Eğitim

Doğu Bilgeliği – Rene Guenon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Doğu Bilgeliği – Rene Guenon Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Doğu Bilgeliği kimin eseri? Doğu Bilgeliği kitabının yazarı kimdir? Doğu Bilgeliği konusu ve anafikri nedir? Doğu Bilgeliği kitabı ne konu alıyor? Doğu Bilgeliği PDF indirme linki var mı? Doğu Bilgeliği kitabının yazarı Rene Guenon kimdir? İşte Doğu Bilgeliği kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi…

Kitap

Kitap Künyesi

Yazar: Rene Guenon

Yazar: Ananda K. Coomaraswamy

Çevirmen: Ahmet Aydoğan

Yayın Evi: Say Yayınları

İSBN: 9786050201932

Sayfa Sayısı: 152


Doğu Bilgeliği Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Her ne düşünüyorsak oyuz. Her ne olursak düşüncelerimizle oluruz. Düşüncelerimizle dünyayı kurarız. Kim ki saf düşünceyle konuşmaz veya hareket etmez, arabayı çeken öküzün ayak izlerini takip etmesi gibi tekerlerin, takip eder onu ıstırap.”

“Doğu Bilgeliği Dizisi”, Doğu öğretileri üstüne yazılmış araştırma, araştırma ve yorumların yer verildiği, bir taraftan da çevirisi mümkün olduğu seviyede bu öğretilerin yer almış olduğu kaynak metinlerin çevirilerinin yayınlandığı bir takım olacak.

Bu ilk kitap ise, bir giriş kitabı olarak bununla birlikte, bu öğretilerin anlaşılmasında dikkat edilecek hususları toplu olarak ele aldığından dolayı dizinin tüm kitapları için istifade edilebilecek bir kılavuz kitap. Dolayısıyla bu hüviyetiyle kitap bir taraftan mümkün olmasıyla birlikte doğu öğretilerinin genel karakteristiklerine


Doğu Bilgeliği Alıntıları – Sözleri

  • Her kim ki anladığından en oldukca emindir, o en ziyade yanlış anlamıştır.
  • Aklı keyfiliğin kaprislerine kurban etmeyelim derken, bu kere da, sınırları hazzı şekilde çizilmiş aklilik endişesine kul köle etmiyor muyuz?
  • Her ne düşünüyorsak oyuz. Her ne olursak düşüncelerimizle oluruz. Düşüncelerimizle dünyayı kurarız. Kim ki saf düşünceyle konuşmaz yada hareket etmez arabayı çeken öküzün ayak izlerini takip etmesi şeklinde tekerlerin, takip eder onu ıstırap
  • “Bilgi arttıkça insanoğlunun, vazife duygusuyla değil, kendiliğinden hareketi de o seviyede artar.”
  • Upanişadların “büyük vecizesi”: “O sensin”dir. Burada “O” denilen normal olarak Atman yada Ruh, kısaca Latince Sanctus Spiritus, Grekçe pneuma, Arabça rûh, İbranice ruah, Mısır dilinde Amon ve Çincede ch’idir. Atman ister aşkın ister içkin olsun, verilmiş ruhsal özdür; onun yayılabileceği ya da çekilebileceği doğrultular ne kadar oldukca ve değişik olursa olsun o hem geçişsiz hem geçişli anlamda hareket etmeyen hareket ettiricidir.
  • Eski dünyada ünü sınırları aşıp gökleri tutmuş bir bilgenin methini yeni duymuş birisi “Gidip ben de göreyim bu yüce kişiyi, iktiza ederse hayır duasını alayım” deyip yola koyulmuş. Fakat görmeyi umduğundan başka şeyler görmüş olduğu için canı sıkılmış ve hoşnutsuzluğunu derhal dile getirmiş: “işittim ki siz yüce, kutsal bir kimseymişsiniz, sizi görmeyi o denli istedim, o denli evdim ki aşıp geldiğim uzun yol gözümü korkutup yıldıramadı, ayaklarım su toplayıncaya kadar asla durmadan ilerledim, gece gündüz yüzlerce menzili geride bıraktım, konaklayıp dinlenemedim. Ama şimdi geldim ve gördüm ki siz o şekilde anlatıldığı şeklinde yüce ve kutsal bir kimse değilmişsiniz. Çöpe attığınız salatadan artakalanları alıp kız kardeşinize verdiğinizi gördüm. Bu insanlık değildi. Öğünden arta kalan pişmiş pişmemiş yiyecekleri başka bir öğün için bir kenara koyduğunuzu gördüm. Bu görgüsüzlüktü.”
     
    Bu sözler bilgenin sükûnetini asla bozmamış ve sükûttan başka bir karşılık bulamamış. Ertesi gün ziyaretçi bilgeye yine uğramış, bu kere başka şeyler görmüş ve söylediklerine pişman olmuş: “Dün sizde noksan ve kusur bulmuştum. Bugün bu şekilde yapmamam icap ettiğini ve aslolan kusurun kendimde bulunduğunu anladım. Fakat siz iyi mi oldu da söylediklerime karşı tamamen kayıtsız kaldınız ve yanıt bile vermediniz?”
     
    Bilge yanıt vermiş: “Zeki, bilge, kutsal, mukaddes şeklinde unvanlar, yılanın derisini bırakması şeklinde, uzun vakit evvel bir kenara bıraktığım şeyler. Eğer dün bana öküz demiş olsaydınız, öküz adını kabul ederdim, eğer at demiş olsaydınız at adını kabul ederdim. Bir cevherin olduğu ve insanların isim verdiği her yerde o bu adı kabul edecektir, bundan dolayı her halde bu isme bağlı önyargıya boyun eğecektir…”
  • Fakat evrenle ve insanoğlunun muhitinden merkezine ve yüreğine doğru mukaddes yolculuğuyla ilgili resmimizin mekân ve zamana dayalı maddiliğinin parçalanma zamanı gelmiştir.
  • Mesih’in sözleri şöyledir: “Kapı Ben’im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur.” Kapıya ulaşmış olmak kafi değildir; kabul edilmemiz gerekir. Fakat kabul edilmenin bir bedeli vardır: “Canını kurtarmak isteyen onu kaybetsin.
  • Bilmelidir şahıs eylemenin özünü,
     
    Yanlış eylemin özünü de
    Eylemsizliğin özünü bilmiş olduğu kadar.
    Derindir eylemenin yolu.
    Eylemde eylemsizliği
    Eylemsizlikte eylemi kavrayan
    Bilgedir insanoğlu içinde
    O gerçekleştirir her işi
    Sakınarak.
    (Bhagavad Gita, IV, 17-18)
  • Yol erbabı yürür iz bırakmaz,
    Söz erbabı konuşur sürçmez.
    Hesap ustası çetele tutmaz,
    Kapamada usta olanlar sürgü kullanmaz
    Ama kimse açamaz kapattıklarını.
    İlmede mahir olanlar düğüme gereksinim duymaz
    Ama kimse çözemez bağladıklarını.
    (Tao Te Ching, XXVIII)
  • “Dini mücadelenin amacı karşıdakinin dinini değiştirmeye değil fakat onu kendi dininin özünde onunkiyle aynı olduğuna iknaya çalışmak olmalıdır.”
  • Eğer bu beşeri sevginin nihai anlamının bir inkârı olarak görünürse buraya kadar anlatılmış olanlar bütünüyle yanlış anlaşılmış anlamına gelir. Şundan dolayı her türlü doğa ötesi formülasyon, hatasız teşbihin / tenazurun her bir varlık planını bir başkasına bağladığını varsayarak, beşeri sevgide tanrısal mutluluğun (pûrnânanda) bir yansımasını görmüş, onu hissi tecrübenin bir tekzibi değil fakat bir tahavvülü / dönüşümü (parâvrtti) olarak tasarım etmiştir. “Platon’un sevgi nazariyesi” budur ve buna gore, İbn Fârid’in ifade etmiş olduğu şeklinde, “her yakışıklı delikanlının yada sempatik genç kızın cazibesi ona Onun güzelliğinden ariyettir”; bu Erigena’nın tanrısal tecelli olarak dünya tasavvurunda da, keza Skolastiğin vestigium pedis, ulûhiyetin vakit içindeki ayak izi yada nişanesi öğretisinde de üstü örtülü olarak mevcuttur, ki bunun Veda ve Zen simgeciliğinde de muadilleri mevcuttur. Gerçek gelenekte bununla anlatılan şey yeryüzünde aziz ve sevgili olanın orada kendisinde değil fakat Tanrıda olduğu haliyle gerçekleştirileceğidir,


Doğu Bilgeliği İncelemesi – Kişisel Yorumlar

Doğu felsefesini ve metafiziğini tanıtmaya yönelik yazılmış serinin ilk kitabı Doğu Bilgeliği, kılavuz niteliğindeki kitabın ikincisi; Çin Felsefesi Tarihi, üçüncüsü; Hayatın Ritmi.
Kitap doğu metafiziğinin temel kavramlarını beş ana bölüm ve bir de ek bölümle açıklıyor. Bölümlerde esas olarak; Avrupa’nın fikir tarzıyla doğunun fikir tarzının karşılaştırılması, metafiziğin doğuda ve Avrupa’da algılanma biçimi, felsefe yapma seçimi, disiplinler arası karşılaştırma anlatılıyor.
Kipling’in; “Doğu, doğudur. Batı da batı. Bu ikisi asla bir araya gelmeyecektir.” sözünün aksine doğu ve batının sadece birbirine yaklaştıkça var olacağı düşüncesi vurgulanmış.
Üç yetkin şahıs tarafınca kaleme alınmış eseri okumak kolay değil. Bilhassa Guenon’nun mistik ifadelerinin içinden çıkabilmek oldukca güç. Coomaraswamy’nin felsefi bölümleri birazcık daha anlaşılabilir fakat genel olarak ince olmasına karşın ağır ilerleyen bir yaratı. Okuruna yoğun bir felsefi çözümleme sunuyor fakat ilgisi olmayanların keyifle okuyabileceği ya da başlangıç adı altında okuyabileceğimiz düzeyde anlaşılır değil maalesef. (Ekin)


Doğu Bilgeliği PDF indirme linki var mı?


Rene Guenon – Doğu Bilgeliği kitabı için internette en oldukca meydana getirilen aramalardan birisi de Doğu Bilgeliği PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan bir çok kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF’leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Rene Guenon Kimdir?

15 Kasım 1886’da Fransa’nın Blois kentinde geleneksel Katolik bir ailed mimar bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen Guenon, formel eğitimini matematik ve felsefe alanında görmüş oldu. 1906’da yirmi yaşlarındayken hemen sonra Papus (Dr. Gerard Encausse) tarafınca yönetilen okült hareketin öncüsü olan Ecole Hermetique’in kurslarına katıldı. Daha sonrasında Papus’un bazı inançlarını (ruhçuluk, reenkarnasyon) reddetti. 1910 senesinde, İslamiyet’i benimseyip Abdülhadi adını alan meşhur Fransız ressam Gustav Ageli ile tanıştı ve onun vasıtasıyla 1912 senesinde Müslüman olup Mısır’da Şazeliye şeyhlerinden Abdurrahman Eliş el Kebir’e intisap ederek Abdülvahid Yahya adını aldı.Üniversite eğitimini 1916 senesinde Leibniz ve Sonsuz Küçüklerin Hesaplanması adlı teziyle tamamladı.


Rene Guenon Kitapları – Eserleri

  • Modern Dünyanın Bunalımı
  • Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm
  • Doğu Bilgeliği
  • Doğu ve Batı
  • Varlığın Mertebeleri
  • Maddi İktidar Manevi Otorite
  • Doğu Düşüncesi
  • Geleneksel Formlar ve Kozmik Devirler
  • Alemin Hükümdarı
  • Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar
  • İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplubakış
  • İnsan ve Halleri
  • Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi
  • Niceliğin Egemenliği ve Son zamanların Alametleri
  • Niceliğin Egemenliği ve Son zamanların Alametleri
  • Hristiyan Mistik Düşüncesi
  • Agarta Dünya Kralı
  • Savaş Metafiziği ve Sembolik Silahlar
  • Modern Dünyanın Bunalımı
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar I
  • Büyük Üçlü
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar II
  • Ruhçu Yanılgı
  • Manevi İlimlere Giriş
  • İnisiyasyona Toplu Bakışlar I-II


Rene Guenon Alıntıları – Sözleri

  • Ölüm, insanî doğuşun direkt nedenidir. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Rönesans’m ”hümanizm”i de, tam anlamıyla rasyonalizmin direkt doğruya habercisinden başka bir şey değildi, bundan dolayı her kim ”hümanizm”den söz ediyorsa, her şeyi tam anlamıyla insanî ögelere indirgedigini iddia ediyordur; dolayısıyle (açıkça anlatılmış bir kuram gereğince değilse bile, en azından pratikte) kişi üstü alana ilişkin her şeyi dışlıyordur. Daha sonrasında, kişinin dikkatlerini tamamen zahirî ve hissedilebilen şeylere doğru çevirmek gerekiyordu; bunu da bireyi yalnız insanî alan içinde değil, fakat oldukca daha dar bir sınırlandırmayla, yalnız maddî alanın içine hapsetmek için yapmak gerekiyordu.
    Işte, tüm çağıl bilimin hareket noktası burasıdır; bu yönde etkinlik göstermeye yönelmiş olan çağıl bilim, bu sınırlandırmayı gittikçe daha belirgin kılmak zorundaydı. Bilimsel ya da eğer deyim yerindeyse felsefî-bilimsel, teorilerin oluşumu da tedrici olarak doğan oldu; ve (daha ilkin yapmış olduğumuz açıklamaları burada da özetlemek gerekirse hatırlatmak zorundayız) mekanikçilik direkt doğruya materyalizme çıkan yolu hazırlamış oldu; böylece âdeta çaresiz kalmış bir tarzda, zihinsel ufkun maddî alana indirgenmesini elde etmiş oldu; artık bundan bu şekilde biricik ”hakikat” olarak yalnız maddî alan değerlendiriliyordu; ve nitekim, tam anlamıyla ”maddî” olarak değerlendirilmeyen her şeyden bizzat soyutlanmış oluyordu. Doğal olarak, fizikçiler tarafınca bizzat ”madde” (matiére) teriminin ortaya atılmış olması da burada mühim bir rol oynamalıydı.
    .
    Işte o andan itibaren tam olarak ”niceliğin egemenliği” içine girilmiş oluyordu: Descartes’tan beri devamlı olarak mekanikçi olan ve XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de bilhassa maddeci olmuş olan, din dışı (profane) bilim, art arda gelen teorileri içinde gittikçe yalnız niceliksel bir bilim haline gelmek zorundaydı; bununla birlikte maddecilik de, genel zihniyetin içine iyice nüfüz etmiş olduğu için, her tür kuramsal iddiadan bağımsız olarak, bu tutumu açıkça yerleştiriyordu, fakat böylece daha oldukca yayılmış oluyordu ve sonuçta, ”ergonomik maddecilik” diye adlandırdığımız bir nevî ”içgüdü” (instinct) durumuna geçiyordu; ve gene bu tutum niceliksel bilimin endüstriyel uygulamalarıyla daha da güçlenip pekişiyordu; bu uygulamalar netice olarak insanı yalnız ”maddî” ideallere ve gerçekleştirimlere bağlıyordu. Insan her şeyi ”mekanikleştiriyordu” ve sonunda bizzat kendi de böylece ”mekanikleşiyordu”; tekbiçimliliğin ve ”kitle”ni’n belirsizliği kısaca tam anlarmyla çokluğu içinde kaybolmuş düzmece sayısal ”birimler” içine yavaş yavaş düşüyordu. Işte niceliğin kalite üstüne sağlamış olduğu tasarım edilebilecek en büyük zafer, kati olarak, bu noktadır.! (Niceliğin Egemenliği ve Son zamanların Alametleri)
  • Varlığın olanaklarının tahakkuku, daima içsel bir etkinlik ile oluşur. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Hz. Muhammed’in ‘gece yolculuğunu’ azca oldukca şiirsel bir efsaneleşmiş şeklinde gören çağıl batı eleştirmenleri, bu efsanenin tam olarak İslamî ve Arap kökenli değil de Pers kökenli bulunduğunu düşünmektedirler. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Gerçekten de o semboldeki “insan başı” erdemi “aslan gövdesi” ise gücü simgeliyor şeklinde düşünülebilir. Sfenks’in başı, yönetici manevî otoriteyi, gövdesi ise eylemde bulunan maddî iktidarı göstermektedir. (Maddi İktidar Manevi Otorite)
  • Eliphas Lévi’ye gore “Gül’ün Romanı ile Ilahi Komedya, aynı eserin iki karşıt (birbirini tamamlayan denilse daha yerinde olurdu)formudur: ruhun bağımsızlığına giriş, modern her türlü kurumun tenkidi ve Gül-haç Cemiyeti’nin büyük sırlarının allegorik formülü şeklinde.” (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Jüpiter gezegeninin İbranice karşılığı Tsedek’tir ve ‘âdil’ anlamına gelir. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Birey, mümkün olabilecek tüm yayılımıyla tasarım edildiğinde bile bütünsel bir varlık değildir. fakat yalnız bir varlığın hususi bir tezahür hâlidir. (Yatay ve Dikey Boyutların Sembolizmi)
  • Oryantalist çevrelerde hakim olan kanaatlerin aksine, Vedanta ne bir felsefe ne bir din ve ne de bu ikisiyle uzaktan yakından ilgili herhangi bir şeydir. Vedanta öğretisini bu çerçeveler içinde değerlendirmeye çalışmak batılıların düşmüş olduğu en vahim hatalardan biridir ve daha ilk adımda hiçbir şey anlamamaya mahkum ol­maktır. Batı düşüncesininkinden tamamen değişik cihetlere (mode) haiz olan ve aynı kalıplar içinde anlaşılması olanaksız Doğu düşüncesinin hakiki tabiatına ne aşama ya­bancı olunduğu böylece ortaya konmuş olmaktadır. Daha önceki bir eserimizde dinin (religion), eğer kelimeyi asli manasında kullanmak istiyorsak, tümüyle Batı’ya mah­sus bir vakıa bulunduğunu belirtmiştik. Aynı kelimeyi Doğu öğretileri için de kullanacak olursak, manasını, azca oldukca belirli bir tanımını yapmayı olanaksız kılacak kadar geniş­letmemiz gerekecektir. Keza felsefede münhasıran Batı’ya ilişkin bir bakış açısını temsil etmektedir ve üstelik dini bakış açısından oldukca daha dışsal, dolayısıyla da burada söz­ konusu edilenden o nisbette daha uzak bir bakış açısıdır bu. Felsefe, birazcık ilkin de söylemiş olduğumuz şeklinde, aslı itibarıyla “ladini”dir’; hatta bir yanılsamadan ibaret ol­madığında bile böyledir. o denli ki, çağıl çağdaki türden bir felsefenin bir mede­niyet içinde mevcut olmamasında hayıflanacak hiçbir şey bulunmamaktadır. Kısa sü­re ilkin gösterilen bir kitapta, bir oryantalist “felsefe heryerde felsefedir,” diyordu. Böylece her türlü yanlış özdeşleştirme, bizzat yazarın bile kimi satırlarında oldukca haklı olarak karşı çıktıkları da dahil olmak suretiyle, zemin bulmaktadır. Heryerde felsefe gör­meyi kesinlikle reddetmekteyiz. Düşüncenin son aşama hususi bir tarzını, yazarın ifa­desiyle “evrensel fikir” tahtına oturtmayı da kabul edemeyiz. Doğu öğretilerini mevzu alan bir öteki tarihçi, batılı etiketlerin yetersizlik ve uygunsuzluğunu ilke olarak kabul etmekle birlikte, bu tarz şeyleri aşma imkanı bulamadığını açıklıyor ve seleflerinin ha­talarını aynen yine etmekte hiçbir beis görmüyordu. Bu durum bizi iyice şaşırtmak­tadır bundan dolayı kendi payımıza, yalnız oldukca yanlış olmakla kalmayıp anlamsız bir karma­şıklık ve sevimsizlik de taşıyan bu felsefi terminolojiye müracaat etme zorunlµluğunu şimdiye kadar asla hissetmiş değiliz. Ancak oryantalistlerin hatalarını tartışarak vakit kaybetmeye niyetimiz yok, Batı seçimi eğitimin düşüncelerini daha en başından hap­setmiş olduğu “klasik” çerçeveleri aşmanın kimileri için ne kadar zor bulunduğunu bu ör­nekler vasıtasıyla göstermekle yetineceğiz (İnsan ve Halleri)
  • Beşeriyetin atasını ifade eden Âdem adı ile toprak arasındaki yakınlığın “toprak” anlamına gelen humus sözcüğünün (insan anlamına gelen) homo ve humanus sözcükleriyle acayip bir yakınlık ihtiva ettiği Latin dilinde de başka bir şekilde bulunduğunu ekleyelim.
    Öte taraftan, Âdem isminin kırmızı ırk tradisyonu ile daha hususi olarak ilişkilendirilmesinde bu isim toprak ve Batı ile de ilişkisellik ihtiva eder. (Geleneksel Formlar ve Kozmik Devirler)
  • … biçim kişinin sıfatıdır. (Varlığın Mertebeleri)
  • Görünen anlam yalnız bir örtüden ibarettir. (Dante ve Ortaçağ’da Dini Sembolizm)
  • Zaten, bu “değer” sözcüğünün günümüzde görmüş olduğu rağbetin kısmen ona kökenden
    mündem iç olmayıp, sonradan oluşturulm uş olan yeterince kaba maddi
    anlam ından kaynaklanması mümkündür: “değerli”den ya da “değerlendirme”den söz edildiğinde, derhal “sayılabilir” olan bir şey akla gelir ve
    bu şeyin m odern dünyaya özgü olan “nicelikçi” zihniyete uygun olması ehemmiyet taşır. (Kadim Bilimler ve Bazı Modern Yanılgılar)
  • Yol erbabı yürür iz bırakmaz,
    Söz erbabı konuşur sürçmez.
    Hesap ustası çetele tutmaz,
    Kapamada usta olanlar sürgü kullanmaz
    Ama kimse açamaz kapattıklarını.
    İlmede mahir olanlar düğüme gereksinim duymaz
    Ama kimse çözemez bağladıklarını.
    (Tao Te Ching, XXVIII) (Doğu Bilgeliği)
  • O, muhteşem sessizliğe telaşsızlığa ulaşmıştır. Hayat ve ölüm onun için birdir. (İslam Maneviyatı ve Taoculuğa Toplubakış)
  • “Kalpte mukim olan Atma bir pirinç tanesinden daha küçüktür, bir arpa tanesinden daha minik, bir hardal tanesinden daha minik, bir darı tanesinden daha minik, darı tanesinin içindeki tohumdan daha küçüktür; ve kalpte mukim olan Atma bununla birlikte (kesif zuhur sahası olan) dünyadan daha büyüktür, (latif zuhur sahası olan) atmosferden daha büyük, (şekil dışı zuhur sahası olan) gökten daha büyük, tüm bu âlemlerin toplamından daha büyüktür (kısaca kayıtlanmamış olduğundan her türlü zuhurun ötesindedir.)” (İnsan ve Halleri)
  • Şimdi de Avrupa yada Amerika’da tahsil görenlerden sözetmek istiyoruz; bu şekilde dışarıda tahsil görenlere, bugün, neredeyse derhal tüm Doğu vatanlarında rastlanır. aldıkları,eğitim sonucu, an’ane ruhunu yitirdiği ve kendi öz medeniyetleri hakkında hiçbir şey bilmediği için, en aşırı bir -asrîlik- modernizm» göstermekle iyi bir şey yaptıklarını sanırlar. (Doğu ve Batı)
  • Dikkat edilecek olursa eski paralar tamamen geleneksel sembollerle kaplıdır. Hatta bu semboller bir çok vakit bilhassa oldukca derin bir anlam taşıyan semboller arasından seçilmiştir. İşte böylece Keltler’de paraların üstünde bulunan semboller sadece Drüidler’e özgü olan öğretisel bilgilere mal edilmiş olduğu takdirde o sembollerin bir açıklaması yapılabilmektedir. Nitekim bu durum, Drüidler’in bu alandaki etkilerini de açıkça göstermektedir. Kuşkusu bu ilgi içinde Keltler için doğru olan, kadim dünyanın diğeri toplumları için de doğrudur… Paranın mevcut olduğu yerlerde, hemen sonra paranın kazanmış olduğu dindışı özellik o zamanlar yoktu. Yani bizzat para dindışı bir şey değildi. (Niceliğin Egemenliği ve Son zamanların Alametleri)
  • Her ne düşünüyorsak oyuz. Her ne olursak düşüncelerimizle oluruz. Düşüncelerimizle dünyayı kurarız. Kim ki saf düşünceyle konuşmaz yada hareket etmez arabayı çeken öküzün ayak izlerini takip etmesi şeklinde tekerlerin, takip eder onu ıstırap (Doğu Bilgeliği)
  • Her belirleme bir sınırlamadır. Her sınırlama bir olumsuzlamadır; sınır koymak sınırın dışta bıraktığı her şeyi inkar etmek anlamına gelir. (Varlığın Mertebeleri)

YORUMLAR

YORUM YAZ!

Yorum Ekle



[

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Oto Aksesuar toptan çakmak
Pusulabet Betoffice Giriş ataşehir escort pendik escort sitene canlı tv ekle bonus veren siteler deneme bonusu veren siteler madridbet meritking kingroyal madridbet yeni giriş kingroyal giriş