Eğitim

Din Felsefesine Dair Okumalar 1 – Recep Alpyağıl Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Din Felsefesine Dair Okumalar 1 – Recep Alpyağıl Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kimin eseri? Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kitabının yazarı kimdir? Din Felsefesine Dair Okumalar 1 konusu ve anafikri nedir? Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kitabı ne konu alıyor? Din Felsefesine Dair Okumalar 1 PDF indirme linki var mı? Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kitabının yazarı Recep Alpyağıl kimdir? İşte Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Recep Alpyağıl

Yayın Evi: İz Yayıncılık

İSBN: 9789753558709

Sayfa Sayısı: 848


Din Felsefesine Dair Okumalar 1 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Düşünen her insanı, “nihai niçin sorusu” olan, “niçin evren yok değil de var?” sorusu bir cevaba zorlar. Bu sual, onu bütünler öteki büyük soruların da başlangıcında yer alır. Tüm bu sorular, düşünen insanoğlu var olduğu müddetçe önemini koruyacaktır. Bugün, anılan soruları, dizgesel bir halde kendine mevzu edinen branşa din felsefesi adı veriliyor. Sorular bu kadar dirimsel olunca, tüm bilimsel niteliği olan mesaisi bu sorular olan din felsefesinin önemi de o seviyede artmaktadır. Bu derleme yukarıdaki sorulara, gelen-eksel ve uygar metinler eşliğinde, din felsefesi perspektifinden yanıt bulma çabasının bir ürünüdür.


Din Felsefesine Dair Okumalar 1 Alıntıları – Sözleri

  • “Bu doğrudur, fakat en azından aklınıza şunu getirin: Akıl sizi inanmaya sevkettigi halde gene de inanamadığınıza gore, inanmaya muktedir olamayışınız, ihtiraslarınızdan dolayıdır. Öyleyse, Allah’ın varlığı hakkında delillerin sayısını çoğaltmakla değil, ihtiraslarınızın sayısını azaltmakla inanç ve itikad sahibi olmaya çalışın. İmanı bulmak istiyor, fakat gidilecek yolu bilmiyorsunuz. İmansızlık illetinden kurtulmak istiyor, fakat devayı aramıştınız: bunu, vaktiyle sizin benzer biçimde elleri bağlı olan, ve şimdi haiz oldukları herşey pahasına bahse giren kimselerden öğrenin. Onlar sizin kovuşturmak istediğiniz yolu biliyorlar ve sizin kurtulmak istediğiniz illetten kurtulmuşlar: Siz de onların başladığı tarzda başlayın. Onlar sanki inanmış benzer biçimde davrandılar, mukaddes suyu içtiler, ayinlere katıldılar, vs. Bu sizi tamamen fitri bir şekilde imana götürecek ve aklınızın kibirini kırıp daha munis kılacaktır.
  • İnsana “eğer düşünmez ve hakkı bilmezsen, yalancılar içinde bulunup bulunmadığından güvenilir olamazsın, böylece, gittiğin yolun sonsuz cehenneme ve büyük zarara çıkmış olduğu sonucuna ulaşırsın” denilip korkutulduğunda, kişinin korkması ve korkmuş olduğu şeyden sakınmasının gerekliliğini aklıyla bilmesi kaçınılmazdır. Öyleyse tefekkür edip düşünmesi lâzımdır, tıpkı ona gittiği yolda (olmadığı halde) yırtıcı bir hayvanın olduğu söylenip onun bundan korkarak araştırmaya başlaması benzer biçimde. Düşünmenin gerekliliği hakkında söylediklerimiz de böyledir. Bununla beraber , şahıs kendisi, sağlığı, kuvveti , âzâları, arzuları , haz alması benzer biçimde nimet eserleri üstünde düşünüp bunlarla, zayıf ve hastalıklı olması arasındaki farkı kavradığında ona şu şekilde denir. Eğer düşünmeyip nimet veren Yaratıcıyı tanımazsan, O’nu inkara gidiyor olmadığından güvenilir olamazsın. Halbuki Allah’a itaat, O’nu hakkıyla bildikten sonrasında vacib olur.
  •   ”Bizimki kadar karmaşık ve tertipli bir evreni bir yana bırakın, herhangi bir şeyin var olması bile son aşama tuhaftır. Fakat eğer bir Tanrı var ise, onun bu şekilde bir evreni yaratmış olması pek de olasılık dışı değildir. Bizimki benzer biçimde bir evren güzel bir şeydir, ve insanlarla öteki yaratıkların gelişebildikleri ve kaderlerini çizebildikleri bir tiyatrodur. Bu durumdan Evrenden Tanrı’nın varlığına giden kanıt, karmaşık olgudan kolay bir varlığa giden bir kanıttır.”
  • “(…) Hadd-i zâtinde (Aslında) , mahiyyeten (kalite) nafi (yararlı) olan bir şeyden, kendisinde araz (hastalık) hâlinde mevcut bir mazarret dolayısiyle sarf-i nazar edilmesi (caymak) iycab etmez. (Gerekmez) (…) Hatta diyebiliriz ki bazı pespaye (aşağılık) kimselerin bu kitaplarla iştigal (Uğraşma) yüzünden dalâlete (Sapkınlık) düştüklerini zannederek haiz-i salâhiyet olanları da hikmet (felsefe) kitaplarını mütalaadan (okuma) men’e kalkışmak; adeta bazılarının, suyun boğaza tıkanıp durması yüzünden öldüklerini vesile ittihaz (sayma) ederek susayan insanı, tatlı ve soğuk su içmekten menetmeye ve nihayet susuzluktan ölümüne sebebiyyet vermeye benzer. Bundan dolayı, suyun boğaza tıkanıp durması yüzünden hasıl olan ölüm, bir emr-i arızidir, susuzluktan ölmek ise zati ve zaruri bir keyfiyettir.” – İbn Rüşd
  • “Şuurdan yoksun hiçbir şey … bilinç ve akıl sahibi birinin idaresi altında olmadıkça, bir hedefe doğru yönelmez. Sözgelimi bir ok [hedefe yönetebilmek için] okçunun varlığını gerektirir. O halde tabiattaki her şey akıl sahibi bir kinişe tarafınca hedefine yönlendirilmektedir ki biz bu hiç kimseye Tanrı adını veriyoruz.”
  • İçinde yer aldığımız evren, en kolay haliyle bile, bizi devasa bir merak içinde bırakmakta ve bir izahat halletmeye zorlamaktadır: “Evrenin yok olması mümkünken, o, niçin ve niçin var oldu?” Onu, gene kendisiyle açıklamak bir kısır döngü olacağından, bir başka izahat bulmak gerekecektir. Evrendeki değişiklik ve hareketin varlığı da izahat bekleyen bir başka husustur. Bu değişimi, gene kendisi değişime doğal olarak olan bir başka mümkün varlıkla izah etmek tutarsız olacaktır, zira bu takdirde, onun da nihai sebebini bulmak gerekecektir. Bu süreç, sonsuza kadar geriye doğru götürülemeyeceğinden, kendisi hareket etmeyen bir hareket ettirici, tüm sebeplerin sebebi olan bir ilk niçin bulmak gerekecektir. Felsefi teizm açısından bu, Tanrı’dır.
  • Seviye ne kadar büyük olursa, düzeni açıklamak için şansa başvurmak ta o denli daha azca makul olur.
  • Calvin, Kant benzer biçimde üstündeki görkemli yıldızlı sema sisteminden bu münasebetle hassaten etkilenmiştir:
    Sadece gözleri yardımıyla eğitilmiş bayağı halk ve pek oldukça bilgisiz bile, tanrısal sanatın mükemmelliğinden habersiz olması imkansız; şundan dolayı o kendisini yıldızların hesapsız, hâlâ aşikâr ve tertipli olan çeşitliliğinde ifşa eder.


Din Felsefesine Dair Okumalar 1 İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Recep Hocadan ders aldığım zamanlar kendisinin ders kitabı olarak kullandığı kaynak kitabımızdı. Fakülte sürecine yayarak okuduğumuz kitap, daha oldukça tercümelerden oluşuyor. Hem hocamızın kendi tercümeleri hem de değişik kişilerin tercümeleri üstünden oluşturulmuş güzel bir emek harcama. Akademik açıdan da ender kaynaklardan bir tanesi bulunduğunu düşünüyorum şundan dolayı çevirileri meydana getirilen yazıların büyük bir çoğunluğu hemen hemen kimse tarafınca çevirilmemiş kaynaklardı. Din felsefesi alanında kesinlikle okunması ihtiyaç duyulan bir kitap. (North Beirut)


Din Felsefesine Dair Okumalar 1 PDF indirme linki var mı?


Recep Alpyağıl – Din Felsefesine Dair Okumalar 1 kitabı için internette en oldukça meydana getirilen aramalardan birisi de Din Felsefesine Dair Okumalar 1 PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Recep Alpyağıl Kimdir?

1977 senesinde Terme’nin Cenikyolu Köyünde doğar. Babası burada fahri imamlık yapar. Aslen Çarşambalıdır. İlkokulu 1983-1988 yılları aralığında Çarşamba/Paşayazı Köyü İlkokulu’nda, ortaokul ve liseyi 1988-1994 yılları aralığında Terme İmam-Hatip Lisesinde okur.1999 senesinde Erzurum/Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olur.

1999’da 19 Mayıs Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalına “araştırma görevlisi” olarak atanan Recep Alpyağıl; 2001 senesinde aynı enstitüde “Çağdaş Dinî Epistemolojide Fideizm” adlı teziyle “yüksek lisans”ını tamamlar.2006 senesinde İstanbul Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsünde “Din Felsefesinde Dekonstrüksiyon” adlı tezle “doktor” olur. Recep Alpyağıl; hâlen İstanbul Ünv. İlahiyat Fak. Din Felsefesi Anabilim Dalında “doçent” olarak vazife yapmaktadır.

Terme Din Görevlileri Derneği tarafınca çıkarılan “Hasret” dergisinde 1994’te ilk yazısı piyasaya sürülen R. Alpyağıl; Doğu Batı, İslâmiyat, Ekev,Marife,Dergah,Meridyen,Kutadgu Bilig,Tezkire,Cogito, Sakarya Ünv.İlahiyat Fak. Dergisi,İstanbul Ünv.İlahiyat Fak. Dergisi benzer biçimde dergilerde alanıyla ilgili “özgün bir üslup” ile yazdığı yazı ve denemelerini yayımlar. R. Alpyağıl; “İbn Sina”, “İbn Rüşd” ve “Düzceli Zahid Kevseri” temalı internasyonal sempozyumlarda bildiriler sunar.

Din felsefesi araştırmacısı-yazar R.Alpyağıl; evli, iki çocuk babasıdır.


Recep Alpyağıl Kitapları – Eserleri

  • Din Felsefesine Dair Okumalar 1
  • Din Felsefesine Dair Okumalar 2
  • Felsefi Makaleler 1
  • Kimin Tarihi? Hangi Hermenötik?
  • Evrim ve Tasarım Geleneksel ve Uygar Metinler Seçkisi
  • Wittgenstein Ve Kierkegaard’dan Hareketle Din Felsefesi Yapmak
  • Türkiye’de Otantik Felsefe Yapabilmenin İmkanı ve Din Felsefesi
  • Mülemmâ Düşünceler – 1
  • Kıta Avrupası Din Felsefesi Ve Mistik Gelen-ekler
  • Türkiye’de Bir Felsefe Gelen-ek-i Kurmaya Çalışmak – 1
  • Fark ve Yorum
  • Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap
  • Türkiye’de Bir Felsefe Gelen-ek-i Kurmaya Çalışmak – 2
  • Derrida’dan Caputo’ya Dekonstrüksiyon ve Din
  • Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz
  • Felsefe Dili Olarak Türkçenin Gelişim Aşamaları ve Felsefe Sözlüklerimiz
  • Din Felsefesi Açısından Matüridi Gelen Ek-i 3
  • Din Felsefesi Açısından Eş’ari Gelen-Ek-i
  • Din Felsefesi Açısından Meşşai Gelen-Ek-i
  • Din Felsefesi Açısından Mutezile Gelen-Ek-i 1
  • Din Felsefesi Açısından Mutezile Gelen-Ek-i 2


Recep Alpyağıl Alıntıları – Sözleri

  • Varlık anlamı bir illete bağlıdır ve o varlık illetidir; yokluk anlamı da bir illete bağlıdır ve o da varlık anlamının illetinin yokluğudur. Bu nedenle biz deriz ki: Mümkün varlığın, bir illetle ve o illete gore mecburi olması gerekir. Öyleki değilse, illetin varlığı esnasında ve o illete gore gene mümkün olur. Bu durumda da varlık ve yokluktan herhangi biri belirginleşmeksizin varolması ve olmaması mümkündür. Bu ise illetin varolması yardımıyla yokluktan çıkıp varlığının belirginleşmesi yada varlık tarafının değil de yokluk tarafının belirginlik kazanması için yeni baştan üçüncü bir şeyin varlığına muhtaçtır. Böylece üçüncü şey, öteki bir illettir ve söz sonsuza kadar uzar gider. Sonsuza dek uzadığında ise, bu uzamaya karşın, onun varlık tarafı belirginlik kazanmaz ve dolayısıyla gerçekleşmez. Bu da imkânsızdır. İmkânsızlığın sebebi yalnızca illetler silsilesinin sonsuza dek sürmesi değildir -çünkü bu, bu yerde imkânsızlığı hemen hemen kuşkulu bir boyuttur-aksine o şeyin kendisi yardımıyla belirginlik kazanacağı bir boyutun hemen hemen varolmamasıdır. Oysa onun mevcut olduğu varsayılmıştı. Şu halde varlığı mümkün olan her şey, illetine kıyasla mecburi olmadıkça var olması imkansız. (Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap)
  • İçinde yer aldığımız evren, en kolay haliyle bile, bizi devasa bir merak içinde bırakmakta ve bir izahat halletmeye zorlamaktadır: “Evrenin yok olması mümkünken, o, niçin ve niçin var oldu?” Onu, gene kendisiyle açıklamak bir kısır döngü olacağından, bir başka izahat bulmak gerekecektir. Evrendeki değişiklik ve hareketin varlığı da izahat bekleyen bir başka husustur. Bu değişimi, gene kendisi değişime doğal olarak olan bir başka mümkün varlıkla izah etmek tutarsız olacaktır, zira bu takdirde, onun da nihai sebebini bulmak gerekecektir. Bu süreç, sonsuza kadar geriye doğru götürülemeyeceğinden, kendisi hareket etmeyen bir hareket ettirici, tüm sebeplerin sebebi olan bir ilk niçin bulmak gerekecektir. Felsefi teizm açısından bu, Tanrı’dır. (Din Felsefesine Dair Okumalar 1)
  • Kanaatimiz o ki, Kur’an’ın insan için öngördüğü bu yaşam tarzında dekorlar ve kostümlerden daha mühim olan ‘öyküdür’. Bundan dolayı dekor ve kostümler insanlığa hazır olarak verilmiştir; insana düşen yalnız bunlara şekil vermektir. (…) Kur’an’ın tüm gayreti insanlığın iyi bir senaryo ortaya koyabilmesine destek olmaktır. (Kimin Tarihi? Hangi Hermenötik?)
  • Sober, tanımı ve tanıma ilişkin soruları bir süre daha tartıştıktan sonrasında, şunu ekliyor:
    ”Evrim’ in tam olarak tanımlanamaması bizi rahatsız etmemeli; ele almış olduğu görüngü mutlak açıklıkla ayrıştırılamıyor diye bir alanın bütünlüğü şüpheli hale gelmez. Evrimi tanımlamak evrimsel biyolojinin ne hakkında bulunduğunu idrak etmek için ilk yararlı adımdır; bunun ötesinde olanaklı yada lüzumlu olandan daha çok kesinlik beklemek yanlıştır.”(2)
    Bu uzun tanımlar listesini, mevzu üstünde herhangi bir vurgunculuk oluşturmak için değil, aksine tam da bu tarif bolluğunun irdelemenin taraflarını ne türden yanlış yönlendirmelere maruz bırakabileceğini hatırlatmak için yaptık. Sonuçta, evrim hem içlem hem de kaplam açısından oldukça yüklü bir terimdir. [Çankı, aynı durumu tekamül terimi için de söylüyor: “Tekamül, en müphem ve hatta en ma’kus ve yekdiğeri ile mu’ teriz manalar alan felsefe ıstılahlarından birisidir.”(3)
    (2) Sober, Biyoloji Felsefesi, s. 35.
    (3) Çankı, Büyük Felsefe Lugatı I, s. 756. (Evrim ve Tasarım Geleneksel ve Uygar Metinler Seçkisi)
  • Seviye ne kadar büyük olursa, düzeni açıklamak için şansa başvurmak ta o denli daha azca makul olur. (Din Felsefesine Dair Okumalar 1)
  • “Eğer Tanrı bizlere kendisi hakkında paradoksları eleyerek, nesnel bir data vermiş olsaydı, Tanrı’yla olan birlikteliğin bedeli daha ufak olmuş olacaktı. Bundan dolayı ufak karşılık ufak kıymet anlamına gelmektedir.” (Kierkegaard) (Wittgenstein Ve Kierkegaard’dan Hareketle Din Felsefesi Yapmak)
  • Nedim el-Cisr- kendi üstadı H. el-Cisr’i izlemektedir. İkisi de evrim mevzusuna
    geleneksel bakış açısından yaklaşmaktadır.- evrimin olası neticelerini
    insanlık için bile geçerli sayacak şekilde, daha ileriye giderek evrim teorisini
    benimsemektedir. Söze şu şekilde başlamaktadır: (1)
    Mühim ve lüzumlu olan, Tanrı’nın dünya ve onun içindeki tüm türlerin yaratıcısı olduğu inancıdır. Bu inancın ötesinde, Yaratılış ile Evrimin ilkeleri içinde bir fark yoktur. Allah kendi yarattığı ilk maddeden, evrene kendi koyduğu yasalara uygun bir halde, evrim süreciyle tüm türleri yarattı.
    Ardından mukaddes metinlerin bu mevzuda yansız kaldığına işaret etmektedir: (2)
    Şeylerin yaratılışı ve türlerin çeşitliliği mevzusunda, mütevatir ve ünlü rivayetlere dayanan Hz. Muhammed’in sünnetinden anlaşıldığı kadarıyla, bu metinler yaratılışın ince ayrıntıları yada yaratılışın izlediği süreç hakkında apaçık bir şey söylememektedir.
    (1) Nedim Cisr, Kıssatü ‘l-inanç: beynel-felsefe ve’l-ilm ve’l-Kur’an (Beyrut: el-Mektebü’l-İslami, 1969), s.208.
    (2) Cisr, s.211. (Evrim ve Tasarım Geleneksel ve Uygar Metinler Seçkisi)
  • “ bir kuralı takip etmenin kuralı yoktur.” (Kimin Tarihi? Hangi Hermenötik?)
  • Mülemmâ, sözlükte, “renk renk, alacalı olan” anlamına gelmektedir. Terim olarak ise özelikle Fars ve Türk edebiyatlarında Türkçe, Arapça ve Farsça söylenmiş beyit ve mısraların oluşturduğu şiirler hakkında kullanılır. Bir başka deyişle mülemmâ iki değişik dilden yararlanarak,  onları karışmasını sağlayarak yazılmış bir şiir biçimini ifade eder. İslam düşüncesinde pek oldukça ismin mülemmâ şiirleri vardır. Bunlar içinde bilhassa Mevlana’nın Arapça, Farsça, Türkçe, Grekçe, nadiren de olsa Moğolca ve Ermenice şiirleri dikkat çekicidir. Bu gelen-ek içinde yer edinen Hâfızı Şirazî’nin, Divân adlı eserinin ilk gazalinin ilk beyti bir mülemmâdır:
     
    [Elâ yâ eyyuhe’s-sâkî edir ke’sen ve nâvilhâ
    Ki ışk âsân numûd evvel velî üftâd müşkilhâ
    Ver ey sakiy kadeh dönsün, içip kansın tüm canlar
    Sanılmışken kolaydır aşk, sonrasında çıktı ne zorluklar
    Farsçanın şaheserlerinden olan bir metnin ilk beytinin Arapça ile başlaması üstünde bilhassa durulmayı hak eden bir inceliktir. Mülemmâ yazmak basitçe başka bir dilden iktibasta bulunmak değil, her iki dilin gramerini bir başka dilde buluşturmaktır. Farklı vezinleri bozmadan birleştirebilme kavrayışını gerektirir. Bu türden bir dilde usta olabilmek “zü’l-lisâneyn” olmakla mümkündür. Hâfızı Şirazî’nin ilk beytinin bundan öte bir başka yönü daha vardır. Arapça ilk mısra aslen Yezid bin  Muâviye’nindir. Nasıl olup da Yezid’in bir şiirinin Hâfız tarafınca kullanıldığı hususu eleştiriye mevzu olmuş, Divân’a şerh yazan şârihleri de zorlamıştır. Literatürdeki yorumlar içinde  en aşama ilgi çekici olanı Ehl-i Şîrâzî’ye aittir: 
    “Bir gece rüyada Hace Hafız’ı gördüm, ona “Ey bilgide ve fazilette hesapsız, bu kadar erdem ve kemal sahibiyken sen, niçin kendini Yezîd’in şiirine bağladın?” Dedi ki “Vâkıf değil misin ki kafirin malı mümine helaldir”
     Bu yorum esasında mülemmâ düşünüşün gramerini de açığa vurur. Ancak Hâfız’ın Divân’ında bundan fazlası vardır: Tüm  metin süresince kullanılan “muğbeççe, zünnar, meyhane, savmia, şarap, şarap küpü…” benzer biçimde mazmunlar yanında, Yezidin şiirine yer vermek açıkçası ufak bir detay gibidir. Büyük seviyede Zerdüştlük üstünden devşirilen bu ıstılahlar şekildeki  mülemmâ kadar düşüncenin derin gramerinde yatan mülemmâyı işaret ettirir. Bu derin mülemmâ Hâfızdan ilkin Farabi, İbn Sina ve daha başkalarınca başlatılan, ve gene oldukça daha başkalarınca devam ettirilen bir gelen-ek-tir. (Mülemmâ Düşünceler – 1)
  • Zorunluluk, Tanrı’nın öteki varlıklara nazaran haiz olduğu varlık moduna referansta bulunan temel bir niteliktir. Genel anlamda zorunluluk, Tanrı’nın var olmak için bir nedene gereksinim duymaması, zâtıyla kaim olduğu anlamına gelmektedir. Varlıklar, var olmak için bir sebebe gereksinim duyup duymaması, varlığının nedenlenip nedenlenmesine bağlı olarak ikiye ayrılır.
    Bunlardan, var olmak için herhangi bir nedene gereksinim duymayan, olduğundan daha değişik bir varlık yapısına haiz olmayan varlığa Zorunlu Varlık; var olmak için kendi haricinde başka bir nedene ya da faile gereksinim duyan varlığa da Mümkün varlık denir. Zâtı ile kaim olan mecburi varlığın yokluğunu düşünmek çelişkiye niçin olurken; mümkün varlığın, yokluğunu düşünmek muhal olmadığı benzer biçimde çelişkiyi de gerektirmemektedir. Hiçbir izahat Tanrı’nın mecburi varlığının mâhiyetini aşıp iyi mi ve niçin var olduğuğuna dair bir izah sunamaz. Zira O’nun varlığı, kendisi dışındaki öteki tüm varlıkların mevcudiyetlerine ilişkin nihai açıklamayı sunmaktadır. Filozoflar, Tanrı’nın zorunluluğunu değişik şekillerde tanımlamakla beraber, onların üstünde uzlaştıkları husus, mümkün varlıklardan değişik olarak Tanrı’nın zâtıyla kaim, nedensiz ve yokluğunun düşünülmesinin çelişki doğurduğudur. (Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap)
  •   ”Bizimki kadar karmaşık ve tertipli bir evreni bir yana bırakın, herhangi bir şeyin var olması bile son aşama tuhaftır. Fakat eğer bir Tanrı var ise, onun bu şekilde bir evreni yaratmış olması pek de olasılık dışı değildir. Bizimki benzer biçimde bir evren güzel bir şeydir, ve insanlarla öteki yaratıkların gelişebildikleri ve kaderlerini çizebildikleri bir tiyatrodur. Bu durumdan Evrenden Tanrı’nın varlığına giden kanıt, karmaşık olgudan kolay bir varlığa giden bir kanıttır.” (Din Felsefesine Dair Okumalar 1)
  • Bil ki; Allah Teâlâ, selim akıl sahiplerini, “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler” sıfatları ile vasıflandırdı. Zira Allah’ı ve onun birliğini bilmek/tanımak yalnızca akıl ile olur. Akıl ise Allah’ı tanıma yolculuğunun başlangıcında bunu yapmaktan acizdir. Zira kösnü ve kızgınlık kuvvetinin üstün gelmesi onu, şeytana itaatin ve hevaya doğal olarak olmanın boyunduruğu altına geçirmiştir. Kişi bunlara bağlı kalmış olduğu müddetçe şeytanın iğva ve vesveseleri, kötülüğü emreden nefsin fena düşüncülerinden ve vehmin muğalatalarından kurtulamaz.
    Bundan dolayı bunlardan kurtulmak için tefekkür ile birlikte ibadetlere gereksinim duyar. Allah Teâlâ’ya yakarma edip mahlukat hakkında tefekkür ederse; Allah’ın tecellilerini kabul edebilen saf selim/lub akıl sahibi olur. Ayetin “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar” kısmı, ibadetlere devam etmeye işaret etmektedir. “Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler” kısmı ise ibadetin tefekkür ile beraberlik yapmasına işaret etmektedir. Allah zikredilir, tefekkür ise Allah’ın yarattıkları üstünde yapılır. Resulullah ( sav) şu şekilde buyurmuştur: “Yaratılanlarda tefekkür ediniz yaratıcıda tefekkür etmeyin. Zira sizler O’nu hakkıyla takdir edemezsiniz.”
    Allah Teâlâ şu şekilde buyurdu: “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler/bilemediler.”” Bilakis Allah Teâlâ, fiilleri ve yarattıkları ile bilinir. Bundan dolayı Resulullah (sav) Allah’ın zatı hakkında tefekkür etmeyi yasaklayıp mahlukat hakkında tefekkür etmeyi emretti. Zikir ise Allah’a nispetle olup onun yarattıklarına nispetle değildir. Bunun için Allah Teâlâ, selim akıl sahiplerini, Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler sıfatlarıyla vasıflandırdı. Rivayet edildiğine gore Resulullah (sav) şu şekilde buyurdu: “Tefekkür gibi bir ibadet yoktur.” Denildi ki: Tefekkür, gafleti götürür ve suyun bitkileri yeşerttiği benzer biçimde tefekkür de kalbe haşyet kazandırır. Kalpler, hüzünler kadar başka bir şeyle parlamaz, tefekkür benzer biçimde de başka bir şeyle aydınlanamaz.
    Şemseddin İsfahanî (Din Felsefesi Açısından Eş’ari Gelen-Ek-i)
  • Mükemmellik ve eksiklik görecedir. İlahi cömertlik ve hikmet, mükemmeli ve eksiği beraber yaratmayı gerektirir. Nasıl ki kangrenli elin, canı muhafaza etmek için kesilmesi hakkaniyet ise -zira bu eksiği muhteşem olana feda etmeyi gerektirir-halkın dünya ve ahiretteki paylarında farklılık olması da aynen bunun gibidir. Bunların hepsi zulüm değil, adalettir. İçlerinde boş şeylerin bulunmadığı bir hakikattir. Şimdi bu, sahillerine dalgaların çarptığı engin ve derin bir denizdir. Genişlikte, tevhid deniziyle karşılaştırma edilebilir. Tüm ahmak gruplar, yalnızca alimlerin kavradığı bir sır bulunduğunu anlamadan onun içine dalarlar. Bu denizin ötesi, birçoğunun şaşkınlıkla gezdiği ve keşf ehlinin bile sırrını açıklamasının yasaklandığı alınyazısı sahilidir.
    Kısacası, iyi ve fena takdir edilmiştir. Takdir edilen şeyler ise, tanrısal iradenin sabık takdirinin peşinden mecburi olarak meydana gelirler. Hiç kimse Allah’ın hükmüne karşı durması imkansız; asla kimse O’nun hükmünü ve emrini geri çeviremez. Hatta, ufak ve büyük her şey yazılıdır, malum ve beklenen seviyede meydana gelir. “Sana isabet edecek bir şey isabet etmeyecek değildir isabet etmeyecek bir şey de isabet edecek değildir.” (Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap)
  • Tevhide delalet eden âyetler ya afakta ya da enfustedir. Afaktaki âyetler, daha görkemli ve daha büyüktür. Allah Teâlâ şu şekilde buyurdu: “Göklerin ve yerin yaratılması elbette ki insanların yaratılmasından daha büyük bir olaydır”(Gafir,57)bundan dolayı selim akıl sahiplerinin vasıfları içinde “göklerin ve yerin yaratılışında tefekkür ederler” vasfını zikretti. Zira göklerin ve yerin delaleti takdire şayan, onların delilleri de daha büyüktür. Nasıl bu şekilde olmasın ki!
    Eğer bir insan ufak bir ağaç yaprağına bakarsa; bu yaprağın ortasında uzanan tek bir damar görür. Sonra bu tek damardan her iki tarafa pek oldukça damar dallanır. Daha sonrasında bu damarlardan daha ince damarlar dallanır. Her bir damardan gözlerin görmediği kılcal damarlar dallanır. Böylece yaratıcı Allah Teâlânın bu yaprağı bu yaratılış suretiyle takdir etmesinde büyük hikmetler ve garip sırların olduğu bilinir. Şöyleki ki Allah Teâlâ, bu yaprağa beslendiği besinini yerin altından çeken bir kuvvet bahşetti. Sonra güç sahibi ve alim Allah’ın takdiri ile bu gıda, yaprağın tüm parçalarına varıncaya kadar bu damarlarda akmaya devam eder. Eğer insan; bu yaprağın iyi mi yaratıldığını, bu yaprağı var etmedeki takdirin nasıllığını ve yapraktaki besleyici ve büyütücü kuvvetin eşsizliğini öğrenmeye çalışsa; buna güç yetiremez.
    Bu yaprak; içindeki güneş, ay, yıldızlar ile göklere ve içindeki denizler, dağlar, madenler, bitkiler, ağaçlar, hayvanlar ile yeryüzüne nispetle, yok hükmündedir. İnsan, aklının bu ufak yaprağı bilmeden aciz bulunduğunu anladığında; Allahın, gökleri ve yeri yaratmasındaki hikmetinin ilginçliklerine muttali olamayacağın algı eder. Sadece üstünkörü bir halde, bunların yaratılmasında son aşama hikmetin bulunduğunu bilir. Aynı şekilde bunların, hikmetsiz ve boşuna yaratılmadığını da bilir. Böylece “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın” der. (Din Felsefesi Açısından Eş’ari Gelen-Ek-i)
  • İlglnç bir tarzda, tarih bir başka kesitte gene değişik renkler
    üstüne kurulu olan bir mülemmayı karşımıza çıkarır. Farsça,
    Arapça mısralar içeren mülemma şiirler, Tanzimat’la beraber,
    Fransızca, İngilizce, Almanca mülemmalara dönüşür. Tam da
    bu aşamada şunu sormak istiyoruz: Mülemma dili, niçin tarihin
    eleştiri anlarında yeniden yeniden zuhur ediyor? Acaba, farklılığı
    içeren bu şiir birikimini daha ileri düzeyde bir kavramsallaştırmaya dönüştürebilir miyiz? Mülemmayı bir düşünüş biçiminin
    adı olarak görebilir miyiz? Devamla bir yaşama tarzının dili ve
    metaforu olarak…
    Kanaatimizce, bu yazınsal dil kendisine kaynaklık eden daha derin bir doğa ötesi gramerin ürünüdür. Bu gramerde mühim olan, diller arası gidip gelmelerle değişebilen derin yapı ve dinamik etkileşimlere açrk olan esnekliktir. Bu yönüyle o, oldukça dilli, oldukça milliyetli Osmanlı kültürünün bir yansıması benzer biçimde durur.*
    ——————————————————————-
    * Örneğın O. Okay Tanzimatın kendisini bir mülemma olarak görür: “Tanzimat devrinin hususiyetlerinden biri de doğu ve batı medeniyetinin, adetlerinin, külttürlerinin birbirine karışmasıdır. Buna bir sentezden ziyade eski tabiriyle mülemma demek daha yakışır. Bir kültür unsurunu benimsemek değil, yalnız beğenmek, eskiden de vazgeçememek, fakat bir terkibe ulaşamamak. İşte Tanzimat’ın müemması budur.”, M. Orhan Okay, Batı Medeniyeti Karşısında Ahmed Midhat Efendi (Ankaıa: Milli Egitim Bakanlığı, 1989), s, 343, (Mülemmâ Düşünceler – 1)
  • …… İbn Arabi ve Derrida arasındaki bağda Kierkegaard bir köprü gibidir.
    Kierkegaard fikir tarihinde hususi bir yere haiz, bu yer sebebiyle olsa gerek, etrafına kümelenen fikir ustalarının adı da bir fazlaca fazla. Bu anlamda, Heidegger’den Derrida’ya ve gene aynı
    geleneğin geriye doğru izi sürülerek Eckhart’a sonrasında da İbn
    Arabi’ye ulaşmak mümkün. (Derrida’nın da oldukça kez Kierkegaardcı bulunduğunu burada hatırlatmak isteriz.) (Mülemmâ Düşünceler – 1)
  • Eğer Tanrı eksikliklerden münezzeh ise, insan eksikliklere malüldür. Bunun kabulü fânilik, reddi ise kibirdir.
    “Âyetlerimize sadece, kendilerine hatırlatıldığı süre secdeye kapanan, büyüklük taslamayarak, Rab’lerini överek yücelten kimseler inanır.”
    Secde 15 (Kimin Tarihi? Hangi Hermenötik?)
  • Altıncı kanıt: Bu mevzuyu ozan Ebu Nuvas’a sordular ve şu şekilde yanıt verdi:
    Yeryüzündeki bitkileri derinden bir düşün
    Allah’ın var etmiş olduğu âsâra dikkatlice bak
    Sonuna kadar açılmış gümüş göz kapakları
    Gözler kalıba dökülmüş altın gibidir
    Zeberced dallar üstüne dizilmiş
    Allah’ın ortağı olmadığına tanıklık ediyorlar.
    (Şiir) şu anlama geliyor: Yeryüzündeki bitkilere bak ve iyice düşün. Zeberced benzer biçimde yeşil dallara dizilmişlerdir. Herbirinin üstünde çeşitli çiçekler, meyve ve yemişler oluşur. Bu husus; hikmet, kudret, ilim ve acıma sahibi bir Yaratıcı’nın varlığının apaçık delillerindendir. (Din Felsefesi Açısından Eş’ari Gelen-Ek-i)
  • Calvin, Kant benzer biçimde üstündeki görkemli yıldızlı sema sisteminden bu münasebetle hassaten etkilenmiştir:
    Sadece gözleri yardımıyla eğitilmiş bayağı halk ve pek oldukça bilgisiz bile, tanrısal sanatın mükemmelliğinden habersiz olması imkansız; şundan dolayı o kendisini yıldızların hesapsız, hâlâ aşikâr ve tertipli olan çeşitliliğinde ifşa eder. (Din Felsefesine Dair Okumalar 1)
  • Gazzâli’ye gore, etik bir rölativizmi önlemek istiyorsak ahlakı mutlak bir halde vahiyle temellendirmek zorundayız 8” Gazzâli kati data arayışında sırasıyla duyu ve akıl verilerini elemiş, kati ve mecburi bilginin sadece “nübüvvet nuru” ile bilinebileceğini ifade etmiştir. Akli doğrularla vahyin doğruları çeliştiğinde vahyin doğrusu daha doğrudur ve yanılmazdır. Ancak bununla beraber Gazzâli’de akıl, güvenilir olmasa da gene de insanoğlunun data kaynaklarından biridir. Ancak etik bilginin deposu tanrısal olandır. Farabi’de gördüğümüz filozofun etkin akılla metafiziksel bir ittisali Gazzâli için kati bilgiyi ortaya çıkarmaz. Peygamber’in vahiyle elde etmiş olduğu data en kati bilgiyi sağlar. (Klasik ve Modern Metinlerle Din Felsefesi Dersleri İçin Yardımcı Kitap)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş