Eğitim

Gödel, Escher, Bach – Douglas R. Hofstadter Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Gödel, Escher, Bach – Douglas R. Hofstadter Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Gödel, Escher, Bach kimin eseri? Gödel, Escher, Bach kitabının yazarı kimdir? Gödel, Escher, Bach konusu ve anafikri nedir? Gödel, Escher, Bach kitabı ne konu alıyor? Gödel, Escher, Bach PDF indirme linki var mı? Gödel, Escher, Bach kitabının yazarı Douglas R. Hofstadter kimdir? İşte Gödel, Escher, Bach kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Douglas R. Hofstadter

Yayın Evi: Pinhan Yayıncılık

İSBN: 9786058795303

Sayfa Sayısı: 944


Gödel, Escher, Bach Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Felsefe, psikoloji, karşılaştırmalı edebiyat, bilim zamanı ve felsefesi, bilgisayar ve bilişim bilimleri, müzik ve elbet matematik şeklinde pek fazlaca alanda öncü araştırmalar icra eden Douglas R. Hofstadter, kitabevlerinde hangi rafa konacağına bile hemen hemen karar verilememiş kitabı Gödel Escher Bach için şu şekilde der: “Gödel, Escher, Bach ‘ben’ ya da bilinçlilik sözcüğü çevresinde gezinir. Ben’in düşünmenin diplerinde bir yerdeki, güçlükle anladığımız örtük mekanizmalarla iyi mi ortaya çıktığını ele alır. Yalnızca düşünmenin değil, kişilik duygumuzun ve bilinçliliğimizin bilincinde oluşumuzun bizi öteki karmaşık şeylerden ayrı kıldığını vurgular. “Benliğin ve ruhun ne işe yaradığını kavramak istedim.”


Gödel, Escher, Bach Alıntıları – Sözleri

  • Beyindeki en mühim hücreler sayıları on milyar kadar olan sinir hücreleri ya da nöronlardır. (Gariptir, fakat beyinde nöronların on katı kadar glial hücreleri ya da glia bulunur. Glianın nöronların başrolüne nazaran destek role haiz olduğuna inanılır, bu yüzden ikimiz de onları tartışmamızın haricinde bırakacağız.) Her bir nöron birkaç sinapsa (“giriş iskeleleri”) ve bir aksona (“çıktı kanalı”) haizdir. Girdi ve çıktı elektrokimyasal akışlardır: ya­ni hareket eden iyonlar. Bir nöronun giriş iskeleleri ile çıktı kanalı içinde “kararların” verildiği hücre gövdesi bulunur. Bir nöronun karşılaşmış olduğu karar tipi -ve bu saniyede bin kez kadar olabilir- şudur: ateşlemek ya da ateşleme­mek – şu demek oluyor ki sonunda bir ya da daha çok başka nöronların giriş iskelelerine girecek, böylece onların da aynı türde karar vermesine niçin olacak iyonları, aksonundan aşağı bırakıp bırakmamak. Karar fazlaca rahat bir şekilde verilir: Eğer tüm girdilerin toplamı belli bir eşiği aşarsa, evet; aksi takdirde hayır.
    Girdilerin bir kısmı, başka yerlerden gelen pozitif girdileri iptal eden negatif girdiler olabilir. Her durumda zihnin en alt düzeyini yöneten rahat toplama işlemidir. Descartes’in meşhur deyişini birazcık değiştirerek söylersek, “Düşünüyo­rum, öyleyse topluyorum” (Latince, Cogito ergo am).
    Karar verme seçimi fazlaca rahat şeklinde görünmesine rağmen mevzuyu karmaşıklaş­tıran bir olgu vardır: Bir nöronun 200.000 ayrı giriş iskelesi olabilir, bu da, nöronun sonraki eyleminin belirleniminde 200.000 ayrı toplama gerekebileceği anlamına gelir. Karar verildiğinde, iyonların bir pulsu, aksondan aşağı son uca doğru hızla yol alır, iyonlar uca ulaşmadan ilkin bir -ya da birkaç- çatallanmayla karşılaşabilirler. Böylesi durumlarda, tek çıktı pulsu, çatallanan aksondan aşağı ilerlerken parçalara ayrılır ve uca ulaşmadan “tek” iken “çok” olur – ve bunlar hedeflerine ayrı zamanlarda ulaşabilirler, zira bo­yunca ilerledikleri akson dalları değişik uzunluklar ve değişik dirençlerde olabi­lir. Bununla beraber mühim olan bunların hepsinin hücre gövdesinden ayrılır­ken tek bir puls olarak hareketlerine başlamalarıdır. Bir nöron ateşledikten sonrasında tekrardan ateşlemeden ilkin kısa bir toparlanma süresine gerekseme duyar; bu karakteristik olarak saniyenin binde birleriyle ölçülen bir süredir, dolayı­sıyla bir nöron saniyede bin keze kadar ateşleyebilir.
  • Tümceler içinde anlatılan bir çok fikir çoğu zaman daha çok çö­zümlemediğimiz temel, atomsu bileşenlerden oluşur. Bunlar kabaca sözcük büyüklüğündedir – kimi süre birazcık daha uzun, kimi süre birazcık daha kı­sa. Mesela “şelale” adı, “Niagara Şelalesi” hususi adı, geçmiş süre soneki “- dı,” “yetişmek” fiili ve daha uzun deyimlerin hepsi ortalama atomik öğelerdir. Bunlar bir filmin konusu, bir kentin kokusu, bilincin doğası ve benzeri daha karmaşık kavramları tasvir ederken kullandığımız temel fırça darbeleridir. Böylesi karmaşık düşünler tek fırça darbelerinden oluşmaz. Dilin fırça darbe­lerinin düşüncenin de fırça darbeleri bulunduğunu ve dolayısıyla simgelerin yak­laşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur. O halde bir simge kabaca, kendisi için bildiğiniz bir sözcük ya da sözcük öbeği­nin bulunmuş olduğu ya da bir hususi adla ilişkilendirdiğiniz bir şey olacaktır. Ve bir aşk ilişkisindeki problem şeklinde, daha karmaşık bir düşüncenin beyinde temsili, öteki simgeler tarafınca çeşitli simgelerin etkinleştirilmelerinin oldukça kar­maşık bir dizisi olacaktır
  • Tosbağa: İyi günler Bay A.
    Akhilleus: Vay, sana da iyi günler.
    Tosbağa: Seni görmek ne güzel.
    Akhilleus: Sen benden fazlaca yaşayacaksın.
    Tosbağa: Yürüyüş içinde muhteşem bigün. Yakında eve varırım sanırım. Akhilleus: Ah, hakikaten mi? Senin için yürümekten daha iyi bir şey yoktur bence.
    Tosbağa: Bu arada senin de bugünlerde pek dinç göründüğünü söylemeliyim.
    Akhilleus: Oldukca teşekkür ederim.
    Tosbağa: Hiç mühim değil. Puromdan alır miydin?
    Akhilleus: Ah, ne zevksiz herifsin. Bu alanda HollandalIların yapmış olduğu katkılar bilhassa fazlaca zevksiz, sen de öyleki düşünmüyor musun?
    Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale­ ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm so­nunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yinede korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün bulunduğunu hissedece­ğim.
    Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kati. De gustibus non est disputandum.
    Tosbağa: Söylesene, senin yaşlarında olmak iyi mi bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu?
    Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz.
    Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir.
    Akhilleus: Saçma. Büyük fark bulunduğunu biliyorsun.
    Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun?
    Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gita­ra üç metre tanıdığından olsun dokunmadım.
    Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale­ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm so­nunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yine de korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün bulunduğunu hissedece­ğim.
    Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kati. De gustibus non est disputandum.
    Tosbağa: Söylesene, senin yaşlarında olmak iyi mi bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu?
    Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz.
    Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir.
    Akhilleus: Saçma. Büyük fark bulunduğunu biliyorsun.
    Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun?
    Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gita­ra üç metre tanıdığından olsun dokunmadım.
  • Eukleides’in ispatı tüm sayıların belli bir özelliğe haiz bulunduğunun bir ispatı olmasına rağmen, ayrı ayrı sonsuz sayıda fazlaca durumu işlemden geçirmekten kaçınır. “N ne olursa olsun,” ya da “N’nin olduğu sayı” şeklinde deyimler kullanarak sonsuzluğun etrafından dolaşır. İspatı tekrardan başka şekilde ifade edebiliriz, bu durumda “bütün N’ler” deyişi kullanılır. Bu şekilde deyişler kullanmanın uygun bağlamını ve doğru yollarını bilince hiçbir süre sonsuz sayıda bildirimle uğraşmak zorunda kalmayız. Yalnızca “bütün” sözcüğü şeklinde -kendileri sonlu olmakla beraber sonsuzluğu içinde bulunduran- iki üç kavramla uğraşırız; ve bu tarz şeyleri kullanmakla, ispatlamamız ihtiyaç duyulan sonsuz sayıda olgu bulunmuş olduğu sorununu atlatmış oluruz.
    “Bütün” sözcüğünü usavurmanın fikir süreciyle tanımlanmış birkaç şekilde kullanırız. Yani “bütün”ü kullanmak için uymak zorunda olduğumuz kurallar vardır. Bunların bilincinde olmayabiliriz, fakat sözcüğün anlamı üzerine temellenmiş işlemler yaptığımızı iddia etme eğilimindeyizdir; fakat sonuçta bu yalnızca, asla açıklığa kavuşturamadığımız kurallarca yönlendirildiğimizi söylemenin dolambaçlı bir yoludur. Sözcükleri tüm yaşamımızda belli örüntüler içinde kullanırız ve örüntülere “kurallar” demek yerine, fikir sürecimizin seyrini sözcüklerin “anlamlar”ına yükleriz. Bu bulgu, sayılar kuramının biçimlendirilmesine doğru alman uzun yolda can alıcı bir belirlemeydi.
  • Dilin fırça darbe­lerinin düşüncenin de fırça darbeleri bulunduğunu ve dolayısıyla simgelerin yak­laşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur.
  • Buna cevap vermek için aydınlanmanın ne işe yaradığını idrak etmek gerekir. Aydınlanmanın en özlü özeti kim bilir şudur: ikiliğin aşılması. Peki ikicilik nedir? ikicilik dünyanın kavramsal olarak kategorilere bölünmesidir. Bu fazlaca naturel eğilimi aşmak olanaklı mıdır? “Bölünme” sözcüğünün önüne “kavramsal”ı koymakla bunu entelektüel yada bilgili bir çaba şeklinde göstermiş olabilirim ve kim bilir bundan dolayı basitçe düşüncelerin bastırılmasıyla (düşünceyi bastırmak sanki o denli basitmiş şeklinde!) ikiciliğin üstesinden gelinebileceği izlenimini yaratmış olabilirim. Ama dünyayı sınıflara ayırmak düşüncenin üst katmanının fazlaca altında yer alır; aslen ikicilik, dünyanın kavramsal olarak kategorilere bölünmesi kadar algısal olarak da bölünmesidir. Bir başka deyişle insan algısı doğası gereği ikici bir görüngüdür – en azından aydınlanma araştırmasını çetin bir savaşıma dönüştüren bir görüngü.
  • Zenin ne işe yaradığını bildiğime güvenli değilim. Bir bakıma, onu fazlaca iyi anlamış oldu­ ğımı düşünüyorum; bir bakıma da asla anlayamadığımı. Lisedeki İngilizce öğretmenim, Jöshü’nun MU’sunu sınıfa okuduğundan beri yaşamın Zen veçheleriyle uğraşıyorum ve herhalde bunun sonu asla gelmeyecek. Bana nazaran Zen entelektüel bataklık kumu- kargaşa, karanlık, anlamsızlık, kaostur. Düş kırıklığına uğratır, çıldırtır. Yine de gülünçtür, canlandırır, ayartır. Zenin kendine özgü anlamı, parlaklığı ve açıklığı vardır. Bu bölümde bu etkilerin bir demetini size aktarabilmeyi umuyorum. Ve sonrasında, garip görünse de bu bizi doğruca Gödelci mevzulara götürecek.
    Zen Budizminin temel öğretilerinden birisi Zenin ne işe yaradığını karakterize etmenin yolunun olmadığıdır. Zeni hangi sözel mekân içine kapatmaya çalışırsanız çalışın, direnir ve bu sınırı aşar. Bu durumda Zeni izahat çabalarının hepsi boşa süre geçirme şeklinde görünebilir. Ama Zen ustaları ve öğrencilerinin tutumu bu şekilde değildir, mesela sözel olmalarına rağmen Zen koanları Zen çalışmasının ana parçalarındandır. Kendi başlarına aydınlanma konusun­ da kafi bilgiyi içermeseler de koanların, insan zihnindeki aydınlanmaya götürecek mekanizmayı harekete geçirme kabiliyeti olan “tetikler” oldukları var­ sayılır. Ama genel anlamda, Zen tutumu, sözcüklerin ve hakikatin bağdaşmaz olduğu ya da en azından hiçbir sözcüğün hakikati ele geçiremeyeceği yönündedir.


Gödel, Escher, Bach İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Füg değil ilk olarak bunu belirteyim. Bilemiyorum füg’ün bunun matematiksel terimi nedir, sadece bunun müzikal bir söylence olduğuna kimse beni inandıramaz. Resmen Bach’ta bile matematiksel analizler yerleştirilmiş. Kitaba başlarken Önceliği Bach’a verdim ilgim dolayısıyla. Şundan dolayı kitaba sevmiş olarak başladığım bir isimden başlarsam Gödel’e kadar bir fazlaca kısmı aşmış olurdum. Şundan dolayı Gödel’in matematiksel teorilerini anlayabilmek, söylence içinde çözümleyebilmek oldukça zor olacaktı benim için. Ancak matematiği resmen Bach ve Escher’de işlemiş yazar Douglas Hofstadher (insanın soyadı bile zor).
Kitabı bitirdim diyemem. zira Gödel için bilhassa matematiksel altkültürün olması gerekiyor. –ki yazar burada matematiksel felsefeden fazlaca matematik bilmini işliyor. Escher’in yarısına geldiğimde kitap benim için bitti. Oldukça zor (zorlaştırılmış) bir dile haiz yazarımız. Çözümleyebilmek ve içerik analizi gerçekleştirebilmek için elinizin altında interneti açık tutun zira Hz. Google size oldukça uzak terimlerin anlamları için izahat meydana getirecek.
İşin esprisi bir tarafa kitabın içeriğinden bahsedecek olursam, Escher ve Bach noktasında oldukça Dionyssos’cu bir yaklaşımı var. Ancak bu yaklaşım kitaba adını veren üç büyük isim üstünden değil tamamen olgular üstünden yürümüş. Bilhassa bu adların yarattıkları, ortaya çıkardıkları olgular üstünden. Genelde matematik, sanat ve müziğin özsel olarak iyi mi aynı bulunduğunu gösteren bir kitap olduğu teşhisine şiddetle karşı çıkıyor dünyanın en zor insanı olan Hofstadher. Hatta bir ara sinir olup iyice odaklanmaya çalışınca artık gözümün önünde kanonlar, mantık ve doğruluk, geometri, yinelenme, sentaktik yapılar, anlamın doğası, Zen Budizm, paradokslar, beyin ve zihin, indirgemecilik vebütüncülük, karınca kolonileri, kavram lar ve zihinsel tasarımlar, tercüme, bilgisayarlar ve bilgisayar dilleri, DNA, proteinler, genetik kod, suni zeka, yaratıcılık, bilinçlilik ve özgür istençler dönmeye başladı. İşyerinde yürürken arkadaşımın alnında zen budizm yazdığını gördüm bir an. 🙂
Dil öyleki zorlayıcı ki hakikaten iki buçuk günde yordu beni. Yazar kitabı zorlaştırmak için anlam analizinde kendini ele vermiş diyebilirim. Şundan dolayı zorlaştırmak adına paragraf bütünlükleri, geçişler öyleki alakasız düzenlenmiş ki esasen dili direkt çözmüş olan bir okuyucu paragraf ve bölümler arası kopukluk yüzünden gene okuyamaz bu kitabı. Kitap dilini sadeleştirip okumaya başladığımda gördüğüm ayak oyunu bu oldu. Ayak oyunu dedim zira yazar kendi açıklamasında New York Times’ta çıkan eleştirileri baz alarak anlaşılamamasından duyduğu memnuniyeti sözlerinden anlaşılabiliyor. Hedefine ulaşmış şeklinde.
Bach üstüne Müzikolojik incelemeleri ise oldukça iyidi bölüm bölüm ele almış olsa da. Bach’ın 15 tane Üç-Sesli Envansiyon yazması üstünden Gödel ve Escher’in olgularına atıfta bulunarak ilerlemiş. Envansiyonlarda geçen kahramanların içerik analizlerini yaparak aralarındaki konuşmalardan Escher’in sanat anlayışına atıfta bulunarak çözümlemeler sunuyor. Bunu yaparken Escher’i okumaya başladığınız farkediyorsunuz. Bach hemen hemen tam anlamıyla irdelenememişken Escher’in resimlerinin figür ve zemin paradokslarını işliyor.
Yazarın yarattığı bu karmaşadan çıkış yolunu da, karmaşık bölümleri Bach ve Escher altbaşlıkları altında tekrardan bir araya getirerek buldum. Ancak bu şekilde okunabildi.
Kitabı okuyabilmek için ciddi bir emek harcamak gerek hakikaten. (Uğur De Molinari)

Peki bu Gödel, Escher, Bach: bir Ebedi Gökçe Belik -genellikle “G EB”
kısaltmasıyla malum kitap gerçekte ne hakkındadır?
Bu sual 1973 senesinde ilk taslaklarını yazmaya başladığımdan beri peşimi
asla bırakmadı. Elbette dostlar ne üstüne çalıştığımı sorup durdular, fakat
kısa ve özlü bir izahat getirmekte zorlandım. Seneler sonrasında 1980’de, GEB
bir süreliğine The New York Tim es’m fazlaca satanlar listesine yerleştiğinde,
başlığın altına haftalar süresince şu şekilde tek tümcelik bir özet koyuldu: “Bir bilim insanı gerçekliğin birbirleriyle bağlantılı bir belikler dizgesi olduğunu iddia ediyor.” Ben bu su katılmadık zırvalığı şiddetle protesto edince sonunda yerine, beni yeniden hom urdanm aktan sadece alıkoyan birazcık daha iyi bir
şeyler koydular.
Pek fazlaca insan başlığın her şeyi ifade ettiğini düşünüyor: bir matematikçi,
bir sanatçı ve bir müzisyen hakkında bir kitap. Ama en dikkatsiz bakış bile,
karşı çıkılamaz şekilde yüce kişiler olsalar da, bu üç ferdin per se kitabın
muhteviyatında fazlaca minik roller oynadıklarını görebilir. Kitap kesinlikle bu üç şahıs
hakkında değildir!
Peki, öyleyse GEB’i “matematik, sanat ve müziğin özsel olarak iyi mi aynı
bulunduğunu gösteren bir kitap” olarak betimlemeye ne denir? Bu da gene esas
mevzudan fazlaca uzaktır fakat bu gene de yalnızca kitabı okumayanlardan değil,
kitabı okuyanlardan, hatta büyük bir hevesle okuyanlardan bile onlarca kere
duyduğum bir yorum.
Ve kitabevlerinde, GEB’in birbirinden fazlaca değişik rafları süslediğine şahit
oldum, yalnızca matematik, genel bilimler, felsefe ve bilişsel bilimler (hepsi
de oldukça iyi) değil, hem de din, okült ve Tanrı bilir başka hangi rafları. Bu kitabın ne hakkında bulunduğunu saptam ak niçin bu kadar zor? Herhalde sırf uzun olduğundan değil. Kısmen GEB her türden pek fazlaca mevzuyu fügler ve kanonlar, mantık ve doğruluk, geometri, yinelenme, sentaktik yapılar,
anlamın doğası, Zen Budizm, paradokslar, beyin ve zihin, indirgemecilik ve
bütüncülük, karınca kolonileri, kavram lar ve zihinsel tasarım lar, tercüme, bilgsayarlar ve bilgisayar dilleri, DNA, proteinler, genetik kod, suni zekâ, yaratıcılık, bilinçlilik ve özgür istenç hatta kimi zaman bunlar yetmezmiş şeklinde sanat
ve müzik! sırf yüzeysel değil derinlemesine araştırmış olduğu için bu şekilde olmalı; bu
nedenle pek fazlaca insan için odaktaki mevzuyu saptamak olanaksızlaşıyor. (Mehmet Ergn)

Kitap hakikaten fazlaca ağır. Yazılanları idrak etmek için yavaş ilerlemek, üstünde düşünmek gerekiyor. Okuduğum kitaplar içinde okurken bu şekilde hissettiğim kitap Kapital olmuştu, fakat bu daha sayısal, daha ağır. Matematiği iyi olmayan biri birçok yeri anlayamayacak esasen. Ancak, matematik, mantık, programlama şeklinde alanlara ilgisi olanlar için kitabı okumak fazlaca daha zevkli olacaktır diye düşünüyorum.
Yazara nazaran bu kitap, canlı varlıkların cansız maddeden iyi mi oluştuğunu açıklamaya yönelik bir girişim. Kendilik (self) nedir? Bunun cevabı verilmeye çalışılıyor. Yazar, bu tarz şeyleri, kitap süresince kullanıp, açıklamış olduğu “garip döngüler” (strange loop) ile halletmeye çalışıyor. Yazmaya ilk başladığında kitabın adını “Gödel’in Teoremi ve İnsan Beyni” olarak düşünmüş. Ancak zaman içinde şu anki haline gelmiş.
Bertrand Russell’in Principia Mathematica’sı bu acayip döngüleri engellemek suretiyle yazılmış. Şundan dolayı Russel bu döngüleri bir nevi kusur olarak görüyor. Ancak sonradan Kurt Godel PM’de geri döngüler bulunduğunu, bunun aslen bir kusur olmadığını, tam tersine güçlülük emaresi bulunduğunu gösteriyor.
Kitabın temel görüşü, yeterince karmaşık hale gelmiş, kendine referans yapabilen bir sistemin şuur sahibi olacağı. Yani bilinçlilik hali insana özgü değil, ve siyah-beyaz değil, dereceleri var. Ve bu sistemin organik olması gerekmiyor. Aynı sistem bir bilgisayar programı olarak kurulursa programın gelişmişliği oranında o da bilinçlenir diyor.
Bach, kitapta, yazdığı bazı bestelerde döngüler oluşturmasıyla içeriyor. Escher de aynı şekilde yapmış olduğu resimlerde bu döngüleri kullanmış olmasıyla. Yazar da Escher şeklinde bu döngülerden büyülenmiş. Godel, Escher, ve Bach; üçünün ortak noktası eserlerinde yazarın “garip döngü” söylediği vakası kullanmış olması.
Kitabın ilk kısmı daha fazlaca temel matematik, mantık üstüne. İkinci bölümde de birinci bölümdeki temelin üstüne daha fazlaca şuur, düşünmek, suni zeka mevzuları incelenmiş.
Kitap 70’li yıllara ilişkin fakat yazarın ileri görüşlülüğü, suni zeka ve şuur ile alakalı tahminleri kendine fanatik bırakacak şekilde. (Hakan)


Gödel, Escher, Bach PDF indirme linki var mı?


Douglas R. Hofstadter – Gödel, Escher, Bach kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Gödel, Escher, Bach PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Douglas R. Hofstadter Kimdir?

Douglas Richard Hofstadter, (gen. Douglas R. Hofstadter, d. 15 Şubat 1945) ABD’li bir bilimadamıdır. Yaygın olarak 1979’da gösterilen Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid (Gödel, Escher, Bach: Ebedi Güzel Bağlantı, Türkiye’de Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik adıyla 2001 senesinde yayınlanmıştır) kitabı ile tanınır. 1980 senesinde kurgu dışı alanda Pulitzer Ödülünü kazanan bu kitap, binlerce öğrencinin bilgisayar bilimleri ve suni zekâ mevzusunda meslekler seçmelerine önayak olmuştur.


Douglas R. Hofstadter Kitapları – Eserleri

  • Aklın G’aslı
  • Gödel, Escher, Bach
  • Ben Bir Garip Döngüyüm
  • Gödel, Escher, Bach: an Eternal Golden Braid


Douglas R. Hofstadter Alıntıları – Sözleri

  • “Burada“ diye düşünürken, nereyi kast ettiğimi nereden biliyordum? (Aklın G’aslı)
  • Ya o seni düşlemekten vazgeçerse…
    Borges (Aklın G’aslı)
  • Tümceler içinde anlatılan bir çok fikir çoğu zaman daha çok çö­zümlemediğimiz temel, atomsu bileşenlerden oluşur. Bunlar kabaca sözcük büyüklüğündedir – kimi süre birazcık daha uzun, kimi süre birazcık daha kı­sa. Mesela “şelale” adı, “Niagara Şelalesi” hususi adı, geçmiş süre soneki “- dı,” “yetişmek” fiili ve daha uzun deyimlerin hepsi ortalama atomik öğelerdir. Bunlar bir filmin konusu, bir kentin kokusu, bilincin doğası ve benzeri daha karmaşık kavramları tasvir ederken kullandığımız temel fırça darbeleridir. Böylesi karmaşık düşünler tek fırça darbelerinden oluşmaz. Dilin fırça darbe­lerinin düşüncenin de fırça darbeleri bulunduğunu ve dolayısıyla simgelerin yak­laşık bu büyüklükte kavramları temsil ettiğini düşünmek usa uygundur. O halde bir simge kabaca, kendisi için bildiğiniz bir sözcük ya da sözcük öbeği­nin bulunmuş olduğu ya da bir hususi adla ilişkilendirdiğiniz bir şey olacaktır. Ve bir aşk ilişkisindeki problem şeklinde, daha karmaşık bir düşüncenin beyinde temsili, öteki simgeler tarafınca çeşitli simgelerin etkinleştirilmelerinin oldukça kar­maşık bir dizisi olacaktır (Gödel, Escher, Bach)
  • Tosbağa: İyi günler Bay A.
    Akhilleus: Vay, sana da iyi günler.
    Tosbağa: Seni görmek ne güzel.
    Akhilleus: Sen benden fazlaca yaşayacaksın.
    Tosbağa: Yürüyüş içinde muhteşem bigün. Yakında eve varırım sanırım. Akhilleus: Ah, hakikaten mi? Senin için yürümekten daha iyi bir şey yoktur bence.
    Tosbağa: Bu arada senin de bugünlerde pek dinç göründüğünü söylemeliyim.
    Akhilleus: Oldukca teşekkür ederim.
    Tosbağa: Hiç mühim değil. Puromdan alır miydin?
    Akhilleus: Ah, ne zevksiz herifsin. Bu alanda HollandalIların yapmış olduğu katkılar bilhassa fazlaca zevksiz, sen de öyleki düşünmüyor musun?
    Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale­ ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm so­nunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yinede korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün bulunduğunu hissedece­ğim.
    Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kati. De gustibus non est disputandum.
    Tosbağa: Söylesene, senin yaşlarında olmak iyi mi bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu?
    Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz.
    Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir.
    Akhilleus: Saçma. Büyük fark bulunduğunu biliyorsun.
    Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun?
    Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gita­ra üç metre tanıdığından olsun dokunmadım.
    Tosbağa: Buna katılmıyorum. Ama zevkten söz etmişken, geçen gün bir gale­ride senin gözde sanatçın M. C. Escher’in Yengeç Kanonu’nu gördüm so­nunda ve hem ileri hem geri gidişlerle kendi kendisiyle içiçe geçirdiği tek bir temayla sergilediği güzellik ve yaratıcılığın hakkını teslim ettim. Yine de korkarım daima Bach’ın Escher’den daha üstün bulunduğunu hissedece­ğim.
    Akhilleus: Bilemem. Ama zevklerle ilgili tartışmaların umurumda olmadığı kati. De gustibus non est disputandum.
    Tosbağa: Söylesene, senin yaşlarında olmak iyi mi bir şey? Artık hiçbir şeyin umurunda olmadığı doğru mu?
    Akhilleus: Kesin olarak, hiçbir kaygın kalmaz.
    Tosbağa: Ah, şey, benim için hepsi bir.
    Akhilleus: Saçma. Büyük fark bulunduğunu biliyorsun.
    Tosbağa: Bana bak, sen gitar çalmıyor muydun?
    Akhilleus: Hayır, bir dostum çalar. Genellikle çalar, aptal. Ama ben bir gita­ra üç metre tanıdığından olsun dokunmadım. (Gödel, Escher, Bach)
  • İnsana özgü herhangi bir dilde adların ve fiillerin (vb) sınırsız karmaşıklıkta bir dansa girişebilmeleri şeklinde, naturel sayılar da sınırsız karmaşıklıkta bir toplama ve çarpma (vb) dansına girişebilirler ve bir kod ya da analoji vesilesiyle sayısal olsun olmasın her türlü vaka hakkında “konuşabilirler.” (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Beyindeki en mühim hücreler sayıları on milyar kadar olan sinir hücreleri ya da nöronlardır. (Gariptir, fakat beyinde nöronların on katı kadar glial hücreleri ya da glia bulunur. Glianın nöronların başrolüne nazaran destek role haiz olduğuna inanılır, bu yüzden ikimiz de onları tartışmamızın haricinde bırakacağız.) Her bir nöron birkaç sinapsa (“giriş iskeleleri”) ve bir aksona (“çıktı kanalı”) haizdir. Girdi ve çıktı elektrokimyasal akışlardır: ya­ni hareket eden iyonlar. Bir nöronun giriş iskeleleri ile çıktı kanalı içinde “kararların” verildiği hücre gövdesi bulunur. Bir nöronun karşılaşmış olduğu karar tipi -ve bu saniyede bin kez kadar olabilir- şudur: ateşlemek ya da ateşleme­mek – şu demek oluyor ki sonunda bir ya da daha çok başka nöronların giriş iskelelerine girecek, böylece onların da aynı türde karar vermesine niçin olacak iyonları, aksonundan aşağı bırakıp bırakmamak. Karar fazlaca rahat bir şekilde verilir: Eğer tüm girdilerin toplamı belli bir eşiği aşarsa, evet; aksi takdirde hayır.
    Girdilerin bir kısmı, başka yerlerden gelen pozitif girdileri iptal eden negatif girdiler olabilir. Her durumda zihnin en alt düzeyini yöneten rahat toplama işlemidir. Descartes’in meşhur deyişini birazcık değiştirerek söylersek, “Düşünüyo­rum, öyleyse topluyorum” (Latince, Cogito ergo am).
    Karar verme seçimi fazlaca rahat şeklinde görünmesine rağmen mevzuyu karmaşıklaş­tıran bir olgu vardır: Bir nöronun 200.000 ayrı giriş iskelesi olabilir, bu da, nöronun sonraki eyleminin belirleniminde 200.000 ayrı toplama gerekebileceği anlamına gelir. Karar verildiğinde, iyonların bir pulsu, aksondan aşağı son uca doğru hızla yol alır, iyonlar uca ulaşmadan ilkin bir -ya da birkaç- çatallanmayla karşılaşabilirler. Böylesi durumlarda, tek çıktı pulsu, çatallanan aksondan aşağı ilerlerken parçalara ayrılır ve uca ulaşmadan “tek” iken “çok” olur – ve bunlar hedeflerine ayrı zamanlarda ulaşabilirler, zira bo­yunca ilerledikleri akson dalları değişik uzunluklar ve değişik dirençlerde olabi­lir. Bununla beraber mühim olan bunların hepsinin hücre gövdesinden ayrılır­ken tek bir puls olarak hareketlerine başlamalarıdır. Bir nöron ateşledikten sonrasında tekrardan ateşlemeden ilkin kısa bir toparlanma süresine gerekseme duyar; bu karakteristik olarak saniyenin binde birleriyle ölçülen bir süredir, dolayı­sıyla bir nöron saniyede bin keze kadar ateşleyebilir. (Gödel, Escher, Bach)
  • Farkındalık içeren bir ahmaklığa gereksinimim var. Kendi kusursuz boşluklarını görebilmek için masum bir göz ve boş bir kafa gereklidir. (Aklın G’aslı)
  • Babamın ölümünü izleyen aylarda kasvetli bir günde ailemin evinde mutfakta idim ve annem babamın bir ihtimal 15 yıl ilkin çekilmiş insanoğlunun içine işleyen sempatik bir fotoğrafına bakıyordu. Annem umutsuzca bana “bu fotoğrafın anlamı ne? hiçbir anlamı yok! üstünde şurada burada koyu renk noktalar olan düz bir bez parçasından ibaret, hiçbir işe yaramıyor,” dedi. Annemin kedere boğulmuş sözlerini çıplaklığı başımı döndürdü. Şundan dolayı sezgilerim bana ona katılmadığını söylüyordu.

    “Oturma odasında fazlaca mühim bir piyano etütleri kitabı var tüm sayfalarında koyu renk işaretler olan kağıtlar bunlar. Tıpkı babamın fotoğrafı şeklinde, 2 boyutlu dümdüz ve eğilip bükülebilen kağıttan yapılmış. gene de 150 senedir bunların dünyanın dört bir tarafınca iyi mi kuvvetli bir tesir yaptığını düşün. O düz kağıtlar üstünde kara işaretler yardımıyla, birbirinden habersiz binlerce insan aynı anda parmaklarını kalmış görüntülerle piyanonun klavyesinde gezdirerek kendilerini anlatılmayacak seviyede haz ve yüce anlam duyguları veren sesler üretiyorlar. ve bu piyanistler bizlere, senin benim şeklinde milyonlarca dinleyiciye, frederic chopin’in yüreğinde esen duygusal fırtınaları ulaştırıyorlar. Böylece hepimizde bir nebze de olsa chopin’in iç dünyasının kapısı aralanıyor ve frederic chopin’in kafasında, daha doğrusu ruhunda yaşamış olduğu deneyimleri açılıyoruz. o kağıtlar üstündeki işaretler ruh yongalarından, frederic chopin’in paramparça ruhunun etrafa dağılmış kırıntılarından başka bir şey değil.” (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Eukleides’in ispatı tüm sayıların belli bir özelliğe haiz bulunduğunun bir ispatı olmasına rağmen, ayrı ayrı sonsuz sayıda fazlaca durumu işlemden geçirmekten kaçınır. “N ne olursa olsun,” ya da “N’nin olduğu sayı” şeklinde deyimler kullanarak sonsuzluğun etrafından dolaşır. İspatı tekrardan başka şekilde ifade edebiliriz, bu durumda “bütün N’ler” deyişi kullanılır. Bu şekilde deyişler kullanmanın uygun bağlamını ve doğru yollarını bilince hiçbir süre sonsuz sayıda bildirimle uğraşmak zorunda kalmayız. Yalnızca “bütün” sözcüğü şeklinde -kendileri sonlu olmakla beraber sonsuzluğu içinde bulunduran- iki üç kavramla uğraşırız; ve bu tarz şeyleri kullanmakla, ispatlamamız ihtiyaç duyulan sonsuz sayıda olgu bulunmuş olduğu sorununu atlatmış oluruz.
    “Bütün” sözcüğünü usavurmanın fikir süreciyle tanımlanmış birkaç şekilde kullanırız. Yani “bütün”ü kullanmak için uymak zorunda olduğumuz kurallar vardır. Bunların bilincinde olmayabiliriz, fakat sözcüğün anlamı üzerine temellenmiş işlemler yaptığımızı iddia etme eğilimindeyizdir; fakat sonuçta bu yalnızca, asla açıklığa kavuşturamadığımız kurallarca yönlendirildiğimizi söylemenin dolambaçlı bir yoludur. Sözcükleri tüm yaşamımızda belli örüntüler içinde kullanırız ve örüntülere “kurallar” demek yerine, fikir sürecimizin seyrini sözcüklerin “anlamlar”ına yükleriz. Bu bulgu, sayılar kuramının biçimlendirilmesine doğru alman uzun yolda can alıcı bir belirlemeydi. (Gödel, Escher, Bach)
  • PLATON: Evet, düşünceme sözcükleri dizgesel olarak birbiriyle
    bağlantılandırma alışkanlığı rehberlik ediyor.
    SOKRATES: O süre bir kez daha bu bilgili düşüncelerin refleks
    bir edimle üretildiği ortaya çıkıyor.
    PLATON: Bu doğruysa bilgili olduğumu iyi mi bilebilirim, yaşadı-
    gımı iyi mi hissedebilirim, bunu göremiyorum, fakat dayan-
    dığın savı izleyebiliyorum.
    SOKRATES: Ama bu savın kendisi tepkinin alışkanlıktan ibaret ol-
    duğunu ve seni yaşadığını bildiğini anlatmaya yönlendiren
    bilgili bir fikir olmadığını gösteriyor. Üstünde düşün-
    mekten vazgeçtiğinde, bu şekilde bir cümle dile getirmekle ne
    demek istediğini hakikaten anlıyor musun? Yoksa bu bilinç-
    li olarak düşünmeden öylece aklına mı geliyor?
    PLATON: Kafam öyleki karıştı ki, aslen bilmiyorum.
    SOKRATES: Yeni yollara sapınca insanoğlunun kafasının iyi mi karıştığı-
    nı görmek garip oluyor. “Yaşıyorum” cümlesini ne kadar azca
    anladığını görüyor musun? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Bilinci beynin içindeki hücreler taşımıyor; bilinci taşıyan örüntüler. Mühim olan araç-gereç değil, örgütlenme örüntüsü. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Bir organizmanın kategori dağarcığı ne kadar yoksulsa, kendilik döngüsü de o denli yoksuldur, bir noktadan sonrasında da geriye asla kendilik kalmaz. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Zenin ne işe yaradığını bildiğime güvenli değilim. Bir bakıma, onu fazlaca iyi anlamış oldu­ ğımı düşünüyorum; bir bakıma da asla anlayamadığımı. Lisedeki İngilizce öğretmenim, Jöshü’nun MU’sunu sınıfa okuduğundan beri yaşamın Zen veçheleriyle uğraşıyorum ve herhalde bunun sonu asla gelmeyecek. Bana nazaran Zen entelektüel bataklık kumu- kargaşa, karanlık, anlamsızlık, kaostur. Düş kırıklığına uğratır, çıldırtır. Yine de gülünçtür, canlandırır, ayartır. Zenin kendine özgü anlamı, parlaklığı ve açıklığı vardır. Bu bölümde bu etkilerin bir demetini size aktarabilmeyi umuyorum. Ve sonrasında, garip görünse de bu bizi doğruca Gödelci mevzulara götürecek.
    Zen Budizminin temel öğretilerinden birisi Zenin ne işe yaradığını karakterize etmenin yolunun olmadığıdır. Zeni hangi sözel mekân içine kapatmaya çalışırsanız çalışın, direnir ve bu sınırı aşar. Bu durumda Zeni izahat çabalarının hepsi boşa süre geçirme şeklinde görünebilir. Ama Zen ustaları ve öğrencilerinin tutumu bu şekilde değildir, mesela sözel olmalarına rağmen Zen koanları Zen çalışmasının ana parçalarındandır. Kendi başlarına aydınlanma konusun­ da kafi bilgiyi içermeseler de koanların, insan zihnindeki aydınlanmaya götürecek mekanizmayı harekete geçirme kabiliyeti olan “tetikler” oldukları var­ sayılır. Ama genel anlamda, Zen tutumu, sözcüklerin ve hakikatin bağdaşmaz olduğu ya da en azından hiçbir sözcüğün hakikati ele geçiremeyeceği yönündedir. (Gödel, Escher, Bach)
  • Canlı olmakla yaşamak arasındaki fark ne? (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Aristoteles beynin, kanı serinleten bir organ bulunduğunu söylemişti. (Aklın G’aslı)
  • Mantık, sezgiyi geçersiz kılar. (Aklın G’aslı)
  • … ben dün olduğum kişiye fazlaca “yakın” olurum, iki gün ilkin olduğum kişiye birazcık daha uzak olurum. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Zihin-beden sorununu çözümsüz hale getiren bilinçtir. (Aklın G’aslı)
  • Matematiğe yatkın bir kafa için bir şeyin “kanıtı” olması” onun “doğru olmasıyla” aynı şey! Aynı şekilde, bir şeyin “yanlış olmasıyla” “kanıtı olmaması” anlamına geliyor. (Ben Bir Garip Döngüyüm)
  • Hiç kimse bir kasırganın ne işe yaradığını tam olarak tanımlayanmaz. (Aklın G’aslı)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş