Eğitim

İşkencecinin Yamağı – John Biguenet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İşkencecinin Yamağı – John Biguenet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

İşkencecinin Yamağı kimin eseri? İşkencecinin Yamağı kitabının yazarı kimdir? İşkencecinin Yamağı konusu ve anafikri nedir? İşkencecinin Yamağı kitabı ne konu alıyor? İşkencecinin Yamağı PDF indirme linki var mı? İşkencecinin Yamağı kitabının yazarı John Biguenet kimdir? İşte İşkencecinin Yamağı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: John Biguenet

Çevirmen: Umut Şenesen

Orijinal Adı: The Torturer’s Apprentice

Yayın Evi: Aylak Adam Yayınları

İSBN: 9786054849321

Sayfa Sayısı: 233


İşkencecinin Yamağı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Bir zamanlar merhametli fakat geleceği pek parlak olmayan bir çocuk vardı, babası onu bir işkenceciye çırak verdi.”

Art arda üç yıl En İyi Amerikan Öyküleri Seçkisinde yer edinen, O. Henry ödüllü John Biguenet, “memleketi” New Orleansın ve o ele avuca sığmayan kentle akraba mekânların çokrenkliliğini tüm klişeleri kırarak öyküleştirdiği başyapıtıyla Türkçede. Tanıdık bir tarihin, bildik yaşamların içinde gizlenen dipnotları bir istiridye avcısı azmiyle bulup çıkardıktan sonrasında hınzır bir hayal gücünün kanatlarında beklenmedik noktalara taşıyor Biguenet. İşkencecinin Yamağı, okurunu dönüştürücü bir yolculuğa çağrı eden, cilve, şaşırtı ve hüzün yüklü bir metinler yumağı.

“Unutulmaz… Heyecan verici… Büyüleyici.”

-The New York Times-

“Başından sonuna ustaca yazılmış öyküler.”

-Le Figaro-

“Biguenet, kendi tarzında inkâr edilemez bir usta.”

-de Volkskrant-

(Tanıtım Bülteninden)


İşkencecinin Yamağı Alıntıları – Sözleri

  • Sanırım bir çok adam, süre iyi mi da geçiyor, der. Ama ben demem; ben iyi mi geç­tiğini bilirim. Sürgün birine mesele.
    Zamanın iyi mi geç­tiğini söylesin size.
  • … yüzüne o denli yakın bir yerden fısıldanmalı ki öy­küyü taşıyan nefesin kokusunu duyabilmelisin, sadece öyleki karanlık olmalı ki onu dile getiren dudakları gö­remeyebilesin.


İşkencecinin Yamağı İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Amerikan öykücülüğünün en mühim temsilcilerinden denilen bir yazar. Bu mevzuda söz söyleyemem bir ihtimal fakat bu kitap denileni oldukça haklı çıkartıyor bence. Öyküleri gizemli, değişik. Farklı dünyalara götürüyor sizi. Bitmesin diye yavaş yava sindire sindire okuduğum bir kitap. O basit şeklinde şeklinde görünen muhteşem ifade. Dili, akıcılığı, sadeliği ile şaşırmak, çarpılmak istiyorsanız, fantastik edebiyata mesafeli olsanız bile elinizden düşürmeyeceğiniz bir yaratı. Bu dünyadan kendinizi yoksun etmeyin. (Nurdan Atay)

Bu iyi mi bir kitaptır ? Bu kitap ne konu alıyor ? Ben bu kitabın neresindeyim ? Bu kitabı okuyorsunuz fakat bu soruların hiçbirine hiçbir şekilde cevap bulmuyorsunuz. Okuyup okumamak sizin elinizde fakat bence süre kaybından başka bir şey değil . (ezgi)

Kitabın adı ilgimi çekince mevzusuna bile bakmadan okumaya başladım ve öykü türünde bulunduğunu fark ettim, baştan bilsem okumazdım muhtemelen. Birbirinden bağımsız, bir oldukça öyküden yer ediniyor kitapta ve hiçbirini beğediğimi söyleyemem. Yazar güzel başlıyor, öykünün bittiği nokta ise tatminkar olmuyor, öykülerin belirgin ve iyi bir ana fikri (en azından ben bulamadım) olmayınca okuması zevk vermedi. Yine de öyküleri okumak kötü değildi, değişik olan öyküler vardı, keşke mesajları da olsaydı. (Esma T)


İşkencecinin Yamağı PDF indirme linki var mı?


John Biguenet – İşkencecinin Yamağı kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de İşkencecinin Yamağı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı John Biguenet Kimdir?


John Biguenet Kitapları – Eserleri

  • İşkencecinin Yamağı
  • Sessizlik


John Biguenet Alıntıları – Sözleri

  • Fotoğraf bir yokluk ve varlık diyalektiğidir.Görüntüyü lekeleyen sessizlik, fotoğrafçının öznelerinin yokluğunu onay eder ve bununla birlikte, bir yabanarısının çevresinde sertleşen kehribar şeklinde öznelerin içinde yaşamış olduğu ânı muhafaza eder. Fotoğraf, elbet, yalnız dönemin akan yüzeyinden sıyrılmış bir ciladır. (Sessizlik)
  • Sessizlik çoğumuzun yakından aşina olduğu bir mevzu ise de, hakkında yalnız tahmin yürütebileceğimiz -ki bu tahminler kimi zaman bilim insanlarımız tarafınca doğrulanıyor- bir alan olarak kalmakta; öteki taraftan onun eski krallığı “mukaddes” giderek küçülmeye devam ediyor. Sessizlik bizim için sonsuza dek erişilemez olarak kalsa da, varlığı salt varsayıma dayanan böylesi bir boşluk -bir yer tutucu olarak sıfır gibi- yararları bitip tükenmez bir nesne ve kıymeti bu yaygaracı dünyada hızla yükseliyor. (Sessizlik)
  • Görünenle görünmeyenin arasındaki ayrımın çağdaş açıklamasına artık epeyce alışkınız. Sessiz bir gerçekliğin var olduğuna inandığımız şeklinde -örneğin bir düdüğün sarkık kulaklı bir köpeğe duyulmaz, tiz bir sinyal vasıtasıyla etki etmesi- hadronlar ve onları oluşturan kuarkların varlığını da kabul ediyoruz. Bilim insanlarımız, görsel sınırlılığımızdan dolayı gözümüze görünmeyen fenomenlerin esasında var olduğuna bizi ikna ettiler. Bunu yaparken de gerçekleştirilmesi bir çok kez maharet gerektiren dolaylı gözlemlere başvurdular. Bir zamanlar “görmek inanmaktır” şeklinde sağduyu içerdiğini düşündüğümüz deyimlere duyduğumuz yersiz itimat, yerini göze görünmeyen şeylere, doğrusu duyuların ötesinde bir dünyaya duyulan inanca bırakıyor. Maddenin altında yatan, görünmez proton, nötron ve elektronlardan örülmüş, inancımızı desteklemek için ihtiyacımız olan matematik bilgisinden yoksun olduğumuz taktirde tamamen fantastik olarak nitelendirilebilecek bir dokunun varlığına itiraz etmiyor, ona inanıyoruz. (Sessizlik)
  • Olağanüstü bir sessizliğin görüldüğü bölgeler var, gene de bu asla katıksız sessizlik değil. Çepeçevre dinginlik havayı kuşattığında o ses siz boşluk bir halde dolmak zorunda; işte o esnada duyarız kalbimizin atışını, şakaklarımızın zonklamasını, ciğerlerimize dolan ve yine dışarı firlayan hava akışını. Rahatsız oluruz bu sebeple bunun açıklaması fazlasıyla somuttur; her kalp atışı sanki sonuncu kalp atışımız olacakmış şeklinde duyulur. Peşinden gelen, bizi kurtaran kalp atışı neredeyse kazara gelir ve sonrasında kinin teminati değildir. İşte bu yüzden tamamen göstermelik, deposu belirsiz seslerle dolu bir sessizlik tercih sebebidir. (Sessizlik)
  • Evrenin derinliklerinde bir yerde, her türlü insan izinin ötesinde, geleceğin kâşiflerinin ilerleyişi karşısında pek doğal devamlı gerileyen bir sessizlik alanının, hareket tarafınca bozulmamış bir dinginlik denizinin, alabildiğine sakin bir bakir alanın bizi beklediğini varsayabiliriz. Fakat sessizliği bir varış noktası olarak düşünürsek hayal gücümüzün azizliğine uğramış oluruz. Benzer halde, daha azca şiirsel bir bakış açısıyla, sessizliği yalnız ses dalgalarının ya da daha iyi bir ifadeyle, ses dalgalarını yayabilecek bir mecranın eksikliği olarak algılarsak haksız sayılmayız fakat bir noktayı da atlamış oluruz; sessizlik insanoğlunun sınırlılığının ölçütüdür. Kitabın konusu kulağın ses idrak etme kapasitesinin alt ve üst eşiğinin ötesinde yer ediniyor; bu sebeple de onu maddi olarak deneyimleyemeyeceğimiz muhakkak. Neticede sessizlik, algılayamadığımızı, duyulamayanı vasıflandırmak için kullandığımız terimdir. (Tabii, biz sessizliği duyamıyorsak sağırların deneyimlediği nedir?) (Sessizlik)
  • Modernite günümüzde doğaüstü sıfatıyla kenara atılan öteki görünmezlik ve işitilmezlik biçimlerine harp açarken, naturel dünya, göze görünmeyeni ve işitilemeyeni içine alacak şekilde genişliyor. Galaksimizin merkezinden dalga dalga yayılan fakat ne gördüğümüz ne duyduğumuz ve bir radyo teleskop vasıtasıyla ölçtüğümüz radyasyonun varlığını kabul etmemiz planlanıyor. Bununla beraber, toplumda giderek büyüyen kanı, ruhlar alemiyle bağlantıya geçtiğini iddia edenlerin şarlatan olduğu, hayaletlere inananların ruhsal hastalık emareleri gösterdiği yönünde. Şüphesiz, göze görünmeyen ve işitilemeyeni, komik bulduklarımız ve yakarma ettiklerimiz şeklinde birbirinden ayrıştırmaya kalkmadıkça tüm bu tarz şeyleri kabul etmesi kolay. Öte taraftan, duyuların kapsamı haricinde kalan, oysa binlerce senedir neredeyse evrensel olarak benimsenen fenomenlerin varlığını sorgular ve artan şekilde reddederken yalnız son birkaç yüz yıl içinde keşfedilmiş, gene işitilemeyen ve görünmeyen fenomenlerden oluşan bir evrenin gerçekliğini kabullenmeye halihazırda son aşama istekli olduğumuzu inkâr edemeyiz. (Sessizlik)
  • Sessizlik Tanrı’nın anadilidir. (Sessizlik)
  • Yalnızlığın sessizlik ortamı bulunduğunu varsayarız oysa bir çok süre biri diğerine yalnız birlikte rol alır. Kısa süreli bir gözlemin ortaya koyduğu suretiyle, sessizlik çoğu zaman yalnızlığın geç gelen bir dışavurumudur ve kıymeti, sadece tecride neden olan baskılar yerini daha da ölçüsüz koşullara yada amaçlara bıraktığında yalnızlığın önemine baskın çıkar. Gemi batması yada kişinin arkadaşları tarafınca terk edilmesi sonucu oluşan -Robinson Crusoe’nun maceraları ya da Troia’ya varmak suretiyle yola çıkmış Yunan savaşçıların Philoktetes’i Limni Adası’nda sürgün olarak bırakılmaları gibi- mecburi yalnızlık hala popüler olan oldukça eski bir edebî tema. Oysa tüm tenha adalarını halk kitlelerinin hizmetinde birer Club Med’e ya da zenginler için lüks dinlenme yerlerine çevirmeyi maksat edinmiş günümüz dünyasında, bir yazarın, kahramanını, üstünde kimsenin yaşamadığı, yabancı bir sahilde yapayalnız uyandıracak koşulları inşa edebilmesi büyük maharet gerektirir. (Sessizlik)
  • Jose Ortega y Gasset, sessizliğe ulaşmanın güçlüğünü, imkansızlığını şöyleki konu alıyor: Olağanüstü bir sessizliğin görüldüğü bölgeler var, gene de asla katıksız sessizlik değil. Çepeçevre dinginlik havayı kuşattığında o sessiz boşluk bir halde dolmak zorunda; işte o esnada duyarız kalbimizin atışını, şakaklarımızın zonklamasını, ciğerlerimize dolan ve yine dışarı fırlayan hava akışını. Rahatsız oluruz bu sebeple bunun açıklaması fazlasıyla somuttur; her kalp atışı sanki sonuncu kalp atışımız olacakmış şeklinde duyulur. Peşinden gelen, bizi kurtaran kalp atışı neredeyse kazara gelir ve sonrakinin teminatı değildir. İşte bu yüzden tamamen göstermelik, deposu belirsiz seslerle dolu bir sessizlik tercih sebebidir. (Sessizlik)
  • Geleneksel sessizliği ya da en azından sessizlik olarak algıladığımız şeyi, amacı hakkında şüpheye yer bırakmayacak şekilde uygulama eder. Ağzı kapatan iki el, hatta dudaklara bastırılmış bir parmak, bir sessizlik bölgesine girildiğini tereddütsüzce bildirir. Benzer halde, bir alkışı dindirmek suretiyle kalabalığa doğrultulan avuç içleri, bir ziyafet esnasında şamatayı susturmak suretiyle kadehe yaralanan çatalın tıkırtısı ya da bir yabancıdan kibarca sessiz olmasını rica etmek için çıkarılan “Şşş!” sesi nadiren yanlış anlaşılır. Ekseriyetle alışılagelen, istenmeyen gürültünün bir insan sesinden kaynaklanmasıdır, fakat bir megafon ya da hoparlör imgesi üstüne yerleştirilmiş, ortasından çapraz bir çizgi geçen kırmızı daire, gürültü yasağını mekanik amplifikatörleri de kapsayacak şekilde genişletir. Sessizliği iyi mi temsil edeceğimizi biliyoruz. Onu iyi mi yazacağımızı bile biliyoruz. Şşş. Sessizliğin kendisini betimlemek ise yazarları, bestecileri ve sanatçıları zora sokar. (Sessizlik)
  • Theodor Adorno’nun “Kültür eleştirisi ve Toplum” denemesinin netice bölümünde dile getirmiş olduğu, Yahudi Soykırımı’na verilebilecek yegane güzel duyu yanıtın sessizlik olabileceği önermesine çoğumuz aşinayız: “Auschwitz’ten sonrasında şiir yazmak barbarlıktır.” Fakat sonrasında, Adorno’nun, şairlerin ifade edilemeyeni dile getirmesi gerektiğine dair talebinden vazgeçtiğini ya da en azından bu talebi güncellediğini bilen şahıs sayısı azdır. Adorno’nun bizlere şiiri yasaklama dürtüsünün kaynağını anlıyorum. Belki doğduğu günden beri içinde yaşamış olduğu dünyayı yok eden, insan elinden çıkma bir felaketin hayatta kalmış kurbanı olan biri öylesine travmatik bir tecrübe yaşamıştır ki yıkımdan başını kaldırabilme yetisini yitirmiştir. Acı, kızgınlık, ve evet, hayatta kalanın hissettiği mantık dışı suçluluk duygusu toplumda kabul görmeli ve iyileştirilmeli. Bir yerlerde birilerinin attığı kahkaha ona yapılmış bir hakaret; kayıtsızlıkları ise dayanılmaz. Ve on yedi yıl sonrasında, başkalarına duyduğu şefkatten dolayı sessizlik talebinden vazgeçmesindeki bilgeliği de hayranlıkla karşılıyorum: “İşkence gören bir insanın bağırmaya hakkı olduğu şeklinde, uzun soluklu acının da ifade bulmaya hakkı vardır.” (Sessizlik)
  • … yüzüne o denli yakın bir yerden fısıldanmalı ki öy­küyü taşıyan nefesin kokusunu duyabilmelisin, sadece öyleki karanlık olmalı ki onu dile getiren dudakları gö­remeyebilesin. (İşkencecinin Yamağı)
  • Ludwig Wittgenstein’ın dile getirmiş olduğu, dilin sınırlarına saygı gösterme mevzusundaki ihtarı apaçık bir önerme şeklinde görünür (” … üstüne konuşamayacağımız şey mevzusunda susmalıyız”); ve filozofun devamında açıklamış olduğu şeklinde bu sınırların ötesinde saçmalık yatar. Oysa sessizlik, cehalete gösterdiğimiz hürmetten, utanç içinde, iç çekerek dile getirilen bir itiraftan, mukaddes olana gönderdiğimiz bir duadan oldukça daha fazlasıdır. Günümüzde sessizlik en gözde tüketim maddelerininkine rakip fiyatlarla alınıp satılan ticari bir meta haline geldi. Jane Austen Mansfield Park’ta, “Sessizligin lüksünü tadalım” diye yazar. Maalesef bu lüksün fiyatı her geçen gün tüketicilerin çoğunun enerjisini aşacak şekilde artıyor. Sessizleştirilmiş refah alanları, zenginler ile fakirliğin curcunası içinde bir tampon bölge oluşturuyor fakat yoksulların ne çağdaş yaşamın tangırtısından ne de öteki kirlilik biçimlerinden kaçması mümkün. Gürültü, tenha tabiatın çıt çıkmayan yerlerine doğru merhametsiz ilerleyişini sürdürdükçe zenginler bile sessiz bir inziva köşesi bulmakta zorlanabilir. (Sessizlik)
  • Uygar bilim, Ortega’nın “katıksız sessizlik” elde etme mevzusundaki yılgınlığını doğruluyor: Dünyadaki en sessiz yer, Minnesota’daki Orfield Laboratuvaları’nın içinde bulunan yankı özelliğinden arındırılmış bir oda; öylesine gürültüsüz ki bugüne dek kimse orada 45 dakikadan fazla kalmaya dayanamadı. Odanın içi sessiz. Öylesine sessiz ki ölçülen arka plan sesi aslına bakarsak negatif desibellere karşılık ediyor: -9,4. Laboratuvarın kurucusu Steven Orfield Hearing Aid Know şirketine konu alıyor: “İnsanları odada karanlıkta oturmaya çağrı ediyoruz. Sadece Bir şahıs içeride 45 dakika kaldı. Kulaklar sessizliğe alışıyor. Oda ne kadar sessiz olursa, kulak o denli fazla şey duyuyor. Kalp atışınızı duyuyorsunuz, kimi zaman ciğerlerinizi, yüksek sesle lıkırdayan midenizi duyuyorsunuz. Yankısız odada sesin de kendisi oluyorsunuz.” Laboratuvarın yankısız odasından elde edilmiş çıkarımlardan biri de sessizliğin “yön şaşırtıcı bir tecrübe” olduğu. Orfield’in anlattığına nazaran insanların o denli kafası karışıyor ki oturmayı bir zorunluluk haline getirmişler. Orfield söyle açıklıyor: “Yönümüzü yürürken çıkardığınız sesler vasıtasıyla bulursunuz. Yankısız odada hiçbir ipucu yok. Dengenizi bulmaya yada manevra yapmanıza müsaade eden bu algısal ipuçları elinizden alınıyor. Eğer orada otuz dakika kalacaksanız bir sandalyeye oturmak zorundasınız.” (Sessizlik)
  • ….üstüne konuşamayacağımız şey mevzusunda susmalıyız. (Sessizlik)
  • Hiçbir şey otoriteyi sessizlik kadar güçlendirmez. (Sessizlik)
  • Sanırım bir çok adam, süre iyi mi da geçiyor, der. Ama ben demem; ben iyi mi geç­tiğini bilirim. Sürgün birine mesele.
    Zamanın iyi mi geç­tiğini söylesin size. (İşkencecinin Yamağı)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş