halkın özlemlerini geliştirmeli.”
Ruhi Su, dört senedir işini, sanatını plaklarda, kasetlerde sürdürüyor. (Bu konuşmada müziğe, türküye, daha geniş yer ayırmıyorum, bundan dolayı bu mevzularda ki tüm düşüncelerini plak kapaklarında kendi yazmış, açıklamış.)
Aşk duygusu içinde söylemiş oldu tüm türkülerini, aşk duygusu içinde yaşadı her yaşadığını. “Bu duyguyu asla yitirmemeli, her yaşta duyabilmeli insan… İnsanı yaşatan, güçlendiren, yaşamı sevdiren bir duygu bu…”
“Hayır, hiçbir süre yaşlılığı duymadım. Ancak bazı organIarın işlevleri güçleşti. Ağırlaştım. Günlük yaşamda değil, mesela saz çalarken: Parmaklarıma istediğim ritmi, hareketi verememek benzer biçimde. Bunlar bana yaşlılığı anımsattı… ”
Birkaç ay ilkin parmaklarında bir ağırlaşma duydu Ruhi Su. Uzun çabalar sonucu teşhis konuldu. (Saz çalmasaydı, parmakları onca duyarlı olmasaydı, bunca erken devresinde asla konulamayacak bir teşhis): Parkinson hastalığı. Şimdi lüzumlu ilacı alıyor. Hastalığın ilerlemesi önlendi ve sağlığına kavuştu. “Şimdi mutluyum. Saz çalabiliyorum. İşimi yapmak mevzusunda tekrardan umutlara düştüm,” diyor.
(Nerdeyse beş saattir asla aralıksız o konu alıyor ve hiçbir bitkinlik izi yok.)
“Demin anlattıklarımı kimselere anlatmadım. Öksüz olduğumu oldukca hiç kimseye söyleyemedim. Toplumumuzda hâlâ aşiret anlayışı var. İlk iş ‘Kimlerdensiniz?’ derler. Kendini yetiştirmiş olmanın önemi hâlâ anlaşılamadı… ”
Bu sözleri, tam ayrılmak üzereyken söylemiş oldu Ruhi Su!
İçimden kahkahalarla gülmek geliyor: Ruhi Su öksüz öyleki mi!… Hadi canım siz de, alay mı ediyorsunuz!.. Hiç mi türküsünü dinlemediniz, şu Anadolu topraklarında yaşayan anasının, babasının, kardeşlerinin halkının sesini asla mi duymadınız!..
Bundan sonrasında, “Ruhi Su kimlerdendir?” diye soran bir “aşiret reisiyle” karşılaşırsanız, aman diyelim, “Hayatı ve insanları kucaklayanlardandır,” deyin.
Konuşan: Zeynep Oral (Milliyet Sanat Dergisi, 1 Mayıs 1984)
Konuşmalar s.173-184 (Adam Yayınları, Birinci Basım: Eylül 1985)
https://www.youtube.com/watch?v=RIXjhcsFkOQ (Hakan Özer)

Ruhi Su, tam adı Mehmet Ruhi Su’dur. 1912 senesinde Van’da dünyaya gelmiştir. Daha küçükken I.Dünya Savaşı esnasında babasını ve kısa süre sonrasında da annesini yitirdi. On yaşına kadar yoksul bir ailenin yanında yaşadı. Daha sonrasında Adana’daki Öksüzler Yurduna yatılı olarak doldurularak orada okudu.
Müzik öğretmeni Mehmet Tahir‘in okula keman aldırması üstüne İlkokul 4. sınıfta keman çalmaya başladı. ***Askeri okula giderken adı yalnız Mehmet iken Ruhi adını ekledi ismine. Askerlik halletmeye elverişli olmadığı nedeni öne sürülerek okuldan ayrıldı.***
Askeri liseden Adana Öksüzler Yurdu’na dönerek, sonrasında da Adana Öğretmen Okuluna geçtikten sonrasında, aşka düştüğü ebe–hemşire olarak çalışan bir hanımla evlenir. Bir oğulları olur, adını Güngör koyarlar. Daha sonrasında kemanıyla katılmış olduğu sınavla son sınıfın bir altından Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne alındı. Okulun son senesine ulaştığında 1934 senesinde “Su” soyadını aldı, ve adı Mehmet Ruhi Su oldu.
***
1935-36 yıllarında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda vazife aldı. 1936 senesinde Musiki Muallim Mektebi’ni tamamlamış oldu ve kemanı bırakarak şana geçti. Ankara Devlet Konservatuvarı şan kısmına girdi ve konservatuvarın opera yüksek bölümünü 1942 senesinde tamamlamış oldu. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonrasında Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yapmış oldu.
***
1942‘de Ankara Devlet Operası‘na girdi ve Maskeli Balo, Figaro’nun Düğünü, Madam Butterfly, Tosca, Satılmış Nişanlı, Bastien-Bastienne, Fidelio benzer biçimde operalarda sahneye çıktı. Operada çalışmaya başladığı yıllarda ilk eşiyle olan evliliği de ihtilaf sonucu sonlandı. Opera emek harcamaları esnasında Türk halk müziğine ilgi duydu.1943-1945 yılları aralığında Ankara Radyosu‘nda türküler söylemiş oldu. 1944‘te Ankara Halkevi’nde başlatmış olduğu ilk türküler resitalini 1983‘e kadar sürdürdü.
***
12 Kasım 1952’de tutuklandığından operadan ayrılmak mecburiyetinde bırakıldı. Ruhi Su, toplumcu dünya görüşü sebebiyle Türkiye Komünist Partisi üyesi olmaktan 1952-1957 yılları aralığında beş yıl hapiste, yirmi ay da Konya Çumra’da güvenlik nezaretinde kaldı. 1957’de hapisteyken söylediği Mahsusmahal adlı türküsüyle ünlendi.
***
Opera yaşamı, 1952’de son bulunca, türkülere ağırlık verdi. Çocukluğunda başladığı türkü söyleme işine Öksüzler Yurdu’nda, Öğretmen Okulu’nda, Müzik Öğretmen Okulu’ndade hep devam etmişti. Operayı oldukca seviyordu fakat türkü söylemekten de hiçbir süre vazgeçmedi. Bu istenmeyen suskunluk döneminden sonrasında cezanın bitiminde yönetmen Atıf Yılmaz yardımıyla Karacaoğlan, Barbaros ve Lale Devri adlı filmlerde türkü söylemiş oldu.
***
1960‘da İstanbul‘da Taksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıktı. Türk halk edebiyatının oldukca sayıda şiirini besteledi. Bu arada radyoda da Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’ anonsuyla sunulan bir radyo programı yapmış oldu.
***
1975’te Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978’den sonrasında ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulunmuş oldu. “Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten şahıs” olarak da bilinir. Çağrıldığı Almanya, Hollanda, İsveç ve Bulgaristan‘da şenliklere katılarak konserler verdi. Biroldukca ülkenin radyolarında bantlarda ve plaklarda geniş yığınlara sanatını dinletti.
***
Son dinletisini 6 Şubat 1983‘te Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Haftası‘nda sundu. Yaşamı boyunca 16 tane 45’lik plak, 12 tane de uzunçalar icra eden Ruhi Su, ölümünden ilkin “Dadaloğlu” uzunçaları üstünde çalışıyordu.
1978 senesinde romatizma şikayeti ile gittiği hastanede kemik iliği kanseri başlangıcında bulunduğunu öğrendi. Askeri yönetim zamanı uzun süre yurt dışına tedavi için gitmesine izin verilmedi. Bir defaya mahsus olmak suretiyle geçişlik çıkarıldı. Almanya’ya gittiğinde meydana getirilen tedavi netice vermedi.
***
Kendi şiirlerindan ve öteki şairlerden çeşitli şiirleri besteledi. Şiir, yazı ve konuşmalarını “Ezgili Yürek” (1985) adlı kitapta toplandı.”Ruhi Su’ya Saygı” adlı kitap 1988‘de yayımlandı.
***
Ruhi Su, 1952 senesinde Sıdıka Su ile evliliğe ilk adımını attı, “Ilgın Ruhi Su” isminde oğlu vardır.
Ruhi Su, 20 Eylül 1985 tarihinde kemik iliği kanseri sebebi ile 73 yaşlarında öldü.
Eserleri: Seferberlik Türküleri, Kuvay-ı Milliye Destanı, Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Şiirler Türküler, Köroğlu, El Kapıları, Sabahın Sahibi Var, Semahlar. (S.)


Ezgili Yürek PDF indirme linki var mı?


Ruhi Su – Ezgili Yürek kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Ezgili Yürek PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ruhi Su Kimdir?

Mehmet Ruhi Su, 1912 senesinde Van’da hayata merhaba dedi. Memur olarak çalışan babasının tayini ve ataması vesilesiyle Van’a yerleşti ve çocukluğunun büyük bir bölümünü burada geçirdi. Genç yaşlarda babasını ve kısa süre sonrasında da annesini yitirdi. Ermeni olduğu ve ailesini 1915 kırımında yitirdiği rivayet edilir. Oğlu Ilgın Ruhi Su, “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne dek hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali fazlaca yüksek” demiştir.[4] Çocukluğunun geri kalan ve gençlik yıllarını yanlarına verildiği yoksul bir aile ve ondan sonra da öksüzler yurdunda geçirdi. Bir ara İstanbul’da askeri okullarda okudu, sadece müzik sevgisi onu yeni arayışlara itti. Adana Öğretmen Okulu’nda okurken, Ankara’ya Müzik Öğretmen Okulu’na (Musiki Muallim Mektebi) girmeyi başardı. 1942’de Ankara Devlet Konservatuarını`nın Şan bölümünü tamamlamış oldu. Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonrasında Hasanoğlan Köy Enstitüsü`nde müzik öğretmenliği yapmış oldu. Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’na seçildi, konservatuvarın opera bölümünde de okudu ve ondan sonra da Devlet Operası’nda çalıştı. Devlet Operası sanatçısı olarak, Bastien Bastienne, Satılmış Nişanlı, Madame Butterfly, Fidelio, Tosca, Yarasa, Aşk iksiri, Rigoletto, Figaro’nun Düğünü, Maskeli Balo ve Konsolos benzer biçimde operalarda rol aldı. Türk Opera Sanatı’nın temelinde Ruhi Su’nun da katkısı büyüktür.

Ankara Radyosu’nda onbeş günde bir gösterilen türkü programları düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi`nde büyük bir koro oluşturdu. Aldığı klasik batı müziği eğitimi, ömrü süresince kendini adamış olduğu türkülerin yorum ve icrasına yaklaşımının kurumsal temelini oluşturdu.

Ruhi Su, toplumcu dünya görüşü sebebiyle 1952-1957 yılları aralığında 1951 TKP tevkifatı dolayısı ile hapis yattı. 1960’ta İstanbul’daTaksim Belediye Gazinosu’nda sahneye çıkan Ruhi Su, bir taraftan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi. Bu arada radyoda da ‘Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor’ anonsuyla sunulan bir radyo programı yapmış oldu. Bu programlardan birinde söylediği “Serdari Halimiz Bu şekilde N’olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak” türküsü sebebiyle radyodaki işine son verildi.

Söylediği türkülerdeki siyasal vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, tekrardan yorumlama işine kendi başına devam etti. 1975’te Dostlar Korosu’nu kurdu. 1978’den sonrasında ürettiği kasetlerle halk müziğinin, yaygınlaşmasına büyük katkıda bulunmuş oldu. Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten şahıs olarak da bilinir.

1978 senesinde romatizma şikayeti ile gittiği hastanede kemik iliği kanseri başlangıcında bulunduğunu öğrendi. Askeri yönetimin uzun soluklu direnişinin arkasından bir defaya mahsus olmak suretiyle geçişlik çıkarıldı. Almanya’ya gittiğinde Dr. Seyfi Önder tarafınca meydana getirilen tedavi netice vermedi. 1983 senesinde bacaklarında aşırı his kaybı olduğundan hastaneye yatırıldı.17 Eylül 1985 tarihinde eşi Sıdıka Su’ya vasiyetnamesini yazdırdı.[kaynak belirtilmeli] 20 Eylül 1985 günü derin bir sinir krizi geçirdi. Akşam saatlerine doğru sinir krizi beyin kanamasına dönüştü. Dört saatlik uzun bir uğraşıya karşın akşam saat 21.09’da yaşamını yitirdi. Ölümünden 22 gün sonrasında cenazesi İstanbul’a götürüldü. Ruhi Su’nun cenaze törenine binlerce şahıs katıldı ve cenaze 12 Eylül periyodunun ilk büyük kitle gösterisi haline dönüştü. Cenazede gözaltına alınan 163 şahıs İstanbul siyasal şubede 15 gün süreyle gözaltında tutuldu.[kaynak belirtilmeli]

Kendisi Alevi Deyişlerini okumuş, Pir Sultan’ın, Hatayi’nin ve öteki ozanların deyişlerini yorumlamıştır. Nazım Hikmet’in şiirlerini ilk besteleyenlerdendir. 1957’de hapisteyken söylediği Mahsusmahal adlı türküsüyle ünlendi.

Ruhi Su’nun sesini korumadaki hassasiyeti hakkında pek oldukca anlatı vardır. Bunlara bakılırsa Ruhi Su, sesine zarar vermemek için kuruyemiş ve çamaşır suyundan uzak dururmuş. Sorulduğunda, sesini korumadaki bu hassasiyetinin sanata ve dinleyenlere saygısından kaynaklandığını ifade edermiş.

Ruhi Su, ölümüne kadar 16 tane 45’lik plak, 11 uzunçalar çıkardı. Ölümünden sonrasında kurulan Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı vesilesiyle eşi Sıdıka Su (ö. 18 Ekim 2006) ve oğlu Ilgın Su hususi arşivlerdeki ses kayıtlarından yararlanarak plak, kaset ve CD üretimini sürdürdüler. Vakfın merkezi Beyoğlu, İstanbul’dadır.

Sanatçı hakkında Ajans21 tarafınca, Ezgili Yurek: Ruhi Su 1995 (24 dk) isminde bir belgesel hazırlanmıştır. Bu belgesel Ruhi SU hakkında hazırlanan ilk belgeseldir. Bunun haricinde Avusturya Belgeseli ve Ruhi Su Belgeseli (Hilmi Etikan) adlarında iki belgesel film de Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı vesilesiyle gösterilmektedir.


Ruhi Su Kitapları – Eserleri

  • Ezgili Yürek
  • Türk Halk Oyunları
  • Türküler İmecesi
  • Türküler İmecesi


Ruhi Su Alıntıları – Sözleri

  • Sanatçı hem dünyadaki hem de kendi toplumundaki gelişmelerin haricinde kalamaz, fakat sanatçıyı da sanatı da icra eden aslolan bir toplumun kendi kültürü ve koşullarıdır. Şimdiye kadar bizim eğitim yöntemimiz “En hakiki mürşit” olan bilime ve cemiyet gerçeklerine oturamadığından, yalnız sanatımızda değil toplumumuzdaki tüm gelişmeler geçici, kopuk ve kaypak bir kalite taşır.
    9 Nisan 1968 (Ezgili Yürek)
  • Evleri var üst başta
    Mendilim kaldı taşta
    O yar beni bıraktı
    Akıl kalmadı başta
    *
    Evleri yol üstüdür
    Kemeri bel üstüdür
    Her gün uğra bir kere
    Ko desinler dostudur
    *
    Evleri var boyalı
    İçi bülbül yuvalı
    Bu şekilde sevda görmedim
    Ben anamdan doğalı (Türk Halk Oyunları)
  • Günlük ekmek derdine biz yaşamak demişiz yanlışlıkla. Tüm dava bu hatası düzeltmek! (Ezgili Yürek)
  • Güvercin vurdum kalkmaz
    Kanı sel oldu akmaz
    Küçükten (bir) yar sevdim
    Şimdi yüzüme bakmaz
    *
    Güvercin havadadır
    Eletme yuvadadır
    Bir elim yar koynunda
    Bir elim duadadır. (Türk Halk Oyunları)
  • “Sevindiğim, üzüldüğüm, kızdığım, beğendiğim, nefret ettiğim şeylerin hepsini türkülerle söylüyorum.”
    “Bu şekilde bir araca haiz olmak ne büyük mutluluk!” diyorum.
    Dostça gülüyor.
    “Söz yetmiyor bir yerde!” diyorum. (Ezgili Yürek)
  • Çayda çıra yanıyor canım nanay vay nanay
    Nanay güzel nanay nanay gülüm nanay
    *
    Ayda yılda yanıyor hanım nanay vay nanay
    Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay
    *
    Yavaş yörü sevdiğim hanım nanay vay nanay
    Nanay gülüm nanay nanay güzelim nanay
    *
    Engeller uyanıyor hanım nanay oy nanay
    Nanay güzelim nanay nanay sevdiğim nanay
    *
    Karşıda oturanlar hanım nanay vay nanay
    Nanay güzelim nanay nanay gülüm nanay
    *
    Az derdim azdıranlar hanım nanay vay nanay
    Nanay sevdiğim nanay nanay güzelim nanay
    *
    Başıma akıl koyun hanım nanay oy nanay
    Nanay gülüm nanay nanay sevdiğim nanay
    *
    Sevdadan kurtulanlar hanım nanay uy nanay
    Nanay sevdiğim nanay nanay gülüm nanay (Türk Halk Oyunları)
  • Çift beyaz güvercin olsam
    Çadırın başına konsam
    Güzellere yoldaş olsam
    Çirkinlere tuzak kursam
    *
    Bağlantısı:
    *
    Gel gel karanfilli gelin
    Eli deste güllü gelin
    Beli ipek şallı gelin
    Yanakları ballı gelin
    *
    Karanfil buldum derede
    Sordum evleri nerede
    Ha burada ha şurada
    Karanfilim oymak oymak
    Olur mu asla yare doymak
    Dili tatlı kendi kaymak
    *
    Bağlantısı:
    *
    Gel gel karanfilli gelin
    Eli deste güllü gelin
    Beli ipek şallı gelin
    Yanakları ballı gelin (Türk Halk Oyunları)
  • Madımah oylum oylum
    Geliyor civan boylum
    Civan boylum ulaşınca
    Şen olur benim (de) gönlüm
    *
    Bağlantısı
    *
    Oy madımah madımah
    Teke tüke sakalı oy madımah
    Evliki yemlik oy madımah
    Kuşu kuşu yemlik oy madımah
    *
    Madımah bişer oldu
    Tencerem taşar oldu
    Günde yediğim şamarlar
    Biriken beşer oldu
    *
    Bağlantısı:
    *
    Oy madımah…
    Madımah şekil (de) şekil
    Ölüyom senin için
    Madımah toplar iken
    Başımdan düştü çitim
    *
    Bağlantısı:
    *
    Oy madımah… (Türk Halk Oyunları)
  • “Şu bizim türküler ne kadar da ah’lı, of’lu imiş. Şen, şakrak türkülerimiz yok muymuş? İnsanları neşelendirmek lazımmış. Halbuki bu hazin türküler insanı bunaltıyormuş.” (Ezgili Yürek)
  • Açıl ey ömrümün varı aman badı sabahleyin olmadan yar yandım
    Has bahçenin gonca gülü aman sararıp da solmadan ben yandım
    *
    Bağlantısı:
    *
    Eşim eşim gel gel uğrun uğrun gel gel
    Can yoldaşım gel..
    Yürü dilber yörü (aman) saçın sürünsün Arslanım ben yandım
    Aç beyaz gerdanı (aman) sinen görünsün ben yandım
    *
    Bağlantısı:
    *
    Eşim eşim gel gel uğrun uğrun gel gel
    Can yoldaşım gel.. (Türk Halk Oyunları)
  • Ama benim memleketimde bugün
    İnsan kanı sudan ucuz (Ezgili Yürek)
  • Sanat sanat içindir sözü oldukca tartışıldı. Yapısal durumu iyi mi olursa olsun insan için yapıldığı anlaşıldı sanıyorum. Toplumu etkileyen her vaka, her fikir sanatı da etkisinde bırakır. (Ezgili Yürek)
  • KÖROĞLU, yaşamış olduğu son zamanların fena idaresine karşı kılıcı ile olmasıyla birlikte şiirleri, türküleri ile de özgürlük savaşı yapmış bir halk kahramanı olarak bilinir. Türküleri, (Yiğitleme, Koçaklama, Güzelleme) diye adlar alan ve kahramanlıklarını, savaşlarını özetleyen ince ve anlamlı deyişlerdir.
    Türkülerinin yurdun dört yanına yayılmış (sözlü ve sözsüz) birçok ‘varyant’ları vardır. Verdiğimiz örnek davulla oynanan bir Bolu varyantıdır. (Erzurum varyantına bakınız.)
    Meşhur türkülerinden bir parça; Maraş varyantıdır.
    *****
    *****
    Hay haay.. Benden slm olsun Bolu beyine
    Benimle uğraşmaya dev gerek
    Unvan para etmez harp meydanında
    Doğrar eğri kılıç bilek zor gerek
    *
    Hay haay.. gene de hay haay..
    *
    Zabah olur oğlum gör olur neler
    Babayiğitler meydanda goç benzer biçimde meler
    Yere düşer garpuz benzer biçimde kelleler
    Selevat çekmeye çetin dil gerek
    *
    Hay haay.. gene de hay haay..
    *
    Alçaklarda olur altından inme
    Eğer goç yiğitsen sözünden dönme
    Çokluk para etmez mala (mülke) güvenme
    Gurnaz adam iflâh olmaz bön gerek
    *
    Hay haay.. gene de hay haay..
    *
    Goç Köroğlum öğüdünden yorulmaz
    Kesilen kelleden hesap sorulmaz
    Boş lâf atmayınan meydan alınmaz
    Asıl yiğit er meydanında dev gerek (Türk Halk Oyunları)
  • Karşı dağdan gelen atlı
    Terkisinde kilim kattan oluşan
    Leylim çoban acayip oğlan
    *
    Hem anamdan hem babamdan
    Hepisinden çoban tatlı
    Leylim çoban oğlan
    *
    Karşı dağın eteğine
    Hem itine köpeğine
    Leylim çoban acayip oğlan
    *
    Yediği helva topağına
    Leylim çoban acayip oğlan (Türk Halk Oyunları)
  • Bir söz vardır, bilinir: ”O güzel insanoğlu, o güzel atlara bindiler, gittiler.” Ruhi Su da o güzel insanlardandı işte. Yalnız güzel de değil, yüce gönüllü, sevilmiş olduğu türküler kadar yalın ve duru üstelik.
    *
    Sevdiği türküler, dedim. Türkü her şeydi Ruhi Su için. Yaşama sevgisi, var oluşun anlamı, direnme gücü, insan olmanın bilinci, duyarlık ölçüsü, kısacası her şey.. Sesi ve sazıyla yaşamını türkülere adamış olduğu, türkülerle halkının acılarına, sevinçlerine ortak olduğu, özgürlük isteğini türkülerde dile getirmiş olduğu için başına gelmedik kalmadı. Ama ne yakındı bundan, ne de sızlandı, Doğru bilmiş olduğu yolda, hiçbir taviz vermeden, başı dik yürüdü.
    *
    Gür sesiyle salt bir yorumcu değildi Ruhi Su. Biraz saz virtüözü asla değil. Ama sesiyle sazı birbirini bütünleyen bir ustaydı. Saz, sese yol gösteren bir araçtı onun için. Ezgiyi sesin altına döşeyen bir vasıta.. Halktan almış olduğu, sanatçı benliğinin imbiğinden süzüp, bilinçle duyarlığın yeni bir bileşimi olarak sunarken, en iyiyi amaçladı hep.
    *
    Bu açıdan bakıldığında Ruhi Su, halka yönelişin bilgili bir savunucusu olmanın yanı sıra, halkın kültür birikimini modern bir yorumla değerlendirmesini de bilmiştir. Halkın duygu ve düşüncelerinin dışavurumu olan türküler, onun sazında ve sesinde yaşanmış olan gerçekliği dile getiren bir sanat yapıtına dönüşmüştür.
    *
    Ona bakılırsa sanatın işlevi, dünyanın değişimine katkıda bulunmak, gerçekliği doğru yorumlamaktır. Bu nedenle türküleri olduğu benzer biçimde değil, olması gerektiği benzer biçimde alır Ruhi Su. Bu sebeple türküler yaşam koşullarının, toplumsal düzenin haricinde düşünülemez. Sanat, yaşamı yansıttığına bakılırsa, türküleri söylerken yapılması ihtiyaç duyulan de, kendi söyleyişiyle, ”ekmekten aşa kadar halkın yaşamak isteyip de yaşayamadığının, özlemini çekmiş olduğu şeylerin neşesini, yaşama sevincini artıracak” müziksel bir yoruma ulaşmak olmalıdır.
    *
    Ruhi Su, söylediği anonim türkülerden, halk ozanlarının deyişlerine, modern şairlerimizin şiirlerine yazdığı ezgilerden, kendi bestelerine, böylesi bir sanat anlayışının somut örneklerini vermiştir. Ruhi Su’nun sanat içerikli eylemi, bu niteliğiyle, yaşanmış olan halk kültürünün, sanatın kıymet ölçülerini göz ardı etmeden tekrardan üretebileceğinin en somut göstergesidir.
    *
    Bir daha yineleyelim: Hayatını türkülere adamak ve halkının sözcüsü olmak.. Sanatçı Ruhi Su’yu, insan Ruhi Su’yu en iyi tanımlayan sözcüklerdir bunlar. Yalnız uzunçalarlar, kasetler dolusu türküler değil, elinizdeki kitapta bunun kanıtı.
    *
    Kitabın oluşum öyküsü ise Ruhi Su’nun anlatımıyla şöyleki; ”1961-1965 yılları aralığında bir bankanın halk oyunlarıyla ilgili tesisinde, halk oyunları müziğini ilkin bantlara, sonrasında da bantlardaki müziği, müzik kurallarına bakılırsa değerlendirip notaya alıyordum. Yani müzik yazısına geçiyordum. Bu notaya aldığım türkülü türküsüz halk oyunlarının içinden yüz tanesinin yayımlanmasına karar verildi. Bunları seçtim. Seçtiğim bu notalar Bülent Tarcan’la Halil Bedii Yönetken’e bantları dinletilerek denetimden geçirildi. Notaların, dinletilen bantlardaki müziğe uygun olarak yazıldığı saptandı. Sonra bu notalar Almanya’da bir nota basımevine gönderilerek, dizdirilip prova baskıları getirildi.” (Cumhuriyet, 17 Temmuz 1975)
    *
    Ama ayrıca, görevden ayrılır Ruhi Su. Seneler sonrasında sözünü etmiş olduğu kitap yayımlandığında, halk danslarını derleyen ve notaya alanın Ruhi Su olduğu nedense belirtilmez kitapta. Yargı yoluna başvurduğunda ”bu hizmetin içinde adının bulunmasını ister yalnızca. Gerekçesi, tam da ona yakışır bir gerekçedir: ”Bizim de adımızdan başkaca bırakacak neyimiz var.?”
    *
    İşte ”Türk Halk Dansları” adını taşıyan bu kitap, seneler ilkin piyasaya çıkan ”Yüz Türk Halk Oyunu” adlı kitabın yeni basımı değil. Bir ustanın adını yaşatmak amacıyla, halk danslarımızın, onun olduğu saptanan müzik yazılarının toplandığı bir derleme yalnızca.
    *
    Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. (Türk Halk Oyunları)
  • Bakmayın siz bu egoist
    Bu hayvansal kavgaya
    Değişen dünyanın içinde
    İnsana biz yeni geldik. (Ezgili Yürek)
  • Çarşıda üzüm kara
    Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
    Çimen çiçek deste biçek
    Çit yelekli Güloğlan
    Salkımı düzüm kara
    Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
    Çimen çiçek deste biçek
    Çit yelekli Güloğlan
    *
    Gideceğim o yare
    Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
    Çimen çiçek deste biçek
    Çit yelekli Güloğlan
    Elim boş yüzüm kara
    Ah çimene gel çimene gel Güloğlan
    Çimen çiçek deste biçek
    Çit yelekli Güloğlan (Türk Halk Oyunları)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş