Eğitim

Kalbin Akletmesi – Abdurrahman Arslan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kalbin Akletmesi – Abdurrahman Arslan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kalbin Akletmesi kimin eseri? Kalbin Akletmesi kitabının yazarı kimdir? Kalbin Akletmesi konusu ve anafikri nedir? Kalbin Akletmesi kitabı ne konu alıyor? Kalbin Akletmesi PDF indirme linki var mı? Kalbin Akletmesi kitabının yazarı Abdurrahman Arslan kimdir? İşte Kalbin Akletmesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Abdurrahman Arslan

Yayın Evi: Beyan Yayıncılık

İSBN: 9789754737240

Sayfa Sayısı: 192


Kalbin Akletmesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Kalbin Akletmesi, Abdurrahman Arslan’ın fikir meseleleri yanında, günümüzde de değişik şekillerde ele alınmaya devam eden âlim ve düşünürler üstüne kanaatlerini içeriyor. Söyleşiler, peşin peşin doğruluğu kabul edilen kavramlarla, kanılarla değil, sorgulayarak aşama kaydediyor. Haliyle kitapta yer edinen metinler daha ziyade yerleşik kanaatleri sorgulayan muhtasar bir fikir zamanı kritiği olarak bir ufuk çiziyor.

Düşüncenin geçmişi ve bugünü yanında istikbali üstüne odaklanan kitabın hedefi, İslâm düşüncesinden Batı düşüncesine, tasavvuftan çağıl dönemde tasavvufa, entelektüel geleneğimizin temsil gücü yüksek isimlerinden Gazzâlî’den İslâm düşüncesinin Batıya etkisine, modern İslâm düşüncesinden Fazlur Rahman’a İslâm düşüncesinin genel bir seyrini vermektir. İslâm düşüncesinin parlak döneminde din ile felsefe arasındaki gerilimle Grek seçimi felsefe yapma biçiminin tek boyutluluğunu irdeleyen kitapta, İslâmcılık ve modern İslâm politika düşüncesinin muktesabatının derinlikli/eleştirel bir değerlendirmesi de münakaşaya dâhil ediliyor.

Kalbin Akletmesi, günümüzde Müslümanların kendilerini kökleri pozitivist anlayışa dayanan fikri kalıptan yeterince kesin halde sıyırarak usul ve esasa bağlı olarak örneksiz bir düşünme biçimi geliştirmelerinin iyi mi mümkün kılınabileceğini araştırıyor.

gizle


Kalbin Akletmesi Alıntıları – Sözleri

  • Evet, her informasyon türünde, Müslüman’ın her informasyon faaliyetinde şüphe yok ki İslâmî unsurlar 0 informasyon faaliyetine katılıyor. Fakat biz her şeye karşın, dünyayı Müslümanca anlamlandıracak bir informasyon türü, örneksiz bir informasyon türü üretemiyoruz. Sıkıntımız bu. Kabul etmeliyiz ki bu zihinsel olarak oldukça ciddi bir problemdir. Aslında bugün içinde yaşadığunız hegemonik kültürün bizlere dayattığı esaslı bir sorundur.
    Burada doğal ki biz söz konusu İslâm olduğunda, özgünlük derken birinci dereceden kendine referans almış olduğu kaynağın Kur’an ve sünnet bulunduğunu ilk olarak belirtmek gerekiyor, fakat bu kafi değil. Bu şu anlamına gelir: İslâm’m öngördüğü hakikati kendi geleneği içinde kavrayan bir zihnin olması ya da en azından İslâmî hakikati o hakikatin öngördüğü anlama ve kavrama biçimi içinde kavrayan bir zihnin var olmasını gerekir.
    İşte bence günümüzün ve bizim karşı karşıya kaldığımız problemin esası bu. Biz İslâm’ın hakikatini başka bağlamların inşa etmiş olduğu ortamlarda kavramaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bir türlü İslâm’ın hakikatini İslâm’ın hakikatinin öngördüğü bağlamları inşa ederek kavrayamıyoruz. Ondan dolayı her seferinde tamamlanmamış bir kavrayışla karşı karşıya kalıyoruz diye düşünüyorum.
  • ” Gerçekten akletmenin yeteri kadar cereyan etmediği bir dünyada yaşıyoruz artık. “
  • Son dönemdede sık sık benim de dikkatimi çeken şey, tasavvufu hem Batılı hem Uzakdoğu literatüründeki bazı kelimelerle ânlıyor olmamız. Bir bakıma bu kültürlerin bazı kelimelerine karşılık olarak kullanıyoruz. Oysa bu onları kaışılamıyor. En azından benim kanaatim bu. Mesela, Hint geleneği diyelim ya da doğu mistisizmi diyelim, bunu ister Taocu, Budist anlamda söylemiş olalım, isterse bu ezoterik dediğimiz okuma biçimlerinden gnostisizm dediğimiz şeyler olsun, tüm bunların hiçbirisinin tasavvufla bir benzerliği yoktur. Ayrıca bu kelimeler hiçbir vakit bütünüyle bizim İslam tasavvufu dediğimiz disiplinin mahiyetini kuşatabilecek kavramlar değildir. Ne var ki genel olarak bilimsel niteliği olan çevrelerde buna dikkat edilmiyor.
    Sözgelimi, tasavvufa karşılık gnostisizm ya da ezoterik okuma biçimi benzer biçimde ya da mistik görüş açısı benzer biçimde kavramlar kullanılıyor.Bunlarla tasavvufun bir ilişkisi var diyelim, oldukça kopuk değil fakat benzer de değiller. Arada derin bir farklılık vardır. Buna doğal ki Hristiyan mistisizmini de dâhil etmemiz lazım, hatta Yahudi mistisizminî de.. Hatta bu çerçevede daha ziyade XX. yüzyılda gelişen dîni egzistansiyalizm (varoluşçuluğu) de buna katmak isterim.Fakat tasavvufun sanıldığının aksine onunla da pek alakası yoktur.
  • Entelektüel söylediğiyle uygun yaşamak benzer biçimde bir zorunluluk ve mesuliyet taşımaz. Öyleki bir sorumluluğu yoktur, bir tek söyler. Kendi aklına güvenerek ürettiği bilgilerden bazı çıkarımlar elde edilir.
    Bu nedenle biz entelektüelin bilgisiyle onun ameli içinde bir tutarlılık aramayız. Niye? Bu sebeple sebeplerden birisi de şudur: Entelektüellerin temsil etmiş olduğu informasyon biçimi aslına bakarsanız bilgiyle ahlakı peşinen ayırmıştır. Onun temsil etmiş olduğu bilginin ahlaklı olmak benzer biçimde bir kaygısı yoktur.
    Oysa diğer tarafta âlimin temsil etmiş olduğu bilginin ahlâklı olmak benzer biçimde bir derdi, tasası ve mesuliyeti vardır. Sizin de dediğiniz benzer biçimde, onun maksadı toplumun birinci dereceden ilerlemesi, kalkınması, zenginleşmesinden ilkin insanoğlunun kemale erdirilmesidir, iyi bir kul haline getirilmesidir.
    Bundan dolayı ahlaklı olmak zorundadır, şundan dolayı adaleti savunmaktadır. Adaletse Allah’tan bağımsız düşünülecek bir şey değildir. Adaletin, sonucunda kendisini amele döktüğü kalıp ahlakta gösterir kendini.
  • Demek istediğim, bu bir eksiklik değil, fakat burada benim esas olarak söylediğim husus tüm bu usulün yanında hadis usulünün kıymetli oluşudur. Olağanüstü derecede bir şeydir bu, hem de insani. Bu sebeple insanla ilgili fakat bununla beraber da insanoğlunun pürüzlerini de yok eden bir usul bu. Düşünün, bir muhaddis senelerce, günlerce, aylarca seyahat yapıyor, gidiyor. Adamın söylediğinin doğru olma ihtimali kim bilir oldukça yüksek. Bir kere onun yalancı bulunduğunu görüyor ve vazgeçiyor.
    Olağanüstü derecede insani bir usul, yöntem bu. Zira insana bakıyor. Ama insanda aramış olduğu ölçü nedir? Ahlaklı olması. Bu sebeple yalancılık terbiye dışı bir şeydir. O nedenle burada da bir saflaşma görüyoruz. Aynen vahiydeki o korunmuş olma hâliyle gelen o safliğın, o özgünlüğün burada da insani özgünlük olarak tezahür edişini görüyoruz. İnsani özgünlük nedir? İnsani demeyelim buna, mümince bir özgünlük diyelim. Dolayısıyla mümin, muttaki bir anlayışa yaslanarak usulümüzü arıyor.
    Aynen vahyin insani herhangi bir unsuru kendisine katmadan özgünlüğünü iddia etmiş olduğu benzer biçimde, bu da insana ilişik bir özgünlüktür. Bu sebeple bunu söyleyen ravilerin hiçbin’ İslâm ahlakına aykırı bir şey yapmamışlardır. Bu başka, bu muhteşem derecede kıymetli bir şeydir. Hem insana dayanacaksınız fakat aynı za
    manda da muhteşem derecede bu kadar muhteşem bir usul, yöntem inşa edeceksiniz.Bana kalırsa bu İslamın haricinde hiçbir felsefi gelenekte, fikir geleneğinde yoktur.
  • Tarafsız Bilgi Yoktur
    Her bilginin arkasında beslendiği ideolojik bir soyağacı vardır. Oradan beslenir ve oraya dayanır.
    Evet, fakat korkulu bir geçmiş vardır. Buna insanoğlunun kendisi de dâhildir. Vahyin gelişiyle birlikte Allah’ın bizi garantilediği bir şey var. Buna hiçbir şey müdahale etmemiştir. Saf hâliyle burdadır, sizin önünüzdedir, size hitap etmektedir. Demek ki biz bunun haricinde saf bir bilgiye rastlamıyoruz. Saf kavramıyla yansız, müdahaleden azade kılınmış bir bilgiye rastlamadığımızı ifade etmek isterim. Bu sebeple biz düşüncenin çağıl dönemdeki hâline dönerek baktığımızda o bu şekilde bir saflık iddiasıyla önümüze gelecektir. Dahası bizim üstümüzdeki tahakkümünü, o evrenselci düzmece söylemini bu saflık iddiasında bulunarak kuracaktır.
    En azından yakın zamana kadar bunun üstüne kuruyordu. Dolayısıyla burada hangi şartlarda olursa olsun bilginin saf olmadığını, tersine taraflı bulunduğunu, yansız olmadığını öncelikli olarak söylemiz lazım. Keza hangi sosyoekonomik şanlarda olursa olsun, hangi zihin tarafınca üretilmiş olursa olsun bilginin belli bir taraf tuttuğunu, bir amaç güttüğünü de. .. Elbette bunu büsbütün negatif anlamda da söylemiyorum. Bu her dünya görüşünün kendisine ilişik ya da her aklın, içinde bulunmuş olduğu, oluştuğu sosyokültürel, siyasal ortamın, şartların bir mahsulü olarak ortaya çıktığını ifade etmek içindir.
  • İslâmda hakikat verilidir. Biz hakikati aramıyoruz. Bizde hakikat verilmiştir. Ancak hakikatın önündeki engellerin kaldırılması gerek.
  • Hatırlarsanız İslam’da kalbin ne kadar merkezi bir mahiyeti bulunduğunu Peygamber Efendimizin oldukça malum bir hadisi şerifi oldukça net olarak bildirir. “Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, tüm vücut iyi olur, bozulursa tüm vücut bozulur. Işte bu et parçası kalptir.” Bu şekilde bir hadisten hareket eden zihin bence teşhis koymakta zorlanmayacaktır. Gerçekten insanoğlunun kalbi rahatsızsa, marazlıysa, kısaca onun içindeki mana gitmiş şeklen yerinde duruyorsa o vakit o mananın tekrardan kazanılması gerekir.
  • Müslümanlar Kur’an’dan , sünnetten kalkarak hayata sual soruyorlardı.
    Günümüzün müslümanları yaşamdan kalkarak, Kur’an’a ve sünnete sual soruyorlar.
    Bu ise onların zihni dönüşümlerinin, ideallerinin tersi bir istikamete yönelmesini bununla beraber getiriyor.
  • ..akletmenin yeteri kadar cereyan etmediği bir dünyada yaşıyoruz.


Kalbin Akletmesi İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Düşüncenin Algılaması: Düşüncenin Algılaması
            ❁ ❁ ❁
Hareket ve idrak etme işlevlerinin temel işlevi olan fikir, insan varlığına hâs dizgesel bir yapıdır. Bu dizgesel yapı, fikir, muhakeme, informasyon, dil, benzer biçimde kabiliyetleri üretmektedir.
Düşüncenin his, sezgi, idrak etme benzer biçimde halleri şekillendirdiği, yönlendirdiği işlevi yardımıyla kabiliyetler ve deneyimler gelişir. Bu sayede kişinin dış çevreye karşı duyarlılığı gelişmekte, bir beceri sahibi olmaktadır. Düşüncenin tecrübe birikimine bakıldığında tarihsel süreç içinde olgular, kavramlar, algılar geliştirmektedir. Düşüncenin tarihsel bir serüveni kişi ve toplumları şekillendirmekte, etkilemektedir.
Fikir zamanı, çağıl dönem sosyolojisi, medeniyetler arası sosyolojik süreçler benzer biçimde mevzularda araştırma meydana getiren Sosyolog Abdurrahman Arslan, Nehri Geçerken, Zaman Dışı Konuşmalar, Yeni Politik Kültürün Dünyasında, Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm kitapların yazarıdır. “Kalbin Akletmesi” kitabıyla fikir, İslâm, Tasavvuf, Modern Dönem Tasavvuf, Gazâlî, Mevlâna, İslâm Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkisi, Uygar İslâm Düşüncesi ve Fazlur Rahman mevzularıyla kitap dokuz başlıktan oluşmaktadır.
Bilgiyi algı edip her türlü işlevsel bir faaliyete getirmek, düşüncenin anlık bir hareketidir. Fikir işlevinin birçok etkenle ilişkilidir. Kitabın “Düşünceye Dair” ilk başlığında Abdurrahman Arslan, düşüncenin üç tipinden bahseder: Tezekkür, tefekkür ve teamül. Akılın bir faaliyeti olan fikir, bilgiyi getirmektedir. Fikir ile bilginin deposu saf değildir, yansız değildir. Yani kendi doğasında bir tarafa çekilen bir güçle gelişimini devam ettirmektedir.
Algılayış, duyuş, anlayış biçimlerimiz vakit içinde değişimler/dönüşümler göstermektedir. Bir mevzuda anlam yüklediğiniz kavramlar ile hareket ederiz. Bu kavramlardan bir tanesi “İslâm Düşüncesi” muhtevasıdır. Arslan, Müslüman’ın ilkelerinden, ideallerinden, yönetim ve kabullerinden hareket ederek; varlık dünyasını, eşyayı, insanı, dünyayı, sorunlarını yorumlaması İslâm Düşüncesi’ni ortaya çıkarttı.
Tarihsel kronoloji içinde düşüncenin düzenleme biçimi tezahür etmiş olduğu için Arslan, “İslâm Düşüncesi” yerine Müslümanların tefekkürü terimini kullanılmasını daha uygun gördüğünü belirtir. Tefekkürün amacı hikmeti bulmaktır. Medeniyetlerin tefekkür çabaları hikmet arayışlarıyla bir dinamiklik göstermiştir. Arslan, bu mevzuda hikmetin medeniyetler içinde ki tarihsel sürecini, farklılıklarını anlatmaktadır. Bununla birlikte bir fikir sistemini de anlatır. Şu şekilde: Tarihin belli süreçlerinde hikmetin alındığı ana merkeze bununla beraber da hikmeti deformasyona uğramış ederek bir müdahalede de bulunuyor, olmalarıdır. Ayrıca felsefe hikmeti arayan bir vasıta iken felsefenin amaç haline gelmesiyle özünü kurutan bir hikmetin elde etmesidir.
İslâm Düşüncesinin hayata yansıyan tasarım biçimi, duyuş, algılayış, anlayış biçiminin kültürel gündelik yaşantısı olan “Tasavvuf” kendine hâs dinamikleri var. Kültürel özelliklerinin tüm yapı, farklılıkları barındıran tasavvuf, dış görünüşten ziyade kişi ve toplumun ruhsal özelliklerini de ilgilendiren bir yapıya haizdir. Arslan, kitabının “Tasavvuf” ve “Modern Dönemde Tasavvuf” iki başlığıyla mevzuya açıklık getirmeye iş koşturmacasındadır. Ahlâkî değişime odaklanması bakımından meseleleri, şekilleri ve halleri açısından öteki İslâmî disiplinlerinden ayrı bulunduğunu Arslan, açıklar. Ahlâkî değişiklik olması için tasavvuf insanoğlunun iç dünyası hakkında tahlillerde bulunur, onu çözümleme eder ve o mevzuda iç dünyasının iyi mi düzeleceği hususunda informasyon sunan bir tecrübedir. Tasavvufun ahlâkî olgunluğu elde etmesinde Kur’an ve sünnet esası yanında geniş bir ufka haiz olması yüzyıllar süresince varlığını devam ettiren kültürel bir disiplin olarak kendini kanıtlamıştır.
“Gazzâlî Üzerine” başlığıyla Ebu Hamid Muhammed Gazzâlî, sürecinin toplumsal, siyasal şartların davranışında, düşüncelerinde değişimler yapmıştır. Sürecinin ümmet birliğinin kaybetmesi, hilafetin gücü ve otoritesi kaybolması Gazzâlî’nin yaşamı üstünde büyük etkisinde bırakır bıraktı. Arslan, bu başlığında Gazzâlî’nin İslâm Düşüncesinde ki tesiri, konumu ve anlamı hakkında bilgiler verir.
Felsefî fikir mirası Kindî’yle başlayıp Fârâbî’yle zirve yapması, İbni Sînâ’yla büyük bir mesafe almasıyla Gazzâlî’ye ulaştığında bunun neticeleri ortaya çıkmıştır. Bu felsefî fikir mirasının bir tek zihinsel karşılaşması değil, toplumsal ve siyasal neticeleri da Gazzâlî periyodunu etkilemiştir. Arslan, Gazzâlî’nin İslam düşüncesinin raydan çıkartan unsurlarını kuramsal temellerini kabul edilemez ve zayıf taraflarını ortaya çıkarttığını söyler. Arslan, bu açıdan Gazzâlî’yi Islâm düşüncesini bu zamanda restore eden birisi olarak düşünmemizin mümkün bulunduğunu söyler. Konunun öteki başlıklarında Gazzâlî’nin Helenistik akla, Grek düşüncesine karşı olan duruşu ve faaliyetlerini açıklar. Bu kültürel akıl miraslarının İslâm düşüncesine olan bağlantısını Gazzâlî tesiri hakkında bilgiler verilir.
Arslan, “Mevlâna” başlığıyla kadim ve kültürel bir birikimin düşünür ve fikir sisteminden bahseder. Bu başlıktan sonrasında gelen “İslâm Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkisi” ile “Çağdaş İslâm Düşüncesi” günümüzün güncel fikir özelliklerini ele alır. Son başlığında ise yakın tarihte İslâm Düşüncesini derin ve geniş halde etkileyen “Fazlur Rahman” hakkında bahsederek kitabını tamamlar.
İslâm’ın modernist yorumunun öncülerinden biri sayılan Fazlur Rahman, entelektüel birikimi ciddi olan bir İslâm düşünürüdür. Fazlur Rahman’ın Kur’an’ı ve sünneti, İslâm’ı idrak etme ve okuma biçimi hakkında Arslan, Fazlur Rahman’ın çifte hareketlilik diye formüle etmiş olduğu esas ile tarihselciliği anlaşılması için bilgiler verir. Tarihselçilik usulünün köken yapısı ve sürecini ele alınarak günümüzün Tarihselçilik görüşleriyle ve Fazlur Rahman’ın fikirleriyle ne derecede bağlantılı bulunduğunu göstermeye çalışıldı.
Kitabın bu son başlığında Fazlur Rahman’ın okuma biçimini kavramaya ve anlamaya çalışılıyor. Bunun problemlerinin altını çizmeye, doğru ve yanlış yönlerinin tespit etmeye, derinlemesine incelendi.
Asım Öz’ün sorularıyla süregelen, Abdurrahman Arslan’ın fikir, tecrübe ve araştırmalarıyla şekillenen “İslâm Düşüncesinin Evrimi” temalı “Kalbin Akletmesi” kitabı tamamlanır. İslâm Düşüncesinin anlaşılması ve yorumlanmasına dair düşüncenin fiil ve işlevini tüm yönleri açıklanıyor. Bununla birlikte İslâm Düşüncesinin yapı taşları olan tasavvuf, kelam mevzuları yanında Gazzâlî ve Mevlâna benzer biçimde mühim simalarda açıklanmaktadır. Günümüzün modern konumu hakkında da İslâm Düşüncesinin mevzuları ve Fazlur Rahman benzer biçimde yorumcularından da bahsedilmektedir.
Kitabın Künyesi: Abdurrahman Arslan, Kalbin Akletmesi, Beyan Yayınları, 1. Baskı Nisan 2017 İstanbul, 192 sayfa.
Yunus Özdemir (Yunus Özdemir)

Es-Selam Değerli Dostlar…
Yazarımız Abdurrahman Arslan.Yeni keşfettim. Maalesef pek ön olanda olan biri değil fakat kanaatime nazaran en büyük eksikliğimiz olan eleştirel düşünceyle ve bakışla günümüzü en güzel yorumlayan yazarlardan diyebilirim.
Moderniteyi ve İslam Düşüncesini salt fikirleri ile güzel bir halde izah etmeye çalışmış akıcı bir dil ile…
Kendisini dönemin yıkıcı bir o denli yorucu unsurlarından soyutlamaya çalışıp dingin bir yaşam sürmeye çalışan idealimdeki yazar portresini çizdi diyebilirim:)
Kitabına ulaşınca;
Üçte birine gelmiş iken ki özümseyerek okumaya çalıştığım kitabın şu ana kadar okuduklarımı özetlemek gerekirse özetle ihtiyacı hissettim nedense:)
Yazarımıza nazaran Fikir nedir sorusunun cevabı; tezekkür, tefekkür ve bir de teamül..
Bu kavramaların anlamlarını yazmayacağım lütfen hazıra konmayalım derim araştıralım:)
Demek oluyor ki fikir bir kavram ile değil bir oldukça kavram ile açıklanabilir.
Ve batı kültürüne baktığımızda da düşüncenin bizim kadar geniş tanımları yok, mesela tezekkür terimini da öteki 3 kavrama ekleyebiliriz.
Ayrıca fikir bir faaliyettir kısaca aklın faaliyeti…
Peki bu düşüncenin deposu ne?
Düşünceyi ilkin hikmet terimi ile ele aldıktan sonrasında akli faaliyetle bilgiye ulaşıyor.
Neticede taraflı yansız informasyon ortaya çıkıyor.
Bu bağlamda aslolan sorumuz geliyor, peki İslam Düşüncesi nedir?
Bir düşüncenin İslami olması için ki yazarımıza kesinlikle katılıyorum o kimsenin Müslüman olması gerekiyor.
Yani İslami fikir dediğimiz fikir biçiminin tüm bu unsurları içerirken, bununla beraber da imandan bağımsız bir etkinlik olmadığı meselesi ortaya çıkıyor.
Yoksa bir oryantalist;
İslamı bir ihtimal bizlerden oldukça oldukça daha iyi bilebilir, islami usulü de kullanabilir, bir Müslüman toplumunun sorunalrını da çözüm üretebilir fakat Müslüman olmadığından islami bir informasyon üretti diyemeyiz.
Kanaatime nazaran ise islami bir bilginin düşüncenin özünde nübüvvete dayalı bir fikir yok ise o islami fikir değildir.
Ve bu doğrultuda dünyayı,varlık dünyasını,eşyayı ,insanı,sorunlarını yorumlaması elzemdir derim.
Diğer bir sorumuz ise;
Bir Müslümanı iyi mi düşünür ve düşünmeli?
Hepimizin hayatında bir bulanıklık var , netlik giderek kayboluyor ve biz bunu iyi mi aşacağız?
Mesela ibadetlerimizi yerine getirsek de niçin insani ilişkilerimizde gelgitler yaşanıyor?
Bunun en büyük sebeplerinden biri yakın zamana kadar Kur’an’dan ,sünnetten refarans alarak hayatımızı ikame etmeye çalışırken ;
Bizler ne yapıyoruz bu aşamada…
Hayattan yola çıkarak Kur’an ve Sünnete sual soruyoruz.
Bunun sonucunda zihni dönüşümlerin, ideallerin değişik bir istikamete yöneldiğini görüyoruz.
Neticede doğruyla hakikat arasındaki bağları bir türlü kuramıyoruz…
Fazla uzatmadan hamiş;
Yaşadığımız yaşamı sorguladığımızda Kur’ana sorar ve sünnette bunun karşılığını ararsak hakikatin elimden tutacağımıza inanıyorum.
Ve İngiliz tarihçi adı şu an aklıma gelmedi öyleki bir cümle kurmuş ki İbretlik…
‘’Bilhassa Anadolu halkını öyleki bir hale getirdik ki , ne Müslümanlıklarını yaşayabiliyorlar ne de Hristiyan olabiliyorlar…’’
Rabbim cümlemize feraset kayra eylesin…
Sağlıcakla kalınca. (Slh)

Kitap bir tv programının kitaplaştırılması ile değişik mevzularda yazılmış yazılardan oluşuyor. Farklı mevzularda sorulmuş sorular ve cevapları. Gerçekten keşfedilmesi ihtiyaç duyulan bir düşünür. (Büşra Özdemir)


Kalbin Akletmesi PDF indirme linki var mı?


Abdurrahman Arslan – Kalbin Akletmesi kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Kalbin Akletmesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Abdurrahman Arslan Kimdir?

Abdurrahman Arslan, 1947’de Van’da hayata merhaba dedi. İlk, orta ve lise tahsilini bu şehirde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Kısmı’nden mezun oldu. Serbest iş koşturmacasındadır.

Yazıları; Bilgi Hikmet, Kalem ve Onur, Haksöz, İktibas, Bilge Adamlar dergilerinde gösterildi. Yazarın sık yazdığı İktibas dergisi başta olmak suretiyle yazılarında “devlet, iktidar, akıl, toplumsal kuram, sekülerizm, İslam dünyasındaki dönüşüm, postmodernizm “ benzer biçimde mevzuları ele almıştır.

Yeni Bir Anlam Arayışı ,Modern Dünyada Müslümanlar, Kalbin Akletmesi, Yeni Politik Kültürün Dünyasında, Zaman Dışı Konuşmalar benzer biçimde birçok mühim kitabın yazarıdır.


Abdurrahman Arslan Kitapları – Eserleri

  • Dünyaya Müslümanca Bakmak
  • Kalbin Akletmesi
  • Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm
  • Modern Dünyada Müslümanlar
  • Nehri Geçerken
  • Yeni Politik Kültürün Dünyasında
  • Sabra Davet Eden Hakikat
  • Zaman Dışı Konuşmalar
  • Yeni Bir Anlam Arayışı
  • Mustafa Kemal ve Kürtler
  • LGSLise Giriş Hazırlık KitabıTürkçe ve Sosyal Bilgiler


Abdurrahman Arslan Alıntıları – Sözleri

  • Değişmemiş bir kitap ve sünnet ile bu imkân İslâm’ın elinde bulunmaktadır. Bu kavramsal inşâ kuşku yok ki, bir tek yaşanarak/tefekkür ederek mümkündür. (Modern Dünyada Müslümanlar)
  • Bugün genç nesil Müslüman kızlarımız ya da erkeklerimiz ilişkilerini eşitlik üstünden kuruyor, anlamlandırıyorlar, özgürlüğü de bu şekilde anlıyorlar. Eşitlik temelinde bir özgürlük… Hâlbuki bu İslâm’a aykırı bir şeydir. İslâm, hakkaniyet talebinde bir eşitlik ister ve özgürlüğü de hakkaniyet temelinde kurar. Bu sebeple özgürlük oldukça ideolojik bir inşadır, masum bır şey değildir. Tabi ki burada da İslam normal olarak hanımla erkeğı ayırıyor, kimlik olarak ayırıyor…
    Bir kere çağıl dönem kişi kavramıyla beraber insanı hem adam, hem hanım olarak kimliğinden soyutlamıştır. Birey kimdir sorusunun cevabına baktığımızda dişi midir, adam midir, kökü nereden geliyor bilemezsiniz, oldukça soyuttur. Bu adamı aldatır. Oysa İslâm’da öyleki değıldır, İslâm direkt doğruya dişi ve adam üstünden kimlik kazandırır, “mumun ve mümine” der. Dolayısıyla bir bakıma ikisinin de cinsiyetlerini gözeterek onlara rol verir. Tabii şunu kabul edelim ki, mecburi hallerin haricinde hanıma sunmuş olduğu tercih evdedir. Bu da kadının illa evde oturacağı anlamına gelmiyor.
    Kadının da kendine alt bir toplumsal dünyası var. Ama bu dünya genel olarak hemcinsleriyle ilgilidir. Değindiğiniz benzer biçimde mahremiyet ilişkisi içinde, bir bakıma İslâm, bu iki cinsin kimliklerini hatırlamaları için daima aralarına bir perde koymuştur. Nasıl ki müminle kâfir, müminle müşrik içinde surekli olarak bir ayırıcı, uyarıcı, bir engel koymuşsa, bir hatırlatmada bulunmuşsa bununla beraber hanım ve adam için de bu şekilde hatırlatmada bulunur. Bu sebeple eğer bu hatırlatma olmasa günümüz benzer biçimde “unisex” dediğimiz vaka ortaya çıkar. Yani hanım mı adam mi belli olmayan, yeni bazı insan tipleri ortaya çıkar. Burada “post insan” terimini kullanıyorlar. Dikkat ederseniz bu evrimle beraber bugün Batı dünyasında boşanmaların oranı aşağı yukarı
    yüzde 60 civarında seyrediyor. (Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm)
  • “Müslümanların trajedisi nedir? Biz çağıl dünyanın içinde çağıl dünyanın amaçlarına ve araçlarına uygun hareket edeceğiz, fakat bununla beraber İslâm ahlakına da haiz olacağız. Bu tarz bir olay olması imkansız,bu mümkün değil.” (Zaman Dışı Konuşmalar)
  • İnsana ilişkin en varlıklı tanımlamayı ya da tarifi ya da ona ilişkin anlatımı, tasavvufun yapmış olduğu kanaatindeyim… Benim kanaatime nazaran Batının hiçbir felsefî ekolü tasavvufun bu mevzuda söylediklerinin yakınına bile yaklaşmış değildir. (Dünyaya Müslümanca Bakmak)
  • Kainatta her şey çiftiyle mevcuttur;biri diğeri olmadan kendini tanımlayamaz.Yaratılış silsilesi göz önüne alın­dığında adam makrokozmozu temsil ediyorsa, hanım da mikrokozmozu temsil eder. Ancak bunlar bir başları­na kendilerini tanımlama imkânına haiz değildir; fakat buna karşın ikisi de kendini tanımlamak benzer biçimde bir gereksinim içinde bulunur. Uygar bireyci telakkiye ters gelse de bu karşılıklı varoluşsal bağımlılık ilişkisinde hanım adamın yarısını temsil eder; hanım olmadan adam, adam değildir. Erkek hanımla tanımlanır. Kadınla adam ya da eril ile dişil arasındaki ilişki dünya ile gökyüzü arasındaki ilişkiye benzer. Kozmozda olanları nefiste, nefiste olanları da kozmozta bulmamız bundandır.
    İslâm’ın vakit algısı güneş ve ay olmak suretiyle iki koz­mik varlık üstüne kuruludur: Müslüman zamanı üstün­de yaşamış olduğu dünyanın bunlarla olan ilişkisi bağlamında anlamlandırılır. Gündelik yaşam olan “şimdiyi” belirle­yen güneştir: Geçmişi ve geleceği dönemleştiren, kısaca “ömrü” belirleyen ay’dır. Modern muhayyilenin hanım ta­savvuruna aykırı düşse de kadim kültürler kadının ev, ay ve erkekle dünya dolayımında birbirlerini çağrıştıran bir ilişki içinde bulunduğunu söz konusu etmişlerdir.
    Dünya katmanında adam ve ay müzekkerdir, kısaca aydınlatıtandırlar: oysa hanım güneş benzer biçimde müennestir. Evde hanım hâkimiyet sahibi olarak bu rolüyle bulunur. Bu hakkı ona elde eden mahremiyetin uzamıdır. Bundan olacak ki, as­lında hanım tesettürle kendini dünyaya kapatmaz, tersi­ne bunu yaparken ayın kendini dünyaya açmış olduğu benzer biçimde o da mahrem olana kendini açar.
    Kadın ve ay arasındaki ilişki mahiyeti kozmik olan muamma dolu bir ilişkidir. Kadim Grek insanına nazaran ka­dın tabiata benzer; irfanî geleneğin büyük yorumcularına nazaran de hanım “müteşabih”tir. Dünyadaki tüm kültür­lerde ayla, fakat bilhassa ayın on dördüyle hanım güzelliği içinde bir ilişki kurulduğunu görürüz. O dünyaya ilişik dönemin ay olarak dönemselleştirilmesini ilk gözetleyendir. Bu ilişki içinde ayın geçirdiği safhaları bununla beraber kadının da yaşadığına inanılır. Bunu vakit olarak harici, biyolojik olarak dahili bir tecrübenin uyumu olarak gö­zetler: bedenin yaşadığına bizzat kendisi şahitlik yapar.
    Bu kozmik dönemin biyolojik bir varlıkta kendini açığa vurmasıdır. Kadın dönemin bu türünü mahrem mekanda temsil ederek adama duyurur: ay yüzünü dünyaya, hanım da kendini adama kapatır. Nutfenin beşer halini alması kozmik dönemin on kameri ayına denk düşer. Kadim kül­türlerde bu yüzden hamilelik, kameri takvim ve ebe ayrıştırılmaları mümkün olmayan üçlü bir yapı teşkil eder. Bununla özne ile nesnenin birbirleriyle uyumlu ilişki içinde oldukları bütüncül bir epistemoloji kurulur. İnsa­na dair bilginin bununla beraber bu kendini üstünde inşa etmiş olduğu temeli teşkil eder. Bir ebenin çocuk doğurtmasın­daki sırrın, doğum meydana getiren anneye gösterdiği kozmik du­yarlılık ile sahibi olduğu beşeri ilmin uyumunda yattığına tanık olunduğunda sadece bu anlaşılabilir.
    Doğum ile ölüm arasındaki dünyevi ilişkide bu hanım, çağıl tıbbın yapmış olduğu benzer biçimde doğum esnasında çocukta anneyi birbirlerinden yalıtarak araya kendini ikame etmez. Temsil etmiş olduğu epistemolojinin doğal hâsılası olarak, doğu­mu ölüm sebebine dönüştürerek bir tehdit aracı haline getirmediğinden, çağıl tıbbın yapmış olduğu benzer biçimde gövde üze­rinde egemenlik kurarak onu mülkiyeti hâline getirmez. Doğumu ölüm benzer biçimde doğal bir hâl olarak kendi kozmik “vaktine” iade eder ve anneyle çocuk arasından çekilir. Böylece nutfe için hapishaneden kurtuluşun luğu olan annenin doğum sancısını ayrıştırılması imkânsız bir bü­tüne dönüştürür. Ay bir kez daha hanıma adamın diğeri olmadığını, kendini her şeyiyle apaçık dünyaya gösterdiği on dördü haliyle hatırlatmada bulunur. Bu müzekkerin ideolojilerden almış olduğu intikamdır.
    Abdurrahman Arslan – Sabra Davet Eden Hakikat (Sabra Davet Eden Hakikat)
  • İslâmda hakikat verilidir. Biz hakikati aramıyoruz. Bizde hakikat verilmiştir. Ancak hakikatın önündeki engellerin kaldırılması gerek. (Kalbin Akletmesi)
  • ..akletmenin yeteri kadar cereyan etmediği bir dünyada yaşıyoruz. (Kalbin Akletmesi)
  • Adalet fıtri bir şeydir. Adalet talebi insan fıtratının dile gelmesidir. İslam’da hakkaniyet, bir tek ekonomik hakkaniyet, toplumsal hakkaniyet yada ceza adaleti değil, varlıkla ilgili bir tasavvurdur da bununla beraber. Şüphesiz İslami geleneğin zenginliği içinde hakkaniyet bununla beraber AHLAKA bir davettir. Hakikate duyulan susuzluğun küreselleştiği bir orta dereceye Müslümanların kendi entellektüel miraslarının mühim metinlerini okuyup anlamaları ve onları günümüz insanı için bir anlam ifade edecek şekilde açıklayabilmeleri lazım… (Yeni Politik Kültürün Dünyasında)
  • Ben hâlâ “gâvur icadı” tanımının, yapılmış doğru bir tarif bulunduğunu düşünüyorum. Bizden önceki direnen kuşakları da dualarla anıyorum. Doğrusu kendi kuşağımın oportünistçe bu hayata katılımını da hazmedemiyorum. Belli ki dünyayı oldukça sevmeye başladık ki, modemite bizi de hızla dişleri arasına alarak öğütmeye başladı. (Nehri Geçerken)
  • Müslümanlar Kur’an’dan , sünnetten kalkarak hayata sual soruyorlardı.
    Günümüzün müslümanları yaşamdan kalkarak, Kur’an’a ve sünnete sual soruyorlar.
    Bu ise onların zihni dönüşümlerinin, ideallerinin tersi bir istikamete yönelmesini bununla beraber getiriyor. (Kalbin Akletmesi)
  • Günümüzde kişinin korunması ve güvenlik problemi “haklar”da aranır ya da güvence altına alınmaya çalışılırken; İslâm bunu bizzat adaletin kendisinde ve onun, toplumun kendisinin de görevli tutulduğu uygulamasında aramaktadır. (Kıbleyi Kaybettiren Dönüşüm)
  • Dolayısı ile şimdi yapılması ihtiyaç duyulan çağıl dünyanın fen/teknolojisini alırken ahlâk/kültürünü Müslüman dünyanın gümrük kapılarında tutmak olacaktır. (Modern Dünyada Müslümanlar)
  • Müslüman adam kapitalizme müslüman hanım da feminizme yavaş yavaş teslim oluyor. Kapitalizm islam’ın helal/haram anlayışına, feminizm de kadının evindeki rolüne ve İslâm’ın hakkaniyet ilkesinin aksine hanım-adam ilişkisine eşitlikçi ideolojisiyle meydan öğrenim görmektedir. (Sabra Davet Eden Hakikat)
  • Evet, her informasyon türünde, Müslüman’ın her informasyon faaliyetinde şüphe yok ki İslâmî unsurlar 0 informasyon faaliyetine katılıyor. Fakat biz her şeye karşın, dünyayı Müslümanca anlamlandıracak bir informasyon türü, örneksiz bir informasyon türü üretemiyoruz. Sıkıntımız bu. Kabul etmeliyiz ki bu zihinsel olarak oldukça ciddi bir problemdir. Aslında bugün içinde yaşadığunız hegemonik kültürün bizlere dayattığı esaslı bir sorundur.
    Burada doğal ki biz söz konusu İslâm olduğunda, özgünlük derken birinci dereceden kendine referans almış olduğu kaynağın Kur’an ve sünnet bulunduğunu ilk olarak belirtmek gerekiyor, fakat bu kafi değil. Bu şu anlamına gelir: İslâm’m öngördüğü hakikati kendi geleneği içinde kavrayan bir zihnin olması ya da en azından İslâmî hakikati o hakikatin öngördüğü anlama ve kavrama biçimi içinde kavrayan bir zihnin var olmasını gerekir.
    İşte bence günümüzün ve bizim karşı karşıya kaldığımız problemin esası bu. Biz İslâm’ın hakikatini başka bağlamların inşa etmiş olduğu ortamlarda kavramaya çalışıyoruz. Dolayısıyla bir türlü İslâm’ın hakikatini İslâm’ın hakikatinin öngördüğü bağlamları inşa ederek kavrayamıyoruz. Ondan dolayı her seferinde tamamlanmamış bir kavrayışla karşı karşıya kalıyoruz diye düşünüyorum. (Kalbin Akletmesi)
  • Sizin kim tarafınca dünyaya getirildiğiniz, hangi ailenin, cemaatin, topluluğun ferdi olduğunuz mühim değildir; sadece onun nüfus kurumuna yaptırdığınız kayıt sonucu -seküler “vaftiz” sonucu- varlığınız gerçeklik kazanır. Evlenmek istediğinizde gene ona haber vermek kısaca kurumlarından birine “kayıt” yaptırmak -resmi nikâh- zorundasınız. Yakınlarınız istedikleri kadar dövünüp ağlasınlar, ölümünüz sadece onun kurumlarının vermiş olduğu kararla gerçeklik kazanacaktır. İnandığınız din, ölüyü “bekletmeyin” tavsiyesinde bulunabilir; fakat bu “mesai saatlerinin haricinde” fazla anlam ifade etmeyecektir. Üstelik insanoğlunun nereye iyi mi gömüleceğine o karar verecek -eğer paranız varsa- “mülk sahibi ölüler” sınıfına ilişik kılacak; böylece mezarınız dokunulmazlık kazanmış olacaktır. (Modern Dünyada Müslümanlar)
  • Asr-ı mutluluk ile çağıl dünyanın gökdelenleri içinde yorulmadan gidip gelen bu insanoğlu; İslâm’ın mütevazılığının formu içinde statü ve prestij mücadelesinin ilk basamaklarını hızla tırmanmaktadırlar. Esas sorun ise bu basamakların bittiği yerde Müslümanlar’ı neyin beklediğidir! (Modern Dünyada Müslümanlar)
  • Bugünün dünyasında giderek egemen hale gelen yeni kültürün yada “küresel episteme”nin anlaşılır sebeplerle dini çoğulculuk üstünde yoğunlaştığını görmek şaşırtıcı değil. Küresel episteme nin tek bir yol, tek bir ölçü yada tek bir hakikat olduğu hususunda ısrar etmeyi “putpe­restlik” tek bir doğru din olduğu fikrine inanmayı tota­literlik ve uzlaşmaz bir tutumu temsil manasına alması; neoliberalizmin birçok şeye olduğu benzer biçimde dine de el koyma ve onu kendi ilkelerine nazaran tekrardan yorumlama/biçim­lendirme isteğini yansıtıyor. Küresel kültür, dini çoğulcu­luğu değişik dinlere ilişik müntesiplerin sulh içinde bir arada yaşamalarının imkânı olarak görmekte; dinlerin benzer taraflarım izafi ontoloji temelinde bir araya getirerek yeni bir din anlayışı çıkarmaya iş koşturmacasındadır. Bu din anlayı­şı hakikatin bütünüyle temsilinden oldukça, hakikate sadece kısmen ulaşılabilineceği fikrine dayanıyor.
    Hakikatin temsilcisi olan vahiy temelli din anlayışı kendi müminle­rinden kati bir tercih ve bütünüyle teslimiyet isterken; çoğulculuğun din anlayışı, yaşanmış olan yaşamı onaylayan ve bir tek bireyi kapsayan bir din anlayışını meşru kabul ediyor. Bilimde olduğu benzer biçimde dini alanda da birbirleriyle -pazar ekonomisine uygun şekilde- rekabet halindeki dini organizasyonların çoğulculuğunu öngörmekte, bire­yin özgürlüğünü, kendine ilişik inançları seçme ve bu tarz şeyleri oluşturma hakkı olarak tanımlıyor.
    Sözkonusu ettiğimiz bu özellikler ışığında dini ço­ğulculuk; Müslümanların fakat bilhassa Müslüman te­ologların anladığı benzer biçimde değişik dinden olanların bir arada bulunması, birlikte yaşaması, alışveriş etmesi olmadığı benzer biçimde; “ötekine” dair probleminin iyi mi hallolacağı yada ötekiy­le kurulacak diyalog meselesi de değildir. Hatta dini ço­ğulculuk, değişik ülkelerden çeşitli sebeplerle değişik dine haiz insanların bir araya gelmeleriyle ortaya çıkan bir sorun şeklinde de görülemez. Hem bu şekilde bir tecrübeyi -Batı yaşamamış olsa bile- yeni saymak mümkün değil, hem de insan kadar kadim olan bu şekilde bir meselenin ta­rihte bugüne dek kendisi için bir çözüm yolu bulama­mış olması düşünülemez. (Sabra Davet Eden Hakikat)
  • “…insanoğlu belli bir yaşam standardına alıştıktan sonrasında onu terk edemiyor. Dolayısıyla da o yaşam standardını devam ettirmesini sağlayacak her şeyi şu ya da bu şekilde onaylıyor…” (Zaman Dışı Konuşmalar)
  • – “Marifet iltifata tâbidir” sözünün bugün bir karşılığı kaldı mı?
    – Hayır, kesinlikle kalmadı.
    – İltifat neye tâbi peki?
    – İktisada tâbi… (Dünyaya Müslümanca Bakmak)
  • Sosyoloji bilgiyi toplar millet devlete verir. Ulus devletin ajanıdır sosyoloji aslına bakarsak. Sosyal insanbilim de küreselleşmenin ajanıdır. Batı’nın metropollerine bilgiyi gönderir;ilkel toplumlar, gelişmiş toplumlar diye sınıflandırma yaparak. (Dünyaya Müslümanca Bakmak)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş