Eğitim

Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar – Turgut Cansever Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar – Turgut Cansever Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kimin eseri? Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kitabının yazarı kimdir? Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar konusu ve anafikri nedir? Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kitabı ne konu alıyor? Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar PDF indirme linki var mı? Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kitabının yazarı Turgut Cansever kimdir? İşte Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Beşir Ayvazoğlu

Yazar: Turgut Cansever

Yayın Evi: Timaş Yayınları

İSBN: 9786050807585

Sayfa Sayısı: 176


Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Cansever Hoca, kaynağını çok aradığı bir hadis-i şerife dayanarak sanatın asıl vazifesinin dünyayı güzelleştirmek olduğunu söyler, estetiğini ve mimarî felsefesini bu görüşe dayandırırdı. İçinde mutlu bir hayat sürebileceğimiz güzel dünyanın, avutucu eğlencelerle değil, şehirleri ve konutları insanın “eşref-i mahlûkat” olduğu göz önüne alınarak tekrardan inşa etmek suretiyle kurulabileceğine inanmıştı. Meskenin insanları yalnız yağmur ve soğuktan sakınan barınaklar olarak görüldüğü, insanoğlunun güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, Cansever Hoca’ya gore, aslolan mânâsında beşerî ve güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildi.” Beşir Ayvazoğlu

Edebiyat dünyamızın usta kalemi Beşir Ayvazoğlu, Türk-İslâm medeniyetini sakınan, geliştiren ve bir yaşam biçimi olarak neşreden Osmanlı bakıyyesi aydınların örnek hayatlarını gelecek nesle taşımaya Bilge Mimar Turgut Cansever’le devam ediyor. Ayvazoğlu’nun nefis üslubuyla okur kendisi kâh Turgut Cansever’in fazlaca azca malum çocukluk ve gençlik zamanlarında, kâh babası Doktor Hasan Ferit Cansever’in Türk Ocaklarını oluşturmak için verdiği mücadelelerin içinde buluyor. Turgut Cansever’in “Dünyayı Güzelleştirmek” olarak özetlediği mimarî felsefesine, sanat görüşüne ve tüm dünyada kısa sürede müthiş bir hızla gelişen şehirleşmenin Türkiye’de iyi mi tezahür ettiğine dair görüşlerini kendisiyle söyleşi ediyormuş benzer biçimde okuyacaksınız.


Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar Alıntıları – Sözleri

  • – Peki, aziz hocam, Türkiye’de bayındır planları ne işe yarar?
    İmar planları mı? Bakın size bir hikâye anlatayım: 1943 senesinde Akademi’de ilk şehircilik dersine girdim. Hamburg şehrinin bayındır planını hazırlamış bir bilim adamı olan Prof. Oelsner hocamız. Sınıfa girince “Size bir sorum var,” dedi, “Türkiye’de hiç kimseden doğru cevap alamadım, size de soruyorum: Türk halkı ne yapmalıdır?” Herkes şunu yapmalı, bunu yapmalı diye bir şeyler söyledi. Oelsner “Anladım, bilemeyeceksiniz” dedi. Peki ne yapmalıdır? “Türkiye yakarış etmelidir!” demez mi. Herkes güldü. “Oldukca ciddiyim,” dedi ve yeni bir sual sordu: “Peki niçin yakarış etmelidir?” Yine bilen olmadı. Bunun üstüne “Belediyelerin kasalarındaki bayındır planlarını uygulama edecek yöneticiler çıkmasın diye yakarış etmelidir!” dedi ve şöyleki devam etti: “Allah saklasın, bu tarz şeyleri
    uygulayacak yöneticiler çıkarsa, bu millet iki-üç yüzyıl belini doğrultamaz!”
    Bir çeşit kehanetti bu; maalesef söylediği çıktı
    Evet, belediyelerin, merkezî hükümetin israfları, Türkiye altyapısı oluşturulurken meydana getirilen ihmaller, israflar ve suiitimaller… Bunun ağır bedelini bugün ödüyoruz, dünyaya el açıp
    dilenme noktasına bu yüzden geldik.
  • Betonarme, bu iradenin gelecek nesillere dayatılması anlama gelir. Kentin devamlı değişebilir olması, yeni nesillere yaşadıkları kente kendi iradeleriyle katkıda bulunmalarının imkânlarını sağlamak gerekir.
  • Devâsâ apartman blokları yapmış olup insanları buralara istiflemek de, 20. asrın başlangıcında Almanya’da yapıldığı benzer biçimde, yan yana dizilmiş standart evler yapmak da bir çeşit totaliterliktir. Dev apartman blokları veya yan yana dizilmiş bir örnek evlerden oluşan mahalleler, şehirler oluşturmak, normal olarak hem de aileyi standartlaştırma iradesini yansıtıyordu. Bu türden düzenlemelerin, ailelerin ve isteklerinin standart olmadığının bilinerek yapılması gerekir. O halde evleri standartlaştırma yerine, evlerin parçalarını standartlaştırmak daha insanî bir çözümdür ve yalnızca Osmanlı dünyasında uygulanmıştır.
  • İnsan, çevrenin oluşumuna katılabilirse onu daha çok güzelleştirmek ister, böylece süre içinde mimariyi fark ederek anlamaya ve tadına varmaya adım atar, onunla yaşar, onu geliştirir, hatta beraber gelişir.
  • … Türk evi hem kurul-i umumiyesiyle, hem de tüm unsurlarıyla, Hz.Peygamber’in (s.a.v.) ifade etmiş olduğu şekilde insanoğlunun aslî vazifesi olan dünyayı güzelleştirme görevini gerçekleştirme bilincinin ve iradesinin yansımasıdır.
  • Dünyayı fethetmeye teşebbüs eden Bonapart, Paris şehrini de tekrardan biçimlendirmek istiyor. Büyük bulvarlar açıyor, eni yüz metre, boyu
    iki kilometre… Bonapart’ın Paris projesi doğrusu garip temellere dayanmaktadır. Bunu anlattığımız süre bizde insanoğlu pek şaşırıyorlar. Banapart, ihtilâlin sokaktan gelen önderleri ortadan kalkınca üç kişiyle beraber Fransa’nın hâkimi oldu. Ama Napolyon öteki ikisinin kendisine ihanet edeceğinden korkuyor. Bunun için bir Paris planı çizdiriyor. Geniş caddelerin yuvarlak meydanlarda birleştiği bu planın sebeb-i hikmeti şu: Napolyon topçu subayı. Eğer ortakları ihanet edip halkı ayaklandırır da bu bulvarların iki tarafındaki apartmanlarda yaşayan halk sokaklara dökülürse, yuvarlak meydanlara yerleştireceği topçu bataryalarıyla onları bastıracağını düşünüyor. Planının esas sebebi bu. Sözde Türk aydını dedikleri bilmiyorum ne budalalarının fazlaca fanatik oldukları Paris’in temeli bu.
  • Tipik bir Bursa evinde oturuyorduk. Dört beş odanın yan yana dizildiği uzun bir yaşam, bir bahçe… Bursa o süre şiir benzer biçimde bir şehirdi. Buna karşın babam Bursa’yı ne hâle getirmişler diye isyan etmişti. Bu sebeple onun eski Bursa’sı bizim eski Bursa’mızdan daha güzeldi. Sokaklarında su kanalları vardı, bu kanallarda şelâleler oluşur, çevre su sesleriyle dolardı. Yeşilin her tonunun köpürdüğü bir şehirdi Bursa, bir şehircilik harikasıydı.
    Aydın Germen’in Amerikalı bir arkadaşı Bursa’yı görünce, “Dünyada kent denebilecek iki kent vardır; biri Floransa, diğeri Bursa… Floransa bile, Bursa’nın yanında iç karartici, karanlık, kirli bir kent, demiş. İlkokulun son üç yılını Bursa’da okudum. Epeyce uzak bir mesafe olması durumunda, Osman ve Orhan Gazilerin türbeleri civarındaki ilkokulumuza yürüyerek gidip gelirdik. Şuurumun buruda teşekkül ettiğini, yaşanacak bir şehrin iyi mi olması gerektiğine dair ilk fotoğrafların zihnime Hisar sokaklarında koşup oynarken yerleştiğini söyleyebilirim.
  • Kent, odak noktaları çevresinde oluşuyordu. Bu odak noktaları değişmez değerlere sahipti. Yani din temsil ediliyordu oralarda. Tüm insanlık tarihinin takip etmiş olduğu bir esas olmak suretiyle; inanç, kültür, tutumsal yaşam ve toplumsal yaşam bir bütünlük teşkil ediyordu. Yani İslâmî mânâda tevhid inancının bir yansımasıydı bu.
  • Osmanlılar monümantalliğin ölçü büyüklügüyle elde edilemeyeceğini biliyorlardı. Daha ilkin anlattım. O süre monümantalliğin kaynağının ne işe yaradığını inceleyenler, monümantallik, doğrusu abide benzer biçimde terimi yerine bir başka temel konsepte sevk ediyordu Osmanlı mimarlarını: Huşu hissi. Bu histe büyük bir saygı, bir bakıma, karşı karşıya kalman şeyin büyüklüğü karşısında bir nevi korku ve ürperme tavrı var.
    Çözümleme birçok kere 10-15 santimetre. büyüklüğünde bir çini parçasında gerçekleşiyor. 15 santimlik bir kırık 16. yüzyıl çinisi karşısında bir abide karşısında olduğunuz süre duyacağınız hisleri duyuyorsunuz. İşte tasavvufi huşu, haşyet duygusunun yapıya taşınması birinci derecede
    öncelik taşıyordu. Tabiî bunun bununla beraber de kaçınılmaz bir halde vakar ifadesi bu yapıların asli psişik özelliklerini, şekil ifadelerini teşkil ediyordu.


Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Dünyayı Güzel Kılma Çabası: Turgut Cansever bir mimar, kent planlayıcısı,  entelektüel ve  mütefekkir. Gayesi “Dünyayı Güzelleştirmek” İnsani bir yaklaşım ile değil, gerçek anlamda dünyayı güzelleştirmek. 2001 yılı başlarında Cansever Hoca ile bir röportaj halletmeye başlamış olan Beşir Ayvazoğlu bu okyanus kadar derin şahsiyetin anlattıkları içinde kaybolduğunu fark ediyor, araya giren başka meşgalelerle beraber ne yazık ki röportajlar dizisini fazlaca fazla devam ettiremeden sona erdiriyor.
Kitabın başlangıcında Beşir Ayvazoğlu’ nun  “Turgut Cansever kimdir?” ” Gayesi nedir?” durumunda kısa bir yazısı var.
” Cansever Hoca kaynağını fazlaca aramış olduğu bir hadis- i şerife dayanarak sanatın aslolan vazifesinin dünyayı güzelleştirmek bulunduğunu söyler, estetiğini ve mimari felsefesini bu görüşe dayandırırdı. İçinde mutlu bir yaşam sürebileceğiniz güzel dünyanın, avutucu eğlencelerle değil, şehirleri ve konutları insanoğlunun “eşref-i mahlûkat” olduğu göz önüne alınarak tekrardan inşa etmek suretiyle kurulabileceğine inanmıştı. Meskenin insanları yalnız yağmur ve soğuktan sakınan barınaklar olarak görüldüğü, insanoğlunun güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, Cansever Hoca’ ya gore aslolan manasında beşerî  ve güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildi. ”
Bu paragraf aslen meydana getirilen röportajların ana fikri durumunda.
Cansever Hoca Antalya doğumlu, sadece büyümüş olduğu ve en fazlaca etkilendiği kent Bursa. Bursa’ ya olan sevgisini ifade etmiş olduğu şu cümleler hakkaten hem tarihimize,  hem de şehrin çoğunlukla mazide kalmış haline  ışık tutacak özellikte: ” Bursa inanılmaz bir şehirdi; hafifçe malzemeyle, ahşapla inşa edilmiş evlerin, her biri bir ziynet olarak ufak sokaklarda yan yana gelip şehri oluşturduğu, narinliğin yanında vakarın ve yüceliğin her köşesinde yaşandığı bir şehirdi, insanlığa Osmanlılar tarafınca armağan edilmiş bir cennetti. ”
Bursa diyince Tanpınar’ dan bahsetmemek olmaz. Hemen Bursa bahsine bakıyoruz ve ” Cedlerimiz inşa etmiyor, yakarma ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu.” cümleleri çıkıyor karşımıza. Yeşil’ den, Muradiye’ den, duvardan, kubbeden bahseden Tanpınar’ ın gördüklerini Cansever Hoca’ nın da görmüş olduğu fazlaca açıkça bu cümlelerle beraber anlaşılmaktadır.
1967 senesinde Cansever Hoca’ nın arkadaşı Aydın Germen’ in Amerikalı bir misafiri de Bursa  ve Floransa’ nın dünyanın en güzel iki şehri bulunduğunu, sadece Bursa’ nın yanında Floransa’ nın karanlık, kirli ve iç karartıcı bir kent bulunduğunu söyler.”
“Ş ve L harfleri daima en güzel terkipleri yapar. Yeşil dediğimiz süre adeta bir çimen tazeliğini, bir palet üstünde ezilmiş bir renk benzer biçimde, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz. Fakat Bursa’ da yeşilin manası fazlaca başkadır, o ebediyetin rahmanî yüzü, bir mükafata fazlaca benzeyen bir sükûnun fânî bir saate sinmiş manasıdır. ” diyerek Yeşil ve Bursa kelimelerini adeta  birbiriyle eşleştiren gene  Tanpınar’ dır.
Cansever Hoca’ ya gore mimari bir sanattır ve sanatın gayesi dünyayı güzelleştirmektir. Bu güzelliği varlığın kanunlarına uyumla mümkün bulunduğunu söyleyen Hoca’ ya gore dünyayı ilk olarak insanoğlunun yaratılmışların en şereflisi( eşref- i mahlukat) olduğu göz önünde tutalarak düzenlemek gerekmektedir. Bu düzenleme eski İslam şehirlerinde olduğu benzer biçimde sadeliği, insani ölçüyü, tevazuyu, geçiciliği ve güzelliği sinesinde barındırmalıdır.
Ve Bursa’ nın merkez alanında takriben 120 metrekarelik bir ev ve 50 metrekarelik evin bahçesi ailenin tabiatla olan tüm ilişkisini ve bahsedilen tüm bu özellikleri sağlamaktadır.
Yılda averaj olarak 97 milyon kişinin aramıza katılmış olduğu dünya nüfusunun barınma ihtiyacı için ortaya atılan Soleri’ nin “Tutumlu Kent” projesini de Cansever Hoca yanlış bulmaktadır. 100 kattan oluşan dikey yerleşimli mekanlar tasarlayan ve bu tasarılarını Arizona’ da inşa etmiş olduğu Arcosenti kentiyle hayata geçirmeyi deneyen Soleri’ nin hatası 100 kattan oluşan binanın gölge uzunluğunu hesaba katmamasından kaynaklıdır. Gölgede ziraat yapılamaz ve ziraat yapılamayan boş arazi, gene istenilen arsa tasarrufunu sağlamayacaktır.
Arkadaşı Aydın Germen ile “Ankara civarında şimal cenup istikametinden çizgi çekip, Ege Denizi’ yle bu çizgi arasındaki dağları da ova farz ederek, her evin beş dönüm bahçesi olması kuralını da uygulamak suretiyle tüm dünya nüfusunu bu alana yerleştirdik” diyen de gene Cansever Hoca’ dır.
” Sizce cedlerimiz apartman inşa etmeyi bilmiyorlar mıydı?” soruna alternatif olarak şu sual kim bilir sorulmalıdır: ” Neden inşa etmiyorlardı? ”
Yükseklik fikri ile inşa edilen apartmanlar gölgesiyle öteki insanların yaşamış olduğu evleri yaşanmaz hale getirebilir.
Süleymaniye’ yi daha büyük göstermek için Süleymaniye çevresindeki evlerin pencerelerini şehrin vasatî pencere ölçeğinden daha ufak ölçekte yapım eden, Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’ nin arkasındaki sadrazam konaklarında pencere ölçülerini 90 santim yerine 75 santimetre olarak yapım eden  üstad normal olarak apartman yapabilecek kabiliyette fakat yapmayı tercih etmemektedir. Osmanlı tecrübesinde ve İslam’ ın ruhunda bir başkasının hayatına müdahale edilemez.  Ve Cansever’ e gore de akıl almaz bir  zenginliğe  haiz olan zamanı tecrübemiz; devamlı oluşum halindeki dünyada, iradesine haiz insanoğlunun bir başkasının iradesine mahkum edilmeden yaşaması için, evin ölçülerinden inşasına, oturma biçiminden oturulacak yerin tasarımına, evin ve şehrin oluşmasına varıncaya kadar birçok mevzuda tutumlu bir çözümlemeyi iyi mi ortaya koyacağımızın ipuçlarını vermektedir.
Kent- uygarlık, yaşam, Türk evi ve özellikleri benzer biçimde pek fazlaca mevzuya değinen Cansever Hoca zamanı tecrübeden esinlenmek icap ettiğini ve bir sanat olan mimarinin de bu minvalde ilerlemesi icap ettiğini ısrarla savunmaktadır.
” Türk evi hem heyet- i umumiyesiyle, hem de tüm unsurlarıyla, Hz. Peygamber’ in ifade etmiş olduğu şekilde insanoğlunun aslî vazifesi olan dünyayı güzelleştirme görevini gerçekleştirme bilincinin ve iradesinin yansımasıdır.” diyerek Türk evini ve vasıflarını özetleyen Cansever Hoca’ yı her mimar talibi dost bir kez okumalı. Belki de bu okuma
yazar/i4910 kitap/kitap–67990 romanındaki yalnız ahşap ev icra eden mimar karakterler benzer biçimde mimarlar yetiştirir ve dünya daha da güzelleşir. (Ayşe Nur)

“Cansever Hoca, kaynağını fazlaca aramış olduğu bir hadis-i şerife dayanarak sanatın aslolan vazifesinin dünyayı güzelleştirmek bulunduğunu söyler, estetiği ve mimari felsefesini bu görüşe dayandırırdı. İçinde mutlu bir yaşam sürebileceğimiz güzel dünyanın, avutucu eğlencelerle değil, şehirleri ve konutları insanoğlunun “eşref-i mahlukat” olduğu göz önüne alınarak tekrardan inşa etmek suretiyle kurulabileceğine inanmıştı. Meskenin insanları yalnız yağmur ve soğuktan sakınan barınaklar olarak görüldüğü, insanoğlunun güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, Cansever Hoca’ya gore, aslolan manasında beşeri ve güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildi.”
Kitap, Beşir Ayvazoğlu’nun değişik zamanlarda Turgut Cansever hoca ile bir araya gelmiş olduğu birçok mevzu üstüne yaptıkları konuşmalardan oluşuyor.
//Turgut Cansever (1921-2009)
Mimar, kent plancısı, gerçek bir entelektüel, aslolan manasında bir mütefekkirdi. Tasavvuf ve felsefeyle ilgilenen sanatın aslolan vazifesinin dünyayı güzelleştirmek bulunduğunu söyleyen, estetiği ve mimari felsefeyi bu görüşe dayandıran bir fikir adamıydı.//
Kitabı meslektaşlarıma, yakın disiplinlerdeki meslek gruplarındaki arkadaşlarıma tavsiye ederim. Bunun yanı sıra mimariye ilgi duyan, bununla ilgili düşünce sahibi olmak isteyen, yaşamış olduğu kent, oturmuş olduğu ev, gezip görmüş olduğu kent ve yapılar üstünde tefekkür etmek isteyen her insana tavsiye ederim.
Mimarlık maalesef ki günümüzde insandan, insanoğlunun fıtrat ve gereksinimlerinden değişik, gösterişin ön planda olduğu bir makine benzer biçimde kim bilir bir yolun içinde. Bu normal olarak ki bu meslek grupları içindeki insanların sorumluluğunda olduğu benzer biçimde yöneticilerinde dikkatle düşünüp kararlar alması ihtiyaç duyulan bir mevzu. Kitapta sık sık Osmanlı kent mimarisi ve Türk evi özelliklerine değinilmiş, bu da bizlere bu zamanki düzende ne benzer biçimde eksiklerimiz var bu tarz şeyleri görmek ve üstünde birazcık düşünmek için fırsat tanıyor.
Herkese keyifli okumalar dilerim. (Sade okur)

Turgut Cansever ismine Mustafa Kutlu okuyanlar aşinadır. Yazarın şehirleşme sorunumuzla ilgili her kitabında kesinlikle adı geçer. Besir Ayvazoğlu, Cansever ile üç değişik zamanda röportajlar yapmış hocanın vefatından ilkin. Bu kitap o roportajlarin ilgili yerlerle ilgili fotograflarla bezenmesiyle olusturulmuş. Bir hevesle başlayıp derhal bitirsem de öncesinde Cansever’e dair daha kapsamlı bir kitap okumadığıma pişmanım. Mimariyle siyasetle İstanbul’la ilgiliyseniz bir bakın derim. (Asuman MERCAN)


Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar PDF indirme linki var mı?


Turgut Cansever – Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar kitabı için internette en fazlaca meydana getirilen aramalardan birisi de Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Turgut Cansever Kimdir?

Türk mimar, kent plancısı, düşünür. Dünyada üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü almış tek mimardır. “Bilge Mimar” da olarak anılır. Kent, bayındır, koruma alanlarında pek fazlaca vazife almış,Beyazıt Meydanı’nı tasarlamıştır. Türkiye’deki ilk sanat zamanı doktora tezinin sahibidir.

 

Hayatı

1920 senesinde Antalya’da dünyaya geldi. Doktor Hasan Ferit Bey ile eşi Saime Hanım’ın beş çocuğundan en büyüğüdür.

Babası Doktor Hasan Ferit Bey, Kasımpaşa Turabi Tekkesi şeyhi ve Bab-ı Ali’nin üst düzey bürokratlarından birisi olan Şeyh Ali Efendi’nin oğlu idi. Siyasetçi olmak yerine tıp okumayı seçen, harp yıllarında Sina Cehpesinde Sahra Başhekimliği icra eden, Türk Ocakları’nın kurucuları içinde yer edinen Hasan Ferid Bey; devlet ideolojisine muhalif kalmış, Ankara’da üst düzey vazife tekliflerini reddederek Antalya’da, Adana’da sıtma mücadelesinde vazife almayı tercih etmiş, Tavşanlı’da Bursa’da sürgün yaşamı yaşamış bir düşünce adamı ve doktordur.

Annesi Saime Hanım ise Filibe kökenli bir öğretmendir. Halide Edip Adıvar’ın talebesi olarak yetişmiş, 19 yaşına vardığında gönüllü olarak Kudüs’te öğretmen olmayı kabul etmiş bir hanımdır. 

Tahsil Hayatı

Turgut Canserver, ilkokulu Ankara ve Bursa’da okudu. İlkokul yıllarından sonrasında ailesi İstanbul’a taşınmıştı. Lise öğrenimini Galatasaray Lisesi’nde tamamladı. Okul ve derslik arkadaşlarından bazıları Turan Güneş, Turhan Feyzioğlu, İlhan Usmanbaş, Avni Arbaş, Cihat Burak’tır.

Ressam olmak düşüncesiyle girmiş olduğu İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Halil Dikmen’le, Mazhar Şevket İpşiroğlu’yla, Sedad Hakkı Eldem’le tanıştı. Mimarlık öğrenimi görmeye karar verdi. Sedad Hakkı Bey’in yardımcısı oldu. Mimarlık öğreniminden sonrasında sanat zamanı doktorası halletmeye yöneldi. 1946 senesinde derslere başladı ve İslam Sanatı zamanı hocası Ernst Diez onu fazlaca etkiledi. 1949’da yazdığı “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları” adlı doktora tezi, Türkiye’de meydana getirilen sanat zamanı doktora tezlerinin ilkidir[3]. Tezi için 14 Anadolu şehrini ve 111 yapıyı ziyaret etti[4]. Eser, 2010 senesinde “Sonsuz Mekânın Peşinde: Selçuk ve Osmanlı Sanatında Sütun Başlıkları” adıyla yayımlandı.

Fransa’ya giderek bir süre Avrupa’yı dolaştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden “Modern Mimarinin Sorunları” adlı 1960 tarihindeki tezi ile doçent ünvanını aldı.

Meslek yaşamı

1949 senesinde Sadullah Paşa Yalısı’nın restorasyonu gerçekleştirmiş oldu. Bu, meslek yaşamının ilk mühim deneyimi oldu. 1951’de ortağı Abdurrahman Hancı ile beraber ilk mimarlık bürosunu kurdu. Birlikte tasarladıkları Anadolu Kulübü Oteli, mühim eserlerindendir. Karatepe Açık Hava Müzesi, Diyarbakır Koleji, ODTÜ Kampüsü yarışma projesi, Türk Tarih Kurumu binası 1950’li yıllarda tasarlanmış çalışmalardandır.

1952 senesinde Nilüfer Hanım ile evliliğe ilk adımını attı çiftin Hasan, Emine ve Feyza (1961) isminde evlatları oldu ve mimarlık mesleğini seçtiler.

Cansever 1958’de Beyazit Meydanı tasarımına başladı. Bu emek verme, onu şehir, bayındır, koruma alanında savaşım vermeye yönlendirdi. Bu alanlarda kısa süreli pek fazlaca vazife aldı. Aldığı görevlerin bazıları şunlardır: 1959-1960’ta kuruluşunda bulunmuş olduğu Marmara Bölgesi Planlama Teşkilatı Başkanlığı ve 1961’de İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü; 1974-1975’te Dünya Bankası İstanbul Metropol Planlama Projesi’ne başkanlık; 1974-1976 içinde Avrupa Konseyi Türk Delegasyonu Üyeliği; 1975-1980 içinde İstanbul Belediyesi’nde, 1979’da Ankara Belediyesi metropol planlama, yeni yerleşmeler, şehir merkezleri ve koruma danışmanlığı.

1960’lı seneler, Cansever’in Bodrum’la tanıştığı dönemdir. Kendisine 1980’de almış olduğu iki Ağa Han Mimarlık Ödülü’nden birisini getirecek olan Ertegün Evi restorasyonu Bodrum’la tanışmasının sonucudur.

Türk Tarih Kurumu binası (1951-1967, Ankara, Ertur Yener ile beraber gerçekleştirdiği) ve Ahmet Ertegün evi yenilemesi (1971-1973, Bodrum) ona 1980 senesinde iki Ağa Han ödülü getirdi. Üçüncü ödülü ise 1992 senesinde aldı. Bodrum’un 9km. kuzeyindeki Mandalya Koyu’nda toplam 3 otel ve 500 evden oluşan; Emine Öğün, Mehmet Öğün ve Feyza Cansever ile gerçekleştirdiği Demir Evleri Projesi kendisine üçüncü Ağa Han Ödülü’nü getirdi. Üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü kazanmış dünyadaki tek mimar oldu.

1983’te Mekke Üniversitesi’nde eğitim programı hazırlık danışmanı olarak çalıştı. Aynı yıl, Ağa Han Mimarlık Ödülü Master Jürisi’nde vazife aldı.

Cansever, doksanlı yıllarda yayım etkinliklerini sürdürdü. Pek fazlaca yazı yayımladı, yazı derlemelerini kitap haline getirdi. Anıtsal bir yapıt olan Mimar Sinan kitabını 2005 senesinde yayımladı.

2007 senesinde İstanbul’da, hakkında “Turgut Cansever: Mimar ve Düşünce Adamı” başlıklı sergi açıldı. Küratörlüğünü Uğur Tanyeli ile Atilla Yücel’in yapmış olduğu sergi, Türkiye’de arşiv belgesi durumunda malzemeye dayanarak yapılmış ilk retrospektif mimar sergisidir.

2000 senesinde kalbine pil takılan ve 2008 temmuzundan itibaren yatağa bağlı tedavi gören Turgut Cansever, 22 Şubat 2009 günü İstanbul Kadıköy Çiftehavuzlar’daki evinde vefat etti. [6] [7] Turgut Cansever’in cenazesi 23 Şubat 2009 günü Fatih Camii’nde ikindi namazından sonrasında kılınan cenaze namazının arkasından Edirnekapı Mezarlığı’da toprağa verildi.


Turgut Cansever Kitapları – Eserleri

  • Kubbeyi Yere Koymamak
  • İslam’da Kent ve Mimari
  • Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar
  • Osmanlı Şehri
  • İstanbul’u Anlamak
  • Mimar Sinan
  • Ev ve Kent


Turgut Cansever Alıntıları – Sözleri

  • Ankara’da eski Ankara evlerinden oluşan bir mahalle inşa etmeyi ve onları yok eden yanlışın ürünlerine engel olmayı vaad ediyorsanız o süre Ankara’da bir Bosna anıtı halletmeye hakkınız vardır. (Not: Bu alıntının öncesi de okunmalı) (Osmanlı Şehri)
  • ” Aslında bugün Türkiye’nin uyanması, Osmanlı-İslam kültür muhtevasını anlaşılır dille hem kendi insanlarına, hem dünyaya iletmesi lazım. Türkiye’de politik gücü olmak bence amaç olması imkansız; dünyayı değiştirmektir amaç. İnsanlara İslam’ın mesajını iletmektir.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • Niyet herşeyin başıdır… (Mimar Sinan)
  • Betonarme, bu iradenin gelecek nesillere dayatılması anlama gelir. Kentin devamlı değişebilir olması, yeni nesillere yaşadıkları kente kendi iradeleriyle katkıda bulunmalarının imkânlarını sağlamak gerekir. (Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar)
  • “Bir insanoğlunun yapmış olduğu her şey muhakkak onun inançlarının bir yansımasıdır.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • Ne isterseniz yapınız, her yaptığınız şey kesinlikle inancınızın tam bir inikâsı (yansıması) olacaktır. (İslam’da Kent ve Mimari)
  • ” Doğayı tabiat olarak korumak insanoğlunun ilk vazifesi ise, doğayı güzelleştirerek insanoğlunun doğayla bir araya gelmesini sağlamak da kaçınılmaz ikinci vazifedir.Sanıyorum ki bu olmadan ekonomi da yapılamaz, siyaset da.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • Osmanlılar monümantalliğin ölçü büyüklügüyle elde edilemeyeceğini biliyorlardı. Daha ilkin anlattım. O süre monümantalliğin kaynağının ne işe yaradığını inceleyenler, monümantallik, doğrusu abide benzer biçimde terimi yerine bir başka temel konsepte sevk ediyordu Osmanlı mimarlarını: Huşu hissi. Bu histe büyük bir saygı, bir bakıma, karşı karşıya kalman şeyin büyüklüğü karşısında bir nevi korku ve ürperme tavrı var.
    Çözümleme birçok kere 10-15 santimetre. büyüklüğünde bir çini parçasında gerçekleşiyor. 15 santimlik bir kırık 16. yüzyıl çinisi karşısında bir abide karşısında olduğunuz süre duyacağınız hisleri duyuyorsunuz. İşte tasavvufi huşu, haşyet duygusunun yapıya taşınması birinci derecede
    öncelik taşıyordu. Tabiî bunun bununla beraber de kaçınılmaz bir halde vakar ifadesi bu yapıların asli psişik özelliklerini, şekil ifadelerini teşkil ediyordu. (Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar)
  • Tüm 19.yüzyıl bir ölçek değişmesi dönemleridir. İnsan ölçeği yerine büyük kışlalar, zenginlerin hatta orta halli İstanbulluların bile tevazu ve sadelikten uzak heybetli konaklar ve yalılar inşa ettirdiği; gerçekliğin, tevazuun ve yüceliğinin yerini gösterişçiliğe bıraktığı bir dönemdir. (İstanbul’u Anlamak)
  • “İslâm kültürü büyük çelişkilere büyük çözümler getirmiştir.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • “Her sanat eseri gibi, mimari eserler de tarihin belli bir döneminde, belirli mahalli şartlar içinde oluşan, varlığın yapısına yöneik bir inancın ürünüdür. ‘O zaman’ ve ‘o yerde’ mevcut doğru ve yanlışlar, bunların oluşumu hakkındaki inanç ve değerlendirmeler, sanat eserinin ve mimarinin temel özelliklerini belirler.” (İstanbul’u Anlamak)
  • Devâsâ apartman blokları yapıp insanları buralara istiflemek de, 20. asrın başında Almanya’da yapıldığı gibi, yan yana dizilmiş standart evler yapmak da bir çeşit totaliterliktir. Dev apartman blokları yahut yan yana dizilmiş bir örnek evlerden oluşan mahalleler, şehirler oluşturmak, elbette aynı zamanda aileyi standartlaştırma iradesini yansıtıyordu. Bu türden düzenlemelerin, ailelerin ve isteklerinin standart olmadığının bilinerek yapılması gerekir. O halde evleri standartlaştırma yerine, evlerin parçalarını standartlaştırmak daha insanî bir çözümdür ve yalnızca Osmanlı dünyasında uygulanmıştır. (Dünyayı Güzelleştirmek-Turgut Cansever’le Konuşmalar)
  • Rönesans’ta, insanın dünyayı anlamak için durduğu yerden karşısına bakması esas iken, hareketli kültürlerde, insanın bir nesneyi algılamak için o nesnenin etrafında dolaşması, ona her cepheden; üstten, alttan bakması, varlığı hareket eden insanın gözü ile algılaması, şehirlerin yapılanmasını düzenleyen iki farklı varlık telakkisi, şehre iki farklı nitelik kazandırmaktadır. (İslam’da Şehir ve Mimari)
  • Kur’an-ı Kerim’in bize ulaştırdığı hikmetlerden yola çıkarak hayatımızı zenginleştiren ecdadımızın duyarlılığıyla şekillenen Türk-Osmanlı şehirlerinin nasıl olduğunu anlatmak da herhalde yedi sene ister.. (Osmanlı Şehri)
  • “Mimari, etkileri asırlarca devam eden ve nesillerin varlıklarını içinde sürdürdükleri bir kültür ve sanat alanıdır… Güzel bir dünya inşa etmek sorumluluğu ile mimari, diğer sanat alanlarından çok daha yoğun ve ciddi bir şekilde varlığın bütün zaruretleriyle karşı karşıya gelinerek geliştirilebilir.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • “…’topografyaya dayalı olarak mahalle ve sokaklarda oluşuyor’…Bu oluşum esnasında topografyanın en seçkin noktasına kamusal alan yerleştiriliyor; cami, mektep, medrese, imaret, hamam vs. Bunlar topografyanın en seçkin yerlerine yerleştiriliyor ve değişmeyecek yapılar olarak meydana getiriliyor.Bu önemli bir şey. Çünkü değişmeyecek binalar, devam edecek bir erdemin, ilahi irşadın içerisinde öğrenildiği ve icaplarının yerine getirildiği yapılar olarak var oluyor.” (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • “İslâm’da insana verilen “her şeyi kendi yerine koyma” (hakkaniyet) sorumluluğu tevhîd bağlamında anlaşılmalı ve yerine getirilmelidir.” (Mimar Sinan)
  • Osmanlı-İslam şehirleri tabiatı içine almakla birlikte tabiata, her ağaca, her çalı parçasına, her çiçeğe yüce bir kıymet kazandıracak şekilde, insanoğlunun düzenlemiş olduğu bir dünyanın ürünü idi; insanoğlunun dünyayı iyi mi güzelleştirdiğinin örneği idi.  (Osmanlı Şehri)
  • İbadeti her şeyi halledecek tek güç addediyor Müslümanlar. İslâm’ın gündemindeki ilkelerin en önemlisi tevhid ilkesi. İnsanın söylediğiyle yaptığının tamamen aynı olması lazım geldiği şeklindeki ilke. İnanç ile meydana getirilen arasındaki münasebet bütünlüğünü çağıl İslâm âlemi hiçbir şekilde tesis edemiyor. (Kubbeyi Yere Koymamak)
  • Tüm ülkede, şehir ve kasabalarımızda, köylerimizde bugün hiçbir çağda olmadığı kadar seviyesiz, çirkin, bayağı bir çevre oluşturacak niteliksiz bir yapı faaliyeti hakimdir.
    Bu yapı faaliyetinin çirkinleştirici seviyesizliklerini yenilik, başarı ve tutumsal gelişme sayan değerlendirme yanılgıları toplumun her düzeyine hakim bulunmaktadır. (Osmanlı Şehri)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş