Eğitim

Tasavvuf Ve İslam – İbrahim Sarmış Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tasavvuf Ve İslam – İbrahim Sarmış Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tasavvuf Ve İslam kimin eseri? Tasavvuf Ve İslam kitabının yazarı kimdir? Tasavvuf Ve İslam konusu ve anafikri nedir? Tasavvuf Ve İslam kitabı ne konu alıyor? Tasavvuf Ve İslam PDF indirme linki var mı? Tasavvuf Ve İslam kitabının yazarı İbrahim Sarmış kimdir? İşte Tasavvuf Ve İslam kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: İbrahim Sarmış

Yayın Evi: Ekin Yayınları

İSBN: 9759758507481

Sayfa Sayısı: 474


Tasavvuf Ve İslam Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İslam ümmetinin Kur’an’la ilişkisindeki kopukluk asırlar öncesine uzanıyor. Kur’an’a gösterilen ilgi onun şeklini tazimden öteye geçmiyor.

İslam’a olan duygusal yönelim, vahyi ilkelerin kılavuzluğuna muhtaçken; bu yönelim vahiy dışı kaygılarla üretilen beşeri kültürlerin çekim alanınca kuşatılıyor ve kitlelerin dini kimliği bulanıklıktan kurtulamıyor. Bu bulanıklıkla, net bir Kur’ani bilincin ve bağımsız Müslüman kimliğin oluşumu mümkün olamıyor. Toplumsal yaşamımızda da tevhid ve adaletin egemen olduğu bir zindeliğin oluşumunu da engelliyor.

O halde nefsimizi arındırmamız, kolektif şuur ve tutumumuzu vahiy dışı kabul ve alışkanlıklardan tasfiye etmemiz lüzumlu. Aydınlığı arzulayan sahih bir toplumsal dönüşüm için bu vazife, Rabbimizin belirlediği ve bildirdiği temel bir yasadır. “Tasavvuf ve İslam” kitabı da bu amaçla kaleme alındı.

İbrahim Sarmış bu çalışmasında, İslami disiplinlerin içine sızan tasavvuf literatürünün Müslümanlara kuramsal ve ergonomik alanda ne denli tanrısal vahye uygun yada karşıt bir kültür aşıladığını nasslar ışığında irdeliyor. Bilhassa muhkem nassları örten ve tevhidi bilinci bulandıran kuramsal / nazari tasavvufun mühim bir tahrif deposu bulunduğunu göstermeye çalışıyor.


Tasavvuf Ve İslam Alıntıları – Sözleri

  • Her iki taraf da iddia etmiş olduğu ve inanılmış olduğu şeylere uygun düşmesi için Kur’an ayetlerini heva ve heveslerine nazaran açıklamaktadır.
  • “Allah, kişiye gücünün üstünde bir teklifte bulunmaz. Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun.”


Tasavvuf Ve İslam İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Oldukca masum oldukca fantastik oldukca dindar…. olarak malum tasavvuf ve tasavvuf öncülerinin gerçek yüzlerini kendi kitaplarından alıntılar ve kuran ayetleri ışığında ortaya döken ve tasavvufun iyi mi bir virüs bulunduğunu ispatlayan oldukca güzel bir kitap. masukaksoy (Mehmet maşuk aksoy)


Tasavvuf Ve İslam PDF indirme linki var mı?


İbrahim Sarmış – Tasavvuf Ve İslam kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Tasavvuf Ve İslam PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İbrahim Sarmış Kimdir?


İbrahim Sarmış Kitapları – Eserleri

  • Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı
  • Tasavvuf Ve İslam
  • Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı
  • İslamı Okumaya ve Öğrenmeye Nereden Başlamalı
  • Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak
  • Hz.İsa ve Mesih İnancı
  • Şeytan Üçgeni
  • Kur’an’da Kader
  • Hadisler Kur’an’la Eşdeğer midir?
  • Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı
  • Kur’ana Bakılırsa İnsan’ın Yaratılması ve Çoğalması
  • Arapça Dil Bilgisi
  • Tüm Yönleriyle Seyyid Kutub
  • Şura’dan Saltanata, Teokrasiye ve Laisizme Yönetim


İbrahim Sarmış Alıntıları – Sözleri

  • Ne süre dinle ilgili bir sorun gündeme gelse, vahyin yüceliği, kutsallığı, sadece belli kişilerin yada çevrelerin onu anlayabileceği, mezhepleri yada alimleri öykünmek etme gerekliliği ve eskilerin yenilerden kesinlikle daha dindar ve daha alim olup neredeyse bilimsel yaptıkları şeklinde anlayışlarla vahye sormak yada bakmaktan ilkin ulemanın, kitapların, mezheplerin, üstadların, büyüklerin, şeyhlerin, hocaların, mollaların vd. ne söylediğine/söyleyeceğine bakılır, onlara saygınlık edilir ve vahiy onların söyledikleri/söyleyecekleri üstünden anlaşılır ve yaşanır olmuştur. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • İnsan sebep,kuran sonuçtur. bu hakikat kuranın içeriğiyle tamamen uyumludur. kuranda insan-Allah ilişkisinde, eylemin yönü insadan Allaha doğrudur.
    ne dediğimizi anlatmaya birkaç örnek yeter:
    ”siz beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim”. eğer şükrederseniz kesinlikle arttırırım.”eger siz Allaha yardım ederseniz tanrı da size yardım eder.” (Kur’an’da Kader)
  • yüce tanrı öteki doğa vakalarını yasalara bağladığı şeklinde yaşamayı ve ölümü de yasaya bağlamıştır. (Kur’an’da Kader)
  • …Hindistan’da kız çocuğuna haiz olmak utanç sebebi sayılmakta ve bundan kurtulmak için de son 10 yılda 8 milyon kız evladı ya kürtajla alınarak veya başka şekilde öldürülmektedir. Nitekim Hintli bakanın kendisi son 20 yılda 10 milyon kız çocuğunun ağzı kumla doldurularak öldürüldüğünü açıklamıştır. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Allah’tan yardım istemek yerine, “izâ tehayyertum fil-umûr festaînû min ashabi’l-kubûr. “(İşlerinizin içinden çıkamadığınız süre ölülerden yardım isteyiniz.) türünden uydurma rivayetlerle, yaşamı süresince “lailahe illelllah” ilkesinin gereklerine karşıcılık ederek yaşayan, içinde debelendiği günah bataklığından tevbe ve istiğfar etmeden ölen fasıklara, facirlere, mücrimlere, zalimlere, tağutlara sırf “lâ ilahe illallah” dedi diye kurtuluş için yeşil ışık yakan şefaat ümitleriyle yanlış yollar gösterilmekte ve tevhid, şirk bataklığına dönüştürülmektedir.
    Bu da kendilerine herkesten daha yakın, daha şefkatli, daha merhametli, daha bağışlayıcı, daha oldukca bilen, gören ve işiten, her şeye gücü yeten olarak Allah’ı gereği şeklinde anlamış olmayan kişilerin bid’at çıkarmaları, Allahla birlikte başkalarına da yakarış ederek tevessül yapmaları ve şefaat ümidine kapılmalarıyla olmaktadır. Allah’ın öğretilerine uyacağı yerde kişilerin hevesini tanrılaştırması (25 Furkan/43) vakası budur. (Şeytan Üçgeni)
  • Geleneksel olarak Cennet’in ve Cehennem’in kat kat olduğu kabul edilir. Ancak Kur’an’da Cennetin şu katlardan, Cehennemin de bu katlardan oluştuğunu belirten bir ifade yoktur. Onun yerine Cennetin ve Cehennemin kimi yönleri öne çıkarılarak onlarla adlandırılması sözkonusudur.
    Mesela,
    Cennetin bolca nimeti öne çıkarılarak Naîm Cenneti, (5 Maide/65; 10 Yunus/9; 22 Hac/26, 56; 26 Şuara/85; 31 Lokman/8;37 Saffat/43; 56 Vakıa/12, 89; 68 Kalem/34; 70 Mearic/38),
    kalıcı özelliği öne çıkarılarak Huld Cenneti, (25 Furkan/15),
    doluluk ve görünüm güzelliğiyle ikamet etme yeri olma yönü öne çıkarılarak Adn Cenneti (9 Tevbe/72; 13 Rad/23; 16 Nahl/31; 18 Kehf/31; 19 Meryem/61; 35 Fatır/33; 38 Sâd/50; 40 Mümin/8; 61 Saf/12; 98 Beyyine/8),
    barınma ve sığınma yeri olması yönü öne çıkarılarak Me’va Cenneti (32 Secde/19),
    bahçelerde olabilecek her şeyi içermesi ve bolluk bolluk yeri olması yönü öne çıkarılarak Firdevs Cenneti (18 Kehf/107; 23 Müminun/11),
    esenlik yurdu olması öne çıkarılarak Daru’s-Selâm (6 Enam/127; 10 Yunus/25) diye adlandırılması şeklinde.
    Nitekim belirtilen bu bölgeler haricinde, Kur’an’da ‘Cenneť herhangi bir adlandırma olmaksızın kimi nitelemelerle ya tekil yada çoğul olarak kullanılmıştır. Dâru’l-Mukame, Dâru’l-Âhire, Âkibetu’d-Dâr, Ukbe’d-Dâr şeklinde. Bu kullanımda Cennet’ten maksat, Allah’ın iyi kullarına vereceği mükafat olan Cennet kastedildiği şeklinde, kimi zaman de dünya üstünde kişilerin haiz olduğu bağ-bahçe kastedilmiştir. (18 Kehf/35, 39, 40; 68 Kalem/17) şeklinde.
    ‘Cennât’ diye çoğul olarak adlandırılması da herhalde birbirinden kopuk ayrı ayrı cennetler anlamında değil, bir ülkenin bölgelere ayrılması şeklinde uçsuz bucaksız Cennet bölgeler anlamında olsa gerektir. Nitekim ‘Cennâtu’n-Naim’ şeklinde tamlama formunda kullanılması da bunu gösterir.
    Şu sebeple nimetin bolca olduğu Cennet anlamında değil de, ayrı ayrı cennetler anlamında olsaydı, birden oldukca Naim Cenneti’nin olması gerekirdi.
    Cennâtu Adn, Cennâtul-Firdevs, Cennâtul-Me’va için de aynı şey sözkonusudur.
    Onun için Cennât şeklindeki çoğul kullanışlar, herhalde sayı çokluğu anlamında değil, aden’in büyük, geniş ve birbirinden güzel değişik bölgeleri anlamında olup hepsinde ortak olan yönler öne çıkarılarak çoğul olarak anılmıştır. İster bu şekilde olsun ister başka şekilde kabul edilsin, vaka, kişilerin mümin yada kafir olacakları bir inanç konusu değildir.
    “Diğer isimler tekil olarak kullanıldığı halde Cennet’in çok sayıdaki ayette çoğul ‘cennât’ şekliyle de yer alması, saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil, tamamının adı olduğunu gösterir”.
    Gerek cennetliklerin, gerek cehennemliklerin derecelerinin değişik olması da, Cennet ve Cehennem’in kat kat olması yada bu kişilerin değişik katlarda iskan edilmesi anlamında değil, o kişilerin burada değişik yerlerde ve durumlarda bulunacağı anlamında olmalıdır.
    “Kim benim adıma yalan söylerse ateşte kendisine bir ev yapılır” rivayetinde şu yada bu cehennemde değil, mutlak olarak “ateşte” ifadesi kullanılması şeklinde, hadislerde bazı hayır işleri yapanlar için şu yada bu cennette değil de mutlak olarak “aden”te yüce Allahın bir ev yada bir köşk bina edeceğinin belirtilmesi de, cennetin kat kat değil, bölgeler şeklinde bulunduğunu konu alıyor olsa gerektir.
    Cennet’in sekiz kapısının olduğu geleneksel anlayışta ilk dönemlerden beri kabul edilegelmiştir. Ancak Cehenneme ilişik yedi kapının (335) varlığı Kur’an’da açıkça belirtildiği halde (15 Hicr/44), Cennet’in yalnız kapılarının bulunmuş olduğu anlatılmış ve sayıları hakkında başka bir data bulunmamaktadır. Bu ifadeler de aden ve cehennemin kat kat değil, birden oldukca kapısı olan bir düzlem bulunduğunu gösteriyor olsa gerektir.
    (335) – Cehennemin yedi kapısının olması, kafirleri bekliyor anlamında da kinaye bir ifade olabilir. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • Oysa bugün toplumda hatimle kılınan bölgeler haricinde, Namaz sûreleri olarak malum ve neredeyse tekrarlamaktan eskiteceğimiz (!) sûreler hem de anlamı bilinmeden okunmasıyla yirmi rekat olarak kılınan teravih namazından, ibâdet zevkini doygunluk etmek, Ramazan neşesini tatmak ve birazcık da jimnastik yapmaktan başka, kılanların eğitim öğretim adına ne anladığını yada ne kazandığını merak ediyoruz.
    Nitekim bu namaz sahibini bilgilendirmediği, eğitmediği ve yetiştirmediği içindir ki kılanların bir kısmının Ramazan biter bitmez beş zaman namazı kılmayı bile bıraktıkları görülmektedir.
    Örnek olarak bu yıl Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü yatsı namazı için ezan okunduğunda evimize bakan camide ışıkların yanmadığını ve nafile olan teravih namazına koşan kalabalıklardan farz olan namaza bile kimsenin gelmediğini görünce bu kanaatim tekrar pekişti. Bu da çoğaltılmış ve erken bitirmek için ister istemez hızlandırılmış olarak kılınan bu namazın beklenen işlevi görmediğini göstermektedir.
    Bu namazı gelenekselleşmiş şekli ile değil de, Teheccüd namazı olarak her insanın evinde kılacağını söylediğimizde acaba cemaate gelenlerden kaç kişinin senenin her gecesinde kılacağı ayrı bir münakaşa mevzusudur. Şu sebeple vakıa olarak teravih namazına koşanların averaj olarak yüzde doksan beşi diyebileceğimiz bir çoğunlukla her gece teheccüd namazı kılmayacağı da bir gerçektir.
    Onun için artırılmış ve hızlandırılmış biçim yerine, tadili erkanına uyarak ve uzunca okuyarak, selamdan sonrasında okunan ayetlerin çevirisi de cemaate okunup anlamı üstünde düşünme imkanı vererek, Hz. Peygamber’in yapmış olduğu şeklinde teheccüd olarak vitirle birlikte 11 rekat kılınması herhalde daha güzel, öğretici ve eğitici olur, diye düşünüyoruz. İşte o süre gerçek anlamda dinlene dinlene kılınan namaz olur.
    Bu şekilde kılınan namaza bayanlar, gençler, çocuklar vd. ne kadar katılır yada ne kadar sabreder sorusu akla gelebilir. Bugünkü şekle alışmış olanların başlangıçta birazcık yüksünerek katılacakları fakat sonrasında işin gerçeğinin belirttiğimiz şekilde bulunduğunu öğrendiklerinde, folklorik olarak yapmıyorlarsa, buna alışacaklarını ve seve seve yerine getireceklerini de kolaylıkla söyleyebiliriz. Şu sebeple teravih namazına gelenler sevap kazanmak niyetiyle geldikleri kadar Hz. Peygambere uymak düşüncesiyle geldiklerinde de kuşku yoktur.
    Tüm sorun bunu Diyanet’e/personeline kabul ettirip yaptırabilmek ve halka anlatabilmektir. Hocalar geleneksel anlayış yerine, bunun daha gerçekçi ve yararlı olduğuna kendileri inanır ve cemaate anlatırlarsa halk normal olarak doğru ve yararlı olanı yapmış olacaktır. Şu sebeple hiçbir Müslüman Allah’a düşmanlık ve Peygamberine karşıcılık etmek için ibâdet etmez. ÖNemli olan, ne pahasına olursa olsun kültürde anlatılanları bellemek ve doğru-yanlış olduğuna bakmadan geleneği sürdürmek değil, Kur’an ve Sünnet’in kendisine uymak ve yerine getirmektir.
    Yirmi rekat yerine, uzun kıraatle vitirle birlikte on bir rekat kılınması halinde kılanların kat kat olacağında kuşku yoktur. Son tahlilde yirmi rekata tamamlamak için rekat sayısını saydırarak ve anlamı düzerinde düşünme zamanı bırakmadan kısa sûreler yada ayetlerle hızlandırılmış olarak kılınacağına, tertil olarak meydana getirilen uzun kıraatle sekiz rekat olarak kılınması aynı kapıya çıkmakta olup sünnete uygun olan uygulama olur. (Şeytan Üçgeni)
  • Kuvvet diretmesiyle fikirler yayılamaz. (Rivayet Kültürü ve Yanlış Din Anlayışı)
  • Kuran-ı Kerim, korunan, vahiy katiplerine yazdırılan, Hz. Peygamber ve ashab tarafınca ezberlenen, nüshaları çoğaltılan, böylece harfiyyen kuşaktan kuşağa aktarılan bir kitaptır. (Hadisler Kur’an’la Eşdeğer midir?)
  • “Tevhid inancından sapan ve dinlerini anane, görenek, mitoloji,bozuk inanışlar bulanık kültürlerle bulandran /bozan tüm uluslarda Yahudilerin, Hıristiyanların ve Arap Múşriklerinin şefaat inanç ve beklentilerine benzer inanışlar ve beklentiler oluşur.
    ‘Bu toplumlarda insanoğlu Allah’ı gereği şeklinde takdir edememekte /anlamamakta (6 En’am/91, 22 Hac /74, 39 Zümer/67)”,
    Tevhid inancını ve dinin doğasını kavramamakta dinin inanmak, amel etmekten oluştuğu, ahiret yaşamının da sadece “vahyin öğretilerine uygun” meydana getirilen inanç ve ameller ışığında şekilleneceği gerçeğini göz ardı ederek tevhid inancını korumadan ve amel etme görevlerini yerine getirmeden işi aracılar/torpil ve anlayişiyla kurtarmaya çalışmaktadırlar”
    İbrahim Sarmış/Şeytan Üçgeni Bid’at – Tevessül – Şefaat/Düşün Yayıncılık syf ; 276 (Şeytan Üçgeni)
  • “İnsanların hesapları yaklaştı, fakat onlar hala gaflet içinde yüz çevirmekteler.”
    (Enbiya/1) (Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak)
  • Berzah,Ölümle dünyaya geri dönme arasındaki engeldir.Bu dutumfçda Berzah alemi diy ifade edilebilecek herhangi bir âlem yada dönem söz konusu değildir.Kişi öldükten sonrasında onun ahiret yolculuğu adım atmıştır.Ölüm sonrası ile kıyamet öncesinde geçecek zamanda yaşanacak maddi herhangi bir âlem yada dönem yoktur.Bu anlayış mü’minûn 99 ve 100.ayetteki şu ifadelere de uygun düşmektedir.
    Nihayet onlardan birine ölüm geldiği süre:”Rabbim,beni geri döndür ki terk ettiğim dünyada yararlı bir iş yapayım…der.”Şu sebeple burada istenen şey dünyaya geri döndürülmektir.Bu anlama nazaran Berzah,o andaki durum ile öncesinin irtibatını kesen bir kalite arz etmektedir. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • “Çalışan hanım” miti, “ekonomik özgürlük” terimi ile birleştirildi. Kapitalizmin esiri olan bayanlar, kazançlarının neredeyse tamamını bayanlara yönelik paracı üretime kaptırdıklarını fark edemediler. Fark edemedikleri bir başka şey de kadınlık, eşlik, annelik fonksiyonlarının kaybolduğu idi. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Ben evlatların hizmetçilere bırakılmasından, hatta kreşlere verilmesinden üzüntü ve sorun duyuyorum. Annenin nefesleri, faziletlerin olgunlaşmasında ve iyi yetişmenin sağlanmasında derin etkiye haizdir. Kadını temel görevine yaklaştırmak için binlerce vesile aramalıyız. Bu da, sapmayı ve aşırılığı bırakıp İslam’ı doğru bir halde anladığımız takdirde mümkündür. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • Tesettürü emreden Kur’an’ın hanıma verdiği açık ileti şudur: Dişiliğinizle kendinizi görünür kılmak yerine, kişiliğinizle/şahsiyetinizle adam egemen dünyada hak ettiğiniz elit yeri alın. Onun için tesettür, kadının insan kimliğini teninin önüne koymak anlama gelir. (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • “Kur’an ,Havva isminden söz etmediği şeklinde,eşi olarak Adem’in vücudundan yada başka bir yerden yaratıldığından, beraber olunca çocuklarınin olduğundan ve onların kardeşler olarak ensest ilişki ile birbirleriyle evlenip çoğaldıklarından da söz etmez” (Rivayet Kültürü ve Olumsuz Kadın Algısı)
  • “Allah, kişiye gücünün üstünde bir teklifte bulunmaz. Gücünüz yettiği kadar Allah’tan korkun.” (Tasavvuf Ve İslam)
  • 10-Veya bir ağaçtan bir şeyler yiyecek bu kadar cezayı gerektirir miydi!
    Oysa biliyoruz ki Âdem ile Havva’nın torunları Allah’ın kendisini inkar ediyor, ona söylemediğini bırakmıyor, yer yüzünde egemenliğini elinden alıyor yada Firavun şeklinde ülke hükümdarlığının ve içinde akan nehirlerin kendisine ilişik bulunduğunu (43 Zuhruf/51) söylüyor, kendisini en yüce tanrı duyuru ediyor (79 Zariyat/24) yada tanrılar uydurup ortaklar koşuyor, insanlara “kullarım!” diye sesleniyor, bugünü ve yarını onlara kendisinin bağışladığını söylüyor, yaşam onun yaşamı olduğundan gereksinimlerini ve çözümlerini kendisi Allahtan daha iyi bildiğini yada bildirdiklerinin artık modasının geçtiğini ve gereksinimlerini karşılamaya elverişli olmadığını iddia ederek onu yönetim ve hukuk işlerine karıştırmıyor, kendisine evrenin yalnız kozmik yönetimini vererek yaşamının işlerine bulaştırmıyor, çikaracağı yasalarla yaşamı ondan daha güzel yöneteceğini söylüyor (!), canı istediği şeklinde her türden yatırın, dikitin, anıtın, yapıtın, ağacın ve putun önünde saygı ile durup tapınıyor, ondan hayır ve şerrin geldiğine inaniyor, hatta denilebilir ki karısının yada metresinin isteklerini bile onun komut ve yasaklarından daha oldukca önemsiyor, dinliyor ve yerine getiriyor, helal ve haramını asla gözetmiyor, bununla birlikte Allah ona ölünceye kadar yaşama hakkı tanıyor, hava veriyor, gece gündüz veriyor, yedirip içiriyor, bitkiselinden hayvansalına kadar türlü yiyeceklerle besliyor, uzun seneler yaşamış olduğu şirk ve küfürden tevbe ve istiğfar edecek olsa bağışlıyor, geçmişinin üzerine sünger çekiyor ve cennetine koyuyor da Âdem ile Havva hem de yaşamak için yiyecek zorunda oldukları yasak ağaçtan sırf yedikleri için hem sonsuz cennetten çıkarılıyor, bu kadar yükseklerden uzun ve tehlikeli bir yolculukla yer yüzüne sürgün ediliyor, yer yüzünde yaşam boyu meşakkatle çalışıp yaşamaya mahkum ediliyor! Adalet mi bu?!
    Sövgü ve günah bataklığında debelenirken tevbe istiğfar eden kişileri Allah bağışlayıp dünyada yer yüzünden başka bir yere sürgüne gördermediği ve ahirette cennetinden yoksun bırakmadığı halde, tevbe ve istiğfarı kabul edilmiş (2 Bakara/37) olmasına karşın Âdem ile Havva’nın Cennet’ten sürgün edilmesi ve muamma bir yolculukla yer yüzüne indirilmesi hakkaniyet midir?
    Bir ağaçtan yiyecek, cennetten, hem de kazanmak için insanların yaşam boyu kulluk yapmaktan, kurallara uymaktan ve yakarış etmekten iflahının kesildiği sonsuz mükafat cennetinden olmaya ve bunca meşakkate kıymet miydi?
    Gerçekte ne bu şekilde ağır bir ceza, ne de bu kadar uzun, meşakketli ve muamma bir seyahat sözkonusudur.
    Olan biten yalnız, gerek İblis’in secde etme emrini yerine getirmemesi ve gerekse hanım-adam olarak yaratılıp Âdem adı ile anılan ve ileri sürüldüğü şeklinde kardeşlerin çaprazlama ensest ilişki ile değil, hanım ve adam olarak düzgüsel şekilde evlenip çoğalan ilk insan topluluğunun sınırı olan olan bahçede beraber olma uyarısını dikkate almayıp beraber olmaları ve çoğalmaları sonucu Yüce Allah’ın onlara lütuf olarak verdiği emeksiz aden yaşamı yaşama fırsatınıı yitirmeleri ve kendi emekleriyle geçinmeye zorunlu olacakları yer yüzüne terkedilmeleri/dağılmalarıdır.
    İblis, yer yüzünde hilafetten ümidini yitirerek karamsarlığa gömülmüş, şeytanlaşarak yapmış olduğu itaatsizlikten tevbe ve istiğfar etmediği için tanrısal rahmetten kovulmuş/üstü çizilmiş, tevbe ve istiğfar eden insan ise yeryüzünde o güne kadar iktidar olanların yerine halife olmuştur. (350)
    (350) – Ayetlerin anlatımı çerçevesinde insanoğlunun yaratılması ve çoğalmasına ilişkin geniş data için Rivayet Kültürü Ve Olumsuz Kadın Algısı kitabı, 29-50, Düşün Yayıncılık, ikinci baskı 2011. İnsan soyunun daha ilkin yer yüzünde mevcut ve yetkili olan cinlere ve meleklere mi yoksa ondan ilkin mevcut olup yer yüzünde fesat çıkaran ve kan döken başka bir insan topluluğuna mı halife olduğu ve meleklerin bunlara bakarak mı insanoğlunun hilafetine itiraz ettikleri tartışılmaktadır. Ondan ilkin yer yüzünde başka bir insan topluluğunun olduğuna ilişkin dinin ve bilimin bir kanıtı olmadığından kati olarak onlara halife bulunduğunu söylemek zor olsa gerek. (Akaid Oluşturmak ve Kabir Azabı)
  • Ancak Hz.Ömer’in bu namazı yirmi rekat olarak mı, yoksa sekiz rekat olarak mı kıldırttığı hakkında kati bir data yoktur.
    Habiburrahman el-A’zami’nin teravih namazı ile ilgili yazdığı araştırma ürünü bilimsel bir makalesinde açıkladığına nazaran, Hz.Ömer yirmi (20) rekat değil, yirmi (20) gece bu namazı kıldırtmıştır. Sonradan bu yirmi gece yirmi rekat olarak kültüre yansımıştır. A’zami ek olarak, teravih namazının yirmi rekat olmasıyla ilgili hadis rivayetlerini hadis bilimsel açısından inceleyerek zayıf ya da uydurma olduklarını ortaya koymuştur. (Şeytan Üçgeni)
  • ”…tanrı bizi doğru yola getirseydi bizde sizi doğru yola çıkarırdık. sizler de hepimiz de ister sabredelim ister feryat edip ağlayalım bizim için hiçbir kurtuluş yoktur diyeceklerdir.”( ibrahim 21)
    gördüğümüz şeklinde Allah vahiyle doğru yolu ve yanlış yolu göstermenin haricinde kimseyi ne doğru yola getiriyor ne de saptırıyor. (Kur’an’da Kader)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş