Eğitim

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması – İdris Küçükömer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması – İdris Küçükömer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kimin eseri? Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitabının yazarı kimdir? Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması konusu ve anafikri nedir? Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitabı ne konu alıyor? Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması PDF indirme linki var mı? Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitabının yazarı İdris Küçükömer kimdir? İşte Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: İdris Küçükömer

Yayın Evi: Profil Yayıncılık

İSBN: 9789759962258

Sayfa Sayısı: 256


Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

‘Türkiye’de sağ sol, sol da sağdır. Türkiye’nin “solcuları” gericidir. Türkiye’nin ilericileri “sağ” cenahta görülen geniş İslamcı halk kitleleridir.’

İlk kez yayınlandığı 1969 senesinde tüm siyasal kavramları altüst eden ve şok tesiri yaratan Düzenin Yabancılaşması, ilerici-gerici, sağ-sol denkleminin yerlerini değiştirmişti. İdris Küçükömer’e bakılırsa Türkiye’nin solcuları gericiydi ve halkı yönetilecek koyun olarak görüyordu. Türkiye’nin ilericileri ise sağ cenahta görülen muhafazakâr, geniş İslamcı halk kitleleriydi. 

Küçükömer devrin aydınlarının aksine 1960 anayasasını ve Milli Güvenlik Kurulu’nu antidemokratik buluyordu. Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildi, yalnız bir Türk-Yunan savaşıydı. Kimsenin anlatmaya bile cesaret edemediği fikirlerinden dolayı İdris Küçükömer maalesef büyük bir ambargoya maruz kaldı, yok sayıldı.

Aradan geçen 40 yıla karşın fikirleri hâlâ ilk günkü tazeliğini sakınan ve tartışılan Küçükömer ciddi bir övgüyü hak ediyor. Düzenin Yabancılaşması Türkiye’nin meselelerine kafa yoran her insanın okuması ve üstünde düşünmesi ihtiyaç duyulan bir başyapıt.


Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması Alıntıları – Sözleri

  • CHP’nin yurt sorunlarını çözmekte, sözünü oldukca etmiş olduğu bir de yöntem anlayışı vardır: Pragmatik yöntem. Bu ad, Anglosakson dünyasından ithal edilmişti. Fakat siyasetçi tutuma uyan bir halde ele alınmaktadır. Ve şu şekilde denilmektedir: “Biz yurdun ihtiyacında olduğu şeyleri arayacağız ve gerekeni gerektiğinde o zaman yapacağız”.
    Burada sorun, pragmatik metodun tenkidi değil, bürokratın kuşkulu, denge arayan tutumudur. Yani gerektiğinde sosyalistleri öldüreceksin, süreceksin, gerektiğinde internasyonal toplumcu kongrelere katılmak isteyeceksin (İttihat ve Terakki’de olduğu şeklinde); gerektiğinde denge için yukarı kademelerdeki bazı bürokratlara komünist partisi dahi kurduracaksın (1920); esnasında liberal, esnasında devletçi, vs. olacaksın. Köy Enstitüleri’ni kuracaksın, sonrasında yıkacaksın ve zamanı erişince yeniden savunacaksın. Yabancı sermayeyi kabul edeceksin sonrasında karşısına çıkacaksın, sonrasında konsorsiyumu kabul edeceksin.
    Bugün azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerle ilişkileri ve meseleleri üstünde oldukça aydınlık bir durum olmasına rağmen, devrimci denilen CHP’nin devrimci bir teorisi yoktur.
    Bu olmadan, meselelerimizi çözmek için pragmatik metodu esas almakla nereye varllabilir? Türkiye’de hâlâ karacahilin mutlak miktarı artarken, hâlâ evlerde yakıt olarak %20 civarında tezek kullanılırken, hala karasaban miktarı artarken (İkinci 5 Senelik Plan), hala her yıl kızamık şeklinde bir hastalıktan 10-15 bin çocuk ölürken pragmatik metotla nereye gideceksiniz? Batılılaşma adına nereye geldik?
  • Tarihi oyunu anlayanlar, yerlerini belirleme ettikçe ve oyundan sıyrıldıkça, tarih ırmağının muntazam değilse bile duru ve ileri akması olanakları dünyaya gelecektir.
  • Ama ne var ki, Mustafa Kemal’in de düzenleyebileceği ve düzenleyemeyeceği şeyler vardır:
    Fethi Bey arkadaşları ile parti teşkilatı için seyahate çıkar. Ve daha ilk merhalede, her şey allak bullak olur. Mesela ilk merhale olan İzmir’de, “Fethi Bey geliyor” diye yer yerinden oynar. Daha sekiz yıl ilkin başta Mustafa Kemal’in kumandasında düşmandan kurtarılan İzmir’de halk dalga dalga Fethi Bey’in, neredeyse ayaklarına kapanır, haykırırlar:
    —-Kurtar bizi, kurtar!
    Hatta bu karışıklıkta bir polis kurşunu ile yaralanan bir yavruyu kucağına alan yaşlı bir baba, bu kurbanı getirir, Fethi Bey’in ayaklarına serer:
    -Bu ilk kurbanımız, fakat daha kurbanlar lazımsa vereceğiz, fakat bizi kurtar! diye inler. Meydanda gözyaşı selleri çağlar. Her tarafta bazı resimler yırtılır, parçalanır..
    Halbuki Fethi Bey, halk için bilinmeyen bir adamdır. Ve sonrasında, kim, kimi, kimden kurtaracaktı? Bu İzmir, daha sekiz yıl evvel, düşman işgalinden kurtarılmadı mı? Ve bu şehri kurtaranlar, şimdi bu halkın:
    -Bizi onlardan kurtar, dedikleri değiller mi? O halde sekiz yıl içinde ne oldu? Bu gözyaşları, bu kurbanlar niçin?
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl adlı garip kitabında, kendisinin yer almış olduğu Devrim denilen hareket içinde bürokratların yalnızlığını itiraf etmektedir. Karaosmanoğlu, eğer devrimci bir-iki lidere bir şey olsa, tüm devrimlerin yok olacağı korkusunu belirtmiştir. ‘Devrimleri Koruma’ sloganı da aslına bakarsak bu yalnızlık korkusundan ortaya çıkmıştı. Devrim denilen şeyler kime karşı korunacaktı? Neden devrimlerin korunması gençliğe bırakılmıştı? Halk nerede idi, köylü efendimiz nerede idi? Devrimler, kimler için korunacaktı? Bu sorular şimdi ısrarla sorulmalıdır bence.
  • 1908 Meşrutiyeti ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, imparatorluğa başat olmuştu. Devlet cemiyetin eline geçmişti. Fakat Osmanlı Devleti’ni ele geçirmek, toplumu ele geçirmek değildi. Oysa onlar toplumu, daha doğrusu halkı elde edeceklerine, devleti elde etmek istemekteydiler ve bu yoldan elde edilmiş ya da kapılan devlet, kurtarılabilir sanılıyordu. Devletin toplumda (hiç olmazsa bazı sınıflarla) organik bütünlüğü olmaksızın güçlü olamayacağını, kurtulamayacağını göremeyen Osmanlı bürokratı, devlet gücünün temelini de anlayamayacaktı. Türkiye’nin politik eliti böyleydi ve hep bu şekilde kaldı. Sıçranarak elde edilmiş iktidar nispi bir yalnızlığa mahkümdu. Fakat geçici de olsa sıçranarak iktidar kapılabiliyordu da.
  • Türkiye’nin solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana değillerdir, tek merkezli, yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler.
  • (…)
    Millî savunmalar da Amerika standartlarına uydurulmaya çalışılınca ne olacaktı? Orduların giyiminden silahına kadar meydana getirilen harcamalarla Amerikan tulumbaları, sürekli olarak Amerika lehine çalışacaktı.
    Eğitim sistemi de sözünü ettiğimiz tulumbanın bir parçası olarak onunla tamamlaştırılacaktı.
    Tüm bunlar kapitalizmin işleyişini bilenler için görülmesi güç şeyler değildi. Fakat Türkiye’de bu tarz şeyleri anlatma ortamının yaratılmasına, CHP bürokratları engel oldular. Anlatmaya çalışan bir azınlığın ise canına okundu.
    Evet, Kurtuluş Savaşı’na karşın, niçin yeniden bağımlı hale geldiğimizin açıkça iddia edilmiş olduğu bir duruma geldik dayandık?


Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Düzenin Yabancılaşması ve Hangi Kesim Sağ, Hangi Kesim Sol?: 1960’lı yıllarda entelektüellerin gündemini meşgul eden en mühim münakaşa konusu, ‘toplumsal yapı’ ve bilhassa Osmanlı’nın üretim biçimi üstüne meselelerdi. 1961 Anayasa’sının sağlamış olduğu göreli demokratik ortam, sosyalizmin öne çıkmasını ve devrim stratejileri açısından Osmanlı’nın toplumsal yapısının iyi mi tanımlanması icap ettiğini ve bu çerçevede, feodalite-Asya tipi üretim seçimi dikotomisinin, entelektüellerin temel ilgi alanı haline gelmesini sağlıyordu. İktisatçı ve sosyolog kimliğiyle öne çıkan İdris Küçükömer, 1969 senesinde yayımladığı Düzenin Yabancılaşması adlı kitabıyla münakaşaya katılarak, Osmanlı toplumsal yapısının Asya tipi üretim tarzına daha yakın bulunduğunu savunuyordu. Sencer Divitçioğlu ve Selahattin Hilav’la beraber aynı tezi savunmakla birlikte, Osmanlı’dan beri süregelen ve Cumhuriyet’e de intikal eden siyasal yapıya dair oldukça değişik ve şaşırtıcı tezler ileri sürüyordu. Bu tezlerin en önemlisi ise Türkiye’de esasen ‘solcu’ olarak adlandırılan partilerin ya da oluşumların ‘sağcı’, ‘sağcı’ olarak tanımlanan partilerin ise ‘solcu’ olduklarını iddia etmesiydi.
Küçükömer 1969 senesinde yayımladığı Düzenin yabancılaşması adlı kitabında ileri sürdüğü tezine bakılırsa, ‘Yeniçeri, esnaf, ulema birliğinden gelen Doğucu-İslamcı Halk cephesine dayanan: Jön Türklerin Prens Sabahattin kanadı, Hürriyet ve İtilaf, İkinci Grup(Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nde) ,Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti ve devamında gelebilecek parti ya da akımlar ‘sol yan’ ı oluşturuyordu. Buna karşılık bilinenin aksine, Batıcı-laik bürokratik geleneği temsil eden: Jön Türklerin Terakki ve İttihat kanadı, İttihat ve Terakki(ilkin toplum sonrasında fırka), Birinci Grup(Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nde), C.H.Fırkası(Partisi), C.H.P-M.B. K.(Milli Birlik Komitesi), C.H.P( Ortanın Solu) ve devamında gelen parti ya da gruplar ise ‘sağ yan’ı oluşturuyordu. Küçükömer’in tezi dönemine bakılırsa oldukça kışkırtıcıydı ve malum ezberleri tersine çeviriyordu. Sol yan olarak tanımlanan kesimin temel özelliği halka dayanması ve halktan kopuk olmamasıydı. Sağ yan olarak anlatılan kesimin temel özeliği ise devleti kurtarmaktı ve bu cenah Batıcı-laik bürokratik geleneğin temsilcileriydiler. Küçükömer, halktan kopuk ve halka yabancılaşmış bir partinin (CHP), iddia edilmiş olduğu şeklinde solcu olamayacağını, tersine devleti kurtarma ve bürokrasiye dayanma şeklinde temel özelikleri itibariyle sadece sağcı olabileceğini iddia ediyordu.
Bugünkü entelektüel çevrelerde de Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması kitabı hala tartışılıyor ve güncelliğini koruyor. Üstelik entelektüel çevrelerdeki tartışmalardan ayrı olarak, güncel siyasal kutuplaşmalara ve cari siyasete bakıldığında Küçükömer’in tezlerinin güncelliğini koruduğu görülüyor. Sol bir parti bulunduğunu devamlı olarak ileri devam eden CHP’nin, halen halka uzak oluşu ve belirli çevreler haricinde geniş halk kesimlerinden oy alamaması, seçkinlerin ve halka uzak Batıcı-laiklerin partisi olduğu iddiasının ajitatif bir iddia olmadığını güçlendiriyor. Buna karşılık Küçükömer’in ‘sağ yan’ diye tanımladığı gelenekten gelen ve ‘Doğucu-İslamcı halk cephesine dayanan’ Adalet ve Kalkınma Partisi halkın yarıya yakın bir kısmının teveccühüne mazhar olmuş görünüyor. Bu çerçevede Küçükömer’in tezlerinin en azından belirli bir gerçekçiliğinin olduğu ve Türkiye toplumunun temel politik konumlanış itibariyle(minik partileri saymazsak) 1960’lı yıllardan bu yana pek değişmediğini söyleyebiliriz.
İdris Küçükömer’in gerçekçi analizlerinin en önemlilerinden birisi de, 1961 Anayasa’sına kuşkuyla bakması ve gerici ve antidemokratik bir anayasa olarak nitelemesidir. Siyasal iktidarların icraatlarının denetlenmesi amacıyla Anayasa Mahkemesi şeklinde dengeli demokrasiyi amaçlayan kurumların kurulması, sendikaların, üniversitelerin daha özerk bir yapıya kavuşturulması vb reformlarla göreli demokratik bir seviye oluşturulsa bile askeri vesayet kurumsallaştırıldığı için, 1961 Anayasa’sının antidemokratik niteliği öne çıkmaktadır. Seçilmiş bir siyasal iktidarın askeri darbeyle devrilmiş olması demokrasini özüne aykırıdır. Devrin siyasal iktidarı olan Adalet Partisi’nin antidemokratik bir yöne doğru savrulduğu teslim edilse bile askeri darbeyle devrilmiş olması kabul edilemez. Küçükömer,1961 Anayasası ile oluşturulan Milli Güvenlik Kurulu’nun antidemokratik niteliğini bilhassa vurgular. Sivil iradeyi askeri güce zorunlu kılan ve askeri vesayeti kurumsallaştıran 1960 İhtilali’nin OYAK şeklinde kuruluşlarla yürürlükteki düzene uyumlu hale geldiğini belirtir.
İdris Küçükömer’in üstünde durulmayı hak eden başka bir mühim iddiası da, Türk halkının demokratik yaşamı seçebilmesinin önünde genetik engeller olabileceği yönündedir. Yüzyıllar boyu ‘tebaa ve kul’ olarak yaşamış ve merkezi devlete doğal olarak olmuş insanlarla demokratik bir düzenin tesisi edilebilmesinin oldukça zor olacağını imler. Üstelik ‘sivil toplum’dan yoksun olunmasının da demokratik seviye yolunda büyük bir eksiklik bulunduğunu vurgular. Ceberut devlet karşısında vatandaşı koruyacak ve denge unsuru olabilecek sivil toplumun yokluğunun büyük bir handikap bulunduğunu vurgular.
İdris Küçükömer kışkırtıcı tezlerini ileri sürerken, üretim güçlerinin gelişmesini elde eden kesimlerin gerçek anlamda ilerici olabileceğini belirtiyordu. Tarihin itici enerjisini üretim güçlerinin gelişmesi elde eden toplumsal kesimlerin oluşturduğunu iddia ediyordu. Bu anlamda bürokratik vesayeti temsil eden ve devleti koruma dürtüsüyle hareket eden kesimlerin gerçek anlamda gerici bulunduğunu vurguluyordu. Günümüze bakıldığında, Marxist perspektif gerçek sosyalizmin iflasından sonrasında terk edilmiş olduğu için, üretim güçleri terimi geçerliliğini yitirmiştir. Bu anlama gelmek suretiyle, ülkeyi büyük bir şantiyeye çeviren, duble yollar icra eden ve tek başına hükümet etmenin avantajlarını kullanan siyasal iktidar ülkeyi kalkındırdığı iddiasıyla halk nazarında büyük bir destek bulmaktadır. Buna karşılık demokrasi ve insan hakları bağlamında ülkenin {hiç de} aydınlık günlere doğru ilerlemediği tersine her geçen gün antidemokratik niteliği gittikçe artan siyasal iktidarın tasarruflarına maruz kalındığı gözükmektedir.
Liberal siyasal düşünceyi korumak için çaba sarfeden entelektüeller, siyasal iktidarın gidişatı hakkında 2011 yılına kadar neredeyse İdris Küçükömer’in tezleriyle birebir örtüşen düşüncelere sahiplerdi. 2011 yılından sonrasında, iktidarın karşıcılık cephesini tamamen sindirmeye yönelik adımlarından sonrasında ‘Doğucu-İslamcı’ kesimin gerçek anlamda demokrasiyi istemediklerini anlamaya başladılar. Demokrasinin vasıta olarak telakki edildiğini algı eden liberal kesim artık iktidarı kıyasıya eleştiriyor. Dolayısıyla İslamcı kesimin mutlak anlamda ilerici bulunduğunu savlamak artık neredeyse imkânsızdır. Muhalefete en minik tahammülü bile olmayan, basını, entelektüelleri sindiren ve iktidar olmayı ikbal ardında koşmak olarak telakki eden İslamcı cephe Türkiye’nin geleceğini ipotek altına almıştır ve artık ayak bağıdır.
Sonuç itibariyle Küçükömer’in CHP ve geleneğine dair iddiaları büyük seviyede geçerliliğini korurken, İslamcı kesime dair iddiaları ise geçerliliğini yitirmiştir. CHP geleneğinin gerçek anlamda solcu olmadığı devletçi reflekslerinin günümüzde hala devam ettiğinden anlaşılmaktadır. İslamcı kesime dair düşünceleri ise, bu kesimin gittikçe otoriterleşen ve cemiyet üstünde muhafazakâr tahakküm oluşturmak istemesinden bahisle artık yanlışlanmıştır. Buna karşın Küçükömer’in tarihsel çözümlemeleri ve Türkiye tarihini gerçekçi bir halde okuması sebebiyle değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. İktisatçı ve sosyolog gözüyle yapmış olduğu çözümlemeler, kışkırtıcı tezi sebebiyle yüzeysel değerlendirilse de, daha detaylı okumalarda ufuk açıcı yorumları toplumsal bilimcileri aydınlatacaktır (Hasan Hüseyin AKKAŞ)

Bilenler bilir, bazen okuduğum kitaplar hakkında birkaç kelam eder, o şekilde paylaşırım. Lakin o şekilde kitaplar vardır ki her satırı altı çizilesi, her paragrafı üstünde derin derin düşünülesidir. Gerek tespitleri, gerekse de analizleriyle düşün dünyanıza yeni bir yön verir. Belki de çoğunu bildiğiniz halde, zihninizde dağınık bir halde depolanmış bilgilerinize çekidüzen getirir. İşte bu da onlardan biri.
1935 Giresun doğumlu, ekonomi profesörü, yakın tarihin ekonomik, toplumsal ve siyasal meselelerine dair eserler kaleme alan İdris Küçükömer, ilkin Batılı paracı düzenin iyi mi kurulduğunu, temel dinamikleri tamamen değişik olan doğuda iyi mi algılanıp, öykünmek edilmeye çalışıldığını konu alıyor aslına bakarsak. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, “Batılılaşma” anlamında düzenin iyi mi yabancılaştırıldığının derin bir analizi… Günümüz politika anlayışının zihin kodlarını da bulabileceğiniz bu hacmi minik fakat tesiri büyük emek vermeyi gözardı etmeyin derim. Keyifli okumalar. (Sıtkı Öztürk)

– “Feodal düzende toprak hakimiyeti, paracı düzende sermayenin hakimiyetine dönüşmüştür.” 
– “Üretim ilişkileri, yeni bir gücün ortaya çıkmasını sürekli olarak engelleyebilmektedir.” Zira toplumda egemen olan ekonomik güce haiz bu güç (otonomi) hukuki, askeri, siyasal vs. kurumları şekillendirerek bunlar vasıtasıyla çıkar sağlayıp rakiplerinin önünü kesebilir. (politik otonomi)
– Cumhuriyetin baskısından halkın kendisini savunacağı tek cephe, İslamcı cephe, içe dönük ve kapalı olmaya itilmiştir.
– Osmanlı’nın Batı’dan almış olduğu her yenilikte, kapitalizmin ve paracı yaşam tarzının izleri vardı. Kız kulesindeki sepetin içindeki yılan şeklinde. (Tuncay Iyi sabahlar)


Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması PDF indirme linki var mı?


İdris Küçükömer – Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İdris Küçükömer Kimdir?

Türk iktisatçı ve düşünür. Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının ters oturduğunu, CHP’nin aslına bakarsak sağ bir parti bulunduğunu iddia etmesi ile ünlenmiştir.

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tahsil gördü. Aynı fakültede doktorasını tamamladı, hemen sonra da doçent oldu. Fakülte kurulunun profesörlüğe yükseltilmesi için almış olduğu karar,üniversite senatosunca onaylanmadı. Bunun üstüne Danıştay’da açmış olduğu davayı kazanmasına rağmen, profesörlüğüne ilişkin kararname 10 Senelik bir gecikme ile sadece 1976’da yürürlüğe girdi.

1960 sonrasındaYön’de yazdığı yazılarla tanındı. NAt Dergisi’ndeki yazıları münakaşa yarattı.Milliyet gazetesindeki açık oturumlarda devrin yerleşik yargılarını sorguladı. Sonra 1973’de on senelik bir suskunluğa büründü ve hemen sonra Yeni Gündem yazılarıyla yeniden ortaya çıktı.

Küçükömer’in ileri sürdüğü en mühim görüş, Türkiye’de devletin despotik niteliğinin sivil toplumun gelişmesi önünde duran en büyük engellerden biri olduğudur. Başta Sencer Divitçioğlu ve Selahattin Hilav olmak suretiyle bazı aydınlarla beraber Türkiye’nin toplumsal geçmişine ilişkin çözümlemelerinde Asya Tip Üretim Tarzı (ATÜT) kuramını gündeme getiren Küçükömer, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yönetim ve bilim kurullarında vazife aldı. Biroldukca yapıtı bulunan İdris Küçükömer ölümünden kısa bir süre ilkin Sosyal Demokrasi Partisi’ne üye olmuştu.


İdris Küçükömer Kitapları – Eserleri

  • Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması
  • Cuntacılıktan Sivil Topluma
  • İdris Küçükömer’le Türkiye Üzerine Tartışmalar
  • Halk Demokrasi İstiyor mu?
  • Sivil Toplum Yazıları
  • Anılar ve Düşünceler


İdris Küçükömer Alıntıları – Sözleri

  • 1961 baharında Maliye Bakanlığında bir MBK üyesi uzmanlar,subaylar önünde,dış ticaretle ilgili tedbirler üstünde konuşuluyor du.Tavsiye edilen tedbirler için dönemin Ticaret Bakanı Baydur;” ”Bu tedbirleri bizde almak isteriz fakat tüccarlar kuvvetlidir.biz bu tedbirleri alırsak, onlar cemal paşaya giderler ve tedbirlere engel olurlar”demişti. Kısacası, toplumsal sistemimize gerçekte hakim olanlar 27 mayısçıları da değişik yollardan kontrole girmişlerdi. (Cuntacılıktan Sivil Topluma)
  • Türkiye kusurların erdem diye yutturulduğu bir ülkedir. (Cuntacılıktan Sivil Topluma)
  • 1908 Meşrutiyeti ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, imparatorluğa başat olmuştu. Devlet cemiyetin eline geçmişti. Fakat Osmanlı Devleti’ni ele geçirmek, toplumu ele geçirmek değildi. Oysa onlar toplumu, daha doğrusu halkı elde edeceklerine, devleti elde etmek istemekteydiler ve bu yoldan elde edilmiş ya da kapılan devlet, kurtarılabilir sanılıyordu. Devletin toplumda (hiç olmazsa bazı sınıflarla) organik bütünlüğü olmaksızın güçlü olamayacağını, kurtulamayacağını göremeyen Osmanlı bürokratı, devlet gücünün temelini de anlayamayacaktı. Türkiye’nin politik eliti böyleydi ve hep bu şekilde kaldı. Sıçranarak elde edilmiş iktidar nispi bir yalnızlığa mahkümdu. Fakat geçici de olsa sıçranarak iktidar kapılabiliyordu da. (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • Ben de derim ki, Menderesin asılmasında, toplumsal sistem içinde mühim rol oynayan ithalat ve ihracat tacirlerinin bu rollerini tekrarlamamaları için, bu kaçakçı kesim devletleştirilmelidir.
    Devletleştirme, dış borçları azaltacagi şeklinde,internasyonal sömürülmenin büyük kapısını da kapatacaktır. (Cuntacılıktan Sivil Topluma)
  • Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl adlı garip kitabında, kendisinin yer almış olduğu Devrim denilen hareket içinde bürokratların yalnızlığını itiraf etmektedir. Karaosmanoğlu, eğer devrimci bir-iki lidere bir şey olsa, tüm devrimlerin yok olacağı korkusunu belirtmiştir. ‘Devrimleri Koruma’ sloganı da aslına bakarsak bu yalnızlık korkusundan ortaya çıkmıştı. Devrim denilen şeyler kime karşı korunacaktı? Neden devrimlerin korunması gençliğe bırakılmıştı? Halk nerede idi, köylü efendimiz nerede idi? Devrimler, kimler için korunacaktı? Bu sorular şimdi ısrarla sorulmalıdır bence. (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • Türkiye’nin solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişmesinden yana değillerdir, tek merkezli, yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler. (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • Mevcut sisteme dokunmayan siyaset muhafazakardır; sistemde ayrıcalık ve tekelleri temizlemek isteyen siyaset liberaldir;sistemde daha şumüllü değişim amacı güden ise sosyalisttir (Cuntacılıktan Sivil Topluma)
  • CHP’nin yurt sorunlarını çözmekte, sözünü oldukca etmiş olduğu bir de yöntem anlayışı vardır: Pragmatik yöntem. Bu ad, Anglosakson dünyasından ithal edilmişti. Fakat siyasetçi tutuma uyan bir halde ele alınmaktadır. Ve şu şekilde denilmektedir: “Biz yurdun ihtiyacında olduğu şeyleri arayacağız ve gerekeni gerektiğinde o zaman yapacağız”.
    Burada sorun, pragmatik metodun tenkidi değil, bürokratın kuşkulu, denge arayan tutumudur. Yani gerektiğinde sosyalistleri öldüreceksin, süreceksin, gerektiğinde internasyonal toplumcu kongrelere katılmak isteyeceksin (İttihat ve Terakki’de olduğu şeklinde); gerektiğinde denge için yukarı kademelerdeki bazı bürokratlara komünist partisi dahi kurduracaksın (1920); esnasında liberal, esnasında devletçi, vs. olacaksın. Köy Enstitüleri’ni kuracaksın, sonrasında yıkacaksın ve zamanı erişince yeniden savunacaksın. Yabancı sermayeyi kabul edeceksin sonrasında karşısına çıkacaksın, sonrasında konsorsiyumu kabul edeceksin.
    Bugün azgelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkelerle ilişkileri ve meseleleri üstünde oldukça aydınlık bir durum olmasına rağmen, devrimci denilen CHP’nin devrimci bir teorisi yoktur.
    Bu olmadan, meselelerimizi çözmek için pragmatik metodu esas almakla nereye varllabilir? Türkiye’de hâlâ karacahilin mutlak miktarı artarken, hâlâ evlerde yakıt olarak %20 civarında tezek kullanılırken, hala karasaban miktarı artarken (İkinci 5 Senelik Plan), hala her yıl kızamık şeklinde bir hastalıktan 10-15 bin çocuk ölürken pragmatik metotla nereye gideceksiniz? Batılılaşma adına nereye geldik? (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • Tarihi oyunu anlayanlar, yerlerini belirleme ettikçe ve oyundan sıyrıldıkça, tarih ırmağının muntazam değilse bile duru ve ileri akması olanakları dünyaya gelecektir. (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • (…)
    Millî savunmalar da Amerika standartlarına uydurulmaya çalışılınca ne olacaktı? Orduların giyiminden silahına kadar meydana getirilen harcamalarla Amerikan tulumbaları, sürekli olarak Amerika lehine çalışacaktı.
    Eğitim sistemi de sözünü ettiğimiz tulumbanın bir parçası olarak onunla tamamlaştırılacaktı.
    Tüm bunlar kapitalizmin işleyişini bilenler için görülmesi güç şeyler değildi. Fakat Türkiye’de bu tarz şeyleri anlatma ortamının yaratılmasına, CHP bürokratları engel oldular. Anlatmaya çalışan bir azınlığın ise canına okundu.
    Evet, Kurtuluş Savaşı’na karşın, niçin yeniden bağımlı hale geldiğimizin açıkça iddia edilmiş olduğu bir duruma geldik dayandık? (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)
  • Ama ne var ki, Mustafa Kemal’in de düzenleyebileceği ve düzenleyemeyeceği şeyler vardır:
    Fethi Bey arkadaşları ile parti teşkilatı için seyahate çıkar. Ve daha ilk merhalede, her şey allak bullak olur. Mesela ilk merhale olan İzmir’de, “Fethi Bey geliyor” diye yer yerinden oynar. Daha sekiz yıl ilkin başta Mustafa Kemal’in kumandasında düşmandan kurtarılan İzmir’de halk dalga dalga Fethi Bey’in, neredeyse ayaklarına kapanır, haykırırlar:
    —-Kurtar bizi, kurtar!
    Hatta bu karışıklıkta bir polis kurşunu ile yaralanan bir yavruyu kucağına alan yaşlı bir baba, bu kurbanı getirir, Fethi Bey’in ayaklarına serer:
    -Bu ilk kurbanımız, fakat daha kurbanlar lazımsa vereceğiz, fakat bizi kurtar! diye inler. Meydanda gözyaşı selleri çağlar. Her tarafta bazı resimler yırtılır, parçalanır..
    Halbuki Fethi Bey, halk için bilinmeyen bir adamdır. Ve sonrasında, kim, kimi, kimden kurtaracaktı? Bu İzmir, daha sekiz yıl evvel, düşman işgalinden kurtarılmadı mı? Ve bu şehri kurtaranlar, şimdi bu halkın:
    -Bizi onlardan kurtar, dedikleri değiller mi? O halde sekiz yıl içinde ne oldu? Bu gözyaşları, bu kurbanlar niçin? (Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş